"Ali ve Peygamberin amcası Abbas, Ebu Bekri yalancı, günahkar, hileger ve hain bilirdiler." anlamında bir rivayet var mıdır?

Tarih: 24.02.2012 - 09:40 | Güncelleme:

Soru Detayı
Müslim’de geçen bir rivayete göre, “Halife Ömer bin Hattab: "Ali (r.a) ve Peygamberin (s.a.v) amcası Abbas (r.a) Ebu Bekri yalancı, günahkâr, hileger ve hain bilirdiler." (Müslim ibni Heccac, "Sahih - Muslim", cild: 2, kitab: "Cihad ve seyr", bab: "Hukmul fey", sayfa: 588, hadis: 1147, çap: Seudiyye, yıl: 2000.) - Böyle bir hadis var mıdır, varsa doğru mudur?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu ifadeler, bazı doğrulardan cımbızlanarak ortaya atılan çarpıtmalardır.

Bilindiği üzere, bir söz kendi bağlamından koparıldığı zaman maksadını aşan bir kalıba girer ve yanlış anlaşılır. Sorudaki takdim tarzı da buna çarpıcı bir misal teşkil etmektedir. Hadiste yer alan ifadelerin kendi bağlamındaki konumunu görmek için hadisin -meal olarak- özetini vereceğimiz ifadesine bakalım:

“Mâlik b. Evs anlatıyor: Ömer b. Hattâb bana haber gönderdi. Ben de ona gün yükseldiği vakit gittim. Bana:

Ey Malik. Senin kavminden birkaç hane sahibi koşup geldiler. Ben de kendilerine biraz atıyye ayrılmasını (az bir malın verilmesini) emrettim. (Verdiğim malın gerçekten az olduğunu düşünüyorum, onun için) Şunu al da aralarında taksim ediver, dedi. Ben:

—  Bunu benden başkasına emretsen iyi edersin, dedim.

—  Al onu yâ Mâlik, dedi. Az sonra Yerfa (adındaki Hz. Ömer’in hacibi) geldi. Ve:

—  Osman, Abdurrahmân b. Avf, Zübeyr ve Sad için (içeri girmelerine) iznin var mı yâ Emirel-mü'minin, dedi. Ömer:

—  Evet, dedi. O da kendilerine izin vererek içeri girdiler. Sonra tekrar gelerek:

—  Abbâs ile Ali için de iznin var mı, dedi. Ömer (yine) :

—  Evet, deyip onlara da izin verdi. Derken Abbâs:

—  Yâ Emirel-mü'minîn! Benimle şu yalancı, günahkâr, vefasız, hâin arasında hüküm ver, dedi. Orada bulunanlar da:

—  Evet, ey müminlerin emiri, aralarında hüküm ver de kendilerini rahata kavuştur, dediler. (Mâlik b. Evs: Bana öyle geliyor ki onlar, burada olanları bunun için önceden göndermişler; demiş) Bunun üzerine Ömer:

—  İkiniz biraz durun! (diyerek oradaki cemaate döndü ve:) Size Allah aşkına soruyorum! O Allah ki yerle gök ancak onun izniyle durmaktadır. ResûIüllah aleyhissalatü vesselamın: “Bize mirasçı olunmaz! Bıraktığımız sadakadır.” buyurduğunu biliyor musunuz, dedi. Oradakiler:

—  Evet, cevâbını verdiler. Sonra Abbâs ile Ali'ye dönerek:

—  Size de Allah aşkına soruyorum. O Allah ki, yerle gök ancak onun izniyle durmaktadır. Resûlüllah aleyhissalatü vesselamın: “Bize mirasçı olunmaz. Bıraktığımız sadakadır.” buyurduğunu biliyor musunuz, diye sordu.

—  Evet, dediler. Bunun üzerine Ömer şunları söyledi:

—  Şu bir gerçektir ki Allah, Resulüne öyle hususi/özel bir imtiyaz bahşetmiştir ki, bunu ondan başka hiç kimseye vermemiştir. (o imtiyaz da şu ayetteki hükümdür:)

“Savaş olmaksızın fethedilen ülkelerin halklarına ait mallardan Allah’ın, Peygamberine nasib ettiği ganimetler; Allah'a, Resul'üne, (akrabalara/Peygamber’in yakın akrabalarına, yetimlere, fakirlere ve yolda kalmış gariplere) aittir.” (Haşr, 59/7)

buyurdu. (Râvi: Bundan önceki âyeti de okudu mu, okumadı mı, bilmiyorum, diyor.) Resûlüllah aleyhissalatü vesselam ise Benî Nadîr'in mallarını sizin aranızda taksim etti. Vallahi kendini size tercîh etmedi. Sizi bırakıp da onları kendisi almadı. Nihayet şu mal kaldı. Resûlüllah aleyhissalatü vesselam prensip olarak bundan senelik nafakasını alır, geri kalanı da Beytü'l-male koyardı.” Ömer, sonra şöyle dedi:

“Size Allah aşkına soruyorum. O Allah ki, yerle gök ancak onun izniyle durmaktadır. Bunu biliyor musunuz?” Oradakiler:

—  Evet, dediler. Sonra Abbas ve Ali'ye de oradakilere sorduğu gibi: “Bunu  biliyor musunuz?” diye sordu.

—  Evet, dediler. Ömer (sözüne devamla) şunları söyledi:

—  Resûlüllah aleyhissalatü vesselam vefat edince Ebû Bekir: Ben Resulullah aleyhissalatü vesselamın velisiyim, dedi. Siz geldiniz. Sen kardeşin oğlundan (Hz. Peygamberi kast ediyor) kalan mirasını istiyordun; o da (Ali de) eşinin babasından kalan mirasını istiyordu. Ebû Bekir (size) şöyle dedi: “Resûlüllah aleyhissalatü vesselam: Bize mirasçı olunmaz; bıraktığımız sadakadır.” buyurdu. Siz ise onu yalancı, günahkâr, vefasız, hain saydınız. Halbuki Allah onun doğru, iyi/ahde vefa gösteren, aklı başında/hak yolda yürüyen, hakka tabi olan bir zat olduğunu biliyor.

Sonra Ebû Bekir vefat etti. Ben de Resûlüllah aleyhissalatü vesselam ile Ebû Bekr'in velisi oldum. Siz beni de yalancı, günahkâr, vefasız, hain gördünüz. Halbuki Allah benim doğru, iyi/ahde vefa gösteren, aklı başında/hak yolda yürüyen, hakka tabi olan bir kimse olduğumu biliyor. Ve ben de bu hilafet işini üzerime aldım. Sonra bana sen ve bu geldiniz. İkiniz birliksiniz ve istekleriniz de bir. Onu (o malı) bize ver, dediniz. Ben de size dedim ki: “Dilerseniz onu size, vereyim. Şu şartla ki: Resûlüllah aleyhissalatü vesselam onda nesıl bir tasarrufta bulunuyor idiyse siz de öyle yapacağınıza Allah'a söz verin. Onu bu şartla alıdınız. Öyle değil mi?”

  Evet, dediler. (Ömer devamla) şunu söyledi:

—  Sonra/şimdi de bana, aranızda hüküm vereyim diye geldiniz. Hayır, vallahi. Sizin aranızda bundan başka bir şeyle kıyamet kopuncaya kadar hüküm veremem. Eğer ondan (verdiğiniz sözünüze uygun bu malda tasarruf etmekten) âciz kaldıysanız, onu bana iade edin!” (Müslim, Cihad/Siyer, Fey hükmü, 48-1757-)

Bu rivayetin görünürdeki ifadesine göre, üç kişi yalancılıkla suçlanmıştır:

a) Hz. Abbas, yeğeni olan Hz. Ali’yi yalancılıkla suçlamıştır. “Ey müminlerin emiri. Benimle şu yalancı, günahkâr, vefasız, hâin arasında hüküm ver.” ifadesi bunu göstermektedir.

Alimlerin bildirdiğine göre, bu vasıfların Hz. Ali’de bulunması düşünülemez. Her ne kadar peygamberlerden başka kimse masum değilse de ancak biz sahabelere karşı hüsn-ü zan beslemek durumundayız. Bu açıdan bakıldığında, bu ifadelerin sahibinin -Hz. Abbas’ın değil- bazı ravilerin olduğunu, mübalağalı bir şekilde onlar tarafından kullanıldığını kabul edebiliriz. Yahut da, Hz. Abbas yeğenini kendi oğlu gibi gördüğü için, onun haksız olduğunu ifade etmek üzere bu mübalağalı ifadeleri -kendisi de inanmadığı halde- kullanmıştır, diyebiliriz.

Ayrıca Hz. Abbâs'ın oğlu durumunda olan Hz. Ali'ye, nazı geçtiği için bu kelimeleri lâtife ve şaka yoluyla söylemiş olduğunu kabul etmekte mümkündür. Hz. Abbas'ın maksadı, hatalı olan yeğenini bu davranışından vazgeçirmektir.

Bununla beraber, orada bulunan mümtaz sahabilerin, Hz. Abbas’ın bu sözlerine itiraz etmemeleri, onların -oradaki hal/durum karinesiyle- bunu bir gerçeğin ifadesi değil, kızgınlıktan söylenen ve maksadını aşan abartılı bir ifade olduğunu, hatta bunu söyleyen Hz. Abbas’ın da bu söylediklerine inanamadığını anlamış ve öyle algılamış olduklarını göstermektedir. (bk. Nevevî, ilgili hadisin şerhi; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, h. no: 1127)

b) Hz. Ömer’e göre, Hz. Abbas ve Hz. Ali, Hz. Ebubekir’i yalancı saymışlardır: “...Siz ise onu yalancı, günahkâr, vefasız, hain saydınız!”

Hz. Ömer’in -meal olarak- şu  “Halbuki Allah onun doğru, iyi/ahde vefa gösteren, aklı başında/hak yolda yürüyen, hakka tabi olan bir zat olduğunu biliyor.” ifadesi, Hz. Ebubekir’in yalancılıkla itham etmenin mümkün olmadığının bütün sahabe tarafından kabul edildiğini göstermektedir. Çünkü, orada bulunan mümtaz sahabeler olduğu halde bunu söylüyor ve hiç kimse itiraz etmiyor.

Ayrıca, Hz. Ömer’in bu ifadesi “mutlaka onların bu sözleri sözlü olarak ifade ettiklerini göstermez. Bilakis, onların Hz. Ebu Bekir’in haklarında verdiği hükme razı olmamaları -onlar böyle bir şey düşünmezlerse bile- onu dürüst görmedikleri anlamına gelebilir. Hz. Ömer, onların beğenmediği bu tavırlarını abartılı bir şekilde böyle ifade etmiştir.

c) Üçüncüsü, Hz. Ömer’in yalancı sayılması: “Siz beni de yalancı, günahkâr, vefasız, hain gördünüz. Halbuki Allah benim doğru, iyi/ahde vefa gösteren, aklı başında/hak yolda yürüyen, hakka tabi olan bir kimse olduğumu biliyor.” manasına gelen ifadesi,  onların -kendisinin daha önce haklarında verdiği hükmüne tam bağlı kalmamalarını- kendisini yalancılıkla itham etikleri manasına geldiğini ifade etmek istemiştir.

Şimdi bağlamında söylenmiş bu sözlere bakın, bir de bağlamından koparılmış sorudaki şu ifadelere bakın: “Halife Ömer bin Hattab: "Ali (r.a) ve Peygamberin (asm) amcası  Abbas (r.a) Ebu Bekri yalancı, gunahkar, hileger ve hain bilirdiler". Eyne’s-sera mine’s-süreyya! İkisi arasında Seradan Süreyya'ya fark var..

Bu rivayetin özeti şudur: Hz. Abbâs ile Hz. Ali, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâmın terekesi sayılan fey malı konusunda ihtilâfa düşerek Halife Hz. Ömer'e müracaat ederler. Hz. Ömer, onlara  aynı konudan dâvâcı olarak daha önce, Hz.  Ebu Bekir'e de müracaat ettiklerini hatırlatarak, Hz. Ebu Bekir'in kendilerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâmın: "Kimse bize  vâris olamaz, bıraktıklarımız sadakadır." anlamındaki hadisini hatırlatarak, onlara bu maldan hak tanımadığını hatırlatır ve kendisinin de aynı kanaatte olduğunu ifade der. Bu malın tasarrufunu şartlı olarak kendilerine bırakabileceğini söyler.

Yine bu ve başka rivayetlerden anlaşıldığı üzere, Hz. Peygamber (asm) adı geçen fey mallarından hissesine düşeni, sağlığında kendisinin ve ailesinin ihtiyaçları için harcamış, artan malı Müslümanların maslahatı, at, silah alımı gibi genel hizmetlerde harcamış idi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm vefat edince önce kızı Hz. Fatıma, Halife Hz. Ebu Bekir'e gelerek bu malları miras usûlünce taksim edilmesini ve kendine düşenin verilmesinin istemiş ise de Hz. Ebu Bekir "Bize tevârüs olunmaz, bıraktığımız her şey sadakadır." meâlindeki hadisi hatırlatarak, Resûlullah (asm)'ın bıraktığı mallara miras muamelesi yapılamayacağını söylemiştir.

Not: Hadiste geçen Kazib kelimesi soruda "yalancı" olarak tercüme edildiği için biz de ona uygun olarak aynı şekilde tercüme ettik. Ancak bu kelime Arapça'da hatâ etmek, yanılmak mânasına da gelir. Bu nedenle Hz. Abbâs'ın Hz. Ali'ye öfke ile sarfettiği "kâzib" sözünü, dilimizdeki yalancı mânasında değil yanılma ve hata etme anlamında kullanmanın daha doğru olacağını düşünüyoruz.

İlave bilgi için tıklayınız:

Hz. Ebu Bekir'in Resulullah'ın mirası olan Fedek arazisini Hz. Fatıma'ya vermemesinin sebebi nedir?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun