Sahabeler büyük günah işlemişlerse, nasıl adil ve müctehid olabilirler?

Tarih: 15.12.2013 - 16:42 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Sahabeler büyük günah işlemişler, zina gibi... Karı-koca sahabelerden de zina suçlaması dolayısıyla lanetleştiklerini duydum, doğru mudur?

- Eğer doğruysa bu durum sahabelerin de yalan söylediğini göstermez mi?
- Sahabeler yalan söylemek günahını işlerler miydi?    
- Eğer öyleyse niçin adil ve müçtehid olarak görmek lazım?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Hz. Maiz olayında görüldüğü gibi, sahabelerden büyük günah işleyenler olmuştur. Ancak, onların dağ gibi imanları, kendilerine suçlarını itiraf ettirmiş ve arınmak için taşlanarak öldürülme cezasına çarptırılmakta ısrar etmişlerdir. (Sitemizde bu konuya Recimle alakalı yerlere bakılabilir.)

- Adalet kavramı, hiç günah işlememek anlamına gelmez. Özellikle, rivayetler konusunda bütün ümmetin ittifakla kabul ettiği sahabenin “âdil olmaları”ndan maksat, Kur’an ve Hz. Peygamber (asm) konusunda onların bilerek yalan söylemeleri düşünülemeyecek kadar ihtimal dışı olduğudur. 

- Şialar hariç, İslam alimlerinin sahabe hakkındaki bu ittifakları onların âdil olduklarının delilidir.

- Sahabenin yaşadığı ortam onların imanlarının güçlenmesine yardımcı olmuş ve bilerek Hz. Peygambere (asm) iftira edecek durumda olmadıkları ümmetçe kabul edilmiştir.

Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi, Asr-ı saadette;

“Şer (kötülük) ve hayır ortasında öyle bir ayrılık ve kizb (yalan) ve sıdk mabeyninde öyle bir mesafe açılmıştı ki, küfür ve iman kadar, belki Cehennem ve Cennet kadar beynleri (aralarındaki mesafe) uzaklaştı. Kizb / yalan ve şer / kötülük ve bâtılın dellâlı ve nümunesi (canlı bir örneği) olan Müseylime-i Kezzab ve maskaraca kelimeleri olduğundan, fıtraten hissiyat-ı ulviye sahibi (ulvi duygulara sahip) ve maâlî-i ahlâka meftun (yüksek ahlaka aşık) ve izzet ve mübahata (izzet-i nefis ve gurur verici işlerde yarışmaya) meyyal olan sahabeler, elbette ihtiyarlarıyla (bilerek / kendi tercihleriyle), kizb ve şerre ellerini uzatıp, Müseylime derekesine düşmemişler. Sıdk ve hayır ve hakkın dellâlı ve nümunesi olan Habibullah'ın (asm) a'lâ-yı illiyyîn-i kemalâtındaki (en yüce kemalatın zirvesindeki) makamına bakarak, bütün kuvvet ve himmetleriyle, o tarafa koşmak mukteza-yı seciyeleridir / yani, Kur’an’la kazandıkları seciyelerinin gereğidir.” (Sözler, s. 490)

- Her asrın çarşısında bazı şeyler revaç bulurken, bazı şeyler de zehir gibi kabul edilip, insanlar bütün kuvvetiyle onlardan kaçarlar. 

Aynen bunun gibi, Asr-ı saadet'te de Kur’an’ın ve Hz. Peygamber (asm)'in verdiği derslerle iyilik, doğruluk, dürüstlük, iman-İslam o asrın çarşısında en rağbet gören birer meta olmuşlardır. Buna mukabil, Müseylime gibi, özellikle Müslümanlar nazarında çirkinliğin ve yalancılığın küpü olarak görülen canlı bir örnek ortada olduğu ve küfrün temeli kabul edilen yalan, kötülük gibi akıbeti cehennem hapsi olan işlerden sahabenin kaçınması, İslam’la yoğrulmuş fıtratlarının ve vicdanlarının  bir gereğidir. (bk. Sözler, a.y)

“Evet sahabeler ekseriyet-i mutlaka itibariyle hakka âşık, sıdka müştak, adalete hahişgerdirler. Çünki yalanın ve kizbin çirkinliği, bütün çirkinliğiyle ve sıdkın ve doğruluğun güzelliği, bütün güzelliğiyle o asırda öyle bir tarzda gösterilmiş ki, ortalarındaki mesafe Arş'tan Ferş'e kadar açılmış. Esfel-i safilîndeki Müseylime-i Kezzab'ın derekesinden, a'lâ-yı illiyyînde olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın derece-i sıdkı kadar bir ayrılık görülmüştür. Evet, Müseylime'yi esfel-i safilîne düşüren kizb olduğu gibi, Muhammed-ül Emin Aleyhissalâtü Vesselâm'ı a'lâ-yı illiyyîne çıkaran sıdktır ve doğruluktur.” (Sözler, s. 484)

Şimdi vahiy ve akıl bağlamında şu gerçeklere de bakalım:

a) “O, ümmîler arasından, kendilerinden olan bir elçi gönderdi. Bu elçi onlara Allah’ın ayetlerini okur, onları arındırır, onlara kitabı ve hikmeti öğretir. Halbuki daha önce belli ve kesin bir sapıklık içinde idiler.” (Cuma, 61/2) mealindeki ayette Hz. Peygamber (asm)'in eğitiminden geçen sahabelerin (aklen, fikren, kalben, ahlaken) arındığına, temizlendiğine dair bir vurguyu görmekteyiz. Kitap ve hikmet öğretmek demek onlara Kur’an’ın ve Sünnetin gösterdiği güzel ahlakla donatmak demektir. Çünkü, Allah’ın gönderdiği bir kitabın, bir peygamberin amele dönüşmeyen, sadece laftan ibaret bilgiler öğrettiğini söylemek için deli olmak lazımdır. 

b) “Gerçekten Allah, kendi içlerinden birini, onlara ayetlerini okuması, onları her türlü kötülüklerden arındırması, kendilerine kitap ve hikmeti öğretmesi için resul yapmakla, müminlere büyük bir lütuf ve inâyette bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar besbelli bir sapıklık içinde idiler.” (Âl-i İmran, 3/164) mealindeki ayette de yukarıdaki ayette de olduğu gibi, bir arındırma gerçeğinden söz edilmiştir.

“Kendilerine kitap ve hikmeti öğretmesi için (Muhammed’i) resul yapmakla, müminlere büyük bir lütuf ve inayette bulunmuştur.” mealindeki ifadede Hz. Peygamber (asm)'in gönderilmesi, müminler için Allah’ın bir lütfu ve inayeti olarak gösterilmiştir. Şayet müminler onun güzel bir  ahlaka sahip olamamışsa, -hasbel beşer günah işlemiş olsalar bile- hayatlarının esas amacını, temel dinamiğini iman, salih amel ve adalet unsurları üzerine kurmamışlarsa, bu ifadenin anlamı-haşa- havada kalır. 

c) Eğer, sahabeler,-haşa dürüstlüğü kaybedip de- Kur’anı, sahih hadisleri rivayet ederek İslam dinini sağlam bir şekilde bize kadar ulaştırmasaydı,

“Hiç şüphe yok ki o zikri, Kur’ân’ı biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr, 15/9)

mealindeki ayette ifade edilen Allah’ın vaadi, nasıl gerçekleşebilirdi? Çünkü, Kur’an’ın metnini bize kadar ulaştıran onlar... Kur’an’ın tefsirini kendilerinden sonraki nesle ulaştıran onlar.. Resulullah’ın sünnetini gelecek nesillere ulaştıran onlar... Eğer onlar yalandan korunmamışlarsa, Dinin kaynağı olan Kur’an’ın gerçekten korunduğuna nasıl hükmedebiliriz?

- Kur’an’ın korunması, hem metin olarak hem de ihtiva ettiği mesaj olarak söz konusudur. 

Ehl-i sünnet alimleri, bu gibi ayetlere ve ilgili hadislere dayanarak sahabeyi cerh ve tadil işleminin dışında tutmuş ve onların hepsinin âdil oldukları, özellikle İslam dinin tesisinde üstlendikleri görevlerinde yalana tenezzül etmeyeceklerine hükmetmişlerdir.

Sahabelerin dinle ilgili hususlarda çok titiz olduklarını, hayatlarını anlatan eserlerin satır aralarında görmek mümkündür.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun