Aslan Avcısı Değil Ama… Ömer

Tarih 616 olmuştur… Peygamberlikten sonra 6. yıl… Hamza’nın Müslümanlığı bütün Mekke’yi sarsar. Kureyş egemenleri Dar’un Nedve’de acil durum toplantısı yaparlar. Ebu Cehil, en zekileri olarak, altlarındaki zeminin hızla kaydığını hissetmektedir. Ve büyük bir telaş içindedir. Artık her şeyi göze almak gerektiğini düşünür. Abdülmuttalib oğullarıyla Kureyş’in diğer boyları arasında Mekke’yi kana boyayacak bir iç savaş çıkacaksa, çare yok… Çıkacaktır. “Muhammed’in kellesine” diyerek ortaya büyük bir ödül koyar: 100 kızıl deve, 1000 okiyye altın, sayısız misk göbeği (ticari değeri yüksek güzel bir koku), çok sayıda elbise v.s. koca bir servettir bu. Hattab oğlu Ömer atılır:

“Söz mü?” der, Ebu Cehil’e. anlaşırlar ve bir de yazılı senet imzalarlar. O sırada zil zurna sarhoştur Hattab oğlu Ömer.

Ömer, Mekke’nin kabadayısıdır, sarhoşudur, karşısına çok az kimsenin çıkmaya cesaret edebildiği güçlü güreşçisidir. Diğer kabilelerle yapılan görüşmelerde Mekke’yi temsil eden delege, deyim yerindeyse, Mekke’nin dış işleri bakanıdır. Ve pek belli etmese de vicdanlı insanıdır. Müslümanlara en çok işkence edenlerden biri iken bile Habeşistan’a göç etmek zorunda kalanların yürek sızlatan hali karşısında ilk kez yaptıklarını sorgulamış, içinde bir şeyler kıpırdanmıştır. İkinci kıpırdanış, bir gün Kâbe’de Hz. Muhammed’den Kur’an dinlerken olur. O, “Hakka” suresini okumaktadır. Ömer de arkasında durup sessizce dinler:

“Hakka(kıyamet) nedir o Hakka? Hakka’nın ne olduğunu sana ne bildirdi? Semud ve Ad kapılarını çalacak felaketi yalanladılar. Semud kavmi korkunç bir sesle helak edildiler. Ad kavmi ise, uğultulu azgın bir fırtına ile yok edildiler…” (Hakka,69:1-6) şeklinde başlayan sure Hz. Ömer’i derinden etkiler. Kur’an’ın O’nun tarafından yazıldığını düşündüğü için, kendi kendine, Hz. Muhammed hakkında:

“Amma şair miş!” diye düşünür ki, Hz. Muhammed, o sırada surenin 38. ayetini okumaya başlar:

“Gördüklerinize ve görmediklerinize yemin ederim ki, şüphesiz o şerefli bir peygamberin sözüdür. O, bir şair sözü değildir. Siz ne kadar az inanıyorsunuz!” (Hakka,69:38-41) Telaşla çevresine bakınır Ömer, sanki Hz. Muhammed içinden geçenleri okumuştur. Bu kez de:

“Herhalde bu bir kâhin, aklımdan geçenleri bildi!” derken, Hz. Muhammed, 42. ayetten devam eder:

“O, bir kâhin sözü de değildir. Siz ne de az düşünüyorsunuz. O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir.” (Hakka,69:42-43) Yaşadığı bu olay sarsıcı bir deneyim olur Ömer için. Daha sonraları itiraf edeceği üzere ilk olarak o gece kalbinde İslam’a karşı bir sıcaklık, bir sempati hisseder.

Başka bir gece de içki içmek için meyhaneye uğramıştır fakat orada kafa dengi kimse bulamaz. Canı sıkılır, başka bir içkicinin yanına gider. O da yerinde yoktur. Bunun üzerine:

“Bari” der, “Kâbe’ye gidip tavaf edeyim” Ve o gece de yalnız olarak Hz. Muhammed’i görür, yine gecenin sessizliği içinde kendinden geçmiş Kur’an okumaktadır. Varlığını belli etmekten çekinir, Ömer ve Kâbe örtüsünün içine gizlenir. Oradan dinler Kur’an’ı. O gece Ömer’in kalbi İslam’a bir adım daha yaklaşır. Ama bütün olaylar, bir an için parlayıp sonra külün altında gözlerden gizlenen köz gibidir. Devem etmez, içten içe yanar varlığını hissettirmez. Hatta kişinin kendine bile.

Ve Ömer, o sarhoş haliyle, bütün bunları unutmuş olarak Ebu Cehil’in ortaya koyduğu servete tamah edip, Hz. Muhammed’in canına talib olur. Antik Mısırlılar:

“İnsanlar plan yapar, kader güler!” derlermiş. Ömer’in macerası tam da bu türdendir. Hz. Hamza’nın Müslüman oluşunun üzerinden henüz üç gün geçmiştir. Manevi havaya bakarak rüzgârın Rahmet yönünden, hem de kuvvetli estiğini gören Hz. Muhammed, “fırsat budur” demiş üç günden beridir dua etmektedir:

“ALLAH’ım! Bu dini iki Ömer’den biriyle destekle: Hattab oğlu Ömer ya da Hişam oğlu Amr (=Ömer=Ebu cehil) hangisi Sana daha sevimli ise!” dua, Hattab oğlunun lehine kabul edilir. Tabii o sırada Hattab oğlunun hiçbir şeyden haberi yoktur. O kendi dünyasında, içkinin ve Ebu Cehil’in koyduğu ödülün heyecanıyla kıpkırmızı, Hz. Muhammed’e ve Müslümanlara hınçla dolu, beline kılıcını takmış, pür hiddet Erkam’ın evine doğru seyir halindedir. Yolda gizli Müslümanlardan Abdullah oğlu Nuaym ile karşılaşır. Nuaym, Ömer’in bu beli kılıçlı, pür hiddet halinden ve Erkam’ın evi doğrultusundaki gidişinden şüphelenir ona:

“Hattab’ın oğlu!” der, “böyle kılıcınla nereye?” Şüphesi haklı çıkar, Ömer:

“Erkam’ın evine” diye cevap verir, “o Muhammed’i ortadan kaldırıp bu ikiliğe son vermeye” Nuaym’ın içinde bir şey “cız” eder, ama hiç renk vermez, sadece Ömer’den önce Erkam’ın evine yetişip, Hz. Muhammed’i ve Müslümanları durumdan haberdar etmeyi düşünür. Ama bir anda, uzun boylu plan yapacak zamanı yoktur. Aklına ilk gelen çareye sarılır. Alaycı bir biçimde:

“sen” der, “bırak Muhammed’i de önce kendi evine bak!” bir anda kurulan plan başarılı olmuştur. Durur, Ömer ve meraklı bakışlarla:

“Sen ne demek istiyorsun?” diye sorar. Çaresizdir Nuaym, peygamberini kurtarabilmek için başka iki gizli Müslümanı deşifre edecektir:

“Kız kardeşin Fatıma ile kocası Said, sen git de önce onlarla ilgilen. Hem Muhammed’e dokunursan Abdülmuttalib oğullarının seni sağ bırakacaklarını mı zannedersin?” Nuaym’ın sözlerinin tehdit kısmını duymaz bile ama kız kardeşi ile eniştesi… Şok olur. Ve gerisin geriye döner. Şimdi hedefi eniştesi Zeyd oğlu Said’in evidir. Denk gelir. O sırada azadlı köle, demirci Habbab Said ile eşi Fatma’ya en son nazil olan Taha suresinin yazılı olduğu yaprakları getirmiş, okutup, ezberlemektedir. Evin kapısında durup, içeriden gelen seslere kulak kabartan Hz. Ömer sevinir. Suçüstü yaptığını anlar. Sonra da var gücüyle:

“Açın kapıyı!” diye bağırıp, yumruklamaya başlar. Evin içi bir anda karışır. Kolay değil, Ömer’dir haykıran… Ukaz panayırında deve yavruları ile güreş tutan, ayaklı şarap testisi Ömer… Ve bağırışıyla kapıya inen yumruklarından da bellidir ki bu hayırlı bir geliş değildir. Habbab hemen bir perdenin arkasına saklanır. Mushaf yaprakları ise Fatıma’nın elbisesine. Sonra Fatıma kapıyı açar. Sakin görünmeye çalışarak. Ömer hışımla içeriye dalarken sorar:

“Ne okuyordunuz? Çabuk çıkarın!” Said ve Fatıma sağıra yatarlar:

“Bir şey okumuyorduk yanlış duymuşsun” falan diyecek olurlar ama boşuna. Sille, tokat eniştesi Said’e yumulur Hz. Ömer ve bir anda yüzünü gözünü kan içinde bırakır, altına alır. Fatıma kocasını Ömer’in elinden kurtarmaya çalışır. Arada birkaç tane de o yer. Onun da ağzından burnundan kan boşanır. Ve bu kadarı fazla gelir Fatıma’ya. Ömer’e hücum eder. Sonuçta o da Hattab’ın kızı, Ömer’in dişi versiyonudur. Dikilir ağabeyinin karşısına ve kükrer:

“Kur’an okuyorduk! Biz de Müslümanız! Var mı bir diyeceğin!” Fatıma’nın kükremesi ve kanlı görüntüsü… Durdurur Ömer’i. Bir anda sakinleşir:

“Getir bakayım” der, “neler yazılıymış şu okuduğunuz sayfalarda” Fakat Fatıma korkunun ses duvarını aşmıştır artık. Aynı tonda devam eder:

“Sen putperestsin ve o yüzden de pissin! Kur’an sayfalarına el süremezsin önce banyo yap!” Aslan, dişi aslan karşısında kuzuya döner. Sessizce kalkar, bir duş alır. Sonra da Taha suresinin yazılı olduğu sayfaları:

“Ta. Ha. Biz Kur’an’ı sana güçlük çekesin diye değil, ancak ALLAH’a karşı saygıyla dolu olanlara bir öğüt olsun diye indirdik. Kur’an yeri ve yüce gökleri yaratan ALLAH tarafından peyderpey indirilmiştir. Rahman Arş’ı kaplamıştır. Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan şeyler ile toprağın altında olanlar hep O’nundur. Eğer sen sözü açıktan söylersen, şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin daha gizlisini de bilir. ALLAH, Kendisinden başka tanrı olmayandır. En güzel isimler O’na aittir.” (Taha,20:1-8)

büyülenmiş gibidir, sadece:

“Bunlar ne güzel sözler!” diyebilir. Herkes şaşırır, sevinir, ümide kapılır. Habbab saklandığı yerden çıkar:

“Ömer” der,”ben zaten ALLAH’ın Elçi’sinin senin hakkında yaptığı duanın kabul edileceğini biliyordum” Ömer şaşırır:

“Muhammed benim için dua mı etti?” diyebilir, sadece. Habbab, onu onaylar:

“Evet!” der, “dün, bu dinin seninle ya da Ebu cehil’le desteklenmesi için dua ediyordu. Demek ki ALLAH’ın tercihi sen oldun” Hem ALLAH hem Hz. Muhammed… Duyduğu jestler ve iltifatlar Ömer için bardağı taşıran son damlalar olur ve taşar, Ömer… Taşar, değişir, dönüşür, başkalaşır…

Sonra da peşinde Habbab oğlu halde Said’in evini terk eder. Doğrultusu yine Erkam’ın evidir, hedefi yine Hz. Muhammed’dir ama bu kez bambaşka bir niyetle ve bambaşka bir Ömer olarak. Fakat tabii ki Erkam’ın evindekilerin bu kısa sürede Ömer’in yaşadığı büyük devrimden haberleri yoktur. Sadece onun beli silahlı, öfkesi burnunda oraya doğru gelmekte olduğunu haber almışlardır. Hepsi o kadar. Ve haberi aldıklarından beri de gergin bir bekleyiş içindedirler. Ve işte kapıdadır, Hattab’ın oğlu Ömer. İlk öne çıkan üç günlük Müslüman aslan avcısı Hz. Hamza olur. Ömer tarafından vurulan kapıya bakarak:

“Açın kapıyı” der, “eğer iyi niyetle geldiyse ona ikramda bulunuruz, eğer niyeti kötüyse kendi kafasını kendi kılıcıyla kopartırız!” O an, bir aslan ve bir aslan avcısı karşı karşıyadır. Ama görünüşte… Gerçekte ise herkes ALLAH’ın Elçisinin çevresinde birer sevimli kediciktir.

Ömer içeri girer ve ona doğru ilk hamle, beklenenin aksine, Hz. Muhammed’den gelir. Hz. Hamza’nın da önüne geçer çünkü Abdurrahman Şarkavi’nin anlatımıyla:

“Ama Muhammed, içten içe Ömer’i kendisi teslim almak istiyordu… Bugünden sonra artık gücüne güvenerek böbürlenemeyecekti. Ebu Cehil’i Hamza ezmişti. Ömer’i Muhammed ezecekti.”

Elini Ömer’in kuşağına sokar ve sertçe sasarak kendine doğru çeker:

“Ömer” der, “ne yapıyosun? Hala inanmayacak mısın? ALLAH’tan belanı mı istiyorsun?” Hz. Muhammed, insan sarrafı denilen durumun da çok üzerindedir. Bütün tarih boyunca kime nasıl konuşulacağını O’nun kadar mükemmel bilen bir insan gelmemiştir. Ömer kısık bir sesle, sadece:

“ALLAH’ın Elçisi” diyebilir,”ben, ALLAH’a, ALLAH’ın Elçisine ve O’na ALLAH’tan gelen şeylere iman etmek için senin yanına geldim.” Hz. Muhammed’in bu sözlere cevabı sadece iki kelime olur:

“ALLAH’u Ekber!” sonra aynı kelimeler o evde bulunan herkes tarafından hep birlikte tekrarlanır. Dalga dalga Mekke sokaklarına yayılır, yayılır, yayılır…

Ömer’in Hz. Ömer olduktan sonra ilk düşüncesi gene Ömer’ce olur. Peygamberine döner:

“Müslüman olup ta bu yüzden dayak yemeyen, işkence yapılmayan kimse görmedim ve bu konuda bir istisna olmak benim hoşuma gitmez.” Der. Sonra o gece sabaha kadar bunun için ne yapabileceğini düşünür. Ve Müslümanlığının ikinci günü sabah erkenden gidip Ebu Cehil’in kapısını çalar. O, kendisini gülerek karşılar:

“Kız kardeşimin oğlu hoş geldin” der ve sorar “ne haberler getirdin?” Ömer’in cevabı:

“ALLAH’a ve O’nun Elçisi olan Muhammed’e iman ettiğimi ve kendisinin getirip bildirdiği şeyleri doğruladığımı sana haber vermek için geldim” der. Gülümsemesi Ebu Cehil’in suratında donar. Kendine gelmesi birkaç saniye sürer. Sonra kırarcasına Hz. Ömer’in yüzüne çarparken de ekler:

“ALLAH senin de senin getirdiğin haberin de belasını versin” fakat Hz. Ömer’in istediği olmamış, kavga çıkmamıştır. İkinci olarak dayısı Mugire oğlu Velid’in evine yollanır. Ona da aynı haberi verir:

“Haberin olsun ben de Muhammed’in dinine girdim” der. Yaşlı ve kurnaz Velid, alttan alır:

“Sakın yapma!” der. Hz. Ömer:

“Yaptım bile” dite cevaplar. Sonra da ekler: “Bu iş oldu bitti. Sen benim Müslüman olduğumu Kureyş’e duyur!” Velid yüzünü asar, kapıyı kaparken:

“Hayır!” der, “senin de yoldan çıktığını Kureyş’e ilk duyuran ben olmayacağım”

Hz. Ömer onun kapısından da kendi kendine:

“Bu da olmadı!” diyerek ayrılır ve kendi kendine söylenir:

“Müslüman halkı dövüyorlar fakat beni hiç kimse dövmüyor!” son çare olarak Kureyş’in ayaklı gazetesi Mamer oğlu Cemil’e gider. Cemil’e söylenen bir haber, hele bir de çarpıcıysa, en geç yarım saatte bütün Mekke’ye yayılmış demektir. Ve Hz. Hamza’nın Müslümanlığının çalkantısı henüz duyulmamış Mekke’de Hz. Ömer’in de Müslüman olduğu haberinden daha çarpıcı ne olabilir?

Belki Ebu Cehil’in de Müslüman olduğu haberi…

Cemil, haberi Hz. Ömer’den alır almaz ayağa fırlar, bir anda gözleri parlamıştır. Hemen eteklerini toplar ve anında ortadan kaybolur. Şimdi ayaklı gazetecilik kariyerinin zirvesini yapmaktadır. Hz. Ömer de artık rahatlamış olarak onun ardından şehir merkezi durumunda olan Kâbe’ye doğru seğirir. Ve istediğine de kavuşur. Az önce Cemil den haberi duymuş bulunan Kureyş’liler Hz. Ömer’in etrafını çevirir ve saatlerce yumruklaşırlar. En sonunda Kureyş’in zeki ve yaşlı aristokratlarından Vail oğlu As gelene kadar (Kureyş’in Habeşistan büyükelçisi! Amr’ın babası). O, olayın daha fazla büyüyüp, Hz. Ömer’in boyu Adiy oğullarının da karşı tarafa kaymaması için görünüşte özgürlükçü bir tavır takınır. Hz. Ömer’le dövüşenleri azarlayarak:

“Size ne ?” der, “adam kendi dininden çıkmış yeni bir dine girmiş. Siz ne karışıyorsunuz?” Bu uyarı Hz. Ömer’le dövüşenleri onun ifadesiyle “bir elbisenin insanın üzerinden soyulup sıyrılışı gibi” etrafından dağıtır. Ve böylelikle Hz. Ömer, Müslümanlıktaki ilk tam gününü bitirmiş olur. Müslüman olduktan sonra ki ilk muradına ermiş, deyim yerindeyse, bütün kurtlarını dökmüştür.

Peki, ama Hz. Muhammed’in duası niçin Ebu Cehil’in değil de Hz. Ömer’in lehine kabul edilmiştir? İkisi de putperesttir. İkisi de Müslüman düşmanıdır ve ikisi de İslam’a destek olacak bir kişisel ve toplumsal gücün, etkinliğin sahibidir. Öyleyse niçin Hz. Ömer? Çünkü Hz. Ömer ne olursa olsun hiçbir zaman vicdanını tam olarak köreltmemiştir. Habeşistan’a göç edenler karşısındaki üzüntüsü, Kâbe’de Hz. Muhammed’den Kur’an dinlerken sahip olduğu samimi hatta naif hali ve benzeri örnekler onu İslam’a taşıyan yolun kilometre taşları olmuştur. Ve Ebu Cehil bunların birine bile sahip değildir. Vicdan ve samimiyet gibi kavramlar karşısında Ebu Cehil’in durumu suyun karşısında ateşin durumundan farksızdır. O, sadece bir kibir heykelidir. Baştan aşağı…

Ve Hz. Hamza’dan üç gün sonra Hz. Ömer’in de Müslüman olması Mekke’nin güç dengelerinde önemli bir sarsıntıya neden olur. Müslümanlar hem fiziki güç hem de moral güç açısından önemli bir aşama kaydetmişlerdir. İlk kez Hz. Ömer’in teklifi ve Hz. Muhammed’in de kabulü ile topluca Kâbe’ye gidip orada yine toplu olarak namaz kılarlar. Bu, Mekke’deki dengeler açısından bir devrim demektir. Habeşistan’dakiler ve kendisini gizlemek zorunda olanlarla birlikte Müslümanların toplam sayısı 300’ü geçmiştir. Artık Erkam’ın evinde saklanmaya gerek kalmaz. Bu olay üzerine oradan da çıkılıp bütün şehre dağınılır. Hz. Muhammed:

“Ömer Müslüman olalı saygınlığımız arttı” der. Hz. Ömer’in Müslüman olmasının taşıdığı tarihsel değeri en iyi özetleyen, Kâbe’de ilk kez açıktan Kur’an okumuş ve bu yüzden de feci bir biçimde dövülmüş olan Mesud oğlu Abdullah’ın sözleridir:

“Ömer’in Müslüman oluşu bir fetih, hicret edişi bir zafer, Müminlerin emiri oluşu bir rahmetti. ALLAH’a and olsun ki, Ömer Müslüman oluncaya kadar biz Kâbe’nin yanında açıktan namaz kılamazdık!”

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Okunma sayısı : 500+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun