MATUH (BUNAK -BUNAMIŞ)
Bunak, bunamiş. Ateh kökünden türemiş arapça bir isim; aklin olaylari dogru bir şekilde anlayip idrak etmesine engel olan bir hastalik. Buna dilimizde "bunaklik" veya "bunama" denir. Bu hastalik, çogunlukla yaşlilarda görülür. Bunama ve akil hastaligi Islâm hukukunda kişinin edâ ehliyetini etkileyen semavî arizalardandir. Bunama ile akil hastaligi arasindaki fark; birincide sükunet ve durgunluk; akil hastaliginda ise heyecan ve taşkinlik hakimdir. Bazi Islâm hukukçulari, bunaklikla akil hastaliginin ayni türden oldugunu, diger bir deyişle, bunlarin ayni türün iki farkli mertebesi oldugunu ileri sürmüşlerdir. Buna göre, aklindan özürü bulunan bir kimse, eger hiç bir şeyi düşünüp kavrayamayacak bir durumda ise ona "akil hastasi"; eger bazi olaylara akil erdirebiliyorsa; bazi sözleri akil hastasinin sözlerini andirmakla birlikte, bazi sözleri de normal insanlarin sözlerine benziyorsa "bunamiş (matuh)" denilir. Buna karşilik bazi hukukçular bu iki hastalik arasinda fark görürler. Bu görüşe göre bunak, gel-git akilli kimsedir. Temyiz gücünü kaybettigi zaman akil hastasi hükmünde olur ve edâ ehliyetini tamamen kaybeder. Temyiz gücüne sahip olmasi durumunda, tipki mümeyyiz çocuk gibi "eksik ehliyetli" olur.
Diger yandan, Islâm hukukçularinin büyük bir bölümü biraz daha farkli bir yol izleyerek, bunamiş kimsenin ancak mümeyyiz olabilecegini, temyiz gücünü yitirdiginde ise akil hastasindan hiç bir farki kalmayacagini ifade etmişlerdir (Ebû Zehra, el-Ahvâlu`ş-Şahsiyye, Kahire 1957, s. 445-446).
Bunak, Mecelle`de, "anlayiş ve kavrayişi az, sözü karişik ve kendini iyi idare edemeyen" kişi olarak tarif edilmiş (Mecelle, mad. 945) ve matuh`un eda (fiil) ehliyeti açisindan, mümeyyiz çocuk sayildigi (Mecelle, mad. 978) ve tipki mecnun ve çocuk gibi zaten ehliyeti kisitli (mahcur) oldugu (Mecelle, mad. 957) ifade edilmiştir. Bu itibarla bunamiş kişiye bir kanuni temsilci tayin edileceginden o, başkasina veli olamaz.
Bu duruma göre, bunagin hukukî tasarruflari mümeyyiz küçükte oldugu gibi üç kisma ayrilir:
1) Matuh`un, hibeyi ve hediyeyi kabul etme gibi, kendisi hakkinda sirf yarar olan ve zarara ihtimali bulunmayan tasarruflari. Bunlar, matuh`un kanunî temsilcisinin izin ve icazeti olmadan da geçerli olur.
2) Başkasina bir şey bagişlama gibi, kendisi hakkinda sirf zarar olan tasarruflari. Bunlar matuh`un kanunî temsilcisinin icazetiyle bile geçerli olmaz. Bunagin boşamasi da bu gruba girer (bk. Buhâri, Talâk, II/VI,169).
3) Yarara ve zarara ihtimali bulunan, alim-satim, kira gibi akitleri matuh`un bu türden akitlerinin işlerlik kazanip hüküm ve sonuçlarini meydana getirebilmesi, kanunî temsilcisinin icazetine baglidir. Kanunî temsilci, icazet verip vermemekte serbest olup, icazet verirse akit muteber olur, vermezse batil olur (Mecelle, mad. 967, 978).
Bulûğdan sonra ateh`in bütün hükümler konusunda mümeyyiz çocuk hükmünde olduğu, ateh`in söz ve fiillerin sıhhatine engel teşkil etmediği, fakat sorumluluk yüklenmeye (uhde) mani olduğu kabul edilmekle beraber; tazmin yükümlülüğü açısından, matuh`un, istihlak ettiği malları tazminle mükellef tutulması "uhde" kapsamı dışında tutulmuştur. Diğer bir ifadeyle, tazmin yükümlülüğü, failin kasd ve ihmalinden değil de zarara uğrayanın dokunulmazlığı ve korunması açısından gerekli olup cebren meşru kılındığı için, kişinin matuh olması, zayi ettiği başkasına ait malın dokunulmazlığını ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla matuh, fiilî tasarruflarından sorumludur (el-Habbâzî, Celaluddin Ebû Muhammed Ömer b. Muhammed (ö. 691/1292); el-Muğnî fi Usûli`l-Fıkh, Mekke 1983, s. 372).
Diğer yandan matuh`un namaz vb. gibi bedenî ibadetlerle yükümlü olup olmadığı tartışılmakla birlikte, İslâm hukukçularının çoğunluğu, matuh`tan şer`î hitabın kaldırıldığını, dolayısıyla onun tıpkı akıl hastası gibi, bedenî ibadetlerle yükümlü olmadığını belirtmişlerdir.
Matuh`un fiil ehliyeti kısıtlı olduğundan, suç işlediğinde, uygulanması failin kasd ve tecavüzüne bağlı olan kısas, el kesme, dayak gibi cezalar uygulanmasa da, hapis gibi tedbir amaçlı veya diyet gibi tazmin amaçlı cezalar uygulanabilir.