Ayette neden, ister şükredin ister küfredin, deniliyor ve hadiste namaz neden şükür olarak geçiyor?

Tarih: 10.09.2015 - 10:10 | Güncelleme:

Soru Detayı

1)Yüce Rabbimiz neden,"ister iman edin, ister küfredin demiyor da iman kelimesi yerine şükür kelimesini kullanıyor..
2) Peygamberimiz bütün günahları affolduğu halde neden namaz kılıyorsun dendiğinde Rabbime şükretmeyeyim mi demiştir?
- Bu bağlamda namaz kılmak şükretmek mi oluyor?..
- Öyle ise bunun sebebi nedir?
- Namaz kılmak nasıl şükür olmaktadır?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

1) İlgili ayetin meali şöyledir:

“Şüphesiz biz ona doğru yolu göster­dik; artık o isterse şükreden olur, isterse nankör (kefûr).” (İnsan, 76/3)

Küfür kelimesi, sözlükte “örtmek, gizlemek; nankörlük etmek” gibi manalara gelir. Terim olarak genellikle “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği hususlarda peygamberi tasdik etmemek, ona inanmamak” diye tanımlanır. (Taftazani, Şerhu’l-Aķaid, s. 189)

Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette küfür kökünden fiil ve isimler -yer yer karşıtı olan şükür kavramıyla birlikte- Allah’ın verdiği nimetlere karşı nankörlüğü ifade etmek üzere yer almakta ve tabiatındaki nankörlük dolayısıyla insan “kefûr” diye nitelenmektedir. (Meselâ bk. Hûd 11/9; İsrâ 17/67; Zuhruf 43/15)

Aynı niteleme şeytan için de geçmektedir. (İsrâ, 17/27)

Hz. Süleyman, Sebe melikesinin tahtını mucizevî bir şekilde yanında bulunca bunun şükür mü yoksa nankörlük mü edeceği hususunda kendisi için bir imtihan olduğunu belirtmiş,

“Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince o bilsin ki rabbim ganidir, kerimdir.” (Neml, 27/40)

demiştir. Benzer bir ifade, Lokman’a hikmet verildiğini ve kendisine “Allah’a şükret” diye buyurulduğunu bildiren ayetin devamında yer alır. (Lokmân, 31/12) İsrailoğullarına lütfedilen başlıca ilâhî nimetler Hz. Masa’nın dilinden hatırlatıldıktan sonra insanların şükretmesi halinde Allah’ın onlara nimetlerini arttıracağı, nankörlük etmeleri durumunda ise azabının çok şiddetli olacağı bildirilir. (İbrâhîm, 14/5-8)

Kur’an’da ayrıca ilâhî nimetler karşısında nankörce davranmanın açlık ve güven ortamının bozulması gibi dünyevî sıkıntılara sebep olacağı belirtilmektedir. (Nahl, 16/112; Sebe’, 34/17)

Diğer taraftan, tohumu toprağa atıp gizleyen çiftçilerden (küffâr) bahsedilirken (Hadîd 57/20) ve Allah’a şükredip nankörlük edilmemesi emredilirken de (Bakara, 2/152; Rûm, 30/34) küfr kökünün türevlerinin sözlük anlamıyla kullanıldığı görülmektedir. (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “kfr” md.)

Demek ki, soruda geçen ayetteki küfür kelimesi de daha çok sözlük manasına uygun olarak nankör anlamında değerlendirilebilir.

Elmalılı Hamdi Merhum, bu ayeti tefsir ederken, küfür kelimesine hem sözlük hem de terim anlamını vererek çok nefis bir tahlil yapmıştır. Onun bu ayeti tefsiri şöyledir:

İnsanı imtihan edip denemenin bu iki yönü açıklığa kavuşturulmak üzere buyruluyor ki: Kuşkusuz biz ona doğru yolu gösterdik.

Bu yol "O gün sevk ancak Rabbinedir."(Kıyamet, 75/30), "O gün varılıp durulacak yer Rabbinin huzurudur."(Kıyamet, 75/12) ve "Elbette sonunda Rabbine gidilecek." (Necm, 53/42) mealindeki ayetler ve benzerlerinin anlattığı ve Fâtiha'da ifade edildiği gibi doğrudan doğruya Allah'a ve onun katkısız nimetlerine götüren ve Kur'an ile çağrılan hak İslâm dinidir.

Yani insanın içinde ve dışında, başlangıç ve gayesiyle hak yolu göstermek üzere işitilecek, görülecek ve düşünülecek Kur'ân ve kâinat âyetleri, naklî ve aklî deliller, alâmetler ortaya koyarak ve ona görme, işitme ve sezme kuvvetleri vererek nereden gelip nereye gideceğini ve son gayeye ermek için Rabb'ına hangi yoldan gitmek ve ne gibi görevleri yapmak gerekeceğini anlatarak irşat ettik.

Gerek şükredici olsun o insan, gerek nankör kâfir. Yani isterse o irşat ve hidayet nimetinin kıymetini bilerek Rabbine şükretmek üzere iman ve iyi niyetle o hak yoluna girip sıkıntılara göğüs gererek çalışsın, olgunlaşma gayesine doğru yürüsün; isterse nankörlükle küfredip yükümlülük ve olgunlaşmadan kaçınarak, bu irşat ve hidayete karşı işitmez ve görmezden gelerek bu imtihan âlemi olan dünya hayatında kalmak istesin.

Bu cihet kendisine, kendi tercihine bırakılmıştır. Her iki durumda da yol gösterilmiş bulunuyor.

Bu hidayet ve irşattan sonra insanı "şükredici" ve "nankör" diye ikiye ayırmada, bir taraftan şükretmeye teşvik, bir taraftan da küfürden sakındırmak için "Dilediğinizi yapın." (Fussilet, 41/40) tarzında insanın ihtiyarına hitap eden ve kısaca ifade edilmiş bir cezalandırma vaadi ve tehdit vardır. (Hak Dini, ilgili ayetin tefsiri)

2) Hz. Peygamberin ayakları -gece namazını kılmaktan-şişmiş olduğu için sahabiler: “Allah bütün geçmiş ve gelecek günahların affetmedi mi? (neden hala bu kadar kendini yıpratıyorsun?)” diye sorunca, “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” şeklinde cevap vermiştir. (bk. Mecmau’z-Zevaid, 2/271)

Bu hadis rivayetinin bazılarının senedi zayıftır, diğer bazılarının ise sahihtir. (Mecmau’z-Zevaid, a.y)

Bu sebeple “bu hadis sahihtir” denilebilir.

- Namaz, Allah'ın yüce şânını ve sonsuz kudretini terennüm eden en güzel şekil ve kelimelerden meydana gelmiştir: Namazın içinde, tekbir, tevhid, tesbih, medh ü senâ, hamd, şükür, hürmet, tevazu', tazarru' ve niyaz, bütün müminlere hayır dua Peygamberimize salât ü selâm bulunmaktadır.

Şükür, Allah’ın lütuf ve ihsanlarına, ikram ve nimetlerine karşı minnettarlık hissetmek, memnuniyetini ifade etmek, sözlü ve fiili/davranışlarıyla bu hassasiyetini ortaya koymaktır. Namaz bu manayı en güzel şekilde yansıtan bir ibadettir. Namaz şükrün bütün çeşitlerini kapsayan bir kulluk görevidir.

- Bediüzzaman Hazretleri bu hususa şu şekilde işaret ediyor:

"Ey gözleri sağlam ve kalbleri kör olmayan insanlar! Bakınız, insan âleminde iki daire ve iki levha vardır:

Birinci daire: Rububiyet dairesidir. İkinci daire: Ubudiyet dairesidir.

Birinci levha: Hüsn-ü san'attır. İkinci levha ise: Tefekkür ve istihsandır.

Bu iki daireyle iki levha arasındaki münasebete bakınız ki, ubudiyet (kulluk) dairesi bütün kuvvetiyle rububiyet dairesi hesabına çalışıyor. Tefekkür, teşekkür, istihsan levhası da bütün işaretleriyle hüsn-ü san'at ve nimet levhasına bakıyor." (Mesnevi-i Nuriye, s. 31-32)

- Şu kainatı bir ağaç olarak düşünürsek, meyve ve neticesi şükürdür. Şükrün en kapsamlı ve külli olanı ise namazdır.

Evet namaz, külli bir şükürdür. Namaz olmaz ise şükür olmaz, şükür olmaz ise rızık olmaz, rızık olmaz ise hayat olmaz, hayat olmaz ise kainat olmaz.

Demek ibadetlerin özü olan namaz şu kainatın kaim bir sebebi, asıl bir direği hükmündedir. Kur’an’ın ısrarla namazı emretmesi ve insanın en önemli bir kulluk vazifesi olması bundan dolayıdır.

- Bütün ibadetlerin fihristesi olan namazın çekirdekleri ve hülasaları ve içinde ve tesbihatında bulunan ve namazın manasını takviye için tekrarlanan "Sübhanallah" "Elhamdülillah" "Allahü Ekber" kelimeleri namazın asıl manasını ifade etmektedir.

Namaz, bu üç muazzam hakikatlere ve insanın kâinatta yansımalarını gördüğü medar-ı hayret, medar-ı şükran ve medar-ı azamet ve kibriya olan Allah’ın harika icraatlarına karşılık -deyiş yerindeyse-yapılan bir kulluk,bir şükür,bir tevazu, bir saygı ve sevgi gösterisidir. (krş.Asa-yı Musa, 52)

- İnsanın kendi ömür sermayesi ve kuvveti ile Allah’ın sayısız ihsan ve ikramlarına karşılık vermesi ve şükürde bulunması imkansızdır. Değil bütün nimetleri, iki gözün şükrünü bile binlerce sene ibadet etse, karşılığını veremez.

Ama Allah kereminden insana diyor ki, siz benim emrettiğim namazı kılın, ben sizi bütün nimetlerime ve ihsanlarıma şükür etmiş gibi sizden kabul edeyim, namaz sayesinde sizi şakirler sınıfından yazayım.

İnsanın böyle cazip bir teklife ilgisiz kalması akıl kârı olamaz...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun