Tevbe Suresi 23. ve 24. ayetleri nasıl anlamalıyız?

Tarih: 13.07.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Tevbe Suresi 23. ve 24. ayetlerde "Babalar, kardeşler, oğullar, eşler ve akrabaların cihaddan daha sevimli olmayacağı" bildirilir.
- Burada sayılanların içinde anne ve kız çocuğu olmamasının nedeni, onların her şartta korunması için mi?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İslam’da anne ve kız kardeşlerin sevgisini Allah’ın ve Resulü'nün (asm) sevgisinin önüne çıkaracak herhangi bir mülahaza söz konusu değildir.

Önce şunu belirtelim ki, tetkik ettiğimiz birçok tefsir kaynaklarında böyle bir meseleye temas edilmemiştir. Öyle anlaşılıyor ki, başka konularda olduğu gibi burada da yalnız erkeklerin söz konusu edilmesi, insanların örfüne ve teamüllerine uygundur ki, kaynaklarda bir sorun oluşturmamıştır.  Bayanlardan sadece “zevce”ye yer verilmesi, çekirdek ailenin olmazsa olmaz unsuru olduğu içindir.

İlgili ayetlerin mealleri:

"Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi bile veli edinmeyin! İçinizden onları dost edinenler, zalimlerin ta kendileridir. De ki: 'Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, ter dökerek kazandığınız mallar, kesada uğramasından endişe ettiğiniz ticaret, hoşunuza giden konaklar, size Allah'tan ve Resulünden ve onun yolunda cihad etmekten daha sevimli ve önemli ise, o halde Allah emrini gönderinceye kadar bekleyin! Allah öyle fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez.'" (Tevbe, 9/23-24)

Gerçek Müslüman servet, ticaret, mal, mülk sahibi olabilir. Güzel konaklarda oturabilir. Fakat bunları hiçbir zaman kalbine yerleştirmez. Hele hele Allah'tan, Allah yolundan ve O'nun yolunda cihad etmekten daha önemli hale getirmez. Bununla beraber Ebu's-Suûd Efendinin dediği gibi bu âyette öyle bir tehdit vardır ki, Allah'ın hususi lutfuna mazhar olmayan hiç kimse bundan kurtulamaz.

Bu ayetlerin nüzul sebebi olarak gösterilen hicret konusu düşünüldüğünde mesele daha iyi anlaşılır (bk. Zemahşerî, ilgili ayetlerin tefsiri). Çünkü, İnsanlar, Mekke’den Medine’ye hicret ederken en çok zorluk çektikleri husus, ailelerinden ve yakın akrabalarından ayrılmalarıdır. Yakın akrabaların oluşturduğu halka, özellikle erkek egemenliğinin  çok fazla olduğu o devirde babalar ve oğullardır. Muhatapların gönüllerine hitap eden Kur’an- ı Hakimin böyle bir üslubu tercih etmesi, onların bu teamül ve temayüllerine bir nevi mümaşattır.

Bununla beraber, “aşiret” kelimesi, en yakın aile fertlerini de içine aldığına göre, annelerin ve kızların da bu kavrama dahil olmaları söz konusudur.

Burada kendi hususî kanaatimizi de belirtmekte fayda görüyoruz. O da şudur: Kur’an terminolojisinde genellikle hitaplar erkeklere yöneliktir, kadınlar ise “tağlip sanatı” çerçevesinde onlarla beraber yerlerini alırlar. Mesela Kur’an’da çokça kullanılan ve  “ey iman edenler” anlamına gelen “Ya eyyuhellezine âmenû” hitabı, Arapça gramer bakımından erkeklere yapılan bir hitap tarzıdır. Ancak, bu hitapta kadınların da dahil olduğu bilinmektedir.

Yine, Kur’an’da: “Ey İsrailoğulları” diye de tercüme edilen “Yâ Benî İsraile” ifadesinde sadece oğullar değil kızların da dahil olduğunda hiç kuşku yoktur. Çünkü, İsrail olarak adlandırılan zat Hz. Yakub’tur. Erkekler kadar kadınlar da onun çocuklarıdır. Ve Tevrat’ın hükümleri kadınlar için de söz konusudur.

Keza, Kur’an’da bir çok defa kullanılan ve “Ey Adem’ın oğulları” anlamına gelen “Yâ benî ademe” ifadesini sadece erkeklere tahsis etmek mümkün değildir.

İşte söz konusu bu ifadelerde kadınlar erkelere yapılan hitaplarda onlarla birlikte anılmaktadır. Araplarda “Güneş-Ay” için “kameran” (İki ay) ifadesi kullanılır ve bununla her ikisi de kastedilir.

Bu açıklamalar çerçevesinde diyebiliriz ki, “Babalar” ifadesinde anneler, “oğlanlar” ifadesinde kızlar, “kardeşler” ifadesinde kız kardeşler de dahildir.

Her ne olursa olsun âyetlerin ifadesi mutlak ve hedefi geneldir. Bunlardan çıkan ana fikir, bir mümin için hiçbir dünyevî amacın Allah ve Resulü'nden ve Allah yolunda cihaddan daha önemli, değerli ve cazip olamayacağıdır. Ayrıca bu âyetler müslüman varlığını güçlendirme ve müminler arasındaki dayanışmayı arttırma hedefinin diğer bütün insanî ilişki ve düşüncelerden önce geldiğini hatırlatmaktadır.

23. âyet Mücâdele sûresinin 22. âyeti ile karşılaştırıldığında, orada "Allah ve Resulü'ne savaş açanlardan" söz edilirken burada "inkarcılığı imana tercih edenler"i dost edinmenin yasaklandığı görülür. Bu farklılık, İslâm tebliğinin geldiği aşama ve Müslümanların ulaştıkları gücün seviyesi ile izah edilebilir. Fakat bu âyetler üzerinde, Mücâdele 58/22 âyetinin yanı sıra, anne-baba ve yakınlara ilgi ve sevgi gösterip onlara yardım etmeyi buyuran âyetlerle birlikte düşünüldüğünde, buradan mümin olmayan yakınlarla her türlü ilişkiyi kesme mânasının çıkarılması mümkün değildir. Gerek bu âyette gerekse başka âyetlerde, inkarcı da olsalar İslâm'a ve Müslümanlara zarar vermeyen, onlara sevgi ve saygıyla muamele eden insanlara, hele bu nitelikteki yakınlara iyi ve âdil davranmayı engelleyen bir anlam bulunmamaktadır. (bk. Derveze, XII, 95-97)

İnsanın sahip olduğu en yüksek duygulardan biri olan sevginin dereceleri, Gazzâlî tarafından şöyle sıralanmıştır:

1. İnsan öncelikle kendisini, kendi varlığına katkıda bulunan şeyleri sever.

2. Sevginin ikinci derecesi, kendisine iyilik ve ikramda bulunanları sevmektir.

3. Sevginin en yüksek mertebesi, herhangi bir yararlanma düşüncesine ve kişisel isteklere bağlı olmaksızın, sırf sevilendeki iyilik, güzellik ve yetkinlik gibi olumlu ve üstün nitelikler dolayısıyla sevmektir.

İnsanda sevgi, maddî olanı sevmekle başlar, manevî olanı sevmekle kemale ulaşır; kendini ve kendine ait olanları sevmekle başlar, kendisinin dışındakileri, doğadaki güzellikleri ve nihayet bütün bu güzelliklerin yaratıcısı olan Allah'ı sevmekle kemale ulaşır. İslâm düşüncesinde hakiki sevgi Allah sevgisidir. Çünkü bütün iyilikler ve güzellikler O'ndan gelir. "Yaratılanı yaratandan ötürü sevme" düşüncesine yükselebilen ve sevgiyi bu şekilde kavrayan insan, herkesi ve her şeyi sever: İyileri olduğu gibi, kötüleri de kötülükten kurtulmalarını isteyerek sever. (bk. İhya, IV, 296 vd.)

İşte 24. âyette Allah sevgisinden üstün tutulmaması istenen sevgiyle ilgili ifadeyi bu açıdan değerlendirmek ve Kur'an'ın kişiyi dünyadaki sevdiklerinden uzaklaştırmayı değil, bu sevginin daha yüce mertebedeki sevgiye eriştirmeye vesile olmasını hedeflediğine dikkat etmek gerekir.

Bir başka anlatımla, insanın yakınlarını, kazanmayı ve kazancın sağladığı nimetlerden yararlanmayı sevmesi zaten onun doğasında bulunan bir gerçektir; Kur'ân-ı Kerîm ise bu gerçeğe atıfta bulunarak, kişinin anılan sevgiden vazgeçmeksizin onu daha yücelere tırmanmanın vasıtası olarak görmesini istemektedir. Bu da ancak kişinin kendisini belirli bir kontrol altında tutmasıyla mümkündür ki, bu kontrolün ölçütü, hiçbir sevginin Allah sevgisinden ve O'nun değerli saydıklarından daha üstün görülmemesidir. Bu anlayışa erişebilen insan bir yandan dünyevî istek ve bağların esiri olmaktan kurtulup gerçek özgürlüğe kavuşur, diğer yandan da bütün sevgilerini anlamlı hale getirmiş olur.

İlave bilgi için tıklayınız:

Tevbe Suresi 24. ayetin açıklaması...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun