İmam Malik hadisleri terk mi etmiş?

Tarih: 20.12.2025 - 17:23 | Güncelleme:

Soru Detayı

İmam Malik'in bazı Hadisleri Kur'an'a aykırı olduğu için veya rey'e dayanarak reddettiği doğru mu?

Muhammed Ebu Zehra’nın Mezhepler tarihini anlattığı kitabın İmam Malik bölümünde bazı anekdotlara yer verdiğini ve bu yazıların günümüz "Hadis inkarcısı" olarak bahsettiğimiz kişilerin fikirleriyle içtihatta bulunduğunu görüyoruz, bu ifadelerle İmam Malike mi ait?

İmam Malik, bazı ahad haberleri "re'y" kullanarak Ahad hadisleri terk ettiği olmuştur. Mesela:

1. Birbirlerinden ayrılmadıkça cayma muhayyerlikleri vardır." hadisine taraflar ayrılmadıkça akdi feshetme yetkisine sahiptirler. İmam Malik, "Ayrılma konusunda elimizde belli bir süre yoktur." diyerek bu hadisi reddetmiş ve tarafların akitten sonra fesih hakkına sahip olduklarını Kabul etmemiştir.

2. Köpeğin necis oluşunu Maide 4. ayete dayanarak reddettiği.

3. İmam Malik Hz. Peygamberden varid olan "Ramazan bayramının ertesi günü başlayan altı günlük Şevval orucu tutulması" şeklindeki hadisleri de reddetmiş ve bu haberin Hz. Peygamber'e nispetini kabul etmemiştir. Çünkü ona göre bu haber, Ramazan orucunun artmasına sebep olmaktadır.

Bu ve benzeri bir çok fer'i meselede varid olan ahâd haberler. İmam Malik tarafından "maslahat" veya "kıyas" kullanılarak reddedilmiştir, hakkında su değerlendirme yapılmıştır:

İmam Malik, ahad haberleri terk etmiş ve bunların Hz. Peygamber'e nispetini reddetmiştir, öyle haberleri, yalnızca bir başka "kesin-temel" bir nassla desteklenmesi halinde kabul etmiştir.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Hem hadiste hem fıkıhta büyük bir imam olan Mâlik b. Enes’in gerekçesiz olarak hadisleri terk etmesi düşünülemez. Mâlik b. Enes bütün âlimler tarafından hadis ilminin zirvelerinden biri olarak kabul edilmiş ve “hâfız, hüccet, imam, emîrü’l-mü’minîn fi’l-hadîs” gibi vasıf ve unvanlarla taltif edilmiştir. Yüz bin civarında hadis ezberlemiş ve hadisler üzerindeki titizliği sebebiyle bunların az bir kısmını rivayet etmiştir.

Kuran’daki bazı ayetlerin, ayetle hadislerin, ya da hadislerin bazen birbirine aykırı düştükleri bir gerçektir. Aslında bu problem gerçek bir problem değil, görünüşte (zahiri) bir problemdir. Bu problemi çözmek için hadiste Muhtelifu’l-Hadis diye bir ilim dalı ortaya çıkmıştır. Bu ihtilafı ortadan kaldırmak için bazı kuralları geliştirme mecburiyeti oluşmuştur. Bütün hadis ve fıkıh imamları hadisle amel edebilmek için bazı kurallar geliştirmişlerdir.

Bir hadisle amel edilmemesinin genel sebepleri şunlardır:

1. Hadis şerʻî bir konuyla ilgili değildir. Hadis ve sünnet, Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerinden (onay) oluşan nebevî bir malzemedir. Bunlardan delil olarak kullanılacak olanlar şer’î nitelikli olanlardır; yani itikad, ibadet, hukuk ve ahlakla ilgili olanlardır. Mesela tıp, ziraat, harp teknikleri ve bazı sanatların icra şekilleriyle ilgili ilgili hadisler sırf dünya işleriyle ilgili sayıldıklarından delil sayılmaz.

2. Rivayetin delil olacak seviyeye çıkmaması. Çok zayıf olması gibi. Hadislerin sıhhat meselesi teorik olarak yüksek oranda objektif ölçülere dayansa da pratik açıdan belli bir oranda sübjektiftir. Mesela ravilerin âdil olması objektif bir kriterdir, fakat konu falan ravinin adil oluşuna gelince orada bir derece sübjektiflik olur. Bir imama göre âdil olan bir ravi diğer imama göre adil olmayabilir.

3. Hadislerin kendi aralarında çatışır durumda olması halinde en temel kriter sıhhat derecesi bakımından daha yüksek olanın daha zayıf olana tercih edilmesidir. Mütevatir meşhura, meşhur haber-i vâhide, haber-i vâhidler arasında da daha güçlü ravinin hadisi diğerine tercih edilir.

4. Hadisin Kuran’ın zahirine ve kıyasa (genel hukuk kurallarına) aykırı olması. Hadisle amel konusunda Kuran’a ve kıyasa uyan rivayetler problem teşkil etmez. O konuda hadis olmasa dahi müçtehit Kuran’ı veya kıyası esas almak suretiyle aynı şekilde hüküm verecektir. Bazen hadiste problem teşkil eden durum, hadisin Kuran’ın zahirine ve kıyasa (genel hukuk kurallarına) aykırı olmasıdır. Mezhep imamları bu konuda farklı kurallar geliştirmiştir. Tearuzdan kurtulmak için bu tür kurallar geliştirmek bir mecburiyettir. Böyle bir faaliyet hadisi terk etmek anlamına gelmez.

Öyle bazı hadisler vardır ki, aralarında sadece olumlu olumsuz farkı vardır. Bunların ikisi birden doğru olamaz. Bir kural geliştirerek bunlardan birini tercih etmek gerekir.

Malikî mezhebinde meşhur olan görüşe göre âhâd hadisle amel edebilmek için Medine ehlinin tatbikatına aykırı olmaması görüşü böyle bir kuraldır.

Bir imamın reyci ve eserci olması biraz da, bu kavramların geniş veya dar anlamda alınmasına göre değişen izafî bir durumdur. Dar anlamda rey, “Ben vahiy inmemiş hususlarda aranızda reyimle hüküm veriyorum” (Ebû Dâvûd, Akdıye, 7) hadisinde olduğu gibi nassın olmadığı yerlerde ona muhalefet anlamını taşımayan şahsî kanaati ifade eder. Bu anlamda Zahirîler de dahil olmak üzere bütün fıkıh imamları reyci sayılır. Yine bu anlamda re’y ile ictihad aynı anlama gelir.

Nitekim hadîslerde ictihad kavramı genel olarak “kadı ve yöneticinin doğru hükme ulaşmak için elinden gelen gayreti göstermesi” mânasında kullanılmıştır (Buhârî, “İʿtiṣâm”, 13, 21; Müslim, “Akdıye”, 15; Ebû Dâvûd, “Akdıye”, 11; Tirmizî, “Ahkâm”, 3)

İbn Kuteybe ve Ahmed b. Hanbel, İmam Mâlik’i reyci olarak kabul ederken, Şehristânî ve İbn Haldun onu ehl-i hadis olarak görmektedirler. Ehl-i hadis ve ehl-i rey kriterleri dikkate alındığında İmam Mâlik’in hadis ehlinden sayılması gerekir.

5. Hadisin sahih olması, çoğu hadisçilere göre metnin de sahih olması anlamına gelir. Ancak farklı raviler kanalıyla gelen hadis metinlerinin farklı oluşu dikkate alındığında hadislerin genellikle mana yoluyla rivayet edildiği anlaşılmaktadır. Mana ile rivayette bazı anlam kaymalarının ve değişikliklerinin olması kaçınılmazdır.

Dolayısıyla bazı durumlarda senedin sahih olması metnin de sahih olması garantisini vermez. Nassın zahiri ve genel kural (kıyas) ile bunlara aykırı olan rivayetten bir tarafı tercih etmek zorunda kalan müçtehitlerin çoğu, anlam bakımından İslâm’ın bütünlüğünü esas aldıklarından nassın zahiri ve genel kural (kıyas) ile amel etmeyi daha sağlıklı ve güvenli bulmuşlardır.

6. Sedd-i Zerâi’ diye bilinen kurala göre, şeran sakıncalı sonuçlara götürmesi kesin veya kuvvetle muhtemel olduğunda mubah fiiller yasaklanabilir. Bunun Hz. Peygamber (asm) ve ashâbının tatbikatından pek çok uygulamaları mevcuttur. Mâlikîler bu prensibi şer’î delillerden biri olarak kabul etmiştir.

Hz. Peygamber (asm), vasiyeti, meşrû bir tasarruf olmakla birlikte vârislerin haklarını tamamen iptal edecek bir biçimde kullanılması ihtimali güçlü bulunduğu için üçte bir oranı ile sınırlandırmış; miras payını bir an önce alabilmek için bir kişinin mirasçısını önceden öldürmesine engel olmak için mûrisini öldüren kişiyi mirastan mahrum etmiş; suçlunun düşmana iltihak etmesine yol açabileceği için savaş esnasında bazı ağır cezaların infazını yasaklamıştır.

Hz. Ömer, Kuran Ehl-i kitap’tan olan kadınlarla evlenme müsaadesi yer aldığı halde, bazı mefsedetlere sebebiyet vereceğini önceden görmesi sebebiyle buna müsaade etmemiş; hayvan sahibinin verdiği zarardan sorumlu tutulmaması gerektiği yönünde hadis bulunduğu halde bu hükmün mutlak biçimde uygulanmasının ortaya çıkardığı sakıncalar karşısında belirli haller dışında hayvan sahibini tazminle yükümlü saymış; iddeti dolmadan evlenen kadının iddeti bittikten sonra da o erkekle bir daha evlenmesini yasaklamıştır.

Maliki mezhebinde sedd-i zerâi’ kuralı şerʻî bir delil olarak kabul edildiği için bu mezhep müçtehitleri yaşadıkları dönemde uygulanması halinde bazı mefsedetlere sebep olacağını düşündükleri bazı hadislerle amel etmemişlerdir. Şevval ayı orucuyla ilgili hadisi buna örnek olarak gösterebiliriz.

Bütün bu sebeplerden dolayı bazı hadisleri amele uygun bulmayıp onunla amel etmeyen bir müçtehide hadisleri kabul etmiyor denilemez. Sadece terk ettiği hadisle ilgili olarak özel anlamda gerçekten terki gerektirecek bir durumun mevcut olup olmadığı araştırılabilir.

Hadislerin değerlendirilmesi:

a. Muhayyerlik hadisi

“Alıcı ve satıcı ayrılmadıkları sürece muhayyerdirler” (Buhârî, “Büyûʿ”, 44, 45; Müslim, “Büyûʿ”, 43, 44) hadisini, Şâfiî ve Hanbelî mezhepleri alıcı ve satıcının bedenen ayrılmaları, Hanefî mezhebi ise sözle ayrılmaları şeklinde anlamışlardır.

Usûl-i Fıkıh kitaplarında çoğunlukla Malikilerin bu hadisi Medine ehlinin tatbikatına aykırı oluşu sebebiyle reddettikleri ifade edilir. Bu ifade doğru olmakla birlikte yine de hadisin amel-i ehl-i Medine çerçevesinde tam olarak hangi sebeple terk edildiği açık değildir.

Kadı İyâz’ın da dahil olduğu birçok Mâlikî âlimin, Mâlikîlerin Medine ameli ile desteklenmemiş haber-i vahidleri kabul etmedikleri yönündeki görüşü şiddetle reddettiği görülmektedir. 

Öyle anlaşılıyor ki muhayyerlik hadisinin reddi, yukarıda izah ettiğimiz 3. maddeye dayanmaktadır. Zira İmam Mâlik Medinelilerin amelini mütevatir yolla gelen takriri hadis seviyesinde kabul etmektedir. Muhayyerlik hadisi ise haber-i vâhiddir. Mütevatir hadis ile haber-i vâhid çelişki halinde olduklarında mütevatir hadis tercih edilir.

Esasen bu durum bütün hadis ve fıkıh alimlerinin ittifak ettikleri bir kuraldır. Ancak Medine ehlinin amelinin mütevatir hadis kabul edilmesi Malikilere has bir kabuldür. Bu da onların içtihadıdır.

b. Köpeğin necis olması:

Kuran’da bütün iyi ve temiz şeylerin helâl kılındığı belirtildikten sonra eğitilmiş avcı hayvanlar kullanılarak yakalanan avların da helâl olduğu ifade edilmiştir (el-Mâide 5/4)

Bu ayeti esas alan İslam hukukçuları, köpeğin avcı hayvan olarak kullanılmasının câiz oluşu hususunda ittifak etmişlerdir.

Hadislerde köpeğin yaladığı kabın yedi defa yıkanması istenmiştir (Buhârî, “Vuḍûʾ”, 33; Müslim, “Ṭahâret”, 93)

Müçtehitlerin çoğunluğu, bu hadisten hareketle köpeğin salyasının necis olduğu, ağzını soktuğu suyun da necis olacağı, yaladığı kabın yedi defa (bazı fakihlere göre üç defa) yıkanması gerektiği görüşüne sahip olmuşlardır.

Hanefîler ayrıca hayvanın salyasının -kedide olduğu gibi hadislerde aksine bir açıklama bulunmadığı sürece- etinin hükmüne tâbi olacağı tezinden hareket eder. Bununla birlikte Hanefîler köpeği bizatihi necis saymamışlardır.

Şafiî ve Hanbelilere göre köpek, domuz ve onlardan türeyenler, bunların artığı ve teri necistir. Bunlarla kirlenen eşya biri toprakla olmak üzere yedi defa yıkanmalıdır. Köpeğin ağzının necaseti hadisle sabittir. Geri kalan kısmı öncelikli olarak böyledir. Zira ağzı fazla soluduğu için en temiz yeri sayılır.

İmam Mâlik ise domuz hariç hayvanların ağzını soktuğu suyu necis saymaz. Köpeğin artığının necis sayılmasını Kuran’ın avcı köpeklerin tuttuğunu helâl sayan hükmüne aykırı görür. Beslenmesine izin verilen bekçi ve çoban köpeği olsun veya olmasın köpek mutlak olarak temizdir. Sadece ağzını soktuğunda meşhur olan görüşe göre taabbüden yedi defa yıkanır. Ayağını veya hareket ettirmeden dilini soksa veya salyası düşse yıkamak gerekmez.

c. Şevval orucu hadisi:

“Kim oruçla geçirdiği Ramazan ayından sonraki Şevvâl ayında altı gün oruç tutarsa, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi olur!.” (Müslim, Ṣıyâm, 204; İbn Mâce, Sıyâm, 33) hadisine dayanarak İmam eş-Şâfi’î, bayramın hemen ardından başlayıp ara vermeden şevval orucunu tutmanın daha faziletli olduğunu söylemiş, İmam Ahmed b. Hanbel ise fasıla vererek tutmakla peş peşe tutmak arasında bir fark olmadığını ifade etmiştir. Ebû Hanîfe, Mâlik ve Ebû Yusuf ise Şevval orucunun mekruh olduğunu söylemişlerdir.

Alimler, Şevval orucunu mekruh sayanların dayanağının, Ramazan orucuna ekleme yapıldığı zannının ortaya çıkacağı endişesi olduğunu ifade etmişlerdir. Bu tutum yalnız Mâlik’e ait bir durum değildir.

İmam Mâlik’in maslahat ve kıyas sebebiyle âhad haberleri reddetmesi (böyle bir genelleme yapılması) bir yana, onun fetvalarını inceleyen âlimlerin tespitine göre, onun Kuran’ın zahiri ile âhâd yolla rivayet edilmiş sünnetin teâruzu halinde prensip olarak Kuran’ın zahirini tercih etmiş, fakat Medine ameli gibi bir delil ile desteklenen âhâd sünnetin, Kuran’ın umumunu tahsis ve mutlakını takyid gücü kazandığını kabul etmiştir.

Sorudaki “İmam Mâlik, âhâd haberleri terk etmiş ve bunların Hz. Peygamber’e nispetini reddetmiştir, öyle haberleri, yalnızca bir başka ‘kesin-temel’ bir nassla desteklenmesi halinde kabul etmiştir” sözü, hiçbir zaman genel anlamda kabul edilecek nitelikte değildir.

Bu söz sadece birkaç zayıf hadis hakkında söylenebilir. Bazı gerekçelerle birkaç zayıf hadis hakkında verilecek bir hükmü, bütün âhâd haberlere teşmil etmek büyük bir hatadır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun