"Nasıl yaşıyorsanız öyle yönetilirsiniz." sözünün kaynağı nedir?

Tarih: 11.02.2007 - 13:29 | Güncelleme:

Soru Detayı

"Nasıl yaşıyorsanız öyle yönetilirsiniz." sözünün kaynağı nedir?
- Günümüzde dinini çok iyi yaşayanlar olduğu muhakkak, ama başımıza gelen musibetlerin, belaların sebebi yine bizleriz, diye düşünebilir miyiz, o iyi yaşayanlara rağmen?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

Bir toplumda görülen gelişme ve yükselme hali, o toplumun bütün değerlerini kapsar. Bilim, sanat, ticaret, ekonomi, endüstri, devlet, hukuk, ahlak, din, sosyal gelişmelerin ve yükselişin ya da gerilemenin ve düşüşün gözlemlendiği başlıca alanlardır. Eğer bir toplumda iyileşme olursa sözü edilen alanların hepsinde kendini belli eder. Kötüleşme de böyledir.

XVIII. ve XIX. asırlarda sosyal gelişme ve yükselmenin saiki ve itici gücü olarak sadece maddeyi ve maddi çıkarları öne çıkaran pozitivizm, materyalizm ve komünizm gibi ideolojiler ortaya çıktı. Manevi değerleri önemsemeyen, hatta horlayan bu ideolojiler XX. asırda etkilerini bir hayli kaybettikten sonra bile, bunların uzantıları İslam ülkelerinde varlıklarını etkin bir biçimde sürdürdüler ve halen de sürdürmektedirler. Bu anlayışta olanların büyük bir kısmının devletin üst kademelerinde görevli olmaları ve aydınların çoğunun da onlarla aynı görüşte olmaları, toplumun manevi değerler sahasında bir boşluk meydana getirdi. Bu boşluk 1950’den sonra Kur’an kursları, imam-hatip liseli, ilahiyat fakülteleri, yüksek İslam enstitüleri, çeşitli cemaat faaliyetleri, dini yayınlar, vaizler, imamlar, müftüler ve din ve ahlak kültürü öğretmenleri aracılığıyla giderilmeye çalışıldı. Bu alanda epey mesafe de alındı. 1991’de Moskova merkezli komünizmin çöküşü dine ve manevi değerlere yönelişi artırdı. Bu durum siyaset alanını da etkiledi ve “Siyasi İslam” denilen bir kavram ortaya çıktı.

Siyasi İslam’ın irtica sayılıp denetim altına alınması, dini hayata da birtakım kısıtlamaların getirilmesine sebep oldu. Kur’an kursları ile imam-hatip liselerinin kapanma noktasına gelmeleri bu kısıtlamaların hem amacı, hem de sonucudur. İşte bu durum Türkiye’de henüz dini bunalım denilebilecek bir noktaya gelmemişse de dini sıkıntı ve sarsıntı denilen bir durumdadır. İnşaallah bir krize dönüşmeden bu sıkıntılı dönem aşılır.

Toplumların sıkıntılı ve bunalımlı dönemlerinde samimi müminlerin ve dindar insanların yapacakları çok şey vardır. Toplumu teskin, fitne ateşini söndürme başta gelen görevidir. İç karışıklıklara fitne denir. Hz. Peygamber (asm),

“Fitne zamanında yürüyen koşandan, duran yürüyenden, oturan ayakta dikilenden, yatan oturandan, uyuyan yatandan daha hayırlıdır.” (Buhari, Fiten, 9; Müslim, Fiten, 10, 13; Tirmizi, Fiten, 29; Ebu Davud, Fiten)

buyurmuştur. Böyle zamanlarda eylemsizlik en iyi eylemdir. Fakat toplumun gerilemesi, yıkıma ve çöküşe gitmesi fitneden farklıdır. Toplum çöker ve mahvolurken buna seyirci kalınamaz. Herkesin elinden geleni sonuna kadar yapması gerekir.

Yüce Allah:

“Bir kavim kendini bozmadıkça Allah onları bozmaz.” (Rad, 13/11)

diyor. Eğer bir toplum sahip olduğu yüksek manevi değerleri korursa Allah Teâlâ onları çöküşten korur. O halde yapılacak şey Müslüman toplumun kimliğini oluşturan manevi değerleri geliştirmek ve sağlamlaştırmaktır.

Acaba yöneticiler iyi ve dürüst olunca mı toplum sağlıklı ve iyi olur, yoksa halk iyi ve dürüst olunca mı yöneticiler adil ve ehliyetli olur? Bu sorunun cevabı yönetici halka göre, halk da yöneticilerine göre olur. Her ikisi de birbirini olumlu ve olumsuz yönde etkileyebilir.

İnsanlar her zaman layık oldukları yönetim tarzıyla yönetilirler, kendileri iyi olurlarsa yöneticileri de iyi olur, kötü olurlarsa yöneticiler de kötü olur. Zira yöneticiler halkın içinden çıkarlar ve onların bir parçasıdırlar. Tikel tümelin niteliklerini taşır. Bunun için,

“Kemâ tekûnû yuvella aleyküm” (Siz nasıl olursanız yöneticileriniz de öyle olurlar).

“A’malüküm ummalükum” (amelleriniz yönetcilerinizdir, onlar sizlerin eseridir) (bk. Acluni, I / 146; II / 127) denilmiştir.

Yüce Allah, 

“Davranışları sebebiyle zalimlerin bir kısmını diğer kısmına yönetici yaparız.” (En’am, 6/129) 

buyuruyor. Kötü toplumun yöneticisi kötü olur.

Ahirette cehenneme gönderilecek olan zalim ve kafir halk liderlerini, liderler de onları suçlayıp birbirlerini lanetleyeceklerdir. (bk. A’raf, 7/39; Şuara, 26/99; Ahzab, 33/67)

"Haccac’a lanet olsun." diyen birine Hasan Basri:

“Böyle yapmayın. Çünkü o sizden biri olarak iş başına geldi. Eğer o azledilirse korkarım başınıza daha kötüsü gelir.” demişti.

Beyhaki, Ka’b’ın şöyle dediğini nakleder:

"Allah her dönemin hükümdarını halkın kalbine göre gönderir. Onları düzeltmek isterse salih birini, helak etmek isterse kötü birini hükümdar olarak gönderir." (bk. İsra, 17/16)

Halkın kötü yöneticileri iş başına getirmeleri Allah’ın onlara gazab etmekte olduğunun, iyi yöneticileri iş başına getirmeleri ise onlardan razı olduğunun işaretidir.

Hz. Peygamber (asm)’in duası:

“Allah’ım merhametsizleri bize musallat etme.” (Tirmizi, Daâvât, 79).

Müslümanın görevi toplumları ayakta tutan değerleri, özellikle ahlak kurallarını ve Allah korkusunu, hak ve hukuka saygıyı tabana yaymaktır. Toplumu düzlüğe çıkarmanın yolu budur. Düzelen bir toplumda ister istemez, yöneticiler de düzelir.

Toplumdaki kötülüklerin, haksızlıkların ve yolsuzlukların sorumlusu olarak sadece yöneticileri ve aydınları görmek yanlıştır. Kötü gidişattan herkes sorumludur. Zira bunda genel olarak herkesin az ya da çok payı vardır. İyileşmenin ve düzelmenin şerefi de hem yönetenlere, hem de yönetilenlere aittir. Zira toplum yöneteni ve yönetileni ile bir bütündür.

Mü’min toplum ve onun durumu konusunda iyimser olur. Geleceğin hayırlara vesile olacağını düşünür. Din bâkidir, diye inanır. Din düşmanları ne kadar çok, ne kadar zalim ve gaddar olurlarsa olsunlar zorbalıkla dini yok edemezler. Çünkü dinin sahibi ve koruyucusu Hak Teâlâ’dır. Mü’min en kötü şartlarda bile Allah’tan ümit kesmez, karamsarlığa düşmez.

İster dünya ölçeğinde, ister İslam âlemi ölçeğinde, ister millet ölçeğinde düşünün her şeyin az ve yavaş da olsa iyiye doğru gittiğini görürsünüz. Eğer bunu göremiyorsanız düşünüş biçiminiz ve bakış tarzınız yanlıştır. Toplumu ve yönetici sınıfını değiştirmeden evvel hatalı olan bakış açınızı değiştiriniz. Bu da bilgi ve kültürle, tarihten ibret almakla ve daha önemlisi bunlara ilaveten Hak Teâlâ’ya güvenmekle olur.

Toplumda bir hayli yolsuzluğun, kötülüklerin ve haksızlıkların olduğu doğrudur. Bunları azımsamak veya hafife almak da doğru değildir. Ama iyilerin ve iyiliklerin daha fazla olduğu da bir gerçektir.

Vitir namazı kılarken okuduğu duâda bir mü’min Allah Teâlâ’ya şöyle duâ eder:

“... Allah’ım, sana güveniyoruz, seni en mükemmel şekilde övüyoruz, sana şükrediyor, nankörlük etmiyoruz. Sana karşı günah işleyenleri terkediyor ve mevkilerinden alaşağı ediyoruz!”

Bir Müslüman yönetilenler kadar yöneticilerin de düzelmeleri için Allah’a duâ eder. Allah samimi duâları kabul buyurur.

"Allah’ım bize merhamet etmeyenleri bize musallat kılma!”

(Prof. Dr. Süleyman Uludağ)

Cevap 2:

Enfâl sûresinin, "Bir bela, bir musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp, mâsumları da yakar." mealindeki 25. ayeti buna en güzel cevaptır. Bu dünya bir imtihan ve tecrübe meydanıdır.

Buradan dünyanın hem bir tecrübe ve imtihan meydanı, hem de ilahi teklif ile sorumlu olunan bir mücâhede meydanı olduğu anlaşılmaktadır. İlâhî teklif ile mükellef olunan bu dünyada insan aynı zamanda bir tecrübe ve imtihana tabi tutuluyor. Kazanabilmesi için mücahede etmesi gerekiyor. Yani, uğraşması, çalışması, gayret etmesi gerekiyor. İmtihan ve tecrübenin gereği olarak bir musibet geldiği zaman hem zalimleri hem de suçsuzları içine alması gerekiyor. Böylece imtihan devam etsin ve iyilerle kötüler tam belli olsun.

Din bir imtihandır. Eğer musibetlerde masumlar harika bir tarzda kurtulsalardı, imtihan sırrı kalmazdı. Herkes ister istemez iman ederdi. Böylece, şeytanla ve nefisle mücahede ve mücadele biter, insanların istidatları ve manevi yetenekleri inkişaf etmezdi. İnsanların mertebesi sabit kalırdı. Ala-yı illiyindeki Hz Ebu Bekir'in mertebesi ile, esfel-i safilindeki Ebu Cehil'in mertebesi aynı kalırdı. Nasıl ki, bir sınavda, öğretmen soruları verip, arkasından cevapları verse, tembel ve çalışkan öğrenciler birbirinden ayrılmaz. Öğrenciler ise, derslerine çalışıp, kendilerini geliştirmezler. Öyle de, bu musibetlerde masumlar harika bir şekilde kurtulsa ve sadece zalimlere zarar gelse, dünyada imtihan kalmazdı. Âdeta gökyüzüne yıldızlarla ''La ilahe illallah.'' yazmak gibi olurdu. Herkes ister istemez inanmak zorunda kalırdı.

Böyle musibetlerde zarar gören masumların zarar gören malları, sadaka hükmüne geçip, o fani malları ebedi olarak, daha güzel bir tarzda onlara veriliyor. Bu musibette ölen masumlar ise, manevi şehid hükmüne geçip, ebedi bir cenneti kazanıyorlar. Yani, fani ve sıkıntılı hayatlarına bedel, ebedi ve saadetli bir hayatı kazanıyorlar. Elbette bu netice onlar için bir değil, bin rahmettir.

Diğer taraftan musibetin her çeşidini kahır tecellisi olarak görmemek gerekir. Nitekim Allah en büyük musibetleri, en sevgili kulları olan peygamberlerine vermiştir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun