Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de neden yıldızlarla yemin etmektedir?

Tarih: 08.07.2006 - 03:45 | Güncelleme:

Soru Detayı

Allah Teâlâ pek çok âyet-i kerimede "andolsun ki, yemin olsun ki" der. Allah (CC) niçin yemin eder? Necm sûresi 1 ve 2. ayette "Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı." Vâkı'a sûresi 75 ve 76. ayette "yıldızların yerlerine yemin ederim ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir-" ne demektir? En şiddetli, en celalli yemini sanki yıldızlar üzerinedir; bunun nedeni nedir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cenab-ı Hak bazen yıldızlara yemin ettiği gibi, bazen güneşe, aya ve bütün bir semaya yemin eder. Hatta bazen yerdeki nimetlerine de yemin eder; zeytine, incire ve Tur'a yemin bu türdendir. Bazen olur gündüze bazen de geceye yemin eder. Şüphesiz bu yeminlerin hepsinde onlarca sır ve onlarca hikmet gizlidir.

"Vennecmi iza heva" (Necm, 53/1) de kasem yıldıza yapılır. Bunu "O semaya doğru urûç eden veya kavsiyesini tamamlayıp geriye dönen yıldıza yemin olsun." şeklinde anlamak mümkündür. Bu surede Efendimiz'in miracı anlatılması açısından açık bir muvâfakat olduğu söylenebilir. Durum böyle olunca da, üzerine yemin edilen yıldız, tevcihlerden biri itibariyle, bizzat Efendimiz'in kendisidir. Evet O, evvela halktan Hakk'a urûç etmiş, sonra da Hakk'tan halka dönmüştür.

Evet, Allah Rasulü'nün (sav), cennet ve Cenab-ı Hakk'ın O'na gösterdiği bütün güzellikler karşısında gözü kamaşmadan, mazhar olduğu nimetleri başkalarına da duyurmak için, yeniden bu kevn-u fesada dönmesi, elimizden tutup ötelere götürmek üzere aramıza gelmesi, "Vennecmi iza heva" hakikatı ile alakalı tevcihlerden biridir. Burada, bir yıldız diye Efendimiz'in (sav) mübarek şanına yeminin yapılması çok manidardır.

Evet, o yıldız bir mânâda Efendimiz'dir. O, temelde haiz bulunduğu fezâil ve mezâyânın yanında, miraçta mazhar olduğu nimetlerle bir başka Muhammed (sav) olarak geriye dönmesi, çok farklı bir nüzul ve beşer tarihinde eşi olmayan bir hadisedir. İşte O'nun haiz bulunduğu o fezâil ve miracla elde ettiği yeni mazhariyetler adına Allah O'na kasem ediyor. Evet, İsra suresinde "Görür ve işitir." deyip, kendisine ait sıfatları, "İnnehu Hüve's-semiu'l-Basir" ifadesiyle -bazı tefsircilere göre- Hz. Muhammed’e (sav) isnat ettiği gibi, burada da o pâyeyi yine O'na veriyor "Vennecmi iza heva" diyor ve O'nun şanına yemin ediyor. (Şems, 91/1) de güneşe ve güneşle ortaya çıkan duhaya (kuşluğa) kasem ediliyor. (Duhâ, 93/2) de ise, mahalli istirahat olması itibariyle, geceye ve geceyi bastıran karanlığa; sonra da yeniden karanlığın yırtılıp, aydınlıkların çıkmasına, yani kâinattaki devr-i daimle gelen ilahi eltaf ve ihsanlara kasem ediliyor.

Yukarıda da söylediğimiz gibi Kur'ân-ı Kerim'de bu tür yeminler çoktur. İşte bu yeminlerden biri de yukarıdaki ayette sözü edilen yemindir ki, yıldızlar diyeceğimiz nücûmun mevkilerine yemin edilmektedir.

Öteden beri yıldızlara yapılan kasemle ilgili olarak hep şunlar söylenegelmiştir:

Birincisi: Yıldızlar her devrin insanı için önemlidir. Zira insanla yıldızlar arasında daima bir münasebet olagelmiştir. Bu münasebetlerin en asgarisi ise, insanların yıldızlar vasıtasıyla yönlerini tayin etmeleridir. Bir ayet bu hakikata parmak basmakta ve şöyle demektedir:

"Bir de Allah bir kısım alametler yarattı. Onlar yıldızlarla da yollarını bulurlar." (Nahl, 16/16).

Karada, denizde yön tayininin dışında, her bir yıldız ve yıldızlar kümesinin, tıpkı bir Necm-i Kur'ân gibi, insana bir şeyler fısıldaması, nizâm, âhenk ve intizam diliyle, perde arkası hakikatlar adına gönüllerimizi hoplatması yıldızların ayrı bir rehberliği sayılır ki ALLAH: " onlar yıldızlarla yollarını buluyorlar." buyurur. İhtimal insanlarla yıldızlar arasındaki bu münasebete binaen Cenab-ı Hak yıldızların yerlerine yemin etmiştir. Zira yıldızlar belli yerlerde olmasalardı, insanların onlardan bu şekilde faydalanabilmeleri mümkün değildi.

İkincisi: Güneş ve güneş sisteminin halihazırdaki konuma ulaşabilmesi, ayrıca dünyanın şu andaki şeklini kazanabilmesi ancak yüzlerce şartın mevcudiyetiyle mümkün görülebilmektedir. Mesela, atmosferden havanın kaçması, içindeki gazlarının dengelerinin bozulması derhal atmosferin genel yapısını bozar ve onu hayata nâmüsait hale getiriverir. Aslında hava ile küre-i arz birbirini iter. Bunların bir araya gelmesi kerhendir. Yani bunlar Allah'ın emirleri karşısında ister istemez bu işe bel kırıp boyun bükmüşlerdir. Biz bunları tetkik edip öğrendikçe hayret ve hayranlığa düşüyor.. ve bunlardan Allah'ın varlığına ve birliğine deliller istinbat ediyoruz. Kendi varlığına ve birliğine deliller mahiyetinde olan bu yıldızlara ve onların yerlerine Cenab-ı Hakk'ın kasem etmesi gayet ma'kul ve yerindedir. Güneş sisteminin dışına çıkıldığında Samanyolu içinde, güneş sistemi gibi nice sistemler var olduğu görülür ki, bunların hemen hepsi de yerli yerine konmuştur. Bir yerde iki atom bile, birbiriyle çarpışsa, kızıl kıyamet kopar. Bu kocaman cisimlerin kainat fezasında, herhangi bir muvazenesizlikle böyle bir kıyamete sebebiyet vermelerinin ne demek olduğunu düşünmek bile insanı ürpertir. Görülen bu kadar karışıklık ve çokluk, muvazenesizliğe sebep olması gerekirken, yıldızlar Cenab-ı Hakk'ın kudretiyle baş döndürücü bir âhenk içindedirler. İşte izafi bir kısım nâmlar takıp câzibe ve dâfia (çekme-itme) ile izah etmeye çalıştığımız bu âhengin arkasında, kudreti sonsuz Allah'ın tasarrufu yıldızların mevkilerine yemin şeklinde nazarlarımıza veriliyor.

Üçüncüsü: Bu âyetten şöyle bir hususa da intikal edilebilir; yıldızlar öylesine yerli yerindedir ki, siz bir tek sistem üzerinde yapacağınız araştırmalarla, diğer sistemler hakkında da sağlam bir fikir sahibi olabilirsiniz. Hatta sistemlerle diyaloğa geçebilir ve oralarda kentler kurabilirsiniz. Evet, birini anladığınız zaman, diğerleri hakkında edineceğiniz malumat da kendi kendine anlaşılmış olur. Çünkü bunlar, o kadar esaslı, o kadar yerli yerindedir ki, hiçbirinde başıbozukluk ve gelişigüzellik yoktur. Aksine hemen hepsinde gayet ciddi bir nizam ve intizam mevcuttur. Dikkat edersek, "Rahman Sûresinde" Allah, Rahmaniyetini bu muhteşem denge ve düzenle göstermiştir. Allah isminden sonra, Esma-i Hüsna arasında Cenab-ı Hakk'ın özel isim durumunda kullandığı ikinci ismi, Rezzak manasına Rahman'dır. "Bismillahirrahman"da, Rahman, Allah lafz-ı celâlesinden sonra gelir. Kur'ân'da, Rahman sadece besmelenin içinde yüzondört yerde Allah ismi celiliyle beraber bir ism-i sıfat olarak zikredilir. Lafz-ı Celâle ile omuz omuza vererek beraber zikredilen Rahman, Er-Rahman Sûresinde en başta gelmekte ve nimetlerin sıralanmasında en önde arz-ı endâm etmektedir.

Evet, başta "Er-Rahman" diye buyuruluyor. Sonra da merhamet-i ilahinin tecelli ve tezahürü olarak "Rahman Kur'ân'ı talim etti." ifadesiyle deniliyor ki: "Allah Kur'ân'ı talim etti." Bundan daha büyük bir merhamet tezahürü mü olur? Evet eğer, Kur'ân'ın aydınlatıcı tayfları gözlerimize ziya çalmasaydı ve ondan gelen mesajlar dünyalarımızı aydınlatmasaydı kainat bizim için bir matemhane-i umumi olarak kalıp giderdi ki, bütün varlıklar, o cansız cenaze görüntüleriyle bizlere sadece vahşet ve dehşet verirdi. Bu yüzden de hiçbir şeyin gerçek yüzünü göremez ve hiçbir şeyi tam anlayamazdık. Biz Kur'ân'ın aydınlatıcı ışıkları altında her şeyin mana ve hikmetini anladık ve varlığın en önemli enmûzeci olduğumuz şuuruna vardık. Başkalarının bilim adına anlayamadığı şeyleri biz, Kur'ân nûru ile anladık, hayret ve dehşetten kurtulduk. Kur'ân'ın ruhuna nüfuz sayesinde varlığı incelediğimizde öyle şeyler fark ettik ki, başkaları henüz onların isimlerini bile bilmiyor.. evet biz, kara deliklerin bağrında dahi, öbür âlemlere açılan aydınlık tünellerin var olduğunu sezdik ve O'nun nûruyla nereye bakarsak bakalım her yeri aydınlık görmeye başladık O Rahman, aynı Rahmaniyetini bize şununla da gösteriyor: "O, sizi yarattı ve sonra sizi beyanla serfiraz kıldı." Evet eğer dilsiz olsaydık, başka bir ifadeyle gürül gürül ve şakır şakır konuşan şu kâinatın diline tercüman olamasaydık, beyan-ı sübhaniyi anlayıp birbirimize ders veremeseydik, yani bu kâinat şaheserini gene O'nun kelam sıfatından gelen beyanıyla aydınlığa kavuşmuş göremeseydik, ondaki ince nakış ve derin manalardan hiçbir şey anlayamayacaktık. (Rahman, 55/5) Şems ve kamer, çok dakik ve ince hesaplarla öyle mühim noktalara konmuş ve onların öyle mükemmel bir konumları var ki, atmosferimize gelip çarpan ve çarparken de gözlerimizi okşayan zevkli mehtaplar haline gelen ve her şeyin bir koruma planına bağlı olduğunu gösteren müthiş bir irade kendini hissettirmekte. Bu da Allah'ın size değişik bir dalga boyunda Rahmaniyetini izhar etmesi demektir. Eğer merhamet-i İlâhî çok dakik hesaplarla böyle bir nizam vaz'etmeseydi, bizler birbiriyle çarpışan bu cisimler arasında heba olup gidecektik. Evet, arasıra göklerden bazı taşlar düşüyor ise de, hiçbiri hiçbir zaman ciddi bir problem olmamıştır. Evet bu taşlar şimdiye kadar ne kimsenin başını yardı ne de gözünü çıkardı. Demek ki çarpan bu kayalar Allah'ın inayet zırhına çarpıyor ve parçalanıyor. Siz sebep olarak isterseniz atmosferi düşünürsünüz, isterseniz tekasüf etmiş gaz yığınları dersiniz.. evet hangi sebebi ileri sürerseniz sürünüz bu sebeplerin hepsi de Cenab-ı Hakk'ın inayetinin tecessümünden ibarettir. Allah en dakik hesaplarla her şeyi, fevkalade bir nizam ve ahenk içinde yerli yerine vazetmiştir ki, işte "Mevakiinnücum"da bir de, böyle bir mana melhuzdur.

Dördüncüsü: Kutup yıldızı, onun yıldızlar arası yeri ve bize yol göstermesi; güneş sistemi, onun Samanyolu içindeki yeri ve konumu; Samanyolu, onun gökcisimleri arasındaki ihtişamlı yeri ve onun bir başka sistemin veya kümenin yanındaki baş döndürücü, ama öbürüne göre mütevazı yeri, derken bu sistemlerin diğer sistemlerin yanındaki yeri ve onlarla âhenk içinde beraberliği.. ve bütün bunların ötesinde, ilmin tespit ettiği şekilde her yıldızın belli bir mesafeyle bir diğerinden uzak durması.. ve nihayet güneşin etrafındaki peyklerin belli mesafelerle ayrı ayrı yerlere yerleştirilmesi gibi.. kâinatta her şeyin ama her şeyin fevkalâde ve şiirimsi bir ahenk içinde tanzim edilmiş olduğunu gösterir ki "Mevakiinnücûm" un bunlara da işareti olabilir.

Beşincisi: "Yıldızların yerleri" Batı ve Doğu'da değişik şekillerde ele alınıyor. Mesela, Rus alimleri ona "yıldızların konduğu yerler!" diyorlar. Batı'da ise bu ifade daha ziyade kara delikler veya beyaz delikler şeklinde düşünülüyor. Aslında ilmin çözmeye çalıştığı meselelerin yanında, hala çözüm bekleyen o kadar çok muammâ var ki, bir meseleyi izah ettiğimizi sandığımız an, izah bekleyen iki veya daha çok mesele birden karşımıza çıkıyor. Mesela, küre-i arzın atmosferi ile, küre-i arzın kendisi arasında bir zıtlık var. Bu zıt durumun, dünya ve fezada, hatta bütün kainatta dengeyi tamamlayıcı bir faktör olduğu astrofizikçiler tarafından iddia edilmektedir. Kara delikler ile beyaz delikler, kainattaki umum denge için çok mühim ve birbirine iki zıt unsurdur.

Modern tefsircilere göre "Mevakiinnücum" ayeti kuasar ve pulsarlara da işaret etmektedir. Beyaz delikler, çok korkunç ışık ve enerji kaynaklarıdır. Bunlar artık günümüzde görülüp tespit edilebiliyorlar. İlim adamları bunlar için: "Beyaz delikler âdeta diğer yıldız ve sistemlerin onların bağrında büyüyüp gelişeceği birer tarla gibidir." diyorlar. Evet bunlar öyle korkunç ve muhteşem bir enerjiye sahiptirler ki; Samanyolu birden bire yok olsa bile, Allah'ın (cc) kudret ve iradesiyle bir beyaz delik, kendi bağrında yeniden bir Samanyolu'nun teşekkülüne medar olabilir. Bunlar, kainatın bağrına öyle ahenkli yerleştirilmişlerdir ki, hiç şaşırmadan, kendilerine ait o dehşetli vazifeleri, hem de en dakik biçimde yerine getirmektedirler. Evet, zâhiren kainat nizamına çok tesiri olan faktörlerden biri de yıldızların mevkileridir. Rus bilginleri bunlara yıldızcıkların, bağrında büyüyüp gelişeceği yerler diyorlar. Onların böyle demeleri bir yönüyle önemli sayılır. Çünkü böylece Kur'ân-ı Kerim'in geçmiş ve geleceği, bugün gibi bildiğini tasdikle bir de bu acayip dünyada "Mevakiinnücûm"a işaret edilmiş oluyor.

Altıncısı: Karadelikler.. elektronlardan, çekirdeklerden mürekkep olan bu yıldızlar, elektronların enerjilerini kaybetmesiyle çöküyorlar ve çekirdekler üst üste çökünce, bu kocaman dev yıldızlar birer cüce haline geliyorlar. Bunlar güneş gibi veya güneşten daha küçük olursa, pulsarlar meydana geliyor. Aslında kitlesinden, ağırlığından bir şey kaybetmedikleri halde cirimleri fevkalade küçülüyor ve dev birer kara delik oluyorlar. Görülmüyorlar ama yanlarından geçen ışıklar kayboluyor; yani bunlar tarafından yutuluyor. Zaman, o noktada hızlanıyor. Girdaba uğrayan şeylerin kayboluşu anında çeşitli esrarengizlikler meydana gelmesi gibi bazı sırlı işler de oluşuyor. Öyle ki meselâ, güneş gibi bir sistem, bu kara deliklerden birine doğru yaklaşsa, bir lokma olup gider ve yok olur. Astrofizikçilerin bazıları da, işte bu kara deliklere "yıldızların mevkii" diyorlar.

Yedincisi: Yıldız tabiri ile umumiyet itibariyle Enbiya-i izam da kastedilegelmiştir. Meselâ, Târık Suresindeki "En-Necmüs-Sâkıb" katı kalbleri delen, kapalı kapıları açıp içine nüfuz eden yıldız... İşte bu yıldız Hz. Muhammed’dir (sav). Her Nebi bir bakıma, kendi asrı için peygamberlik vazifesi itibariyle bir yıldız gibidir. Ve onlara tutunanlar saadet semasına yükselirler; yükselirler ve Cenab-ı Hak ile münasebete geçerler. Allah (cc) yıldızların yerlerine kasem ederken, Hz. İbrahim'in, Hz. Nuh'un, Hz. Musa'nın ve diğer peygamberlerin göz kamaştıran mevkilerine ve Hz. Muhammed'in (sav) muhteşem makamına da dikkati çeker. Bilhassa işârî tefsir açısından bu husus da oldukça mühimdir.

Sekizincisi: Ayrıca, daha derine inerek bir başka noktaya da dikkat çekilebilir. Kur'ân-ı Kerim'in ayetlerine de "necm" yani yıldız denir. Tefsirciler, "ayetler necm necm inmiştir" derler. Kur'ân ayetlerinin de kendilerine göre mevkileri vardır. Bir kere, ilm-i İlâhide Kur'ân-ı Kerim'in mevkii tasavvurlar üstü büyüktür. Biz onda kelam sıfatının gücünü, kuvvetini ve ihatasını tam göremeyiz. Bu itibarla da Allah (cc) doğrudan doğruya "Mevakiinnücûm" ile kendi kelam sıfatı içindeki Kur'ân'ın yerine kasem etmiştir. Evet bu bakımdan yıldızın yerine yemin etmekle in farkı yoktur ki bu da "O şanlı Kur'ân'a kasem olsun ki" demek gibidir. Ayrıca Levh-i Mahfuzda da Kur'ân'ın bir yeri vardır. Çünkü Kur'ân, Kadir gecesine kadar levh-i mahfuzdaydı. Ona ancak nazarı oraya ulaşanlar muttali olabiliyordu. Buna göre, "Mevakiinnücum", Cenab-ı Hakk'ın irade ve kudretiyle meydana gelen ve kainat kitabının şerhi, izahı olan Kur'ân-ı Kerim'in necmlerinin mevkileri demektir. Demek oluyor ki, Kur'ân da ayrı bir yıldızlar kümesi sayılıyor. Hem de kâinattaki yıldızları izah eden bir yıldızlar kümesi. Evet kainatla Kur'ân arasında bu şekilde bir benzerlik ve bütünlük var. Diğer taraftan,

"Kadir gecesi, Kur'ân'ı, sema-yı dünyaya indirdik" (Kadr, 92/1)

buyuruluyor ki, esasen levh-i mahfuz-u hakikatı müşahede edebilen ve nazarı oraya ulaşan her veli, Kur'ân'ı orada bütünüyle görüp mütalaa edebilir. İşte "Kur'ân'ın bu noktadaki mevkiine ve şerefli yerine kasem olsun" manasına "Mevakiinnücûm"a yemin edilmiş de denebilir.

Dokuzuncusu: Cibrîl-i Emîne eminlik payesini kazandıran Kur'ân'ın bir diğer mevkii de Hz. Cibrîl'in emin sînesidir. "Mevâkiinnücûm"a kasem, O ve O'nun gibilerinin sinesine kasem olsun ki, manasına da hamledilebilir.

Onuncusu: Bir diğer yönüyle de Efendimiz (sav) ve ümmetinin pâk sîneleri olduğu da düşünülebilir.

Onbirincisi: O'na inanmış, Kur'ân'ı her şey kabul eden, her okunduğunda, Rabbinin, kendisine hitap ettiğini ruhunda duyan temiz vicdanlar da, Allah'ın kasem ettiği yerlerden olabilirler. Rabbim evvelkiler gibi, bizim sînelerimizi de öyle pak eylesin. Kasem edilen sîneler haline getirsin!

Bütün bu ve bizim bilemediğimiz nice manalar içindir ki, Cenab-ı Hak, "Mevâkiinnücûm"a kasem etmiştir. Ve bu kasemin hakikaten büyük bir kasem ve yemin olduğunu da yine kendisi bildirmiştir.

Biz, bilemediğimiz sırlara da en az bildiklerimiz kadar inanıyor ve "Bilseniz bu çok büyük bir yemindir" ifadesini bütün vicdanımızla tastik ediyoruz.

Konuyla ilgili şu makaleyi de okumanızı tavbsiye ederiz.

* * *

Yıldızların Altında İbadet Ne Güzel Şey

“Yıldızların altında ibadet, ne güzel şey,” her ruhun hasretidir, özlemidir. Yıldızlar çok uzaklarda değiller. Bakışlarımız, gözlerimiz başka yerdeler. Bir defacık olsun, ibret dolu bir nazarla gökyüzüne baksak; Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid’e dediği gibi:

“İnsan gökyüzüne, yıldızlara şöyle bir bakar da, hiç kederi kalır mı?”

Biz de diyeceğiz. Çünkü bu sözün kaynağı Asr-ı saadete dayanıyor. 

Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor:

Herhangi bir iş Sevgili Peygamberimizi kederlendirdiği zaman, başını gökyüzüne doğru çevirir, şöyle derdi:

“Sübhanallahil âzim”. (Her türlü kusurdan ve noksandan uzak olan büyük Allah’ım, Seni takdis ederim) (Tirmizî, Deavat, 40)

Açılan pencereden biz de baktık işte… Bir kederimiz, bir derdimiz kalmadı... Ah, hep bakabilsek yıldızlara. Yıldızlar gökyüzünün çiçekleridirler. Çiçekler koklanmak ister. Aklımızla koklayalım, ruhumuzla yakalayalım yıldızları. Hele Mayıs’ta, bu mevsimde. Gökyüzünde pırıl pırıl açan o çiçekleri. Bir küçük şartı var ama bunun. Önce, yeryüzü çiçeklerini görebilmek… Dünya üzerindeki çiçekleri göremeyen, çiçeklerle donanmış ağaçları fark etmeyen, gökyüzündeki çiçekleri de göremiyor. Allah’ım; dünyamı çiçeksiz ve semâmı yıldızsız bırakma. Çiçekleri, gözlerime yakın eden Rabbim. Gökyüzünün çiçeklerini de okumayı nasip et. Başını göğe çevirmiş, gözünü yıldızlara dikmiş bakan bir insan, gökyüzüne bakmayan bir şehir dolusu insandan daha büyüktür. Bu yollar, kılavuzsuz geçilmiyor. Bu âyetler, bu işaretler, Kur’an’sız anlaşılmıyor. Yükümüz hafifken, fırsat eldeyken kaçırmayalım bu anı. Önce yeryüzüne, sonra gökyüzüne çevirelim nazarlarımızı. Yarın daha ağır yükler taşıyacağız bu yollarda. Hayat engebelerle dolu. Gecemiz kararmadan, yıldızlar henüz pırıl pırıl aydınlatırken ortalığı bir pencereden seyredelim onları. Çocukken seyrettiğimiz gibi. Çiçekler konuşmak ister bizimle. Yıldızlar da öyle. Yıldızlara bakmak, onlarla konuşmak demektir. Yıldızların altında ibadet ne güzel şeydir. Tefekkür ibadettir, düşünmek farzdır. Ne ararsak bulacağımız her şey, var onlarda. Sonsuz mutluluğa götüren yol sahte bilgenin Ferrari’yi satmasından geçmiyor. Hayatı, hayatı veren adına yaşamaktan geçiyor. Bu yollarda tek başına yürünmüyor, kılavuzsuz gidilmiyor. Işık ışık elçiler gönderen Allah’ım, Sevgilinin eliyle bütün insanlığa gönderdiğin kitabının âyetlerinde, neler neler demiyorsun ki:

“Akıp giden, bir kaybolup bir etrafı aydınlatan yıldızlara yemin olsun.
Kararmaya yüz tuttuğunda geceye de yemin olsun.”
diyorsun.

Yemin ki, mühimdir. Yemin eden, bizi Yaratan ise, bu daha da önemlidir. Anladım Allah’ım, yıldızların üzerine ettiğin yeminde kaybettiğimiz cennetine bir davet gizlidir. Tutunacağımız bir daldır yıldızlar. Ama ille de çiçekler. Hele sarı, beyaz çiçekler. Baharda yeryüzünün ilk çiçek açan kızılcıklarını, erik ağaçlarını görmemek olmuyor. Sonra semâ sayfasını açıyorsun okuyalım diye gözlerimize. Yıldızlar gökyüzünün çiçekleridir. Çiçek açmış her bir ağaç gibi yıldızlar da güzel yazılmış bir şiirdir Yaradanının adına. Binler gözlerle bakar ve baktırırlar Yaradanımızın o acip sanatına. Bahar bayramında olan biteni görelim diye, resmi geçit eder çiçekler ve yıldızlar gözlerimizin önünden birer birer.

Kâinat kitabının renkli sayfalarına bakmak gerek. Karanlık bir nokta yok orada gönül erbabı için. Allah; mektubunu yıldızlarla, çiçeklerle sunmuş okuyabilene. Âyet âyet nur hokkasıyla yazmış. Her şeyde O’na açılan pencereler var. Pencerem küçük olsa ne yazar. Kalbim yanında olsun, gözlerim göklerde olsun, çiçeklerde olsun yeter. Bana dünyada küçücük bir bahçeyi veren Allah, cenneti niye vermesin ki? Cennet gözlerimizin önünde duruyor. Yıldızlarda ve çiçeklerde.

Cennet de bir çiçektir, yeryüzü de bir çiçektir, bahar da bir çiçektir, semâ da bir çiçektir. Yıldızlar, o çiçeğin yaldızlı nakışlarıdır. Güneş de bir çiçektir. Eğer bir çiçekte, Allah’ımızın güzel isimlerini tek tek okuyamıyorsak, açıkça göremiyorsak, başımızı kaldırıp yıldızlarına bakalım, bahara dikkat edelim, cenneti görelim. Rahmet çiçekleridir onlar. Allah ki, Rahman’dır. Merhameti ile sarmış sarmalaşmıştır dört bir yanımızı. Bırakmıyor karanlıkta dünyamızı. Işıktan âyetlerle nurlar serpiyor, bir defacık olsun başımızı çevirip de bakalım diye. Gökyüzünün çiçekleridir yıldızlar. Hangi derdin, hangi kederin içerisinde olursak olalım değmiyor buna dünya. Güneşi gözden kaçırdım diye ağlayanlar, sonunda yıldızları da göremiyorlar.

Allah’ım gün doğarken seyrettirdiğin o muhteşem manzarayı, bütün haşmetiyle semâdaki çiçeklerinle de seyrettirdiğin için Sana şükrediyorum. Çiçeğin güzel, baharın güzel, güneşin güzel, ayın güzel, yıldızın güzel. Çünkü Sen güzelsin. Sen güzellerin en güzelisin. Bize, âyet âyet Kur’an’la gönderdiğin o ulvî mektubunun sadece bir kelimesinde bir kitap okudum. Ve nelerden, ne nimetlerden mahrum kaldığımı anladım. Gıdasızmış nicedir kalbim ve aklım. Sen, benden öylesine bir nazar değil, anı yakalamış bir bakış istiyordun. An içinde anı yakalamamı istiyordun bir kerecik de olsa yıldızlarına bakmakla. Bir defacık da olsa yıldızlarına bakabilsek Hz Peygamberin bir gece niye ağladığını daha da iyi anlayacaktık.

Soruyor yanına gelen sahabe; pırıl pırıl bir gecede ağlayan Allah Resulünün bu durumunu görünce. Peygamberimiz:

“Ben, ‘Yerler ve göklerde Allah’ın nice âyetleri var ama, insanlar dönüp de bakmazlar.’ âyetini okuyup da ağlamayayım mı. Yazıklar olsun,” diyor, “bu âyeti okuyup da gökyüzüne bakmayanlara ve düşünmeyenlere…”

Gökyüzünün yıldızlarıdır çiçekler. Çiçekler, bize ders veren o sevgili Peygambere salâvat getirirler, dua ederler. Bizden de salâtuselâm göndermemizi isterler; yıldız yıldız, çiçek çiçek.

“Şimdi çevir gözünü bir bak bakalım göklere, bir kusur görecek misin?”

diyen âyetlerini daha iyi anlıyorum. Peşimi bırakmıyor ki âyetler.

“Çevir bir daha bak. Bir daha bak. Bir yanık, bir çatlak, asla bir kusur göremezsin”

diyor. Oku beni âyet âyet diyor kâinat denilen kitabın. Kitabımı, Kur’an’ımı okuduğun kadar başını kaldır da o kitabımın içinde geçen âyetleri gökyüzünde de oku, diyor. Okumayı öğrendik, bakmayı unuttuk. Oldu mu hiç? Olur mu böyle okumak? Okumak ki, en yüce kelimesiydi o yüce kitabın ama O’nun adıyla okumaktı önemli olan her şeyi. Yeniden okula döndük, çocuk olduk bir gecede sanki. En büyük Peygamberin, en büyük öğretmenin izinde, Senin adınla başladık tekrar okumaya, Resulüne salâtuselâm gönderdik âyet âyet, yıldız yıldız, çiçek çiçek karanlık bir gecede. Korku yok artık ölümden, zelzeleden, kederden, hastalıktan, sıkıntıdan. Bir küçücük evi, bir minnacık penceresi bile olmayana Allah kâinat evinden, gökyüzü penceresinden, en büyük mutluluğu tattırıyor ibret alan gözlere. Şimdi evimizin balkon kapısı, daha anlamlı bir çıkışın işaretini bekliyor adımlarımızdan. Penceremiz adam gibi bir göz bekliyor gökyüzüne bakacak, yıldızlara kement atacak. Yıldızlar kendilerini okuyacak bir mektubun sahibini arıyorlar. Gökyüzünün çiçekleridir yıldızlar. Gündüz, çiçekleri okuyamayanlara son bir fırsattır geceler. “Kararan geceye yemin olsun” diyor âyetin devamında. Gecenin aydınlattığı yıldızları görmeyenlere bir fırsat daha sunuyor mülkün Sahibi.

Allah’ım bizi bu ıssız yollarda kılavuzsuz, öndersiz, Peygambersiz, öğretmensiz bırakma. Boş, bomboş gözlerle göklerine bakmak istemiyorum, kalbimi adınla güçlendir. Gökyüzünün çiçekleri olan ışıl ışıl yıldızlarına bakamayıp da televizyon ekranındaki sahte yıldızların yaldızlarına kanmak, aldanmak istemiyorum. Biliyorum kaybımın büyük olacağını. Nefsim kudretinin elinde olan Allah’ım, Sana ait olan kalbimi şeytanıma bırakma, izin ver Sana ve sanatına hayran sırılsıklam bir bakışla cennetini seyredeyim göklerinde. Ve o güzel şarkının son mısrasını ruhumla söyleyeyim Senin için. “Senin aşıkın olmak ne saadetmiş,” diye söyleyebileyim. “Yıldızların altında ibadet ne güzel şeymiş,” diyebileyim Allah’ım. Ne olur bir sarı çiçekte göremediğim güzellikleri bu karanlık gecenin bari beyaz çiçeklerinde seyrettir. Baharı içimde yaşayayım. Cenneti kalbimde duyayım. Bir ancık, bir zamancık, hiç olmazsa bir defacık, vakit geçti artık. Kaçırttırma bu fırsatı bana. Yoluma çıkan engelleri, Sen bertaraf et Allah’ım.

Senden istemeyen, Senden dilemeyen yarattıklarından dilenir. Ben, sadece Senin kapının dilencisiyim. Bu izzet, bu şeref de bana yeter, bana yetişir.

“Sen olmasaydın, sen olmasaydın Habibim gökleri yaratmazdım.”

sözünün sırrını ve manasını yıldızlı bir gecede daha iyi anladım. Bize bu sırrı ders veren Resulüne selam olsun. O’nsuz hayat düşünemiyorum. Karanlık kalırdı her şey, ışıksız ve yıldızsız kalırdı Allah’ım.

Öyle içi boş sözler duyuyoruz, öylesine bomboş diziler seyrediyoruz ve kitaplar okuyoruz ki Seni düşünmenin yarattığı serinlikten uzaklaştırıyor bunlar bizi. Soruları da yok ki, sorsunlar. Gidecekleri yerleri de yok ki, sığınsınlar. Senin varlığından şüphe ettirerek, yokluğunu düşündürmeye çalışıyorlar insana. Yarım ağızla ‘Allah kurtarsın’ derken bile Senin insanları hiç ama hiç terketmediğini bilemiyorlar. Allah’ım, işte biz buyuz. İnsanız, aldanıyoruz, zamanla her şeye de alışıyoruz. Aşka da, ahenge de, rezilliğe de, güzelliğe de. Önümüz karanlık bir orman, içine gömülüp çıkamamak da var oradan. Vicdan azaplarına boğulmadan ve ardından yıldızlarınla uzattığın barış dalına tutunmak istiyorum. Ben gibi yananları, Senden af dileyenleri, nice şefkatli kalpleri, nurdan duaların yükseldiği evleri, sarı ışıkların yandığı odaları ve o odalardan yükselen duaları kabul et. Bizi yâd ellere bırakma Rabbim. Düştüğümüzde Sen tut, Sen kaldır, Sen baktır Allah’ım. Ey hidayet nurunun kaynağı. Şahların şahı. Kapıcısı melekler olan kâinatın Padişahı. Çiçekler, rahmetinin yansıyan tebessümleridir. Bize olan sevginin dili, çiçeklerindir.

Bülbüller bile bu mevsimde, üstelik gecenin karanlığında bu ahengin farkında olsun da, bülbülün ne dediğini anlayan ben, yıldızlarına, çiçeklerine bakıp da, rahmetini görmeyeyim mi? Samanyolu’nun bir dalcığına tutunup da Senin adını anmayayım mı? Olur mu? Hiç bana yakışır mı?

Baharın gülleri bir mevsimlik çiçeklerin, yıldızlar ise yaz kış hiç solmayan mevsimsiz çiçeklerindir Senin.

Yıldızların altında ibadet, ne güzel şeymiş Allah’ım, ibadetimizi kabul et. Yıldızlar, şahit olan göklerin şehadet kelimeleridir. Son Resulünün elçiliğinin şahididir onlar. Peygamberim olmasaydı kâinat yoktu, çiçek yoktu, yıldız yoktu, hiçbir şey olmayacaktı Allah’ım. Minnet Sana, şükran Sana, sevgilerin en yücesi Senin için. Salâtuselâm Habibine olsun. Yıldızlarına eş, bir gözyaşı düşse pırıl pırıl bir inci damlası olup, bir yıldız yap onu Allah’ım. Hiç sönmeyen bir yıldız olsun, bu incicik. Bir damlacık gözyaşım. Kâinat ve gökler durdukça, âyetlerini söylesin. Sevgiline salâtuselâm getiren Cennetin gözü olsun, gökyüzünün en canlı bir sözü, bir incisi olsun semâda.

Ruhumun hiç bitmeyen acılarını dindiren sadece ve sadece Senin varlığın, Senin yolun. Senin yolun ki, yolların en güzeli. Kur’an’ımı, âyet âyet bana inmiş gibi okudum ilk defa bu gece. Çiçek çiçek açtı içimde. Rahman olduğunu görünce, beni sevdiğini, sevdiğin için her şeyi yarattığını öğrenince. Ben bazen ne kadar uzaklardayım, gökyüzü bu kadar yakınken. Bir çiçeği eğilip koklamaktan bile zahmetsizmiş, yakınmış yıldızlar; gözümle dokunup, kalbimle koklayınca. Gafletimi bağışla. İnsafsız nefsimin oyunlarından sıyrılıp huzuruna geç de olsa gelişimi bağışla Allah’ım. Bir tek kişi değilim bu gece de. Yüreğim bütün yüreklerin çekim merkezi gibi. Duam, bütün ruhların duası gibi bu gece. Dünyamızın üstünde bütün ruhlar uyurken, Senin aşıkın olmak ne saadet. Bir bitmeyecek aşkı muhabbet ne güzel şeymiş Allah’ım. Yıldızlarının altında ibadet ne güzelmiş.

Yüzümü serinleten bir rüzgâr ile, yönü nereye giderse gitsin Peygamberimize bir selâm gönderiyorum kabul et ya Rab. Yaşadığımı itiraf ediyorum bu gece. Yıldızların altında yeniden doğduğumu itiraf ediyorum. Bunu içten bir sevinçle söylerken, sonsuz bir mutluluk duyuyorum kabul et Allah’ım. Önce çiçek açan yeryüzünü seyretmeyi, sonra yıldız yıldız gökyüzüne bakmayı bana öğreten Peygamberime sonsuz salâtuselâm olsun diyorum. Sevgimi, duamı bu küçücük yazının içinde takdime cesaret edebiliyorsam da lütfen kabul et. Allah’ım şarkılar Seni söylediğinin farkında değiller. Farkında olmayanlar adına da bu duamı onlarla beraber benden kabul et.

Dört yanımız kötü davetçilerle dolu. Her yere, her şeye çağırıyorlar bizi. Kimi haydi eğlenmeye diyor, kimi haydi zengin olmaya. Ama Peygamberimden başka, hiç kimse çağırmıyor âyetlerinden başka göklerine bakmaya ve kederimi atmaya. Ah ki ah, eyvah ki eyvah. Neler kaybediyoruz neler, geçip giden bir anda, bir günde, bir gecede.

Sema bize seslenir;
Kalma, gel, işkencede!
Ruhumuz ebedidir;
Bunu duy, tek hecede!

Ömür ki, bir kurak çöl,
Onu tek bir güne böl;
Şebnem gibi doğ ve öl,
Yıldızlı bir gecede!..

Bu gecede ölmek yok, yeniden dirilmek ve doğmak var değil mi Allah’ım. Hayatımızın tüm günlerinin pişmanlıkları için af diliyorum Senden bu yazıyı okuyanlarla beraber. İlhamını, duasını gölgem gibi ruhuma gönderenlerle beraber. Bu gece yeniden doğmak istiyoruz. Yeryüzü kadar temiz bir sayfa açmak istiyoruz hayatımıza. Bize son bir fırsat ver Allah’ım. Yeniden doğalım, yeniden başlayalım hayatımıza. Kaldığımız yerden değil Senin istediğin şekilde ve Senin istediğin yerden. Âyetlerin ışık ışık yol göstersin. Yıldızlarına çıkalım, cennetlerine varalım. Ruhumla beraber yücelen secdeler olsun Sana. Bize bu ibadeti ders veren Resulüne de tekrar tekrar milyarlar defa salâtuselâm olsun.

Çiçeklerine merhaba, yıldızlarına merhaba, geceye merhaba, gündüze merhaba, yarattığın her şeye merhaba. Allah’ım gönderdiğin mektubunu açtım, okudum, gözyaşıyla mühürledim. Şimdi aklım, kalbim ve imanım ne varsa hepsi Sana emanet. Dilimde bir duacık var, kabul et Allah’ım. Yıldızlarının altındaki ibadetleri kabul et bu gece. Yıldızlarının altında ibadet ne güzel şeymiş, bildim bu gece. (bk. Selim GÜNDÜZALP, Zafer Dergisi, Haziran-2006, Sayı: 353)

Yeminler hakkında bilgi almak için tıklayınız.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun