Nasıl bir dünya?
6.yy. sonlarında dünya hiç de içaçıcı bir yer değil.
Amerika kıtası uygarlıkları dünyanın geri kalanından, dünyanın geri kalanı da onlardan bihaber…
Yaklaşık 3000 senelik bir uygarlık geçmişine sahip olan Çin iç savaşlarla yorgun… Parçalanma sürecinde. Konfüçyüs düşüncesi artık gözde değil. Budizm yükselişte, fakat o da Çin insanının manevi/sosyal taleplerine gerçek bir çözüm sunamıyor. Budist tapınakları aslında birer banka ve rahipleri de tefeci.
Hindistan da Çin gibi 3000 seneyi aşkın bir uygarlık geçmişine sahip olmakla birlikte anarşi, iç savaşlar ve sömürüye mağlup bir çöküş dönemi içinde. Budizm kısa zamanda putperestliğe dönüşmüş, Hinduizm ve Brahmanizm’le beraber bu üç inanç sisteminin toplam put sayısı 400 milyonun üzerinde. Toplumun büyük kısmını “parya” haline getiren “kast sistemi” sayesinde, bu paryalardan birinin öldürülmesi durumunda sahibine ödenmesi gereken ölüm kefareti, köpeğin, kedinin, kurbağanın, karganın ve baykuşun kefareti ile aynı. Bir paryanın bir brahmana (din adamı) vurmasının cezası, kolunun kesilmesi… Kutsal kitap Veda’yı bir paryanın dinlemesi bile yasak ve yasağa uymamanın cezası kulaklarına sıvı kurşun dökülerek öldürülmesi. İnsanlar en yakınlarına bile alabildiğine zalim, acımasız:” Jal Parva” ismi verilen bir geleneğe göre her yeni evli çift doğan ilk çocuklarını, kutsal kabul edilen Ganj sularına bırakıyor ve herkesin bildiği o ünlü gelenek, kocası ölen kadınlar eşinin öte dünyada yalnızlık çekmemesi için onunla beraber yakılıyor… Diri, diri…
Türkler henüz Orta asya bozkırlarında… Doğu ve Batı kağanları tarafından yönetilen Göktürk devleti etkinliğini kaybetmiş ve halk Çin ve Hind kökenli kültür emperyalizminin etkisi altında.
Avrupa, Ortaçağ’ın en karanlık dönemlerini yaşıyor. Batı Roma imparatorluğu çökerek “her tarafı parçalanarak başı kalmış bir heykel” halini almış. Vizigotlar, İber yerlileri ve Franklarla, Normanlar da, İngiltere topraklarında, Saksonlarla savaş halinde. Bütün Avrupa vahşet ve cehalet içinde. Rahipler kadının insan olup olmadığını ve bir ruhu bulunup bulunmadığını tartışıyorlar, ciddi ciddi…
Doğu Roma’da halk “Maviler” ve “Yeşiller” ismiyle iki partiye bölünmüş ve nerdeyse savaş halinde. 532’de başkent Konstantiniyye’de yaşanan bir kargaşa sırasında 30.000 kişi ölmüş… Toplumsal hayat iki zıt kutbun çelişkisinde: Alabildiğine bir materyalizm ve zevk düşkünlüğü ile kopkoyu bir yobazlık… Jüstinyen kanunları köleliği yasaklamış gibi görünse de çocuklar bile babaların kölesi durumunda. Bir baba çocuğunu isterse öldürebiliyor ve hiçbir ceza da görmüyor. Artık kadının toplumsal statüsünü siz düşünün. Yasa maddelerinde kendisinden “şey” diye söz ediliyor. Hiçbir hakka sahip değil, hatta kul bile değil. Kiliseye gitmesi bile istenmiyor. Doğu Roma devleti Avrupa cephesinde güçlü, Asya cephesinde ise eski düşmanı Pers imparatorluğu karşısında istikrarsız bir durum sergiliyor… Bazen galip, bazen mağlup…
Hristiyanlık teolojik ve kurumsal yapısı itibariyle bu günkü şekline almış. 4.ve 5. yy.da yaşanan Tanrı’nın birliği-çokluğu tartışmaları büyük ölçüde sonuçlanmış ve Teslis teorisi galip gelmiş.
Yahudilik de aynı biçimde bu günkü durumuna gelmiş ve kendi evrimini(!) tamamlamış durumda.
Doğu Roma ile birlikte Orta Doğu’nun (ve aslında bilinen dünyanın bütününün) iki süper gücünden biri olan Pers imparatorluğu bütün yönleriyle, 6.yy. dünyasının en insanlık dışı, en baskıcı ve en zalim parçası. Nazi Almanyası ve Stalin Rusyası gibi totaliter rejimlerin 14 yy. geride kalmış bir prototipi olan Pers imparatorluğunda ateşe ve güneşe tapılıyor ve bir de imparatorun kendisine. Yeni bir Tanrı’ya tapınmak isteyenler, hâkim Tanrı(!) ateşe atılarak cezalandırılıyor. Tanrı(!) olduğu için imparatorun ismi ağza alınmıyor. Kan aldırmak ya da tedavi olmak istediğinde saray eliti ve başkent halkı bütün işine ve uğraşına ara vermek zorunda, çünkü Tanrının kanı akıtılıyor. Aksırdığında birinin kendisine dua etmesi ya da “çok yaşa” gibi bir dilekte bulunması yasak, çünkü o bir Tanrı(!) Toplumsal elite mensup birinin evini ziyaret etmişse o kişi, bütün mektuplarında ve işlemlerinde o günü tarihin başlangıcı olarak alıyor çünkü Tanrı(!) tarafından o gün onurlandırıldı. Bütün topraklar, mallar ve gelirler imparatorun kişisel mülkü sayılıyor. Yüzyıl başlarında halk arasında ciddi bir yayılım gösteren Mazdek inancı ise bir erken-dönem komünizm uygulaması… Başta kadınlar olmak üzere hemen her şeyi ortak sayan ve ahlak kavramını kökünden reddeden bir anlayış. Gerçi bir süre sonra Pers devletiyle girdiği çatışmada yenilip yeraltına çekilmek zorunda kalacak. Fakat yine de halk arasında geniş bir taraftar kitlesine sahip olmaya devam ediyor.
Bütün bu vahşete rağmen, aynı Doğu Roma gibi, Pers imparatorluğu da güçlü bir orduya ve güçlü bir devlete sahip. Bölgesinde ciddi bir endişe kaynağı. En büyük siyasi/askeri rakibi ise (yukarıda geçtiği gibi) Doğu Roma.
Bütün yüzyıl, Doğu Roma ve Pers imparatorlukları arasındaki mücadele ile geçiyor. Temel sorun Orta Doğu’nun ekonomik egemenliğini ele geçirme konusu... (Görüldüğü gibi 15 yy.dır çok bir şey değişmemiş) Çünkü bu egemenlik dünya egemenliğinin kilidi. İpek yolu üzerinde tam bir denetim kurmak için Pers imparatorluğunun ön bahçesi olarak gördüğü Ermenistan’ı ve Doğu Anadolu’yu ele geçirme peşinde olan Doğu Roma’ya karşı Persler de aynı amaçla Suriye ve Mısır’ın peşindeler. 502, 527, 540, 562 ve 572 yıllarında tekrar tekrar başlatılan savaşlar Hz. Muhammed’in bütün yaşamı boyunca da devam edecek.