FÂTIR SÛRESİ

Kur'an-ı Kerîm'in otuz beşinci sûresi. Mekke'de nazil olmuştur. Kırkbeş ayet, yediyüz yetmişyedi kelime, üçbinyüzotuz harftir.

Fasılası, Râ, Mim, Nun, Dal, Zı, Be, Elif harfleridir.

Allah'ın insanlara sünneti, nimetleri, varlığının ve büyüklüğünün delillerine ait tabiattan hatırlatıcı ayetler, küfredenlerle iman edenlerin karşılaştırılması, şeytan, melekler, mü'minler için yeni bir hayat ve düzenin ilkeleri, sıkıntıların sonu, ahiret, kozmoloji, yaratılış gibi hususları konu edinmektedir.

Sûre, Allah'a hamd ve senâ ile başlamaktadır. Daha sonra varlık âleminin sırlarından, dış dünyadaki ibret alınacak ayetlerden, sayısız nimet, hikmet ve yüceliklerden söz edilmekte, Allah'ın varlığı ve birliğine delâlet eden işaretlerden misaller verilmektedir.

Sûre, bütün insanları uyarmakta, inanca ve kurtuluşa ilişkin doğru bilgilenmeyi sağlamaktadır.

Allah, gökleri ve yeri yaratan, iki-üç türde kanatlı melekleri elçiler kılandır. Buhâri ve Müslim'deki rivâyette, Hz. Peygamber'den, Cebrâil'in altı yüz kanadı olduğu belirtilmiştir. Ancak melekler, gayba ait bir konudur ve mâhiyetlerini sadece Allah bilir. Allah, her şeye kâdirdir. Bizler, sadece onların Allah'ın uçan çeşitli kanatlara sahip hizmetçileri olduğunu anlıyoruz.

Allah'ın insanlara verdiği rahmeti hiçbir şey önleyemez. O, azizdir, hâkimdir. Dilediği gibi açar, kapatır, kısaltır, uzatır. O, her an dilediği gibi yaratır, yarattığını artırır. O, mutlak galib, hüküm ve hikmet sahibidir. O'nun sayısız nimetlerine bakın da, sizi kimin yarattığını görün. Allah'ın nimetleri alabildiğine meydandâdır. İnsanlar, bu nimetleri her an görüyor, hissediyorlar fakat, basiretleri bağlananlar, artık bunları göremiyor, bile bile nankörlük ediyorlar. Allah'ı gereği gibi değerlendiremiyorlar. İnsan, bu yüzden çok zâlim, çok câhil, çok nankördür. Dünya hayatı aldatıcıdır. Şeytan da Allah'ın affına güvendirerek aldatır. Yâni şeytan, (ve şeytanın insanları), insanlara "Allah yoktur veya Allah'ın bu dünya ile ilgisi yoktur yahut Allah vardır ama, vahiy ve risalet uydurmadır..." gibi hileli akıl yürütmelerde bulunurlar. Veya "Allah, çok affedicidir; ne yaparsanız, yapın, affeder" derler ve İslâm'ın davetine aldırmazlar. Halbuki Allah'ın va'di haktır. Şeytan bir düşmandır; öyleyken, siz de onu düşman görün. İnananlara mağfiret ve büyük mükâfat var, inkârcılara da azab... Kötü işi kendisine güzel gösterilip de, onu güzel gören kimse, kötülüğü hiç işlemeyene benzer mi? Helâk ve hüsran içinde, nefsini beğenip gurura kapılarak, kendini her zaman emin sanmakla en büyük tehlikeye sürüklenen sapıkların alnına dalâlet mührü vurulmuştur. O yüzden onlara üzülmek gereksizdir. Çünkü Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir. Onlar için kötülük doğaldır, fıtratları bozulmuştur.

Hakkı yalanlayanlara üzülme, nasıl olsa Allah, onların hal ve gidişini biliyor. Hidâyet ve dalâlet Allah'ın elindedir (Ey, Resulum!), eğer seni yalanlıyorlarsa, senden önceki peygamberler de yalanlanmıştır. Bütün işler Allah'a döndürülür.

Allah, rüzgârları gönderir, onlar da bulutlan kaldırır. Biz, bulutlan ölü bir yere sürüp, onunla toprağı ölümünden sonra diriltiriz. İşte, ölümden sonra dirilme böyledir. İman etmek isteyen için deliller ortadadır, sapıtmak isteyen, açık delillere rağmen sapıtır. Ancak gâfiller, ayetlerden yüz çevirirler. Onların ibret alacakları akılları bile yoktur!

İzzet ve kudret isteyen, bilsin ki, kudret, bütünüyle Allah'ındır. Güzel sözler O'na yükselir, sâlih amel de güzel sözleri yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenlere ise şiddetli bir azap vardır. Ve onların kurdukları tuzaklar hep boşa çıkar...

Toplumların câhiliye geleneğinin ileri gelenleri hep büyüklenmişler ve peygamberlerin davetini hor görerek, kendilerinden izzet ve şerefin gideceği endişesiyle iman etmemişlerdir. Halbuki, onların iman etmemekle zaten izzetleri kalmamıştır. İnsanları zillete düşüren kendi hırs ve şehvetleriyle, korku ve boş hayalleridir. Bunların üstüne çıkabilen, izzete kavuşmuş demektir. Ve onu hiç kimse zelil edemez. İzzet, Allah'ın önünde korkuyla, haşyet ve takva üzere bulunmak, her hâlükârda O'nu anmaktır. Bâtıl sözle, hak sözü susturmak isteyenler, hiçbir zaman başarı kazanamamışlardır.

Sure, Allah'ın ilmi, hikmeti ve yüceliğine dair misallerle devam eder:

Allah, sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan. Sonra da sizi çift çift kıldı. O'nun bilgisi olmadan, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır. Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydır.

İki deniz bir değildir. Şu; tatlıdır, susuzluğu keser ve içimi kolaydır. Şu da tuzlu ve açıdır. Ancak herbirinden taze et yersiniz ve takınmakta olduğunuz süs eşyalarını çıkarırsınız. O'nun fazlından aramanız ve umulur ki şükretmeniz için gemilerin denizde suları yara yara akıp gittiğini görürsün.

İnsanın topraktan, sonra nutfeden çift yaratılıp, hiçbir dişinin O'nu bilgisi olmaksızın gebe kalmadığı ve doğurmadığı, ömürlerin süresinin bir kitapta yazıldığı, tatlı ve acı sularıyla iki deniz, suları yararak ilerleyen gemi. Gece ile gündüzün ardarda gelmesi, güneş ve ayın belirli bir süreye kadar akıp gitmeleri, hep Allah'ın düzenleridir. İşte, bunları yaratıp düzene koyan Allah'tır. Sizin ilahlarınız ise, bir çekirdeğin incecik zarını bile yaratamaz; onlar, dualarınızı işitmezler, işitmiş olsalar bile cevap veremezler. Kıyamete, onlar, sizi tanımazlar.

İnsanlar Allah'a muhtaçtır, Allah ise Ganidir (her şeye sahip, hiçbir şeye muhtaç değil), Hamiddir (övülmeye lâyıktır). O dilerse, sizi yokeder, yerlerinize yepyeni insanlar yaratır, bu onun için zor değildir. O halde küfre düşmeyin.

Herkes kendi günahlarından sorumludur. Kimse kimseye "dininden vazgeç, günahına ben kefilim" diyemez. Kıyamette herkes birbirinden kaçacaktır. Ancak sonuç itibariyle herkes aynı olmayacaktır. Körle gören; karanlıkla aydınlık; gölgeyle sıcaklık; dirilerle ölüler bir değildir. Mü'minle kâfir de bir olamaz. Peygamber ancak tebliğ eder, gaybla korkutur korkanlar da namaz kılanlar, nefislerini tutanlardır. Her ümmet, geçmişte aynı durumları yaşamıştır, sizler de farklı değilsiniz. Hakkı inkâr edenleri Allah nasıl helâk etmiş, yeryüzünde onlardan kalanlara bakın da ibret alın. Acıklı bir şekilde mahvolanlara her zaman mutlaka bir uyarıcı gelmiştir, ancak onlar, O'nu reddetmişlerdir.

Allah, gökyüzünden su indirir; o suyla renk renk meyveler çıkar. Sayısız varlıklar yaratmıştır. Aynı toprak ve sudan farklı, çeşit çeşit, değişik tad ve biçimlerde meyvelerin çıkışının anlamını hiç düşünmüyor musunuz? Bu muazzam düzenin arkasında kim var? Hiç akletmiyor musunuz? Dağlardan beyaz, kırmızı, siyah çeşitli madenler çıkar. İnsanların renkleri çeşitlidir; diğer canlıların ve hayvanlarında. İşte, kulları içinde Allah'tan ancak âlim olanlar korkar. Allah'ın hikmetine, kahhârlığına ve Cebbarlığına ne kadar vakıf olmuşsa, O'ndan öylece korkulur. Allah'ın en yüce sıfatlarını bilmeyen câhildir. Alim, Allah'tan çok korkan demektir. Allah, çok bağışlayıcıdır. Zâlimlere bile mühlet verir, hemen yoketmez. Allah'ın kitabını okuyup, dosdoğru namaz kılanlar ve rızıklarından infak edenler, öyle bir ticâret yapmışlardır ki, Allah, kesinlikle onları zarara uğratmaz, üstelik ecirlerine noksansız karşılık verdiği gibi, ayrıca kendi fazlından da artırır. O, çok affedici, amelleri takdir edendir.

Kur'an-ı Kerîm, öncekileri doğrulayıcıdır. Ve Vahiy, gerçeğin ta kendisidir. Allah'ın büyük fazlı iyilik için çalışanlara ve birbirleriyle iyilikte yarışanlaradır. Bunlar, cennete gireceklerdir. Allah, müslümanlar hakkında şu buyruklarıyla bilgi vermektedir:

"Sonra da Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda yarışır. İşte bu uuyük fazlın kendisidir. Adn cennetleri onlarındır, oraya girerler, orada, altından bileziklerle ve zincirlerle süslenirler. Orada, onların elbiseleri de ipektir. Derler ki: Bizden hüznü giderip, yokeden Allah'a hamdolsun. şüphesiz Rabbimiz gerçekten bağışlayıcıdır. Çünkü kabûl edendir" (32-34) Onlara orada bir yorgunluk ve bıkkınlık yoktur.

Müslümanlar üç gruptur:

1- Kendi nefslerine zulmedenler: İman etmiş, ama günahkârdırlar. İmanları zayıftır, dini uygulamada zaafları vardır.

2- Orta yoldakiler: İman ile ameli orta yolda gerçekleştirmeye çalışanlardır. Ancak tam manasıyla teslim olmamışlardır; gevşektirler.

3- Sadece iyilik yapanlar: Bunlar, muttakiler, kendilerini sonuna kadar Allah'a teslim etmiş kimselerdir. İyilik için yaratılmışlardır. Kitab'a tam manasıyla varis olmuş, fedakâr insanlardır. Günahlardan kaçarlar, tövbeleri nasuhtur.

Müfessirler, sadece son grubun mu cennete gireceği hakkında ihtilaf etmişlerdir. Zemahşerî ve İmam er-Râzî, hayırlarda yarışanların Adn cennetine gireceğini söylerken, çoğunluk ise hesaba çekilsin çekilmesin bu üç grubun cennete gireceği anlamını çıkarmışlardır. Onlar, Resulullah'tan Ebu Derda (r.a.)'ın şu rivâyetini delil göstermişlerdir:

"İyilikte ileriye gidenler ve başarıya ulaşanlar, kendilerine hiç hesap sorulmadan Cennet'e gireceklerdir. Orta yolu tutanlar, hesaba çekileceklerdir ama, hesapları kolay olacaktır. Diğerleri, yani nefislerine zulmedenler ise hesabın sonuna kadar bekletilecekler ve daha sonra Allah onlara rahmet edecektir. Böylece onlar da cennete girecekler ve 'Bizi sıkıntıdan ve kederden kurtaran Allah'a hamdolsun ' diyeceklerdir. "

Kâfirler için de cehennem ateşi vardır. Zira onlar nankördürler. Cehennemde onlar şöyle çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar,yaptığımızı bırakıp salih ameller işleyelim." Allah, buyurur: Size dünyada öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Hem size uyaran da gelmişti. Ama siz inkâr ettiniz. Öyleyse tadın azabı, artık zâlimlere kurtuluş yok...

Resulullah'tan (s.a.s.): "Şayet bir kimse kısa bir ömür yaşamışsa, onun için küçük bir özür sözkonusudur. Ancak altmış yıl ve daha fazla yasamışsa, artık onun için hiçbir özür ileri sürme imkanı yoktur.'' hadisi rivâyet edilmiştir.

Surenin sonuç bölümünde ise, Allah Teâlâ, şu açık hidâyetini bildirmiştir:

Allah, şüphesiz göklerin ve yerin gaybını bilendir. Gerçekten o sinelerin özündekini bilir. Yeryüzünde sizi halifeler kılan O'dur. Öyleyse kim küfre saparsa, artık küfrü kendi aleyhindedir. Allah'a ortak koştukları şeyler, yerde bir şey mi yaratmışlar? Yahut gökte ortaklıkları mı var? Yoksa onlara bir kitap verilmiş de, onlar bunun için apaçık bir belgeye sahiptirler? Hayır, zulmetmekte olanlar, birbirlerini aldatmadan başkasını va'd etmiyorlar. Allah, gökleri ve yeri zevâl bulurlar diye her an kudreti altında tutar. Andolsun eğer onlar, zevâl bulacak olsa, kendisinden sonra artık onları kimse tutamaz. Şüphesiz o, halım olandır, bağışlayıcıdır.

Kendilerine azabla korkutucu bir peygamber gelirse, Allah'a herhalde diğer ümmetlerden herhangi birinden daha çok doğru yolu tutacaklarını ahdetmişlerdi. Fakat onlara gerçekte azabla korkutan geldiğinde bu, onların haktan uzaklaşmalarından, nefretlerini artırmaktan başka bir şey olmadı. Demek ki, onlar, bile bile yalan ve iftira da atabiliyorlar. Çünkü amaçlan yeryüzünde büyüklenmektir. Ama bak, sonları ne oldu, ne olacak?.. Birbirlerini aldatıp, gaflete düşerek, hiç bir faydası olmayan gurur içinde hayatlârını boşâ geçirdiler. Onların yerdeki akıbetlerine baktığımızda, göğe de bir bakın. Alabildiğine uzanan şu uzay boşluğu ve serpiştirilmiş yıldızlara bakın, hepsi nasıl bir düzenlikte duruyor. Kalpleriniz katılaşmadıysa, onları böyle intizamlı tutanın kim olduğunu anlarsınız. Bu şaşmaz nizam bir bozulsa, Allah'tan başka onu düzeltebilecek kimse var mı? Hakikaten Allah, Halîmdir, Gafur'dur. Suçluları hemen cezalandırmıyor, onların yüzünden bu aleme son vermiyor, hâlâ fırsat tanıyor. İşlenilen her günahtan dolayı insanları sorguya çekmiyor. Hâlâ bilmeyecek misiniz?

"...Sen, Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın. Sen, Allah'ın kanununda asla bir döneklik te bulamazsın" (43).

Dünya, hayat ve insana ait ne varsa, hikmetsiz, abes, saçma, gelişigüzel bir akıp gitme değildir. Bilin ki, sizin, günlük hayatınızın hayhuyunda gaflet içinde olup görmeseniz de, her şey bir düzen içinde akıp gitmektedir. Tarihin, toplumun, insanın, evrenin anlamını kavramanız için yeryüzünü gezin, dolaşın, bir bakın öncekilerin âkıbeti nasıl olmuş... Ki, onlar, öncekilerden daha kuvvetliydiler. Bakın Firavun'un cesedine, tatlı ve tuzlu suların görünmez sırlarına...

Ancak ne göklerde, ne yerde hiçbir şey Allah'ı aciz bırakamaz. Şüphesiz ki O, hakkıyla bilen, her şeye kâdir olandır. Eğer Allah, insanları kazandıkları yüzünden hemen sorguya çekseydi, yeryüzünde bir tek canlı bırakmaması gerekirdi. Fakat onları belli bir süreye kadar erteler. Nihayet vakitleri gelince gerekeni yapar. Doğrusu Allah, kullarını görmektedir. O kullar bu kadar nankörken, yüce Allah, yine de fırsat ve imkânlar verir. İyilik yapıp, çirkinliklerini örtmeleri için. Rabbinin şanı ne yücedir. Herşeyin mülkü, tasarrufu O'nun elindedir. Siz, ancak O'na döndürülüp, götürüleceksiniz.

Sait KIZILIRMAK

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun