Aniden ortaya çıkış (Bilim 'Yaratılış' Diyor -14)

Fosil eksikliğini izah için ortaya atılan bir iddia: Aniden ortaya çıkış

Fosil kayıtlarındaki boşlukların açıklanmasında zorlanan evrimcilerin, kayıtların eksikliği, araştırmalardaki yetersizlik ve sıçramalı denge dışında, çıkış için müracaat ettikleri dördüncü bir açıklama tarzı da, birden bire ortaya çıkıştır. Tabiî böyle bir açıklamaya müracaat etmek, fosil boşlukların gerçek olduğunu ve dolayısıyla fosil kayıtlarındaki devamsızlıkların hayatın tarihçesindeki devamsızlıkları temsil ettiğini kabul etmektir. Bu aynı zamanda, sadece büyük hayvan gruplarını birbirine bağlayan geçiş fosillerinin eksik olduğunu söylemenin dışında, geçiş bağlantılarının hiçbir zaman var olmadığını söylemektir.

Âniden ortaya çıkış, fosil kayıtlarının dış görünüşüne dayalı bir yorumdur. Buna rağmen, bu açıklama hemen beraberinde bir soru getirir: ilk olarak yeni bir biyolojik form nasıl meydana gelmiştir (birden bire mi yoksa başka bir türlü mü)? Biyolojik evrim için öne sürülen materyalist teoriler, maddî mekanizmaların yeni biyolojik formları ortaya çıkardığını söyler. Hâlbuki bu tarz mekanizmalardaki (bilhassa, Darwin'in tesadüfî varyasyon ve tabiî seleksiyon mekanizmalarındaki) problem, ister teorik olarak, isterse lâboratuvar deneyleri açısından, bu mekanizmaların biyolojik sistemlerde var olan fonksiyonel bilgiyi ortaya çıkaracak güçte, yeterli sebep-netice bağlantısı ortaya konulmamasıdır.

Geçiş formlarındaki kıtlık, bilhassa filum (şube) gibi büyük taksonomik grupların birbirine bağlanmasında görülen eksiklikler, evrim teorisine çıkış arayanlar için çok büyük sıkıntı teşkil etmektedir. İddia edilen evrim mekanizmaları, vehmedilen bütün güçleri ile gerçekten biyolojik evrimi ilerletme konusunda, sebep-netice münasebeti açısından yeterli olsaydı, hem geçiş formları var olurdu hem de fosilleşirlerdi. Nitekim sıçramalı denge çıkışı da, tür ve cins seviyesindeki geçişlerin fosil kayıtlarında neden olmadığını açıklayabilir; ancak yüksek seviyede geçişlerin, meselâ, filum seviyesindeki (eklembacaklılardan-yumuşakçalara veya omurgalılara) geçişlerin niçin olmadığını açıklamaz.

Farz edelim ki âniden ortaya çıkış sadece fosil kayıtları ile ilgili değil, aynı zamanda, hayatın tarihi ile ilgili bir gerçek olsun ve farz edelim büyük organizma grupları arasındaki geçiş formları asla var olmamış olsun. Bu durumda, çok zengin ve çeşitli sanatlı organlara sahip biyolojik formları ortaya çıkarmak için ne gibi hâdiseler meydana gelmiştir? Biyolojik komplekslik ve çeşitliliğin altında yatan sebep veya sebepleri izah için evrimcilerin işine gelebilecek ve kullanabilecekleri dört ihtimal vardır:

1. Biyojenik olmayan ortaya çıkış: Canlı organizmalar, diğer organizmaların doğrudan sebep-netice bağlantısı olmayan bir şekilde kendi kendine oluşmuşlardır, yani cansız varlıklar (elementler) canlılığa sebep olmuştur.

2. Simbiyojenik yeniden organizasyon: Farklı türlerden farklı canlılar bir araya geldiği ve kendilerini yeni bir organizma olarak yeniden organize ettiklerinde yeni organizmalar meydana gelebilir.

3. Biyojenik yeniden icat olma: Organizmalar hayat akışlarının ortasında kendilerini yeniden icat ederler(!) Hayatlarının belli bir noktasında belirli morfolojik ve genetik özelliklere sahip olan canlılar, başka bir zamanda bu özelliklerin büyük ölçüde değişmiş hâllerine sahip olabilirler.

4. Üretici dönüşüm veya transmutasyon: Organizmalar, nesillerini sürdürmek için üreyip çoğalırlarken, kendi özelliklerinden büyük ölçüde farklı yavrular üretebilir(!)

Bu ihtimaller herhangi bir mantık ölçüsüne vurulmadan ilk bakışta göründüğü kadar tuhaf gelmeyebilir. Biyojenik olmayan (abiyogenesis), ortaya çıkışın en azından hayatın başlangıcında bir kere bile olsa ortaya çıktığını iddia edenlerin bu iddiası ilk ve ortaçağlarda kalmış bir görüş olup, yüzlerce kere çürütülmüş ve cansızdan kendi kendine veya tesadüfen bir canlının çıkmayacağı kesin olarak gösterilmiştir.

Simbiyojenik yeniden organizasyon, Lynn Margu­lis'in çalışmalarında savunduğu bir iddiadır. Bu görüşünü savunacak bazı deliller ortaya koymakla birlikte bunların yorumunda çok peşin hükümlü ve yanlı bir tavır sergilemektedir. Gerçekten bazı organizmalar farklı iki organizmanın bir kombinasyonudur. Meselâ, ağaçlar ve kayalar üzerinde gördüğümüz likenler, aslında bir mantar ve fotosentez yapan bir yeşil algin ortaklığından meydana gelmiş, hususi bir terkiptir. Likeni karanlıkta tutarsak, sadece mantar kısmı hayatta kalır. Eğer likeni su içine yerleştirirsek, mantar kısmı ölür ve sadece yeşil alg büyür ve gelişir. Fakat bu sadece çok sınırlı bir örnek olup, âniden ortaya çıkmaya örnek olamaz. Yaratıcı'nın farklı iki canlıya verdiği hususi bir imkân dâhilinde, yine sınırsız bir ilim ve kudretin eseri olarak sergilediği yeni bir görünümdür.

Biyojenik yeniden icat'ı ileri sürenler, belirli organizmaların hayat devrelerinin bir safhasından bir diğerine geçtiklerinde tamamen tanınamaz bir hâl almalarını buna delil gösterirler. Meselâ, bir kelebek metamorfoz geçirip tırtıl hâlinden ergin bir kelebek hâline gelirken çok farklı bir şekle bürünmektedir. Gerçeği bilmeyen birisi o tırtılın, kelebek olacağını aklına getiremez. Bu mânâda belki de tırtıl, yeni bir hayvana dönüşmüştür denebilir. Fakat bu tarz yeni bir canlıya dönüşme tamamen aldatıcı bir dış görünüştür. Çünkü bu durum, aynı organizmanın hayat devresinin içinde meydana gelmiştir. Bu, aynı türün genetik programı dâhilinde cereyan eden bir gelişme sürecidir. Hiçbir zaman organizmaların nesilleri boyunca devam eden ve bir organizmanın belirli bir noktadan sonra farklı bir organizmaya döndüğü, sonra da o yeni bir organizma olarak hayatını sürdürdüğü ve onun da bir müddet sonra başka bir canlıya dönüştüğü tarih boyunca ne görülmüş, ne de duyulmuştur.

Son olarak, ele alacağımız ve bir zamanlar evrimci literatürde hararetle tartışılan üretici transmutasyon ismi verilen hâdise nasıl bir şeydir? Evrimcilerin beklentisine göre temelde bir biyojenik yenilik üretme yoludur. Bu beklentiye göre organizma üreme durumundayken genleri yeniden karılır ve bütün genetik programlar kendi kendine yerli yerine oturur ve kendisinden çok farklı yavrular üretilir. 1930'larda, paleontolog Otto Schindewolf, fosil kayıtlarında eksik olan ara formların eksik olmasının sebebinin henüz bulunmamış yahut bulunamıyor olmalarını değil, aslında hiç var olmadıklarını iddia etmiştir. Schindewolf, evrim adına ortaya çıkan bütün büyük değişmelerin tek bir büyük adımda meydan geldiği, sıçramalı bir görüş ileri sürmüştür. Bu şekilde, meselâ, yumurtlayan bir sürüngenin yumurtasından bir kuşun çıkması gibi sürüngenden kuşa evrimci bir dönüşümün meydana geldiğini teklif etmiştir (aralıklı dengedekinin aksine, buradaki sıçramalar büyüktür).

Genetikçi Richard Goldschmidt, bu olmayacak ihtimali 1940'larda düşünmüş ve transmutant olan yavruyu "ümit veren canavar veya ucube" olarak isimlendirmiştir. Goldshmindt, Schindewolf'un öne sürdüğü büyük evrim değişmelerine sebep olabilecek bir mekanizma bulmak istemiş ve aradığı cevabı embriyolojik ucubelerde bulmuştur. Nadiren de olsa, hayvanlar iki kafalı, bacakları eksik veya fazla, bazı diğer çarpıcı deformasyonlara ve anomalilere sahip yavrular üretir. Zigot veya embriyo döneminin herhangi bir safhasında çeşitli iç veya dış tesirlerle mutasyona maruz kalan organizmanın genomundaki ileri derecedeki bozulmalarla ortaya çıkan bu tarz ucubeler genellikle üreyecek kadar hayatta kalmazlar. Bu yüzden hilkat garibeleri de diyebileceğimiz bu mutant organizmalar aslında "ümitsiz ucubelerdir." Evrimcilerin beklentisi ise, bu hilkat garibeleri arasında bazılarının hayatta kalmayı ve üremeyi kolaylaştıran faydalı özelliklere sahip olmalarıdır. Çünkü ancak bu tür "ümit veren ucubeler", Schindewolf'un fosil kayıtlarındaki boşlukları izah için gerekli sıçramaları yapabilir. Fakat Goldshmindt'in ümit veren ucube teorisini destekleyecek hiçbir ciddi delil yoktur ve çoğu evrimci bile ilk öne sürüldüğü zamanlar bu ümit verici ucubeler teorisiyle dalga geçmiştir.

Bu beklentilerin hepsi de âniden ortaya çıkışa ait kurgulanmış süper senaryolar olarak takdir alabilir; ama biyolojik gerçeklerle asla uyuşmamaktadır. Bu senaryolara göre belirli bir ânda çalışmaya başlayan bir bilgisayar programı gibi, organizmalar bir nesilde âniden değişmektedir. Bir zamanlar belli bir tarihte aktif hâle geçecek şekilde programlanan bilgisayar virüsü gibi, canlıya ait biyolojik bilginin kodlandığı genlerin de bir gün kendiliğinden faaliyete geçerek ait olduğu programdan çok farklı yeni yavrular üretmeye başlaması ümit edilmektedir. Meselâ, Fransız paleontolog Anne Dambricourt Malassé, üretici transmutasyonun insan türünü meydana getirdiğini ve bunun belirli bir zamandaki farklı maymun türlerinin çaprazlanması neticesi meydana gelmesinin programlandığını iddia etmektedir.1 Programlama ise sonsuz bir ilim ve kudrete sahip bir programlayıcıyı veya daha açık ifadesiyle bir Yaratıcı'yı gerektirir.

Muhal farz yukarıdaki dört ihtimalden biri gerçekleşmiş olsaydı, bu durum fosil kayıtlarında büyük hayvan grupları arasında geçiş formlarının olmamasını açıklayabilirdi. Bu takdirde demek ki, bu fosiller eksiktir ve hiçbir zaman da var olmamışlardır. Bütün bunlara rağmen, bu dört ihtimalin, hayatın menşeine ve daha sonra gelişmesine dâir evrimci beklentilerle uyuşması son derecede zor ve muhaldir. Her şeyden önce simbiyojenik yeniden organizasyon dışında, bu ihtimallerin üçünün gerektirdiği, organizmalardaki âni ve plânlı değişimleri tesadüfle açıklayacak hiçbir maddî mekanizma bilmemekteyiz. Bir Yaratıcı'nın ilim ve kudretine ihtiyaç duymadan bu üç ihtimalden herhangi birinin meydana gelmesi için çok büyük derecede iyi şanslar gerekmektedir. Gerçekleşmesi muhal veya gayrimümkün olan böyle bir şansı anlatabilmek için astronom Fred Hoyle'un kullandığı benzetmeyi zikredersek; "Böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi, metal ve plâstik yığını bir hurdalıkta esen bir kasırganın kendi kendine bir Boeing 747 oluşturmasını beklemek gibidir."

Schindewolf ve Goldschmidt'in görüşleri biyoloji camiası tarafından büyük çoğunlukla kabul görmemiştir. Sonsuz bir ilim ve kudret sahibi Yaratıcı'nın takdiri dışında, organizmaların bir nesil içerisinde -bir sürüngenin bir kuşa dönüşmesi gibi- büyük değişmeler yaşayabileceğini gösteren hiçbir delil yoktur.

Simbiyojenik yeniden organizasyon iddiası yukarıdaki diğer üç ihtimalden biraz daha uygun bir tercih gibi görüldüğü için bazı biyologlar, son zamanlarda âniden ortaya çıkma görüşüne bu zâviyeden yaklaşmaya başlamışlardır. Bu biyologlara göre, eğer bir organizma, bir başka organizmanın genomik bilgilerini elde edebilirse, âniden büyük bir değişim geçirebilir. Bu tarz simbiyojenik yeniden organizasyon veya melezlenme, Lynn Margulis'in çalışmalarının temelini teşkil etmektedir.2 Margulis simbiyojenik yeniden organizasyon durumları için, mevcut bazı canlılardaki güzellikleri kendi yorumlamalarıyla değerlendirerek birçok enteresan delil sunduğunu söylemektedir. Fakat bunların hiçbiri oluş safhasında veya işleyen bir süreç içinde gözlenen durumlar değildir. Mevcut duruma bakıp "şöyle.. şöyle olmuş olabilir..." gibi bir iddiadan öte bir şey değildir ve bu sürecin âniden meydana çıkış problemine nasıl bir çözüm oluşturduğuna dâir hiçbir elle tutulur gerekçe sunulmamaktadır. Simbiyojenik yeniden organizasyon, en iyi ihtimalle, yaratılmış olan mevcut özelliklerin bir karışımı olabilir; ancak yeni bir özellik yaratamaz. Canlı gruplarında sergilenen (solungacın akciğer olması, yüzgecin bacak olması gibi) büyük yenilikler ise, böyle farklı genomların karışmasıyla ulaşılabilecek şeyler değildir. Hâlbuki bu tip büyük yenilikler gerektiren orijinal organ ve yapıları izah etmek için, âniden ortaya çıkış teorisi ortaya atılmıştı; fakat tam aksine çıkmaz bir sokağa girilmiş olmaktadır.

Simbiyotik Yeniden Organizasyonun Aşamadığı Problemler
Âniden ortaya çıkışın açıklanması problemine genel bir çözüm olarak öne sürülen simbiyotik yeniden organizasyon iki ciddi problemle karşı karşıyadır:

1. Bu iddiayı geçici bir müddet doğru kabul ederek neticesini ele alırsak; bu iddia, en iyi ihtimalle var olan yapıları yeniden organize edebilir. Fakat kendi başına yeni yapılar meydana getiremez. Allah'ın ilim ve kudretiyle, hikmetli bir şekilde yaratmasının dışında, simbiyotik yeniden organizasyon, uyumlu organizmalar değil, başarısız modeller veya canavarlar üretir. Efsanelerde bahsedilen bu canavarlar, hayalî ve karmakarışık yaratıklardır. Homer'in İlyada destanındaki, önde aslan, arkada yılan ve ortada dişi keçiden yapılmış üç bedenli canavar gibi mahlûklar hiçbir zaman yaşamamıştır.

2. Mevcut yapıların yeniden organizasyonunda, var olan parçaları koordine etmek, onları mânâlı bir bütünlük, ideal bir fonksiyonellik, hikmetli ve estetik bir güzellik içinde birleştirmek için küllî bir ilme ve muhit bir hikmete sahip olmak gerekir. Lynn Margulis'in örneklerinden biri olan bir dizüstü bilgisayar, bir televizyon ekranı, bir yazı klavyesi ve diğer aksamla birlikte kombine eden sentetik bir bütündür. Ancak, bu terkibin sentetik bir bütün olarak çalışır hâle gelmesi için, parçaları birbirleri ile dikkatle düzenleyen/koordine eden bir bilgiye ihtiyaç vardır. Bilgisayar programları, yazılımı ve donanımı hakkında hiçbir bilgisi olmayan birisi, bu âletin hiçbir parçasını diğerleriyle uyumlu ve fonksiyonel şekilde birleştiremez. Margulis, simbiyotik yeniden organizasyonun biyolojide başarılı olabilmesi için gerekli olan adaptasyonu ve koordinasyonu yapan bir Yaratıcı'yı kabul etmemek için, birçok evrimcinin yaptığı gibi bu güç ve iradeyi "tabiî seleksiyonda" aramayı tercih eder. Ancak, tabiî seleksiyonun, bu tarz bir sebep-netice münasebetine bağlı gücünü göstermek yerine, sadece bunun böyle olduğunu iddia etmektedir. Canlılar dünyasının her yerinde kendini gösteren ve hassas bir şekilde hazırlanmış, hem sanatlı ve hikmetli, hem de kompleks olmakla beraber uyumlu ve âhenkli yapılar (meselâ, ribozomlar, genetik kod, indirgenemez komplekslik gösteren mitokondri gibi biyokimyevî makineler ve her yerde bulunan çok çeşitli proteinler), hiçbir şekilde akılsız ve şuursuz simbiyotik yeniden organizasyonun birer neticesi olamazlar.

Bizim varlıkların yaratılışını sonsuz bir ilim ve kudretin tecellisi olarak görmemiz, onları tamamen fizikî ve tabiî sebeplerden bağımsız, hattâ fizik kanunlarına aykırı bir şekilde, perdesiz ve apaçık ortaya çıkmış mu'cizeler şeklinde görmemizi gerektirmez. Canlılar tarihi de izi sürülebilir ve bazı ipuçlarından hareketle tahminlerde bulunulabilir tabiî bir yaratılış sürecine sahip olabilir. Fakat bu fizikî ve tabiî süreçler, yaratılış mu'cizesini perdelemek, imtihan sırrını bozmamak için konulmuş basit perdelerdir. Bu perdelere takılırsak, sonsuz ilim ve kudret sahibi, hikmetli yaratan Allah'ı (celle celâlühü) gözden kaçırabiliriz. Yaratılmış her varlık başlı başına bir mu'cize olmakla beraber, insan aklının hakkının verilmesi ve imtihanda kullanması için fizikî, kimyevi ve biyolojik prensipler yaratılış mucizesine perde edilmiştir. Gerçek bilim adamı bu perdelere takılmadan arkadaki gerçek faili gören ve onu hakkıyla tanıyan, tanımanın gereğini yerine getiren olmalıdır.

Dipnotlar:
Malassé, A. D., Debenath, A. and Pelegrin, J. (1992): On New Models fort the Neanderthal Debate. Current Anthropology 33 (1): 49-54.
Margulis, L., and Sagan, D. (2002): Acquiring Genome: A Theory of the Origins of Species. New York, Basic Books.

(Prof.Dr.Arif SARSILMAZ)

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 100+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun