Peygamber ile peygamberlik iddasında bulunan yalancı ayrımı yaparken nelere dikkat edilmelidir?

Tarih: 04.03.2014 - 01:48 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Şimdi soruyoruz; eğer peygamberlik iddiası -haşa- kendi uydurduğu bir dava olsaydı ve yıllarca hazırlık yaptıktan sonra kırk yaşında tebliğe başlasaydı, bunu kendi akrabaları ve hatta eşi bilmez miydi?

- Peygamberimizin (s.a.v) nübüvvet delillerinden birisi olarak -haşa- yalancı peygamber olsa, eşi dahil en yakınındakiler bunu anlarlardı denir.

- Benim kafama takılan nokta şu: pek çok yalancı peygamber çıkmış. Mesela yakınlarda öğrendim Mirza Gulam Ahmed Kadıyani diye birisi peygamberlik iddia etmiş, eşi ve yakın dostları da dahil pek çok insan onun peygamberliğine inanmış. hatta şu an 10 milyon gibi inananı varmış. ölümünden 3 gün önce bile sormuşlar, peygamberlik iddiasını sürdürmüş. pek çok yerde konferanslar vermiş. evliimiş. eşi ve çocukları da en büyük destekçileri imiş. hatta oğlu babasının ölümü üzerine tebliğ görevinin başına geçip, her yerde konferanslar vermiş, önemli devlet adamlarını ziyaret edip, tebliğ yapmış. hatta çeşitli mucizeler gösterdiğini de anlatıp duruyorlar.

- Aynı şekilde bahailiğin kurucusu da öyle. hatta hep aklıma takılır. Müseylime-i Kezzzapa inanlar olmuş ve savaşmayı bile göze alıp yanlış bilmiyorsam, Hz. Ebu Bekir komutasındaki orduyla canlarını hiçe sayarak savaşmışlar. Yalancı peygamberler de çevresindekileri kandırabiliyor demek ki. Bu durumu nasıl izah edebiliriz?

- Hak peygamber-yalancı peygamber ayrımı yaparken nelere dikkat edilmelidir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Öncelikle şunu ifade edelim ki, "yalancı peygamber" ifadesi yerine, "peygamberlik iddiasında bulunan yalancı" denilmesi daha uygun olur.

- İnsanlar imtihana tabidir. İmtihanın temel esprisi, imtihan olanların hem kazanma hem kaybetme şanslarının olduğu bir ortamında gerçekleşmiş olmasıdır. Bu sebepledir ki, doğruluğun en açık çeki hükmünde olan mucizelere bile alternatifler söz konusu olmuştur.

Hz. Musa, asasıyla çok büyük bir mucize göstermiş olduğu ve bizzat karşısında duran sihirbazlar bile ona iman ettiği halde, yine bunun “bir sihir” olarak değerlendirenler olmuş ve iman etmemeye devam etmişler. Hz. Muhammed (asm) bir parmağının işaretiyle Ay’ı ikiye böldüğü halde, kâfirlerin birçoğu bunu sihir olarak değerlendirmiştir. (Kamer, 54/1-4)

Hatta Kur’an’ın eşsiz beyan, belagat mucizeliği karşısında da peygamberliğini tasdik edeceklerine, “şair, kâhin, sahir” formülünü üretmeye çalışmışlardır.

- Bundan anlıyoruz ki, peygamberler ile peygamberlik iddiasında bulunan yalancıların arasını ayırmak da herkesin kârı değildir. Çünkü soruda işaret edildiği gibi, her iki tarafın da tâbileri olabilir, fedakârları olabilir.

Ancak basiret ehlinin yanında bu iki grup arasında farklar pek çoktur. Kısaca ve özellikle Hz. Muhammed (asm)’i örnek alarak şu kriterleri sayabiliriz:

a) Peygamberler, harikulade mucizeler göstermişler. Sahteleri ise böyle bir mucize gösterememişlerdir.

b) Hz. Muhammed (asm) Kur’an gibi kırk yönden mucize olan bir kitabı ortaya koymuştur. Ve bütün insanlara meydan okumuş ve hiç kimse bunun tersini ortaya koyamamıştır.  Sahtekârların elinde bu kapsamda bir kitapları yoktur.

c) Hz. Muhammed (asm) sahih hadis ve siyer kaynaklarında da bildirildiği üzere, yüzlerce mucize göstermiştir. Verdiği onlarca gaybi haberler aynen çıkmıştır.

d) Hz. Muhammed (asm) diğer müminlerle birlikte kıldığı günlük namazlar dışında, geceleri de teheccüd namazını kendine mahsus bir farz olarak kılıyordu. Sahtekârların böyle bir görevleri de yoktur. Ve çoğu ibadetsiz bir dini önermiştir.

e) On beş asırdır Hz. Muhammed (asm)’e milyarlarca insan tabi olmuştur. Ve peygamberliğin manevi saltanatı on beş asır boyunca devam etmiş ve öyle görünüyor ki, kıyamete kadar devam da edecektir. Müseylime-i Kezzap gibi bazı sahtekârların mumu ancak yatsıya kadar sürmüştür.

f) Hz. Muhammed (asm) herkesten daha fazla Kur’an’ın emir ve yasaklarına bağlanmıştır ki, bu bağlılığı onun hak peygamber olduğunun açık göstergesidir.

g) Hz. Muhammed (asm) ölümcül hastalığında bile, başkalarının yardımıyla mescide gitmiş ve yatsı namazını kıldırmıştır. Ve son nefesinde ölüm telaşını göstermeyerek, çok önem verdiği İslam dininin en büyük emri olan namaza dikkat etmeleri için ümmetine son vasiyetini tebliğ etmiştir. Bir de kölelere ve kadınlara haksızlık edilmemesi hususunda son emirlerini ortaya koymuştur.

h) Müseylime insan olarak cesur bir adamdır ve Rebia kabilesinin reisi durumundadır. İnsanlar çoğu kez hakkın yanında değil, akrabasının yanında durmayı tercih ederler. Müseylime gibilerin tâbilerinin çoğu bu konumda olanlardır. Ayrıca dünya menfaati, şöhret, makam-mevki de önemli bir faktördür.

Nitekim, Müseylime’nin yakınlarından Talha adında biri Müseylime'yi görmeye geldiği zaman:

“Müseylime nerede?” diye sordu.

“Yahu, ne yapıyorsun? Resulullah nerede diye sorsana!” dediler. Onu alıp yanına götürdüler. Biraz sohbetten sonra Müseylime'nin değersiz ve yalancı bir kimse olduğunu anladı ve ona şöyle dedi:

“Ben şehadet ederim ki, sen yalancının birisin, Muhammed doğrudur. Fakat Rebia'nın(kendi kabileleri) yalancısı, bize Mudar'ın (Kureyş’in) doğrusundan daha sevgilidir.''

İşte Müseylime'nin yalancı olduğunu yüzüne vura vura kavmiyet gayreti, asabiyet zihniyeti ile ona uyuyorlardı. Müseylime işin kolayını da bulmuştu; şarabı, zinayı helâl kılıyor, namazı da bağışlıyordu!

ı) Müseylime-i Kezzab'ın, Hz. Peygamber (asm)'e göndermiş olduğu bir mektubu, onun yalancılığını ortaya koyduğu gibi, Hz. Muhammed (asm)’in hak peygamber olduğunu da göstermektedir. Müseylime mektubunda şunları yazmıştı:

“Allah’ın peygamberi Müseylime’den Allah’ın peygamberi Muhammede. Allah’ın selamı üzerine olsun. Bundan böyle peygamberliğe ortağız, artık yeryüzünü ikiye böleriz, yarısı senindir, yarısı da benimdir”

Hz. Peygamber (asm)'in cevabı:

“Allah’ın resulü Muhammed’den Müseylime-i Kezzaba. Allah’ın selamı takva sahibi kimselerin üzerine olsun. Şunu bil ki yeryüzü Allah’ındır. O bunu kullarından dilediğine ihsan eder. Güzel akıbet Allah’a karşı saygılı olanlarındır.”

Bu ifadelere dikkat eden doğruyu yalandan ayırabilir diye düşüyoruz.

i) Müslime-i Kezap, Esvedü’l-Ansı, Tuleyha b. Huveylid ve Secah binti Haris adında kâhine bir kadın peygamberlik davasına kalkıştılar. Bunların hepsi, Hz. Peygamber (asm)'in hastalandığı günlerde ortaya çıktılar. Secah ile Müseylime karşılıklı -muhtevası müstehcenlik dolu- vahiy aldıklarını söyleyip evlendiler.

Üç gün sonra kabilesine dönen Secah, “Acelen neydi, hemen evlendin.” diyenlere, size Muhammed’in farz kıldığı yatsı ve sabah namazlarını (kocası Müseylime ile birlikte düğün mehri olarak) kaldırdığı müjdesini vermişti. İşte sahtekârlığın nişaneleri... Hepsi de yok olup gittiler.

Kaynaklarda, Secah’ın daha sonra Hz. Muaviye döneminde Müslüman olduğu bilgisi de vardır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun