Kur'an gelmeden önce bazı ibadetlerin Araplarda varlığı doğru mudur?

Tarih: 16.10.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Kur'an gelmeden önce İslam dinindeki bazı ibadetlerin Araplarda uygulandığının bilimsel olarak kanıtlandığı doğru mudur?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Resulullah (asm), Cahiliye toplumunun güzel adetlerine müdahale etmemiş, hatta  o güzel adetlerin kalıcı olması için teşvikçi olmuş; bazı adetleri ıslah etmiş, bazılarını da tamamen yasaklamıştır.

Bilindiği gibi Peygamberimiz (asm), Miladî 571 yılı Rebiulevvel ayının 12'sine rastlayan bir Pazartesi günü dünyayı şereflendirdiler. (Hamidullah, İslam Peygamberi, 1/39) O dönemde Arabistan'da mevcud olan dinleri ve inançları araştırdığımızda ve Kur'ân–ı Kerim'den de bizzat anladığımıza göre, karşımıza çeşitli garip inançlar çıkmaktadır. Bunların başlıcaları şunlardır.

1. Haniflik: Hz. İbrahim (a.s.)'ın dininin kalıntılarını devam ettiren kişilerdi. Arapların çoğunun, putperestlik yaygınlaşıncaya kadar bu inanca mensup oldukları kabul edilmektedir. Hz. İsmâil (a.s.) vasıtasıyla Haniflik inancını kabul etmişlerdi. Hz. Peygamber (asm)'in doğumu esnasında mevcut bulunan Hanifler, Allah'ın birliğine inanırlar, putlara ibadeti reddederler, hesaba inanırlar, bir çok cahiliyye âdetini kabul etmezlerdi. Siyasî, askerî herhangi bir ağırlıkları yoktu.

2. Yıldızlara Tapma: Yemen'de, Arap Yarımadası'nda (bazılarına göre Şam civarında) Horrân vadilerinde ve Yukarı Irak'ta yıldızlara tapan insanlar vardı. Bunlara Sabiîler denirdi. Yıldızlara tapmanın Araplar arasında ne zaman ve nasıl başladığını kesin olarak bilmememize rağmen, Kur'ân–ı Kerim'de (Neml, 27/2024) değinilen Süleyman (a.s.) ile Seba kraliçesi (Belkıs bint Şurahil) kıssasından bu inancın Hz. Süleyman zamanında da mevcud olduğunu anlamaktayız. Bunlar, Hz. Peygamber (a.s.) zamanına kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Nitekim, Kur'ân-ı Kerim'de bunlar hakkında şöyle buyurulmaktadır:

"Gece, gündüz, Güneş ve Ay onun (Allah'ın) ayetlerindendir. Eğer gerçekten Allah'a tapıyorsanız, Güneş'e ve Ay'a secde etmeyin; onları yaratan Allah'a secde edin." (Fussılet, 41/37)

Ancak bunlar, o dönemde azınlıkta olup, kayda değer herhangi bir siyâsî ve askerî ağırlıkları yoktu.

3. Mecusilik: Bahreyn ve Irak'ta mecûsiliğe inanan bazı gruplar vardı. Ateşe tapıyorlardı. Mecusi İran İmparatoru bunları himaye ediyordu. Daha sonraları İslâm inançlarına bazı fitneler sokmak ve Müslümanlar arasında fitne tohumları yaymakta Yahudilerle birlikte önemli rol oynadılar.

4. Hristiyanlık: Yarımada'nın kuzeyinde Tağlib, Kuda'a, Gassân kabileleri arasında ve Güney Yemen'de bazı Hristiyan gruplar vardı. Bunların da siyasî ve askerî herhangi bir ağırlıkları yoktu. Yarımada'nın içinde de yer yer bazı Hıristiyan gruplara rastlanmaktaydı. Hristiyanlık, Arabistan'a Habeşliler ve Romalıların işgalleri sonucu M. 340 yıllarından itibaren girmiştir. (Mübarekfurî 1980, 47)

5. Yahudilik: Yemen, Vadi'l–Kurâ, Hayber, Teymâ ve Yesrib'de (İslâm öncesi Medine) Yahudiler vardı. Bunlar, diğer inanç gruplarına göre askerî, siyâsî ve iktisâdî ağırlığa sahipti. Kendilerini Allah'ın seçkin milleti kabul ediyor ve Allah'ın insanları onlarla yöneteceğine inanıyorlardı. Bu sebeple, beklenilen son peygamberin kendilerinden biri olacağı beklentisi içindeydiler. Arabistan'a, ülkelerinin M.Ö. 587 yılında Buhtünnasır tarafından işgal edilmesi üzerine göç etmişlerdi. (bk. a.g.e., 46)

6. Putpereslik: Arap Yarımadasının her tarafına yayılmış, diğer bütün inançlardan daha fazla etkiye sahip ve daha çok yaygındı. Arabistan'a bu inancın ne zaman sokulduğu, nasıl yaygın hale geldiği konusunda değişik görüşler vardır. Bunlardan en yaygın olanı, putperestliği Arabistan'a Amr b. Luhay adında birinin soktuğudur. Huza'a kabilesinin reisi olan bu zat, dinlere olan ilgisi ve doğruluğuyla tanınmış biriydi. Devrin insanları onu büyük âlimlerden birisi olarak görmekteydiler. Bir tür cild hastalığına yakalanan Amr'a, Şam bölgesinde bulunan Horrân'a gitmesi ve orada bulunan şifalı bir suyla yıkanması tavsiye edilir. Bu tavsiyeye uyarak oraya giden 'Amr, o suyla yıkanır, iyileşir. Orada insanların putlara taptıklarını görür, bundan hoşlanır. Hubel adlı putu alıp beraberinde Mekke'ye getirip Kâbe'ye diker ve ona tapmaya başlar. Kavminin de ona tapmasını ister. Zamanla bu durum Araplar arasında o derece yaygınlaşır ki, her kabilenin taptığı bir putu olur. Peygamberimiz (asm) Mekke'yi fethettiğinde Kâbe'de 360 put vardı ve Peygamberimiz (asm) bunların hepsini kırdırıp, Kâbe'yi putlardan temizlemişti.

Başka bir rivâyete göre ise, Hz. İsmail'in çocukları çoğalıp, geçim nedeniyle Mekke'nin dışına çıkmaya mecbur olduklarından, Mekke'den çıkışlarında, babaları İsmail'in hatırasını taşıyan Harem toprağından bir miktar götürüyor, sonra bu toprağı korumak için ona aşırı saygı gösteriyorlardı. Bu iş zamanla gelişerek, onu kutsal kabul edip, ona ibadete dönüştü. Böylece putperestliğin temeli atılmış oldu ve gün geçtikçe şekillenerek gelişti.

Hz. Peygamber (asm)'in yetiştiği asıl muhit olan Hicaz bölgesinde en yaygın inanç bu putperestlik olduğu için, Peygamberimiz mücadelesini öncelikle putperestliğe karşı vermiştir. Bazılarının adları Kurân'da da geçen bu putların meşhurları şunlardı:

Menât: Mekke ile Medine arasında, deniz sahiline yakın el-Musellel denilen bir yerdeydi. Ensar kabileleri, Sa'd, Huza'a vb. buna tapardı.

Lât: Taif'te idi. Taifliler buna taparlardı. Peygamberimiz (asm), Mekke'nin fethinden sonra Ebû Süfyan b. Harb ve Muğîre b. Şu'be'yi gönderip onu kırdırdı.

Uzzâ: Gatafan, Gânî ve Bahîle kabilelerinin putuydu. Peygamberimiz (asm), Hz. Halid'i gönderip, onu kırdırmıştır.

Hubel: Kureyş'in en büyük putuydu. Kırmızı akikten yapılmıştı.

Bunların dışında İs'af, Naile, Vedd, Suva', Yağûs ve Ya'ûk vb. adlarla meşhur başka putları daha vardı. Ki, bunlardan bazıları eski Arap şiirlerinde geçmektedir. Örneğin: Amr b. Humame ed-Dusî, Zülkeffeyn adlı putu yaktığı zaman şu beyti söylemiştir:

"Ey Zulkeffeyn, ben senin babandan kalma değilim. Benim doğumum senin doğumundan öncedir. Ben senin kalbine ateş doldurdum." (Şükrî, 2/209)

Araplar, putlarını taştan, ağaçtan vb. maddelerden yaptıkları gibi, yiyecek maddelerinden de yaparlardı. Meselâ, Hanife Oğulları kabilesi hurma ve undan yapmış oldukları büyük bir putu, kıtlık zamanında yedikleri için rakib kabilenin şairi tarafından şöyle kınanmışlardır:

"Hanife oğulları, kıtlık ve açlık zamanı tanrılarını yedi." (Kal'acî 1998, 16)

Yine başka birisi evinin bahçesine diktiği putuna bir tilkinin gelip bevlettiğini görünce, buna çok sinirlenmiş, bu saygısızlık karşısında kendisini koruyamayanın nasıl tanrı olabileceğini, tepesi atarak şöyle dile getirmiştir:

"Tilkinin başına işediği, tanrı mıdır – Dikkat edin, tilkilerin başına işedikleri aşağılanmıştır." (bk. age., a.y.)

Bu ve benzeri şiirlerle, Kur'ân-ı Kerim'deki bazı âyetlerden anladığımıza göre putperestlik Araplardan bir çoğunu tatmin etmiyordu. Onlar, asıl itibariyle Hz. İsmail (as) ve dolayısıyla da Hz. İbrahim'in (a.s.) inancına sahip olduklarından, bir Yüce Allah'ın varlığına inanıyorlardı. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de bazı âyetlerde bu hususa işaret edilmektedir: Mesela:

"Şayet onlara: 'Gökleri ve yeri yaratan kimdir?' diye soracak olursan, elbette 'Allah'tır' diye cevap vereceklerdir." (Lokman, 31/25)

"'Biz onlara sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.' (derler.)" (Zümer, 39/3)

Görüldüğü gibi Araplar, bu hususta bir çelişki içerisindeydiler. Kur'ân-ı Kerim'de birçok âyette bu çelişkiye dikkat çekilmiştir. Meselâ:

"Yaratan (Allah), hiç yaratamayan (putlar)a benzer mi? Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?" (Nahl, 16/17)

"O müşriklerin Allah'tan başka ibadet edip yalvardıkları sahte tanrılar ise, hiçbir şey yaratamazlar. Zaten kendileri yaratılmaktadırlar." (Nahl, 16/20)

Arapların putlara ibadet ve merasim şekillerini de kısaca şöyle sıralayabiliriz:

Putun huzurunda yalvarmak, yakarmak, belâ ve musibetler anında yardım etmesini, sıkıntılarını gidermesini istemek; Kâbe'deki putları ziyaret etmek, onların etrafında tavaf etmek, onlara secde etmek, yakarmak; putlar adına, onlara yakın olmak için kurban kesmek, ki Kur'ân-ı Kerim'de: "... putlara ait sunaklarda kesilen hayvanların etleri … size haram kılındı..." (Maide, 5/3) buyurularak, böyle bir davranış şiddetle yasaklanmıştır.

Putperest Araplar, yiyecek ve içeceklerinden yahut da ekin ve hayvanlardan bir miktarını putlara ve Allah'a verirlerdi, Kur'ân-ı Kerim, bunu da dile getirmekte ve yasaklamaktadır:

"Allah'ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan kendilerince Allah'a bir hisse ayırdılar da kendi batıl iddialarınca: 'Şu, Allah'ın' dediler, ‘şu da (ulûhiyette ortak edindikleri) putlarımızın.' Ortakları için ayırdıkları, Allah'ın hissesine konulmaz, ama Allah'a ait olanlar ortaklarının hissesine aktarılır. Bunlar ne kötü hüküm veriyorlar!’” (En'am, 6/136)

Araplar, putlara adak da adarlardı. Önemli bir işe veya yolculuğa karar verdikleri zaman, Kâbe'ye gelir, putlara kurban keserler; orada bulunan kâhin, içinde fal oklarının bulunduğu torbayı çıkarır ve o oklardan çekerdi. Bunlardan bazısında "yap", bazısında "yapma", bazısında da "boş" yazılıydı. "Yap" çıkarsa yapmak istediklerini yaparlar; yapma çıkarsa "vazgeçerler", "boş" çıkarsa, bir daha çekerlerdi. İslâm, bunları da yasaklamıştır. İslâm'da, herhangi bir iş konusunda karar verilemediği zaman, istişare ve istihare usûlü vardır.

O günün Arapları, öldükten sonra dirilmeye, âhirete inanmıyorlardı. Nitekim bir gün, Kureyş ileri gelenlerinden Ümeyye ibn Halef, çürümüş kemikleri eline alıp, Peygamberimizin huzuruna gelerek, bunları elinde ufalar ve havaya saçarak, aklınca Peygamberimizi (asm) mat etmek için: "Ey Muhammed, Allah'ın bunu da dirilteceğini sanıyor musun?" diye sormuştu. Peygamberimiz de cevap olarak, "Evet. Allah (c.c.), seni öldürecek, sonra diriltecek ve sonra ateşe atacaktır." cevabını vermişti ki, bu husus, Kur'ân–Kerim'de şöyle dile getirilmiştir:

"İnsan şunu hiç görüp düşünmedi mi: Biz kendisini bir nutfeden yaratmışken, yaman bir hasım kesildi bize. Nasıl yaratıldığını unutarak, bir de misal fırlattı bize: 'Çürümüş vaziyetteki o kemikleri kim diriltecek!' diye. De ki: 'Onları ilk defa yaratan diriltir; hem o, yaratmanın her türlüsünü bilir.'" (Yasin, 36/77–79)

Bütün bu bozuk inançlara rağmen, o dönem insanlarından Haniflik ve Hristiyanlıktan etkilenerek ahiret ve hesaba inananların da olduğunu görmekteyiz. Nitekim Cahiliye dönemi şairlerinden el–Ahnes ibn Şihâb et–Temîmî bir şiirinde şöyle der:

"Kuşkusuz Allah'ın, kulunu güzel işleri sebebiyle hesap günü ödüllendireceğini bildim." (Kal'acî, 18)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun