Sahih İslam’ın düşmanları
Müslümanların dinine düşman olanlar veya sahip oldukları imkân ve nimetlere göz dikmiş olanlar tarihte ve günümüzde çeşitli yolları deneyerek canımızı, malımızı aldılar ve dinimizi değiştirmemizi istediler, çaresiz din değiştiren fert ve toplulukları da ikinci sınıf dindaş yerine koydular.
Bugün bir başka tuzak kurdular; önce sahih dine “radikal, köktenci, terörü besleyen…” gibi kulplar taktılar, planlarına engel olmayacak hale gelmiş “ılımlı İslam”ı geçiş dönemi için icat ettiler, ümmete yerleştirince sıra onu da yok etmeye gelecektir.
Allah Teâlâ kullarını İslam düşmanlarının tuzaklarına düşmemeleri için uyarmıştı:
“Sen onların dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır. De ki: ‘Asıl doğru yol ancak Allah’ın yoludur.’ Eğer sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, bilesin ki artık Allah sana ne dost ne de yardımcı olacaktır. Kendilerine kitap verdiğimiz, onu hakkını vererek okumakta olanlar var ya, işte kitaba iman edenler onlardır; ama her kim onu inkâr ederse işte asıl kaybedenler onlardır.” (Bakara, 2/120-121).
Âyette millet kelimesi geçiyor, bu kelime “Allah’ın, peygamberleri aracılığıyla insanlara bildirdiği, onları Allah’a yakınlaştıran yol; dinî ilkelerin ve kuralların bir toplum tarafından benimsenip gelenekleştirilmiş şekli” anlamına gelir.
Peygamberimiz (s.a.v) Allah’ın elçisi sıfatıyla bütün insanlar için bir rehber, bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderilmiş olmasına rağmen, Medine’deki Yahudiler tam bir taassup ve tutuculukla Hz. Peygamber’e ve İslâm’a karşı tavır almışlar; ona ve onun getirdiği yeni dine uymaları ve bu dinin gerçekleştirdiği yenilikleri benimsemeleri gerekirken, tam tersine Peygamber kendi dinlerini benimsemedikçe ondan asla hoşnut olmayacaklarını ortaya koyan bir tutum sergilemişlerdir. Fakat Allah nezdinde önemli olan, şu veya bu kişi ya da zümrenin hoşnutluğunu kazanmak değil; hidayet üzere olmak, doğru ve kurtuluşa götüren yolu izlemektir. Bu yol ise Allah’ın yoludur; O’nun bildirdiği iman esaslarını, ibadet ve hayat tarzını benimseyip yaşamaktır. Bunlara dair bilgi geldikten sonra, yani Allah Teâlâ Resulüne vahiy yoluyla hak dini ve onun esaslarını bildirdikten sonra artık Yahudilerin veya Hıristiyanların arzularına uymak, İslâm’la bağdaşmayan inanç, ibadet ve hayat tarzlarını benimsemek mümkün değildir; bunu yapan bir kimse Allah’ın dostluğunu ve yardımını da kaybetmiş olur.
Yahudilerle Hıristiyanların, kendi dinlerine uymadıkça Müslümanlardan memnun ve hoşnut olmayacakları yönündeki Kur’an-ı Kerîm’in bu tespiti, tarihî olarak da ispatlanmış bir gerçektir. Nitekim Müslümanlar kendi topraklarındaki Ehl-i Kitab’a karşı son derece adaletli ve insanî bir tavır sergiledikleri, hatta her zaman İslâm beldeleri onlar için bir sığınak olduğu halde, Müslüman İspanya’nın (Endülüs) işgalinden başlamak üzere istilâ ettikleri bütün İslâm ülkelerinde Yahudi ve Hıristiyan yönetimler Müslümanlara karşı çok zaman vahşete kadar varan baskı, sindirme ve sömürü politikaları izlemişlerdir. Ayrıca Hıristiyan Batı dünyası, Macarlar gibi Hıristiyanlaşmış Türkleri benimsediği halde Müslümanlığını korumuş Türkleri hiçbir zaman dost olarak görmemiş; özellikle Tanzimat’tan bu yana Türklerin göstermiş olduğu Batı dünyasıyla yakınlaşma çabaları, onların bu olumsuz tavırları yüzünden daima sonuçsuz kalmış ve Türklerin aleyhine işlemiştir. Hıristiyan dünyanın diğer Müslüman milletler, hatta Hıristiyan olmayan bütün toplumlar karşısındaki tutumu da bundan farklı değildir. Hıristiyan Batılıların Müslümanlığı Hıristiyanlığa karşı, Müslümanları da Hıristiyanlara karşı tehlikeli bir güç olarak algılamaları, İslâm’a ve Müslümanlara karşı daha zalim ve haksız tavırlar sergilemeleri sonucunu doğurmakta; bu yüzden bir kısmı iyi niyete dayalı dinler arası diyalog ve benzeri teşebbüsler de ya sonuçsuz kalmakta veya Müslümanlar aleyhine bir komplo şüphesini haklı çıkaran işaretler taşımaktadır.
Bütün bu tespitler Yahudilere ve Hıristiyanlara karşı, körü körüne dostluk duygusu besleyip kişiliksiz ve teslimiyetçi bir davranış tarzını benimsemenin de, onların hatasını tekrarlayarak, kör bir düşmanlık duygusuna kapılıp haksız davranışlara kalkışmanın da yanlış olduğunu göstermektedir… Şu halde Müslümanlar için yapılacak iş, dostluk ve düşmanlık gibi duyguların etkisiyle zulüm veya zillet tavırları sergilemekten sakınmak; İslâm’ın genel öğretisine uyarak iman, akıl, ilim, irfan, dürüstlük ve adalet gibi zihnî ve ahlâkî erdemlerle donanmak, bu erdemlerle desteklenen bir kültürel, siyasî ve ekonomik rekabet ve gelişme iradesini en verimli biçimde harekete geçirerek onurlu ve kişilikli bir ilişki zeminini oluşturmaktır.
BENZER SORULAR
- Hz. Peygamberin, Allah’tan başkasına uymayacağı kesinken neden uyarı alıyor Allah’tan?
- Yahudilerin dini ve sosyal açıdan fayda ve zararları neler olmuştur?
- Bir gizli Müslümanın öyküsü
- Dünya Kimi Bekliyor
- Türkler ne zaman Müslüman olmuştur?
- Kur'an’da İsrailoğullarına neden çok yer verilmiştir?
- Eski İngiliz Diplomatın İslâm'a Yolculuğu: Charles Le Gai Eaton
- Hıristiyanların Tanrı İnancı ve Hıristiyanları Dinden Çıkaran Sorular
- Hz. Peygamberin gönderdiği mektupların içeriği yeterli mi?
- İmkân Esasına Dayanan Deliller