Müslüman ülke, bir gayrimüslim ülkeyle ittifak yapabilir mi?

Tarih: 24.03.2015 - 14:35 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bir Müslüman ülke, bir gayri müslim ülkeyle savaşta ortak düşmana karşı ittifak oluşturabilir mi?
- Peygamber Efendimiz (asm)'in gayri müslimlerle kurduğu ittifaklar var mıdır?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Hz. Peygamber (a.s.m) Mekke fethinden sonra, Huneyn ve Evba gazvelerinde müşriklerle beraber hareket etmiş, Havazin ve Sakif kabilelerine karşı birlikte savaşmıştır

Müslümanların yararına olduğu takdirde, gayri müslim bir ülkeyle ortak düşmana karşı birlikte savaşmakta bir sakınca yoktur. Osmanlı devleti, Birinci Cihan Harbi'nde Almanya ile birlikte hareket etmiştir.

Efendimiz (asm) Hayat-ı seniyyelerinde sürekli İslamı temsil etme ve gönüllere nakşetme gayreti içinde bulunmuş, bunun tesisi içinde zaman zaman gayri müslimler ile ittifak ve birliktelikler tesis etmiş, ihtiyaç dahilinde onların himayesine girmekten sakınmamıştır. Efendimiz (asm) her müşriki, her Hristiyan’ı , her Yahudiyi aynı statütede değerlendirmemiş, zaman zaman İslam’ın geniş kitlelere ulaşması ve İslamın temsilinin gösterilmesi adına gayri müslimlerle ittifak tesis etmiştir.

A) Müşriklerle Kurulan İttifaklar

     1) Müşrik Huzaa Kabilesi ile Hudeybiyye Antlaşmasında Kurulan İttifak

Hicret’in altıncı senesinde, Efendimiz (asm) ‘in ve Sahabeyi Kiramın Mekke‘ye duydukları Hicranı giderme adına , Peygamberimizin (asm) gördüğü sahih bir rüyaya istinaden umre yapmak üzere yola koyulurlar. Niyetleri savaş yapmak olmadığından, sadece kendilerini koruma amaçlı aldıkları sınırlı silahlanma ile Hudeybiye adlı bir kasabada konaklamışlardır! Hz. Peygamber (asm) yolculuk öncesi Busr b. Süfyan’ı Kureyşlilerin durumunu öğrenmesi ve onlara Müslümanların savaşmak için değil, umre etmek amacıyla harekete geçtiklerini anlatması için Mekke’ye göndermiştir. Müslümanların harekete geçtiğini duyan Kureyşliler Müslümanların kesinlikle şehre sokulmaması hususunda karar almışlar ve Halid bin Velid öncülüğünde askerî birlikler oluşturmuşlardır. Hz. Peygamber (asm) konaklama sırasında çevredeki Arap kabileleri ile görüşmeler yapmış, savaş gibi bir niyetinin olmadığını, amacının yalnızca umre ibadetini yerine getirmek olduğunu bu kabilelere de anlatmıştı. Bu kabilelerden birisi Huzaa kabilesi idi. Hz. Peygamber bu kabile vasıtasıyla Kureyşliler ile diyalog kurmak istiyordu. Hz. Peygamberin Kureyşliler ile anlaşma zemini ararken aracı olarak Huzaa kabilesini seçmesi Kureyşlilerin ısrarlı bir şekilde uzlaşmaya yanaşmamalarından kaynaklanıyordu. Huzâa kabilesi, Müşrik bir kabile olmasına rağmen Müslümanlarla bu noktada müttefik oldular. Uzun görüşmeler sonucu varılan Hudeybiye Antlaşmasında , müşrik olan Huzaa kabilesi Müslümanlarla aynı safta yer alırken, Kureyşliler müşrik olan Bekiroğulları kabilesi ile müttefik kurmuş ve Antlaşma bu şekliyle bizzat Efendimiz (asm) tarafından imzalanmıştı. (1)

     2) Ebu Talib ve Mut’im bin Adiyy‘in Himayesine Girmesi:

Bilindiği gibi Ebu Talib, çocukluğundan itibaren Efendimiz (asm) 'min velinimeti olmuş, onun büyümesinde, hayata atılmasında ve bir meslek sahibi olmasında ona her bakımdan yardımcı olmakla kalmamış, aynı zamanda devamlı olarak onu toplum içinde de desteklemiştir. Hatta kendisi onun yeni inancını, Müslümanlığını kabul ettiğini açıklamamasına rağmen, bu yolda ona yöneltilen baskı ve tecavüzlere göğüs germiş ve o sayede Efendimiz (asm), Mekke'de onun himayesi altında yaşayabilmiştir. İşte onun ölümü müşrikleri, artık Hz. Peygamberi himayeden mahrum kalan biri olarak görmelerine yol açacaktır.(2) Ebu Talib’in ve Hz. Hatice (ra) vefatını müteakiben, kısa bir süre de olsa Ebu Leheb gibi azılı bir islam düşmanının koruması altına girmiş, onun himayesini çekmesiyle birlikte kendisini koruyacak bir güç aramak üzere Mekke dışına çıkmak mecburiyetinde kalmış, bu nedenle Taif’e gitmiştir. Taif’te de istediği desteği alamayan Efendimiz (asm) , Mekke’ye geri döndüğünde Mekke’ye alınması için bir Kefil istendiğinde, O (asm) Mutim b. Adiyy’e haber göndererek onun himayesine girmek istediğini belirtti, o da Resulullahın teklifini kabul etti. Çocuklarını ve kabilesini toplayarak hepsinin silahlarını kuşanıp Kabe'nin rükünlerinde bulunmalarını istedi ve onlara Muhammed (asm)’i himaye altına aldığını söyledi. Buna göre kendilerinin can güvenliğini sağlayacak mensuplarını himaye edip hürriyetlerini temin edecek cahili kanun ve adetlerden yararlanmak, İslam davetçileri için meşru bir hak olmaktaydı.(3) Nihayet Ebu Bekir (ra) gibi büyük bir sahabinin de Habeşistan’a Hicret yerine Müşrik İbnü’d Duğunne’nin himayesi altına girmeyi kabul ettiğini görüyoruz.(4) 

     3) Mekke Fethi'nde henüz Müşrik olan Ebu Süfyan’ın evi ile Kabe’yi eşit zikretmiş:

Efendimiz (asm), Mekke fethedildiğinde kendisini kendi vatanından çıkaran, kendisine Hayat Hakkı tanımayan ve o dönem müşrik olan Ebu Süfyan ve Mekke’nin ileri gelenlerini, hiçbir şekilde cezalandırmamış, onlara bir itab mahiyetinde bu yaptıkları zulmü onlara hatırlatmamakla beraber, hatta “Kabe’ye sığınan emniyette olduğu gibi, Ebu Süfya’nın evine sığınan da emniyettedir.” buyurarak, müşrik Ebu Süfyan’ın evini emniyet ve sığınma bakımından Kabe ile beraber zikretmiştir.(5)

B) Ehl-i Kitab ile Kurulan İttifaklar

     1) Medine Vesikası bünyesinde Yahudilerle Kurulan İttifak

Elli civarında maddeden oluşan, Müslümanlar ile Medineli arap ve Yahudi kabileleri arasında karşılıklı Hak ve vazifeleri tanzim eden, Medine vesikası adı verdiğimiz, dünyada bir devletin ortaya koyduğu ilk anayasayı da Allah Resulu yürürlüğe koymuştur. Bu metnin 2. ve 25. maddelerinde, Yahudi ve müttefiklerine tam bir din hürriyeti tanınmış olduğunu, Müslümanlar ile Yahudilerin birlikte bir ümmet olduklarını zikredilmiş olması, din hürriyeti açısından bir ilktir. Yahudilere yapılacak bir saldırı aynen Müslümanlara yapılmış gibi kabullenilecektir, denmiştir.(6) 

     2) Habeşistan Melîki Hristiyan Necaşi’nin Himayesi

Allah Resulu (asm) peygamberliğinin beşinci senesinde, Mekke müşriklerinin amansız işkenceleri ve tazyikleri karşısında takriben yüz Müslümanın Hristiyan Melik Necaşi’nin memleketi olan Habeşistan’a hicretlerini arzu etmiş ve bu düşüncesini şu ifadelerle belirtmiştir: 

“İsterseniz ve elinizden gelirse, Habeşistan’a iltica ediniz. Zira orada hüküm süren kralın topraklarında kimseye zulüm edilmez. Orası doğru ve emin bir yerdir, Allah asan edinceye kadar orada kalın.” 

demiş ve bir Hristiyan Melikin idaresindeki Habeşistan’a kendi ashabının hicret etmesini istemiştir.(7) 

Dipnotlar:

(1) İbn Hişam, Sîre, 3/321-338; M. Asım Köksal, İslam Tarihi, C. 13-14, Şamil Yayınevi, İstanbul 1981, s. 129-137. 
(2) İbn-i Hişam, Sire, 2/ 57-59.
(3) İbn-i Hişam, Sire, 2/ 60-75.
(4) İbn Hişâm, es-Sire, 2/ 485 ; Buhâri, Menâkıb, 45.
(5) Ebu Davut, Harac 25.
(6) İbn-i Hişam, es-Sire, 1/501-504; Hamidullah,el-vesaik ,s.,63-73, Hamidullah, İslam peygamberi, I,206-210.
(7) Hamidullah, el-Vesaiku’s – Siyasiye (trcm Vecdi Akyüz) , İstanbul 1997 s.115; Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 297.

(Dr. Emin ŞİMŞEK)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun