Duada Sınır Yoktur

DEĞERLİ bir okuyucumuz, dua ederken, açgözlü ve hırslı olmaktan
korktuğunu dile getirmiş ve öğrendiği bir hikâyenin zihnini karıştırdığını yazmıştı.

Hikâyeye göre, büyük bir zâtın huzuruna iki adam çıkıyor. Çok şey isteyen ve
gözü yükseklerde olan biri yüksek koltuğa oturmak istiyor. Mekânın sahibi büyük
zât buna çok sinirleniyor. Çünkü O’nun huzuruna çıkmak bile lütufken fazlasını
istiyor.



Diğer adam, mütevazi olduğu için kenarda bir köşe bulup oturuyor. O mekâna kabul
edilmeyi bile en büyük lütuf olarak değerlendiriyor. Bu tutum o zâtın çok hoşuna
gidiyor ve mütevazi adamı en yüksek koltuğa alıyor.



Şöyle soruyor okuyucumuz: Acaba biz duada çok isterken hikâyedeki yüksek koltuğa
oturmak isteyen hırslı adamın konumuna düşmeyecek miyiz?



Gerçekte, yüksek koltuğa göz diken adamın tutumunun duayla, istemekle hiç ilgisi
yok. Aksine kıskançlıkla, bencillikle, tembellikle, gururla ve hırsla ilgisi
var.

İki türlü istemek vardır: Birisinde yalnızca kendiniz için ister, başkasına
verilmesini kıskanırsınız. Aldığınızda dağıtmayacaksınız ve kendi nefsinize
mal edeceksiniz. Böylesi istekler ancak haris kalplerin eseri olabilir.



Diğer istemek ise şükürle, acziyetle, fedakârlıkla yoğrulmuştur. Verenin kim
olduğunu bilir, herkesin de elde etmesini ister, istemesi sadece kendisi için
değildir. İlmi öğrenmek kadar, öğretmek için ister. Zenginliği yaşamak kadar,
dağıtmak için ister. Mutluluğu mutlu olmak kadar, mutlu etmek için ister. İşte
dua budur ve böylesi duanın sınırsızca yapılması bir insanın şanına çok lâyıktır.

Yukarıdaki hikâyedeki birinci adam öyle bir evladın haline benzer ki, babasını
koltuğundan kaldırıp yerine oturmak ister. Babasının küçük kardeşine sunduğu
hediyeyi kıskanır. Kıskançlık duygusu içerisinde dua edenler, hırsızdırlar,
nankördürler, saygısızdırlar. Onlar hak etmeye, lâyık olmaya çalışmazlar. Onlar
vermek için isteyenlerden değildirler. Bencildirler, sadece kendi nefisleri
için isterler.

Peygamber (a.s.m.) der ki, “Kalbiniz incelip duygulandığında dua etmeyi ganimet
bilin.” “Biriniz dua ettiğinde bolca istesin. Çünkü, Rabbinden istemektedir.”
“Kendisi için istediğini başkası için de istemeyen bizden değildir.”



Bedeni bir mikroba yenilecek kadar güçsüz insan; kalbi, ruhu küçücük bir saygısızlıkla
parçalanacak kadar hassas yaratılan insan, Rabbine dayanmaktan başka hangi yolla
teselli bulabilir?

Sözünü ettiğimiz çılgınca dua, hikâyedeki öyle bir evladın haline benzer ki,
o evlat şöyle düşünür:

“Sevgili annemiz ve babamız bizim için inanılmaz fedakârlıklara katlanıyorlar.
Gerekiyorsa yemiyorlar, bize yediriyorlar. Bizim eğitimimiz için her türlü fedakârlığı
göğüslüyorlar. İçlerinden ve kalplerinden bizim iyiliğimiz için cömertçe dua
ediyorlar ve bizim başarımızı kıskanmak söyle dursun, onur duyuyorlar.



Biz neden annemize ve babamıza daha lâyık birer evlat olmayalım? Neden zekamızı
ve yeteneklerimizi geliştirmeye adanmayalım? Neden zenginleşip annemiz ve babamız
hayrına muhtaç insanların yardımına koşmayalım? Neden onurumuzun yüksekliğiyle
anne ve babamızın öldükten sonra da onurlarını ve namlarını yükseltmeye çırpınmayalım?”

Bu örnekteki benzetmelerin penceresinden bakalım:



Allah’ın en güzel ve en hassas yarattığı kulu için sunduğu ikram az mıdır? Herşey
bir yana, tüm melekleri insanın atasına secdeye davet etmemiş miydi? En yakın
huzuruna kabul ettiği tek varlık, insanların reisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
değil miydi?

Allah kendi sanat eseri olan insanın iyiliğini anne babanın evladı için istemesinden
az mı istiyor? Kul daha alim olsa, böylece Allah’ın sanatının parlaklığını ilan
etmeyecek midir? Kul helal kazanıp fakirlerin yardımına koşsa, bu Allah’ın sevgisinin
yayılmasına katkı sağlamayacak mıdır?



Sordum sorunun sahibi kardeşime: Sence Allah yürüyene neden koşar? Sence insanların
arasında Allah’tan sevgiyle söz eden kulu hakkında Allah, Cebrail’e (a.s.) ve
sema meleklerine neden övgüyle söz eder? Sence sabahlara kadar uyuyan kullarının
semasında, rahmetiyle sürekli “Yok mu Benden af dileyen, yok mu Benden hayır
dileyen?” mânâlarıyla dolu nurları neden gönderir? Neden Kur’ân’da, “Duanız
ve istemeniz olmazsa ne öneminiz var?” buyurur; neden “İsteyin, icabet edeyim!”
der!



Eğer Allah çok ve çeşitli vermek istemese, neden bu denli çok ve çeşitli yaratır?
Neden yiyeceklerin binbirine bıktırmayacak ayrı renk, ayrı koku ve ayrı tat
katar? Neden her birini mevsimlere bölüştürür?

Neden baharı da güzel, yazı da zevkli, kışı da sonbaharı da heyecan verici güzelliklerle
donatır? Neden O’nun yarattığı yağmur da güzeldir, kar da heyecan vericidir,
rüzgâr da coşturucudur? Neden O’nun bulutlarına bakmaktan, gökyüzünü seyretmekten,
denizine dokunmaktan, yıldızlarına yönelmekten mutluluk duyarsınız? Neden uyumak
da güzeldir, uyanmak da. Neden yorulmak da zevk verir, dinlenmek de; açlık da
keyiflidir, tokluk da? Neden, gören kalpler için her detay ayrı bir güzellikle
donatılmıştır?



Çünkü O vermek istiyor. Çünkü O isteyenler ve çalışanlar için beşyüz yıl genişliğinde
birer cennet yaratmıştır. Çünkü O, cömertliğinin sınırsızlığını anlayabilecek
kullar yaratmıştır. Çünkü O evreni, vermek için ve ne kadar bağışlayıcı olduğunu
göstermek için yaratmıştır.



O zaman çılgınlar gibi dua et. Bunaldığında önce O’ndan istemek aklına gelsin.
Sevincini paylaşman gerektiğinde önce O’na koş. Sana çamurdan çıkarıp paketleyerek
sunduğu bir elmayı ısırırken, elindekinin kimin hediyesi olduğunu farket. Bir
damla balı Allah’ın emriyle sana sunabilmek uğrunda ölümü göze alan kahraman
arıları da hatırla.

Sonra da senin peygamberinin (a.s.m.) sabahlara kadar secdeye kapanıp, seccadesini
ıslatan gözyaşları içerisinde hâlâ ve hâlâ isteyişini izle. Herşeyi kendisine
feda eden ve kendisine “Habibim” diye hitap eden Rabbine dua etmekten bir türlü
vazgeçemeyişini düşün.



O zaman, neden çok dua etmen gerektiğini hissedeceksin…

Muhammed Bozdağ

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun