Şia'ya göre "On İkinci İmam"ın kaybolması inanışı hakkında bilgi verir misiniz?
Değerli kardeşimiz,
Şîa, Ali (r.a)'nin Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından kendi yerine imam tayin edildiğini ileri sürmüştür. Hz. Ali (r.a) yerine oğlu Hasan (r.a)'ı, o da kardeşi Hüseyin (r.a)'i bırakmış ve imamet zinciri son imama kadar, bir önceki tarafından tayin edilmek suretiyle devam etmiştir. Burada esas itibariyle imametin Hz. Ali (r.a)'den sonra bir anlamda veraset yoluyla intikali söz konusu ise de Şîa bunu tayin yoluyla intikal olarak sistemleştirmiştir. Tayin usulünde imametin Hz. Ali (r.a)'den başlatılması zaruri olduğundan, ilk üç halifenin imametini reddetmek gerekmiş. Şîa da tutarlı olabilmek için Hz. Peygamber (s.a.v.)'den sonra ilk meşru halifenin Ali (r.a) olduğunu ileri sürmüştür.
Hz. Ali (r.a)'den başlayıp on ikinci imama kadar gelen bu tayin usulü, on ikinci imamın çocuk yaşta ölmesiyle tıkanmıştır. Aslında on ikinci imamın mevcudiyeti de tartışmalıdır. On birinci imam Hasan el-Askerî 260 (874) yılında öldüğünde çocuğu yoktu. Bazı kaynaklar, bu sebeple bıraktığı mal varlığının kardeşi Ca'fer ile annesi arasında paylaşıldığını kaydetmektedir. Bir müddet on birinci imam Hasan el-Askerî'nin gâib olduğu söylenmişse de hayli tartışmalı geçen bir süreçten sonra Hasan el-Askerî'nin, ölürken dört yaşındaki oğlu Muhammed'i on ikinci imam olarak bıraktığı ve aynı yıl bu imamın gâib olduğu görüşü kabul edilmiştir.
İmamiyye'ye göre yeryüzünde Hasan el-Askerî'den sonra onun neslinden gelen, Allah'ın emriyle kâim olan, seleflerinden intikal eden ilâhî hükümler, farzlar ve sünnetler kendisine tevdi edilmiş, halkın dinî ve dünyevî işlerinde muhtaç olduğu hidayeti üstlenmiş bir hüccet vardır. Hz. Peygamber (s.a.v.)'den gelip kendisinden sonra imamlar tarafından belirginleştirilen usul ve âdâb çerçevesinde, kıyametin kopmasına kadar bir imamın var olacağını benimseyen bu fırkaya göre, Allah'ın kullarına yönelik emri ve nehyi devam ettiği sürece, yeryüzünde sadece iki kişi bile kalsa bunlardan biri mutlaka hüccettir, onlardan biri ölse kalan kişi hüccettir. Bu görüş, sadık imamlardan nakledilen ve İmâmiyye Şîası arasında kabul edilen görüştür. Yeryüzü hüccetten yoksun kalamaz, bir an kalacak olsa üzerindekilerle birlikte ortadan kaybolur. Hasan el-Askerî'nin mutlaka bir oğlunun bulunduğuna ve onun imametinin gerçekleştiğine inanan bu fırka onun korkudan dolayı gizlendiğini, zamanı gelince zuhur edip gereken işleri yürüteceğini ileri sürmektedir.(Sa'd b. Abdullah el-Kummî, el-Makâlât ve'l-fırak.Tahran, s. 102-103; Nevbahtî, Fıraku'ş-Şî'a, s. 90-93)
Bu suretle İmâmiyye fırkası, ancak gaybet-i suğrâ döneminde "el-imâmü"l-kâim, hüccet, sâhibü'z-zamân, doğumu insanlardan gizli, zikri mücmel, imam b. imam" diye tanınan bir imam kabul eden Şiî fırkası olarak bilinmeye başlandı. Daha önce Keysâniyye fırkasında görülen "el-imâmü'l-mehdî" telakkisi de "kâim el-mehdî" şeklinde İmâmiyye'ye intikal etti. On ikinci imamın gaybete girmesi, İmâmiyye akaidinin mihverini teşkil etmiştir.
On birinci imam Hasan el-Askerî'nin ölümünden sonra ortaya çıkan Şîa fırkaları içinde, silsileyi gaip imamla tamamlayan İmâmiyye'yi gerçek Şiîlik olarak kabul eden Nevbahtî, bunların dışında kalan bütün fırkaları reddetmiş(a.g.e., s. 93) er-Red 'alâ fıraki'ş-Şia mâ hâla'l-İmâmiyye adlı eserini de bu amaçla kaleme almıştır. Gaybet-i suğrânın başlangıcından itibaren ve Hasan el-Askerî'den sonra ortaya çıkan çeşitli gruplar giderek güçlerini kaybetmiş, sadece İmâmiyye Şîası büyük bir gelişme kaydedip varlığını sürdürmüştür. Bu devrede asıl İmâmiyye doktrinine gaybet ve imamların sayısı konuları da ilâve edilerek fırka IV. (X.) yüzyıl sonlarına doğru el-İmâmiyyetü'l-İsnâaşeriyye diye anılmaya başlanmıştır.(Şerîf el-Murtazâ, el-Fuşülü'l-muhtare, Necef, s. 2/111) Fırka sonraki dönemlerde İmâmiyye adı yanında İsnâaşeriyye, ayrıca fıkıh literatüründe Ca'fer es-Sâdık'a nisbetle Ca'feriyye şeklinde meşhur olmuştur.
İmamın, Ehl-i beyt'ten tayin yoluyla belirleneceği değişmez bir esas olarak kabul edilince, mevcut imamın bir halef bırakmadan ölmesi durumunda gaybetten başka bir çözümün bulunması esasen mümkün değildi. Bu anlayışa göre gâib imam bir gün geri gelecek ve dünyayı zulümden kurtaracaktır. Ancak gâib imamın geçen asırlar boyunca görünmemesi ve bu süreç içinde İmâmîler'in bir devlet kurma imkânından mahrum kalması, İmâmiyye Şîası'nı bu teori üzerinde tekrar düşünmeye sevketmiş. Çok sonraları imamın dönüşüne kadar ona vekâleten müctehid fakihlerin sorumluluğunda bir devletin kurulması imkânı ve mecburiyeti "velâyet-i fakih" anlayışının doğmasına zemin hazırlamıştır.
Gerek tayin usulü gerekse bulunması şart koşulan nitelikler açısından değerlendirildiğinde görülür ki Sünnî hilâfet teorisiyle Şiî imamet anlayışı arasındaki temel fark, Sünnî halifelerin meşruiyetleri, İslâm toplumunun rızâsına dayanan, insan üstü vasıfları olmayan, ferdî çabayla elde edilen bilgi ve liyakatle toplumu yöneten ve icraatından dinen ve hukuken sorumlu tutulan sivil bir yönetici olmalarına karşılık, Şiî imamların meşruiyetlerini Allah tarafından seçilmesinden alan, ilâhî nur ve bâtını bilgilerle desteklenen, her türlü günahtan arınmış ve toplumu hem siyasî hem dinî açıdan yöneten ve yönlendiren, dinî ve hukukî sorumlulukları bulunmayan, âdeta insan üstü siyasî-ruhanî bir lider kimliğine sahip olmalarıdır.
(bk. DİA, Diyanet Vakfı Yayınları, İmamiyye Md. 22/207-208)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- ŞÎA
- ÂYETULLAH
- ONİKİ İMAM (İSNA AŞERİYE)
- İMAM-I MUNTAZAR
- NUSAYRİLİK
- İSNÂ AŞERİYYE
- Muhammed El-Bakır'ın hayatı hakkında bilgi verir misiniz?
- Cemaatle namaz kılarken, rükünleri imamdan sonra yapanın namazı bozulur mu?
- Ehl-i sünnet, Ehl-i beyt'ten olan İmam Cafer Sadık'ın mezhebine neden tabi olmuyor?
- Şii mezhebinin "On İki İmam" düşüncesi hakkında bilgi verir misiniz? Ehl-i sünnet bu imamları kabul etmiyor mu?