Ahirzaman Fitneleri ve Biz


Kurtubî, ahirzaman fitnelerini anlatan hadis-i şerifleri zikrederken pek önemli bir değerlendirmede bulunur: “Mutlaka Onun (Rasulullahın) asrı tafdil edilir. Çünkü onlar (sahabeler) kafirlerin çokluklarından dolayı imanlarında, onların işkencelerine karşı sabırlarında ve dine temessüklerinde gariplerdir. Mutlaka bu ümmetin sonları da dini (dinin hükümlerini) yerine getirdikleri, ona temessük ettikleri, şerlerin, fıskın, karışıklıkların, maasînin, büyük günahların hakim olduğu zamanda rablarına itaate (devamda) sabrettikleri takdirde, onlarda Gurabâ (garibler) olurlar. Amelleri bereketlenir (artar)” (1)

Burada, birkaç hususa işaret edilmektedir.


1) Mutlaka Rasulüllahın Asrı (2) en üstün tutulmalı ve onda olan sahabeler faziletli kabul edilmelidirler.


2) Onların üstünlüğünün birçok sebebi vardır. Hadisler, ayetler bu hususa işaret etmektedirler. Burada Rasulullah asrının, onda yaşıyan müslümanların üstünlüklerinin sebebi olarak “ğurabâ” olmaları gösterilir. Sonra da onlara neden ğuraba dendiği açıklanır:


a) Onlar imanları hususunda gariplerdir. Çünkü iman ettiklerinde kendileri az kafirler pek çoktu.


b) Müşrikler çok olunca, olabildiğince azınlıkta kalan, toplumda hanifler olarak bulunan sahabelere tahkiri, terzili, işkenceyi reva görüyorlar, hatta onlara hayvanlara yapmadıkları kötü muameleleri yapıyorlar, kimisini insan yerine koymayıp boynuna ip takarak, ipten çekip sokaklarda gezdiriyorlardı. Daha ileri giderek, onları herkesin gözü önünde öldürüyorlardı. Fakat cahiliyye zihniyetinin hakim olduğu toplumda, güçsüzlerin, yardıma muhtaçların hukuku korunamıyordu. Müslümanlarda bunu koruyacak maddi güç, hakimiyet üstünlüğü yoktu. Onlar ancak, kendilerine yapılan işkencelere sabrediyorlardı. Allah Rasulü de o zaman sâbıkîn-ı evvelîne sabır tavsiye ediyordu. Sahabeler, kendilerine yapılanlara sabretmeleri açısındanda “ğuraba = Garipler idiler.


c) Onlar bu şartlar içinde yine de dinlerine dört elle yapıştılar. Ondan vazgeçmediler. İnandıklarının hepsine sahip çıktılar. Çünkü “temessük” dinin topuna birden yapışmaktır. (3) Onlar bu çok güç, nazik, son derece tehlikeli, önünde ölüm olan, dayak olan, sürgün ve çile bulunan şartlar içinde dinlerine temessüklerinden dolayı da “Ğurabâ = Gariplerdirler. Sevapları pek büyüktür, belki ömürlerinin o şartlar içinde mümin olarak geçirdikleri bir dakikası, bir saati, az bir vakti, İbn-i Abbasın buyurduğu gibi, sahabe olmayanların bir ömrüne eşittir.


d) Sahabe şerlerin, fiskın, hercü mercin, maasinin büyük günahların pek bol bulunduğu bir cemiyette Rablerine ibadete devam ettikleri için de “Ğurabâ” dırlar. Böyle günahkâr bir toplumda, böyle sefih bir cemiyette, şerlerin, büyük günahların, maasinin takdir edildiği, mubah sayıldığı, teşvik gördüğü bir atmosferde, müşrik çevrede, bütün toplumu, onun zihniyetini, örf adetleri, fikriyâtını, inançlarını, bir kimsenin karşısına alıp, gelenek ve göreneklere, dışlamalara, tahkirlere, eğlenmelere, ayıplamalara hatta delilikle ithamlara dayanıp, Allaha ibadette devam etmesi elbette pek büyük bir iştir.


Aslında sahabeler, bu tavırları ile “Hanîf-i müslim” olduklarını gösterdikleri gibi önce müşrik Mekke toplumuna, sonra muvahhid olmayan bütün dünyaya meydan okumuşlardır. Onlar bu sebeple de gariplerdir. İnançta, sayıda, zihniyette çoğunluğun karşısında azlıktırlar. Önemli ve çok değerli olan da sayıca az olan sahabelerin yaptığı mücadeledir. Mütekabil kuvvetler dengeli olunca, toplumda inananlarla inanmayanların, müşriklerle muvahhidlerin gücü muvazeneye gelince, zaten bir tarafın kesin hakimiyeti olmayacaktır. O zaman bir taraf sürekli saldıran, öbür taraf sürekli sabreden, karşı koyamayan özellikte olmayacaktır. Bir taraf bir tarafı ayıplarken, tahkir tenzil etmek isterken, ona işkenceyi düşünürken, karşı taraf güçlüyse buna cesaret edemiyecek veya aynı şiddette aynı muamelelerle muhatap olabilecektir. Bu tür bir denge durumunda mücadele ve mücahede elbette “Garipler”in yaptığı mücadele kadar bereketli olamaz.

Kaynaklar:

1. el-Câmili Ahkâmîl-Kurân IV, 172; Kitabul-Emsâlil-Hadîs s. 109; ayrıca bk. es-Savâikul-Muhrika, s. 211; Şerhul-Makâsıd, V, 308; Sübülüs-Selam, IV, 127.

2. Karn: Asır demektir. Bir karnın otuz, kırk, altmış yetmiş yıl olabileceği hakkında farklı görüşler vardır. Rasulüllah ümmetini beş tabakaya ayırdığı hadislerinde, ilk tabakanın, kendisinin ve ashabının çağı olduğunu belirtip, her tabakanın 40 yıl süreceğini açıklayarak bu hususa işaret etmiştir. Bk. Sunenü İbn-i Mâce II, 1348 (no: 4058, 4059).

3. ”Kim benim sünnetime temessük ederse” hadis-i şerifi ile ilgili kısma bk. Feyzul-Kadîr, VI, 261; Mesâbîhus-Sunne, I, 40.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun