ABD

Kul, köle, mahlûk, insan. İtaat etmek, boyun eğmek, tevâzu göstermek, daha açık bir ifade ile kişinin bir kimseye, ona isyan etmeden ve ondan yüz çevirmeksizin itaat etmesidir. Abd kelimesinin masdarı olan ubudiyyet (kulluk etmek) insanın sıfatıdır. Sâmî menşeli olduğu için; İbrânîce'de ve diğer akraba dillerde de görülen Abd kelimesi, Arapça'da bazı hususiyetler ifade etmektedir. insanın yaratılış hikmetinin Allah'u Teâlâ (c.c.)'ya kulluğa dayandığı kat'i nasslarla sabittir.

"Bana karşı imtihan ettiğin -başıma kaktığın- ganimet, İsrailoğullarını kendine kul -köle- edindiğin için. " ifâdesindeki meâl, Musa (a.s.)'ın Firavuna cevabında olduğu gibi "kul", "köle" edindin demektir (eş-Şuarâ, 26/22).

Abd kelimesinin masdarı olan ubûdiyet ve kulluk, insanın; rubûbiyet ise Allah'ın sıfatıdır. Zaman zaman müstekbir ve mütekebbir insanlar, ilâhlık taslayarak Allah'a ait vasıfların kendilerinde de bulunduğunu iddia ederler. Bilhassa hüküm vermede ve kanun yapmada bu durum kendini açıkça belli eder. Cenâb-ı Hak ise bu durum karşısında bütün insanların kul olduğunu, hüküm koymanın yalnız Allah'a ait bulunduğunu, bir insanın Allah'ın hükümlerine bağlı kalarak mükemmel bir kul ve insan olacağı üzerinde Kur'ân'da ısrarla durmuştur.

Kur'ân-ı Kerim'de: "Cinleri ve insanları, bana ibadet etmeleri için yarattım" (ez-Zâriyât, 51/56) hükmü beyan buyurulmuştur. Bütün peygamberler abd olduklarını övünerek söylemişlerdir. Hristiyanlar tarafından ilâh olduğu ileri sürülen Hz. İsa (a.s.) bu iddiayı kesinlikle reddederek Kur'ân-ı Kerim'in tabiriyle şöyle der: "Ben Allah'ın bir kuluyum." (Meryem, 19/30). Hz. Davud (a.s.) için "O ne güzel bir kuldu" (Sâd, 38/30) diye buyrulurken Hz. Eyyüb (a.s.) hakkında da sabrından dolayı şöyle ifade edilmektedir: "Gerçekten biz onu sabırlı bulmuştuk. O ne güzel kuldu" (Sâd, 38/44). Kur'ân-ı Kerim'de birçok isim ve sıfatla anılan Hz. Peygamber (s.a.s.) için en şerefli isim olarak "abd" tabiri kullanılmaktadır. Cenâb-ı Allah'a en yakın bulunduğu Mîrac gecesinde kendisinden "abd" diye sözedilmektedir (el-İsra, 17/1; en-Necm, 53/10) .

Rasûlullah (s.a.s.)'in "abd" yönü ve özelliği rasûl sıfatından daha üstündür. Zira kul olma yönüyle Hakk'a ubûdiyet özelliğini yansıtır; rasûl yönüyle ise insanlara tebliğ özelliğini ifade eder. Allah'a yönelik kul olma özelliği, halka yönelik rasûl özelliğinden daha önemli ve daha üstündür. Bundan dolayı da Kelime-i Şehâdet ve Kelime-i Tevhid'de önce abd (kul) sıfatı sonra rasûl sıfatı zikredilmektedir. Aynı şekilde Cenâb-ı Hakk Kur'ân-ı Kerim'de "Allah Kur'ân'ı kuluna indirdi." (el-Kehf, 18/1) âyetiyle peygarnberlik görevinden söz ederken Rasûlullah'tan "kul" diye söz etmektedir.

Hz. Âdem (a.s.)'den itibaren bütün peygamberler insanları, Allah'u Teâlâ (c.c.)'ya ibadet etmeye davet etmişlerdir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de "Andolsun ki biz her kavme: -Allah'a ibadet edin, tâğuta kulluk etmekten kaçının diye- (tebligat yapması için) bir peygamber göndermişizdir" (en-Nahl, 16/36) buyurulmaktadır. Bilindiği gibi tâğut; Allah'u Teâlâ (c.c.)'nın indirdiği hükümlere karşı ayaklanan (tuğyan eden) her güce verilen bir isimdir. Bunun insan olması, şeytan olması, put olması veya bir ideoloji olması, mahiyetini değiştirmez. Nitekim: "İman edenler, Allah yolunda cihad ederler; küfredenler de (kâfirler) tâğut yolunda savaşırlar" (en-Nisâ, 4/76) âyet-i kerimesi insanların, ya Allah'a iman edip O'nun dini için cihad edeceklerini, ya da küfredip (kâfir olup) tâğut yolunda savaşacağını sarih olarak ortaya koymuştur. Bu iki hâlin dışında, üçüncü bir hâlden söz etmek mümkün değildir. Bu mücadelenin ortaya çıkardığı hukûkî bir durum "abd" kavramı ile alâkalıdır. Şöyle ki; abd kelimesi, köle mânâsına da kullanılmıştır. (el-Bakara, 2/221) Şimdi bu mâhiyet üzerinde kısaca duralım.

Ruhlar âleminde iken Allah'u Teâlâ (c.c.) bütün insanlardan "mîsak" almıştır. Bu bir anlamda Allah'u Teâlâ (c.c.) ile insanlar arasında tahakkuk eden mânevî bir mukaveledir. Her mü'min "Ne zamandan beri müslümansın?" suâline; "Kâlû Belâ'dan beri" diyerek, bu manevî mukâveleyi ikrar eder. Kur'ân-ı Kerim'de; Allah (c.c.)'ın "emâneti" göklere, dağlara ve yeryüzüne teklif ettiğini, onların bu emanetin ağırlığı karşısında endişeye düştükleri, insanın ise kendi iradesiyle yüklendiği bildirilmiştir. (el-Ahzab, 33/72) Emânet; Allah'u Teâlâ (c.c.)'nın tekliflerinin tamamına verilen isimdir. Ruhlar âleminde gerçekleşen mîsak ve yüklenilen emânet sebebiyle; insan, yeryüzünde Allah (c.c.)'ın halîfesi hükmündedir. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in: "Her doğan çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar" müjdesi sarihtir. insan; dünyaya geldikten sonra mîsakı unutur, emânete ihanet eder ve İslâm'a karşı savaşırsa "kölelik" (abd, rakik, memlûk, cariye vs...) gündeme girer. Nitekim Molla Hüsrev: "Kölelik; tevhid akîdesinden yüz çevirmenin cezası olarak, Allah'u Teâlâ (c.c.)'nın takdir ettiği bir hakirliktir" (Molla Hüsrev, ed-Dürer, İstanbul 1307, II, 6) diyerek, meselenin içeriğine işaret etmiştir. İbn Âbidîn'de bu konuyla ilgili olarak şu hükümlere yer verilmiştir: "Bulunan çocuk (lâkit) bütün hükümlerde hürdür. Hattâ kazf (zina isnadı iftirası) edene, had vurulur. Çünkü âdemoğlu için asıl olan hürriyettir. Zira insanlar müslümanların en hayırlıları olan, Hz. Adem ile Hz. Havva'nın çocuklarıdırlar. Bazı insanlardaki kölelik hâli ise, daha sonra ortaya çıkan küfür sebebiyle meydana gelmiştir." Dikkat edilirse köleliğin tahakkuku, ruhlar âleminde gerçekleşen mîsakı reddetmek ve emânete ihanet ederek İslâm'a karşı savaşmakla ilgilidir. Müsteşriklerin (veya onları taklid eden kimselerin) iddia ettikleri gibi kaba kuvvetle alâkası yoktur. Rasûlullah (s.a.s.)'ın hür bir insanı, kuvvet kullanarak kendisine hizmetçi yapanın namazının asla kabul edilmeyeceğini ve kıyâmet gününde onun karşısında olacağını ifade ettiği bilinmektedir. (Buhârî, İcare, 10) Dolayısıyla bir İslâm beldesi kâfirlerin istilâsına uğrarsa, o beldedeki müslümanlar "esir" olabilirler, ancak kat'iyyen "köle" olamazlar.

Râgıp el-İsfahânî; "abd" kavramının Kur'ân-ı Kerim'de dört ayrı mahiyeti ifade için kullanıldığını kaydeder. Bunlar: 1) Hukûkî açıdan köle mânâsına: el-Bakara Sûresi'nin 221. âyetinde olduğu gibi. 2) Yaratılması bakımından abd: Bu mâhiyette, sadece Allah'u Teâlâ (c.c.)ya nisbet edilerek kullanılır. Nitekim Rasûl-ü Ekrem (s.a.s.): "Hiç biriniz (elinizin) emrinizin altında bulunanlara kulum demesin. Çünkü hepiniz Allah'u Teâlâ (c.c.) 'nın kullarısınız" diyerek bu mahiyete işaret etmiştir. 3) Allah'a kulluk yapması açısından abd: İster hür, ister köle olsun şer'î hududlara riâyet eden kimse. 4) Dünyaya ve dünya servetine kul haline gelen abd: Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in: "Kahrolsun altına, gümüşe ve lükse kul olan insan" (Tirmizî, Zühd, 42) diye zemmettiği kimseler.

Kelime-i Şehâdet getirirken; bütün ilâhları reddettiğimizi, sadece Allah'u Teâlâ (c.c.)'ya iman ettiğimizi, Peygamber Efendimizin (s.a.s.) önce "abd" (kul), sonra "rasûl" olduğunu ikrar ve tasdik ediyoruz. Dikkat edilirse, kelime-i şehâdette geçen kavramlardan birisi de "abd" kavramıdır. İnsanın sıfatı; Allah'u Teâlâ (c.c.)'ya kul olmasıdır: Eğer bu sıfat kaybedilirse, tâğut'un esiri haline gelme tehlikesi mevcuttur. Allah'u Teâlâ (c.c.)'ya kulluk eden kimseye "hür insan", tâğuta kulluk edene de "köle" denilir. Bu mahiyet asla unutulmamalıdır. Hz. Âdem (a.s.)'den beri devam eden mücadelenin mahiyeti "abd" kavramı ile izah edilebilir. Zira bütün peygamberler insanları "Allah'a kulluk (ibadet) edin, tâğût'a kulluk etmekten kaçının" diyerek uyarmışlardır. Günümüzde "Hâkimiyet kayıtsız ve şartsız insanındır" sloganının arkasına gizlenen tâğûtî güçler kuvvet kullanarak, müslümanları esir etmek arzusundadırlar. Bu büyük tehlike karşısında; ihlâsla Allah'u Teâlâ (c.c.)'ya kulluk eden mü'minlerin, manevi cihâd ibadetini ihya etmeleri zarûrîdir. Gerçek mânâda ubûdiyyet (kulluk); İslâm'ın emir ve yasaklarını yerine getirmek için ihlâsla ve sabırla gayret sarfetmektir.

Yusuf KERİMOĞLU


Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun