Bir Müslümanın tabusu olabilir mi?

Tarih: 03.10.2020 - 08:49 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Tabular nedir, bir Müslümanın tabusu olabilir mi veya farkında olmadan böyle bir tabu edinmiş olabilir mi?
- Mesela bazı kişilere laf söyletmemek devlet adamları ölmüş padişahlar ve devlet adamları kanunla korunan devlet adamları vb kişiler tabu mudur?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

“Tabu” Fransızcadan dünya lisanlarına geçmiş ve genelde kutsal sayılan ve bu sebeple dokunulması yasaklanan canlılara veya nesnelere veya kavramlara denmektedir.

Müslüman’ın tabusu olabilir mi?

Daha doğru bir tabirle, Müslüman'ın kutsalı, yasağı vardır ve olmalıdır:

- Cenab-ı Hakk’ın Zatı, kutsiyeti, tüm halleri, isim ve sıfatları.

- Kur'an-ı Kerim.

- Başta Peygamber Efendimiz (asm) olmak üzere tüm peygamberler.

- Dinimizin mukaddes saydığı tüm hükümler, kıssalar ve bilgiler.

- Canlı veya cansız, görünen veya görünmeyen bütün yaratılmışların, yaratılıştan doğan ve Allah tarafından verilmiş haklarının tamamı kutsaldır. 

Bir Müslüman bunları küçümseyemez, yok sayamaz, bunlar hakkında Allah’ın beyanlarına ters iddialarda bulunamaz, hakaret edemez.

Öte taraftan, bir Müslüman prensip olarak ne hayatta olan ne de ölmüş kişilerin arkasından, gerçek dahi olsa kötü konuşmamalı. 

Örneğin ölmüş devlet başkanları ve bunların devirleri zamanında yanlış yapılmış olduğunu düşündüğü işler hakkında tenkit yapacaksa, bunu padişah da olsa, devlet başkanı da olsa tek kişiye hamletmemeli, belki “şu devirde ​böyle değil de şöyle yapılsaydı” daha iyi olurdu demeli, Müslüman edebi bunu gerektirir.

Her konuda olduğu gibi burada da kendimize Hz. Peygamber Efendimizi (asm) örnek almalıyız. Özellikle sevdiklerinden ve ahbaplarından onca zulüm görmüş olmasına rağmen, hayatını anlatan eserlerde ne zulüm esnasında ne de sonrasında menfi bir yorumunu görmüyoruz.

Bunun yanısıra belli bir devirde, belli kral, padişah veya devlet adamlarının yönetimde yaptıkları hataların -ki hatasız hiç kimse yoktur- konuşulma sebebi, o hataların bir daha tekrar edilmemesi sebebiyle olmalıdır. 

Bu hataların yapılmış olduğunun kesin ve kati kurallarla konuşulmasının yasaklanması, tabu haline getirilmesi ise açıkçası pek içe sinmemektedir.

Ancak bazı durumlarda, devirlerde devlet idaresindeki ve işleyişindeki hassas dengelerin korunması amacıyla yasa koyucular, faydadan çok zarar verecek ve fitne fesatçılara fırsat çıkaracak tartışmaların önüne geçmek için bazı konuların toplum önünde açıkça tartışılmasını uygun görmemişleridir.

Bu devletlerde de böyledir, en küçük birim olan ailelerde de böyledir.

Mesela, bir ailenin rahmetli olmuş büyük amcası, aileye fayda getiren bazı işler yapmış olmakla beraber, namazsız, kumarbaz ve alkolik olsun ve bu bütün aile tarafından da bu huyları biliniyor olsun. Şimdi bu adam rahmetli olmuş, hesabı Allah’a kalmış... Bu büyük amcanın, eksik veya kötü hasletlerini ölümünden sonra aile içinde biri konuşmaya başlasa, diğer aile fertleri hemen onu susturur, “konuşma artık bırak” der. Çünkü o konuşmalar belki gıybet hükmünde olacak ve hiç kimseye fayda vermeyecektir.

Öyle ya da böyle o, ailenin büyük amcasıdır. Onun hakkında söylenecek olumsuz şeyler -velev ki doğru olsa dahi- o amcanın zürriyetinden gelen çocukları ve torunları tarafından hoş karşılanmayacaktır, belki ağırlarına gidecek ve aile içinde durduk yerde huzursuzluk çıkacaktır.

O amca eğrisi ile doğrusu ile yapacaklarını yapmış ve bu dünyayı terk etmiştir. Neticede aile büyüğüdür, yaptıklarına katılmasak da hatta sevmesek de asgari olarak gerekli saygıyı göstermemiz gerekir.

Tefekkür edersek, derin derin düşünürsek aksinin kimseye faydası olmayacağını, tam tersine zararı olacağını da görürüz.

Batıl sistemler tarafından şu veya bu sebeple tabulaştırılarak hatta âdeta ilahlaştırılarak anılan bazı tarihi karakterler için de Kur'an bize Enam suresi 108’de mealen ve tefsiren şöyle yaklaşmamızı istemektedir;

“İnkarcıların Allah'tan başka ibadet ettiklerine, ilahlık payesi verdiklerine sövmeyin ki onlar da haddi aşarak bilgisizce Allah'a sövmesinler…”

Amaç insan kaybetmek değil, insan kazanmak ve hidayetlerine vesile olmaktır. 

Unutmayalım ki Mekke’den Medine’ye sadece birkaç yüz mazlum Müslüman hicret etti. Aradan sadece 8 sene geçti ve on binlercesi geri dönüp Mekke’yi fethetti.

Çünkü onların derdi bağcı dövmek değil, âdeta hep beraber üzüm yemekti.

Tıpkı Yunus Emre’nin dediği gibi;

"Ben gelmedim dava için, 
Benim işim sevi için,
Dostun evi gönüllerdir, 
Gönüller yapmaya geldim!"

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 500+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun