Hanzale Hadisi, Namazda Huşu ve Huzur
Namazda huzur, “namaz ibadetinin bilincinde olmak, başka bir şey düşünmemek, zihnin ve kalbin yalnızca Allah ile meşgul olması” demektir.
Huşû ise “bu şuurun insana vereceği manevi saygılı duruş, haz, vecd ve heyecandır”.
Hiç şüphe yok ki, namazda ne kadar huzur ve huşu varsa -suret ve hakikat, şekil ve muhteva, dış ve iç olarak- o kadar namaz vardır.
Fukaha (dini bilen ve anlatan âlimler) namazın şekli ile ilgili en küçük detayı bile açıklamış, neyin farz, vacib, sünnet, mekruh, haram, bozucu… olduğunu ortaya koymuşlardır, peki niçin namazın asıl amacı olan huzur ve huşû’un hükmünü açıklamamışlardır? “Huzur ve huşu yoksa namaz da yok” dememişlerdir?
Aslında bunu diyen fukaha da var, ancak çoğunluk, insan tabiatını bildikleri ve Allah Teâlâ’nın kullarını, güçleri yetmeyecek bir ibadetle yükümlü kılmayacağından da emin oldukları için “huzur ve huşû’un önemini açıklamışlar, huzuru bozacak durumları –abdesti sıkışmış iken veya yemek hazır iken, aç ve susuz iken… namaz kılmanın mekruh olduğunu açıklayarak- huzur şartlarını hazırlamaya çalışmışlardır.
Bu konuda iki hadisten söz edeceğim.
Ebû Dâvûd’un naklettiği bir hadisin meali şöyledir:
“Bir kimse namazını bitirdiğinde onun defterine bu namazın ancak onda, dokuzda, sekizde, yedide, altıda, beşte, dörtte, üçte, ikide biri –namaz olarak- yazılmış olur.” (Ebu Davud, Salat 124)
Yazılmayan kısımlar namazın dış ve iç şartlarından eksik bırakılan kısımlardır ki, bunların başında huzur ve huşu gelir. Ancak bu hadis mümine hem ümit veriyor hem de gayretini arttırmaya teşvik ediyor. Ümit veriyor ve diyor ki, namazın tamamında huzur ve huşu içinde olamazsan da onu kılmaya devam et, yakaladığın kadarı namaz olur.
Müslim’in kitabına aldığı bir hadis ise Hanzale hadisi diye meşhurdur.
Peygamberimizin (s.a.v) katiplerinden olan Hanzale (ra) anlatıyor:
Bir gün Ebu Bekir ile karşılaştık, aramızda şu konuşma geçti:
-Nasılsın, ne haldesin Hanzale?
-Hanzale münafık oldu!
-Sübhanellah, sen ne diyorsun!?
-(Böyle diyorum çünkü) Biz Peygamberimizin (s.a.v) huzurunda oluyoruz, bize cennetten ve cehennemden bahsediyor, sanki onlar gözümüzün önünde oluyor (onları görüyormuş gibi oluyoruz), sonra yanından ayrılınca eşlere, çoluk çocuğa, mala mülke dalıyor ve (oradan aldığımız) çok şeyi unutuyoruz.
-Vallahi biz de böyle oluyoruz!
Bu konuşma üzerine beraber Resulullah’ın huzuruna çıktık ve (ve durumu anlattık)… Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurdular:
-Vallahi eğer siz devamlı benim yanımda olduğunuz gibi ve zikir (şuur, huzur) halinde olsanız yollarınızda ve yataklarınızda (bile) melekler sizinle el sıkışırlardı; fakat –Ey Hanzale- bir vakit öyle, bir vakit böyledir (Efendimiz bu sözü üç kere tekrarladılar). (Müslim, Tevbe 12-13)
Tasavvuf ve irfan âleminde, dünya işlerinin kendilerini huzur ve huşudan alıkoymadığı erenlerden söz edilir; ancak bunlar insanların çoğunluğunu teşkil etmiyorlar. Bu dereceye gelebilmek için hayli emek çekmek ve eğitilmek gerekiyor. İnsanların çoğunluğu ise namazda ve namaz dışında huzur ve huşu hallerini yakalamaya çalışarak bu müstesna halin eğitimini yapıyor, yakaladıkları kadar da nasiplenmiş oluyorlar.
Güzel bir söz vardır: Her ava çıkan avlanamaz. Ama ava çıkmayanın av yapması da mümkün değildir. Namaz ava çıkmaktır ve zaman zaman mutlaka av yapmak da mümkün olacaktır.