Zamanda yolculuk mümkün müdür?
Değerli kardeşimiz,
Ayet ve hadislerde böyle bir şey açık olarak söz konusu değildir. Bunlar, şu anda birer teori olarak ortaya konmuş, bilim-kurgu hayallerin ürünüdür.
Manevi sahada derinleşen evliyaların, ruhani yolculukları esnasında hem geçmiş hem de gelecek zamanda seyahat ettiklerine dair bolca misallerini İslamî literatürde görmek mümkündür.
Bast-ı zaman: Zamanın genişlemesi, bereketlenmesi. Az zamanda uzun bir zaman yaşamış olma hâli.
Tayy-ı mekân: Mekânı aşarak bir anda değişik yerlerde görünebilmek.
Dağlarla yeryüzünün alanı genişliyor. Küçücük kabarcıklar da midenin alanını artırıyorlar. Akciğer açıldığı zaman iki yüz elli metrekare oluyor. Allah'ın mekân içinde mekân yarattığına bunlar birer misal...
Öyle ise o Zat-ı Kadir, zaman içinde zaman da yaratabilir. Nitekim yaratmış da: Rüya, bast-ı zaman ve miraç...
Biz bilgimizle, görgümüzle sınırlıyız. Ülfete, alışkanlıklara esir olmuşuz. Güneş ışığının, yaklaşık, yüz elli milyon kilometrelik bir mesafeyi sekiz dakikada kat ederek dünyamıza ulaşmasına artık hayret etmiyoruz. Halbuki bu çok harika bir kudret mucizesi...
“Cenâbı Hak ışıkta sergilediği bu mucizeyi, ruhu cesedine galip gelmiş bir sevgili kulunda da gösterebilir.” dediğimizde hemen itirazlar başlıyor. Niçin? Çünkü biz görgü mahkûmuyuz ve böyle bir şeye hiç şahit olmamışız. Bu hadiseyi her gün seyredebilsek o da nazarımızda gizlenecek, ona da hayret etmemeye başlayacağız.
“Rüyada bir saat zarfında bir senenin geçtiğini ve pek çok işler görüldüğünü görüyorsun. Eğer o saatte o işlere bedel Kur'an okumuş olsa idin birkaç hatim okumuş olurdun. Bu hâlet, evliya için hâlet-i yakazada inkişaf eder. Mesele ruhun dairesine yaklaşır. Ruh zaten zaman ile mukayyet değildir. Ruhu cismâniyetine galip olan evliyanın işleri, fiilleri, sürat-ı ruh mîzanıyla cereyan eder.” (Mesnevî-i Nuriye, Şemme)
Bugün, şekillerin ve seslerin televizyon vasıtasıyla bir anda birçok mekânlarda bulunmasını gayet normal karşılıyoruz. Ama Belkıs'ın tahtının çok kısa bir zamanda Süleyman aleyhisselâmın yanına getirilmesini aklımıza sığıştıramıyoruz. Faraza; bir gün ses ve şekiller gibi, eşyanın da nakline muvaffak olunsa, o zaman onu da gayet normal ve makûl bulacak, ona da hayret etmemeğe başlayacağız.
Yukarıdaki vecizede alışık olmadığımız bir tâbir geçti: "Ruh sürati." Ruhun sürati ne ışıkla kıyasa girer ne de sesle. Hayâl, ruhun bir hizmetçisi. Bir anda cennetlere varabiliyor. Akıl, ruhun anlama âleti. İnsan bu âletle bir anda yıldızlara çıkıp onları tefekkür edebiliyor.
Ruh cesede galip olunca, birkaç mekânda bir anda bulunmak da gayet kolay olur. Rüyada bizim de ruhumuz bedenimize bir derece galip gelir. Çok uzak mesafelere bir anda gider, geçmişe ve geleceğe rahatlıkla geçeriz. Dedemizle de görüşürüz, torunlarımızla da.
Manen terakki ederek, melekleri gerilerde bırakan bir ruh, onların gayet rahatlıkla yaptığı bir işi niçin yapamasın? Bir anda birkaç mekânda neden bulunamasın?
İlave bilgi için tıklayınız:
- Zamana yolculuk yapılarak, dinin temellerinin atılması diye bir ihtimal var mı?
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Tayyi mekân tam anlamıyla nedir?
- "Bast-ı zaman ve tayy-i mekân" ne demektir?
- Mute savaşında kaç Hristiyan asker vardı?
- Retrocausality nedir, geleceğin geçmiş üzerinde fiziki etkisi var mı?
- Ruhu cesedine galip gelmek ne demektir?
- Bir anda çok yerde bulunmayı bilimsel olarak açıklar mısınız?
- Risalet ve velâyet nedir?
- Melekler geçmişe ya da geleceğe yolculuk yapabilirler mi?
- Mi'racta Peygamberimiz'in Allah'ı görmesi nasıl olmuştur?
- Risalet ve velâyet nedir?
Yorumlar
Zaman Yolculuğunun İmkân ve İslamî Delilleri Hakkında
Zamanda yolculuğun imkân ve İslamî delilleri hakkında ortaya koyulan bast-ı zaman ve tayy-ı mekan hadiseleri, aslında dikkat edilecek olursa zaman yolculuğu değildir.
Zaman yolculuğu demek, zamanda “ileri veya geri gitmek” demektir. Halbuki bast-ı zaman zamanın genişlenmesi yani yavaş akması demektir. Zaten tayy-ı mekan demek ise, mekan değişikliği demektir. Yani her iki durumda da zamanın dışına çıkmak diye bir durum söz konusu değildir.
Zaten bu “zamanda ileri veya geri gitmek” tabirinde sorun var. Zamanı ve akışını, fiziksel olarak maddî bir varlığı olan bir şey olarak tasavvur etmek hatalı bir yaklaşımdır kanaatimizce. Çünkü zaman dediğimiz şey fiziksel üç boyut gibi, haricî ve maddî bir varlığı olan bir dördüncü boyut değildir. Aynen maddî varlığı olmayan fakat anlamayı, ölçmeyi ve tarif etmeyi kolaylaştırmak için var kabul edilen meridyen çizgileri gibidir. Yani “maddenin hareketinin bir rengi” diye tabir edilen zaman, eşyanın bir yerden bir yere hareketiyle anlam kazanan ve tabir edilebilen bir kavramdır sadece.
Zamanın akışında maddenin hareketiyle meydana gelen olaylar zinciri esastır. Dolayısıyla zamanı bu fiziksel birliktelikten ayrı ve bağımsız tasavvur etmek ve zamana ayrı, maddî, harici bir vücud verip öyle tasavvur etmek, yani zamanı zamanın dışına çıkarıp, ondan sonra da kendimizi de onun dışına çıkarıp “bir yerinden başka bir yerine” (halbuki yok ki öyle bir yer!!!) seyahat edebileceğimizi hayal etmek, yalnızca hayalî ve zannî bir yaklaşımdır. Maddî bir gerçekliğin ifadesi olamaz.
Nasıl ki, tabiatta bir takım kanunlaşmış işleyişler var, fakat bu kanunlar var diye eşyalar öyle hareket etmiyor. O tabiat kanunlarının maddî bir vücudu yok. İtibarî ve vehmî emirler, yani gerçekte olmadığı hâlde varsayılan kavramlardır. (İtibarî emirler, dış dünyada somut varlığı olmayıp, soyut varlıkları bulunan ve var oldukları düşünülen, varlıkları zıtlarıyla veya başka şeylere nispet edilmesi ile bilinen ve ortaya çıkan işler ve oluşlardır.) Dünya etrafında oldukları var sayılan meridyen çizgileri gibi veyahut yukarı-aşağı, sağ-sol gibi birbirine göre konum alan göreceli (izafî) bir mahiyeti olan soyut hakikatlardır. Hayalî meridyen çizgileri gibi, işleyişi anlamamıza yardımcı olmak için, eşyanın hareketinin intizamlı olarak hareket etmesinin ve rastgele ve tesadüfî davranmamasının, yani bir iradeyle çalıştırılmalarının bir ifadesi ve tercümanıdır tabiattaki kanunlar. Nasıl ki, bir hâkim karar verir ve karar uygulanır. Ve verilen kararın maddî bir vücudu yoktur, kendi başına uygulama gücü de yoktur, hâkim olmasa idi, kendi kendini karara da bağlayamayacaktı! O karar, sadece hâkimin iradesinin bir ifade şeklidir, yapılmasını istediği şeylerin ortaya çıkış tarzıdır. Karar, ancak bir “hüküm”dür, “hüküm koyucu hâkim” olamaz.
Aynen böyle de, tabiattaki düzenli işleyişe verilen süslü isimler olan tabiat kanunları, eşyanın meçhul olan mahiyetini izah etmez ve edemez. Çünkü adı üstünde sadece bir kanundur, kanun koyucu olamaz, kudret olamaz.
İşte zaman da aynen böyledir, tabiat kanunlarının maddî bir gerçeklik olarak tasavvur edilmesi ne kadar yanlış ve hatalı bir yaklaşımsa, zaman ve akışını maddenin hareketinden bağımsız olarak ve maddî ve fiziksel bir gerçekliği olan bir olarak tasavvur etmek ve ona göre zamanda yolculuk kurguları yapmak da aynı şekilde hatalıdır diye düşünüyoruz.
Zaman ve madde kayıtlarının dışına çıkabilmek ve onlara tâbi olmak mecburiyetinde olmamak, ancak madde cinsinden olmayan bir varlık olmamak ile mümkün olabilir. Halbuki biz sürekli olarak maddî bir varlık olduğumuzdan, nasıl madde ve zaman kayıtlarının dışına çıkabiliriz?
Dediğimiz gibi, karıştırılan bir konu olan mekân değişikliği veya zamanın genişlenmesi, yavaş akması vs. gibi şeyler zaman yolculuğu diye tasavvur edilen hadiseden başka şeylerdir ve zaman yolculuğu da değildir, zaman yolculuğunun delilleri de değillerdir. Böyle düşünmek de hatalı bir yaklaşımdır.