Allah inancı ve sonsuz bir ilah anlayışı, bir şartlanmışlıktan mı ibarettir?

Tarih: 12.09.2015 - 00:41 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bu iddiaya cevap verebilir misiniz? Lütfen yardım edin kafam çok karıştı Ateistlerin iddiası:
- Bir resim ressamsız olmaz, bir toplu iğne bile ustasız olmaz, bu evren nasıl sahipsiz olur türü iddialar, bu konuda inançlı kesimin çocukluktan beri maruz kaldıkları şartlanmaların ürünüdür ve günlük hayatta karmaşık düzeneklerin insan yapısı olmasının, insanın kendisinin ve tüm evrenin de bilinçli bir tasarım ürünü olduğu anlamına geleceğini düşünmekten kaynaklanır. Tamamen şartlanmış ve çeşitli gizli kabullere dayalı bir düşünce tarzıdır bu.
- Ayrıca, evrenin tasarlanmış olduğu düşünülse bile bu cevaptan çok soru yaratacaktır. O zaman o tasarımcının kökenini açıklamak icap edecektir çünkü. Eğer bu dünya ve evren, tasarlandıklarını bize düşündürecek düzeyde düzen ve amaç dolu ise, onları tasarlayan varlık daha da yüksek bir düzen ve amaç gerektirir demektir bu ve aynı düşünce çizgisi gereği o varlığın da tasarımcısını aramak gerekir o zaman. Dolayısıyla, düzen, amaç ve tasarım argümanları insanı bir yere götürmez.
- Sonuçta tasarlanmamış bir şeye dayandırılmak zorundadır her şey. Bu tasarlanmamış şeyin Tanrı’nın kendisi veya evrenin kendisi olması arasında ise prensip olarak fark yoktur. Bu yüzden Tanrı gibi açıklamaları gereksiz yere karmaşıklaştıracak ek bir faktöre ihtiyaç yoktur. Tanrı’sız açıklama daha sade ve daha basittir.
- Bilimde açıklama bilinmeyenleri arttıran değil azaltan şeylere denir. Tanrı diye bir kavramı işin içine katmak, bilinmeyenleri azaltmaz, arttırır. Çünkü bu sefer sadece Tanrı’nın evreni nasıl yarattığını değil, aynı zamanda Tanrı’nın nasıl oluştuğunu (ya da kökenini), Tanrı’nın nasıl bir şey olduğunu, bilinen evren ile nasıl iletişime geçtiğini, vs de açıklamak gerekmektedir.
- Dolayısıyla Tanrı iyi bir açıklama değildir. Tanrı’sız bir açıklama daha iyi, daha bilimseldir.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu hayal ürünü evham dolu mesnetsiz düşünceye cevap vermek bile -bizce- abesle iştigaldir. Fakat, soru sorulduğu için kısa kısa cevap vermekte zaruret hasıl olmuştur.

 “Bir resim ressamsız olmaz, bir toplu iğne bile ustasız olmaz, bu evren nasıl sahipsiz olur türü iddialar, bu konuda inançlı kesimin çocukluktan beri maruz kaldıkları şartlanmaların ürünüdür ...” iddiası gerçekten bir zavallılığın ifadesidir. Asıl şartlanma, ateist ve materyalistlerin iki-üç yüz yıldan beri eğitimde “bilimsellik” adı altında maruz kaldıkları “tanrı tanımazlık” gibi kuruntuya dayalı bir aşının ürünüdür.

Bununla beraber, eğer şartlandırma ile bazı hakikatler oluşuyorsa, onlar da “güneşin olmadığına” şartlansınlar. Sabah-akşam bu düşünce ile hop oturup hop kalksınlar; bakalım gerçekten güneş onların bu şartlanmalarına uygun olarak yok olacak mı?

Keza, eğer bu iddia doğru ise, ateistler, ontolojik zaman bağlamında bir tek iğnenin ustasız; bir tek harfin yazarsız, bir tek binanın mimarsız, bir tek incir çekirdeğinin kendiliğinden meydana geldiğini göstersinler... Gösteremezler; çünkü böyle bir şey yoktur.

“Eğer bu dünya ve evren, tasarlandıklarını bize düşündürecek düzeyde düzen ve amaç dolu ise, onları tasarlayan varlık daha da yüksek bir düzen ve amaç gerektirir demektir bu ve aynı düşünce çizgisi gereği o varlığın da tasarımcısını aramak gerekir o zaman...” iddiası temelden çürüktür. Çünkü;

a) Evvela evrenin harika bir yapı olmadığını söylemek için insanın gözü kör olması lazımdır.

İnsanlık tarihi boyunca, din adamları, felsefeciler, bilim adamları aklı başında herkes bu evrenin çok harika bir şekilde olduğunu kabul etmişlerdir. Yedi renkli ışık sahibi güneşin, onunla alışveriş halinde olan ve et-irin-sinirlerden meydana gelen gözün harika olmadığını söyleyenin iki gözünün de kör olması gerekir. Hatta bu bile yetmez, kalp gözü olan basiretinin de ve insanlığının da kör olması gerekir.

- Bir şehir ahalisinin hayatını sağlaması için gereken altı yapıyı oluşturan su, elektrik, kanalizasyon, telsiz-telefon gibi şebekelerinin bir tasarlama sonucu olmadığını, kendiliğinden tesadüf eseri meydana geldiğini iddia eden bir adamın aklından şüphe etmeyen bir tek Allah’ın kulu bulunmaz.

Peki, bu şebekelerden bin kat daha sanatlı olan milyarlarca insanın hayatının olamazsa olmaz şartı olan anatomisi, metabolizması için gerekli sindirim organları, beden ile beyin arasında kurulan telsiz-telefon hatlarının, elektrik ve su şebekesinin, gıdaların giriş ve çıkış yolları ve ambarlarının bu harikalar harikası teşkilatının tesadüf oyuncağı olduğunu söyleyen kimseye -en yakınları tarafından- tımarhane yolu gösterilmez mi? Bunda şüphesi olan bunu denesin.... Rastgele bazı insanların bulunduğu bir mecliste “İstanbul’un alt yapısı ve söz konusu şebekelerinin kendiliğinden olduğunu” söylesin, bakalım.! Nasıl bir tepki alır görsün!..

Zerre kadar aklı olan birçok amaç ve hedefi gözeten sanatlı işlerin yüzde yüz bir “akıllı tasarım” ürünü olduğunu anlar…

b) “Bu akıllı tasarımı yapanın da bir tasarımcısının olması gerekli olduğu… Tanrı’sız açıklama daha sade ve daha basittir. Bilimde açıklama bilinmeyenleri arttıran değil azaltan şeylere denir. Tanrı diye bir kavramı işin içine katmak, bilinmeyenleri azaltmaz, arttırır.” iddiası da çürüktür. Önce bilmek gerekir ki, “her tasarımcının bir üst tasarımcısının olması” düşüncesi, ilk etapta doğru gibi görünse de tetkik edildiğinde doğru olmadığı görülür.

İslam alimleri/Kelamcıları, filozofları on dört asır önce bu konuyu düşünmüş, incelemiş, akıl ölçüsüne göre tartmış ve bunun imkânsız olduğunu ispat etmişlerdir.

“Teselsül” adı ile anılan bu imkânsızlığı şöyle özetleyebiliriz: Diyelim ki, bu tasarımcıyı başka bir tasarımcı yaratmış; onu da başka biri, onu da başka biri… Bu işin “teselsül/zincirleme” olarak sonsuza uzanması imkânsızdır. O halde bir zincirleme yaratılış düşüncesinin en son bir yerde durması aklın gereğidir.

- Bu gerçeği gören bazı filozoflar, bunu “ukul-u aşere=on akıl” adıyla ortaya koydukları bir sistem içinde tasarlamışlar. Onlara göre, dünyayı yaratan aklı başka bir akıl, onu da başka bir akıl, en son onuncu akıl en son tasarımcıdır ve o yaratılmamıştır. Aslında bu düşünce tarzı da felsefenin safsatalarından biridir. Çünkü, on akıl yerine “her şeyi tek bir yaratıcıya” bağlama en kolayı, en makul ve mantıklı olanıdır. Çünkü, kâinatı yaratabilecek bir kudret sahibini yaratmaktansa, kâinatı doğrudan yaratmak daha kolaydır. Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi;

“Acaba bir saatçi, saatin çarklarını yapsın; sonra saati çarklarla tertib edip tanzim etsin, daha mı kolaydır? Yoksa hârika bir makineyi, o çarklar içinde yapsın; sonra saatin yapılmasını o makinenin camid ellerine versin, tâ saati yapsın, daha mı kolaydır? Acaba imkân haricinde değil midir? Haydi o insafsız aklınla sen söyle, sen hâkim ol!"

"Veyahud bir kâtib; mürekkeb, kalem, kâğıdı getirdi. Onunla kendi bizzât o kitabı yazsa, daha mı kolaydır? Yoksa o kâğıd, mürekkeb, kalem içinde o kitabdan daha san'atlı, daha zahmetli, yalnız o tek kitaba mahsus olarak bir yazı makinesi icad etsin; sonra o şuursuz makineye 'Haydi sen yaz.' desin de kendi karışmasın, daha mı kolaydır? Acaba yüz defa yazıdan daha müşkil (zor) değil midir?” (bk. Asa-yı Musa, s.168)

- Acaba bir tek varlığın ezeli, önsüz olduğuna inanmak mı daha kolaydır, yoksa milyarlarca varlığın önsüz olduğunu kabul etmek mi daha kolaydır?

- Dindar ve dinsiz herkes evren denilen bir varlığın olduğunda hemfikirdir. Bu evrenin nasıl olduğu konusunda ihtilaf vardır. Allah’ın verdiği akıl ve mantığı kullandığımızda şunu kabul etmek zorundayız ki, eğer bu evrenin yaratıcısının bir tek olduğunu kabul edersek, ezeli/önsüz bir tek varlığın olduğuna inanmış oluruz.

Şayet bu evrenin kendi kendisini yarattığını (nasıl oluyorsa.!) düşürsek, trilyonlarca element, atom, molekül, hücre ve organların önsüz olduğunu kabul etmek zorunda kalacağız.

Gariptir ki, bir tek yaratıcının ezeli/önsüz olduğunu aklına sığıştırmayanlar, adeta sonsuz varlıkları ezeli/önsüz kabul etmekte bir sakınca görmemektedir…

c) “Çünkü (eğer bir tanrı kabul edilirse) bu sefer sadece Tanrı’nın evreni nasıl yarattığını değil, aynı zamanda Tanrı’nın nasıl oluştuğunu (ya da kökenini), Tanrı’nın nasıl bir şey olduğunu, bilinen evren ile nasıl iletişime geçtiğini, vs de açıklamak gerekmektedir…” iddiası da diğerleri gibi örümcek ağına benzer. Bir üfürdün mü uçar gider... Çünkü:

- Az önce açıklandığı gibi, bir tek varlığın ezeli/önsüz olduğunu kabul etmek âdeta sonsuz varlıkları önsüz kabul etmekten daha kolaydır.

“Tanrının nasıl oluştuğunu...” ifadesi büyün bir cehaletin eseridir. Çünkü bu ifade, Allah’ın sonradan meydana geldiği anlamına gelir. Oysa soruda da netice itibariyle anlatılan şey; “Bu evrenin kendiliğinden mi oluştuğu veya onu önsüz bir varlık/Allah tarafından mı yaratıldığı” hususudur. Sorunun asıl teması ile bu ifade ciddi bir çelişkiyi barındırmaktadır.

- Bununla beraber, bir şeyin varlığını bilmek, onun mahiyetini bilmeyi gerektirmez. Bu gün milyarlarca insan bizzat kendi anatomisinin mahiyetini bilmekten acizdir. Fakat varlığından asla şüphe etmez. Sürekli kullandığımız gözümüzün mahiyetini kaç kişimiz biliyor?

İmam Busiri’nin şiirinde dediği gibi,

“İnsan kendisinin mahiyetini bile tam kavramazken/Ezeli olan Allah’ın mahiyetini nasıl kavrayabilir:.!

O/Allah ki bütün varlıkları yoktan yaratan -Ezeli-bir varlıktır/Sonradan var olmuş insanoğlu onun mahiyetini nasıl idrak edebilir!..”

- Allah’ın evreni yaratmasını anlamak çok kolaydır. Çünkü, Kur’an’ın bize öğrettiği Allah, ezelidir/önsüzdür, sonsuz ilim, kudret, hikmet, irade sahibidir.

“O bir şeyin var olmasını dilediğinde onun buyruğu sadece 'OL!..' demektir, o şey hemen oluverir.” (Yasin, 36/82)

mealindeki ayet ve benzerlerinde sonsuz ilim, kudret ve mutlak irade sahibi bir yaratıcıdan söz edilmektedir.

Acaba, cansız, akılsız, şuursuz, cahil olan elemente, atom ve moleküllere yaratıcılık vasfını vermenin mantıklı bir açıklaması olabilir mi?

Kaldı ki, bir atomun diğer bir atomu ilk olarak yaratması için kendisinin önceden var olması gerekir.

- Allah aşkına biri çıksın şunu izah etsin:

Bize gören gözü, görmesi için de güneşi kim yaratmış olabilir?

Hayatımız devam ettirmek için akciğerlerimizi ve bu akciğerlerin nefes alması için oksijeni kim yaratmış olabilir?  

Varlığımızın biyolojik devamı için bize mideyi veren, yeryüzünü de ona göre bir nimet sofrası haline getiren kim olabilir?

İrin ve sinir liflerinden oluşan beynimize şuur, hafıza ve daha binlerce fonksiyonu takan kim olabilir?  

Denizlerden su buharlarını rüzgarlara bindirerek âdeta -bir damıtma yoluyla- yukarılara kaldıran, onları bulutlarda su, dolu ve kar çekline dönüştüren ve bunları tekrar yeryüzüne indiren ve bununla canlılar için gereken gıdaları, bitkileri yetiştiren ve hayatımızı devam ettirmek için bunun gibi pek çok yardımları yapan kim olabilir?  

Cansız, sağır, kör, şuursuz atomlar, elementler, evrenin organları mı?

Eğer delilerden oluşan bir grup insanı  bir araya getirmek suretiyle onlardan âkil bir meclis oluşturmak mümkünse buna da ihtimal verilebilir?

Yoksa bu düşünce bir hezeyan-ı küfriden öteye geçemez.

Zira, bu cansız, şuursuz, sağır, kör  unsurlardan bu kadar harika canlı, şuurlu, işiten, gören varlıklar yaratan, ancak, ilim sahibi, hikmet ve kudret sahibi Allah yapabilir...

İlave bilgi için tıklayınız:

Bütün varlıkları Allah yarattı; öyleyse -haşa- Allah'ı kim yarattı?
- ​Madde niçin ezeli değildir? Allah nasıl ezeli olur?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun