"Ben bununla akrabalık sevgisinden başka hiçbir karşılık istemiyorum." (Şura, 42/23) ayetine göre Ehl-i beyti sevmek yeterli midir?

Tarih: 08.05.2013 - 10:21 | Güncelleme:

Soru Detayı

"Ben bununla (İslam dinini getirmekle) akrabalık sevgisinden başka hiçbir karşılık istemiyorum." (Şura, 42/23) 

- Bu ayeti kerimenin anlamı nedir?

- Şimdi sadece Ehl-i Beyti sevmek her şeye yeter mi; bu günahlarımızı yok eder mi?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bilindiği üzere, İslam’da ve nübüvvet nazarında Ehl-i beyt sevgisi çok büyük önem arz etmektedir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.m) Allah'ın emriyle -insanlara hitaben-:

“Ben peygamberlik hizmetime mukabil sizden bir ücret istemiyorum, yalnız sizden Ehl-i beytimi sevmenizi bekliyorum.” (bk. Şura, 42/23)

diyerek, vurguladığı bu sevginin gerekliliği ayetle tescil edilmiştir.

Yine Zeyd b. Sabit, Hz. Peygamber (asm)’in şöyle dediğini bildirmiştir:

“Ben size iki halife / vekil (benden sonra benim görevimi devam ettiren iki şey) bırakıyorum. Bunlardan biri; gökten yere uzatılmış Allah’ın Kitabı, diğeri de Ehl-i beytimdir. Bu ikisi (kıyamet günü Kevser) havuzu başına gelinceye kadar birbirinden ayrılmazlar.”

İmam Ahmed b. Hanbel’in rivayet ettiği bu hadis hasendir. (bk. Mecmau’z-zevaid, 9/162)

Bu hadîs-i şerifte Allah'ın Kitabına ve Âl-i Beyt'e temessük etmenin birlikte zikredilmesiyle, bizlere şu hakikat ders verilmiştir:

Allah'ın Kitabı'na uyan her Müslüman, Âl-i Beyt'i sevecek, Âl-i Beyt'i seven her Müslüman da Allah'ın Kitabıyla amel edecektir. Binâenaleyh, Âl-i Beyt'i seven bir mü'min, Kur'ân-ı Kerîm'in ihtiva ettiği bütün itikadî esaslara iman ettiği gibi, gerek ahlâka, gerekse ibadete dair bütün hükümlerine de inanacak ve onları hayatına tatbik edecektir.

Her şey gibi Âl-i Beyt'i sevmenin de bir ölçüsünün olması lâzımdır. Bu ölçü ise, Resûlüllah Efendimizin (asm) Sünnet-i Seniyye'sini, bütünüyle yaşamaktır.

Ehl-i beyt sevgisinin önemi bir akrabalıktan ziyade, onların Kitap ve sünnete yaptıkları hizmetle alakalıdır. Hz. Peygamberin âl-i beyte verdiği önemin, hatta ayette ifade edildiği üzere "Ben peygamberlik hizmetime mukabil sizden bir ücret istemiyorum, yalnız sizden ehl-i beytimi sevmenizi bekliyorum.” demesinin en büyük hikmeti, onların sünnet-i seniyyenin hamili ve kaynağı olmasındandır.

Bu hususu Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifâde etmektedir:

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-aşina nazarıyla görmüş ki: Âl-i Beyti, Âlem-i İslâm içinde bir şecere-i nuraniye hükmüne geçecek. Âlem-i İslâmın bütün tabakatında kemalât-ı insaniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek zâtlar, ekseriyet-i mutlaka ile Âl-i Beytten çıkacak…"

"Bu hakikatı teyid eden diğer rivayetlerde ferman etmiş: ‘Size iki şey bırakıyorum, onlara temessük etseniz, necat bulursunuz. Biri: Kitabullah, biri: Âl-i Beytim.’ Çünkü Sünnet-i Seniyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyttir."

"İşte bu sırra binaendir ki; Kitab ve Sünnete ittiba ünvanıyla bu hakikat-ı hadîsiye bildirilmiştir."

"Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı: Sünnet-i Seniyesidir. Sünnet-i Seniyeye ittibaı terkeden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz.” (bk. Lem'alar, Dördüncü Lem'a)

Bu gerçeğer göre, ancak Sünnet-i Seniyye'ye uyan bir Müslüman, Âl-i Beyt'i hakikî mânâda sevmiş olacaktır. Çünkü, böyle bir Müslümanın yapmış olduğu bütün ibadetlerden meydana gelen bütün hayır ve iyiliklerin aynısı, hiç eksilmeden "Sebeb olan işleyen gibidir." kaidesince, Âl-i Beyt'e de yazılmaktadır.

Böylece, o mü'min ile Âl-i Beyt'in ruhâniyatı arasında bir münasebet meydana gelmekte, bu onlara sevaplar hediye ettiği gibi, onlar da bundan memnun ve mesrur olmaktadırlar.

Hem öyle bir kimse, namazlarında "Allahümme salli"leri okumakla Peygamber Efendimize (asm) ve O'nun Âl-i Beyt'ine her gün defalarca rahmet dilemektedir. Bu hâl, Âl-i Beyt'in şefaatlarına nâil olmak ve onların feyzinden istifade etmek için, en büyük bir vesiledir. İbadet etmeyen bir insan, onların feyzinden, muhabbetinden ve dostluğundan mahrum kalır.

Şunu da ifâde edelim ki, Âl-i Beyt'e sadece mücerret bir sevgi beslemekle yetinilirse o takdirde;

- Resûlüllah Efendimiz (asm) insanlara sadece Al-i Beyt'i sevdirmek için gönderilmiş olur. Halbuki, Peygamberimiz (asm) insanlara Allah'ı tanıttırmak, sevdirmek ve onları ibadet vesilesiyle Allah'ın dergâhına sevketmek için gönderilmiştir.

- Ve yine sanki Kur'ân-ı Kerîm insanların kalblerine sadece Âl-i Beyt sevgisini yerleştirmek için nazil olmuş olur. Halbuki Kur'ân-ı Kerîm, altı bin küsur ayetiyle, insanların hem dünyevi, hem uhrevî saadetlerini te'min eden hükümlerle, esaslarla doludur. Bu esasları izah için, yüz binlerce cilt kitaplar yazılmıştır.

- Ve nihayet, bu tarz bir anlayış, insanın yaratılış gayesini sadece bir sevgiye bağlamak olur. Halbuki, Âl-i Beyt de dahil, bütün insanlar, Aziz ve Celîl olan Allah'ı tanımak ve O'na ibadet için yaratılmışlardır.

Son olarak şu hakikati da ifâde edelim ki, bizim Âl-i Beyt'i sevmemiz onların sadece mücerret şahsiyetleri için değil, Kur'an'a yaptıkları hizmetleri, İslâm Dini'nin neşrinde gösterdikleri büyük fedakârlıkları, ilim ve irfan sahasında yaptıkları hizmetleri içindir. Onların bu hizmetleri ile ümmet-i Muhammed'in itikadları ehl-i dalâletin sapık fikirlerinden, hurafelerden, bâtıl inançlardan mahfuz olarak safiyetini koruyabilmiştir.

Onların bu hâlis, fedakâr, sadıkane hizmetlerine bir mükâfat olarak, Cenâb-ı Hak, İslâm âlemini asırlar boyu irşad eden Zeyne'l-Âbidin, Ca'fer-i Sâdık, Abdülkadir-i Geylânî Hazretleri gibi nice büyük mürşidleri onların neslinden göndermiştir.

Demek ki, insan sadece mücerred olarak Âl-i Beyt'i sevmekle, ibadet mükellefiyetinden kurtulamaz.

O halde, Âl-i Beyti seven her mü'min de ibadet vazifesini yerine getirmekle, onları örnek almalı, onlara benzemeli ve onlar gibi olmaya gayret etmelidir. Âl-i Beyt'i hakiki mânâda sevmek de ancak bu yolla gerçekleşir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun