BENÎ KAYNUKA GAZÂSI

Hicretin 2. senesi, Şevvâl ayı (Milâdî 624). Müslümanların Bedir Harbinden parlak bir muzafferiyetle çıkmaları Medine`deki Yahudîlerin endişelerini büsbütün arttırdı. Peygamberimizle aralarında sulh anlaşması bulunmasına rağmen gizliden gizliye bozgunculuk ve kışkırtıcılığa başladıkları göze çarpıyordu. Peygamber Efendimiz herşeye rağmen ehl-i kitap oluşlarından dolayı kendilerine müsamahalı davranıyordu. Ancak onlar hal ve hareketleriyle bu insanî muâmelelere lâyık olmadıklarını açıkça gösteriyorlardı. Şâirleri Peygamberimizi hicvediyor, Müslümanları küçük düşürücü mısralar düzüyorlardı.

Daha önce bahsi geçtiği gibi, Medine'de üç Yahudî kabilesi vardı: Beni Kurayza, Beni Nadr ve Benî Kaynuka. İçlerinde en çok fitne ve fesat çıkaran ve en cüretkâr olan, Benî Kaynuka idi. Kuyumculukla meşgul olurlardı. Bu bakımdan oldukça da zengin sayılırlardı. Bunların da diğer Yahudî kabileleri gibi Peygamber Efendimizle anlaşmaları vardı:

Müslümanlara karşı herhangi bir harekete kalkışmayacaklarına, bir dış taarruz karşısında Müslümanlarla beraber Medine'yi müdafaa edeceklerine ve ne suretle olursa olsun birbirlerinin düşmanlarına yardım etmeyeceklerine dair sözleşmişlerdi.

Müslümanların Bedir Harbinden parlak bir muzafferiyetle çıkmaları Medine'deki Yahudîlerin endişelerini büsbütün arttırdı. Peygamberimiz (s.a.v.) ile aralarında sulh anlaşması bulunmasına rağmen, gizliden gizliye bozgunculuk ve kışkırtıcılığa başladıkları göze çarpıyordu. Peygamber Efendimiz her şeye rağmen Ehl-i kitap oluşlarından dolayı kendilerine müsamahalı davranıyordu. Ancak onlar hal ve hareketleriyle bu insanî muâmelelere lâyık olmadıklarını açıkça gösteriyorlardı. Şâirleri Peygamberimiz (s.a.v.)'i hicvediyor, Müslümanları küçük düşürücü mısralar düzüyorlardı.

Ancak onlar, gözle görülür bir tarzda açık açık kışkırtıcılık, Müslümanlar arasına fitne fesad düşürmeye çalışma, her vesileyle Kureyş müşrikleriyle işbirliği yapma gibi uygunsuz hareketleriyle bizzat bu anlaşmayı bozmuş oluyorlardı.

Bu arada meydana gelen çirkin bir hâdise ise, bardağı taşıran son damla oldu. Şöyle ki:
Medineli Ensardan bir zatın hanımı, yüzü örtülü olduğu halde, bir Yahudî kuyumcunun dükkânına ziynet eşyası almak maksadıyla girer. Yahudîler kadının yüzünü açmaya çalışırlar, ancak kadın kapalı oturmakta ısrar eder. Derken, Yahudînin biri, kadına hissettirmeden arkasından elbisesinin eteğini bir diken ile beline iliştirir. Kadın ayağa kalkınca eteği açılıverir. Hazır bulunan Yahudîler eğlenerek kahkaha ile gülerler. Bu hal karşısında kadın feryadı basar. Oradan geçmekte olan bir Müslüman çığlığı duyunca kadının imdadına koşar. Müslümanla Yahudî boğaz boğaza gelirler ve sonunda Müslüman Yahudîyi öldürür. Bunu gören oradaki Yahudîler de Müslümanın üzerine çullanarak onu şehid ederler.523 Böylece Yahudîlerle Müslümanlar arasında kan dökülmüş olur.
Hâdiseye sebebiyet verenler Yahudîlerdi. Hâliyle, verdikleri sözlere aykırı hareket ederek bizzat kendi elleriyle yapılan anlaşmayı da ihlâl etmiş oluyorlardı.
Şehid edilen Müslümanın akrabaları, bu hususta yardım talebinde bulununca, Peygamber Efendimiz, Benî Kaynuka Yahudîlerini bir araya topladı. Kendilerini İslâma davet etti. Şımarık hareketlerine son vermeleri gerektiğini, aksi takdirde Bedir`de müşriklerin uğradıkları akibete kendilerinin de uğrayabileceklerini anlattı. Fakat dessas Yahudîler Efendimizin bu konuşmasını alaya alıp küstahça şöyle dediler:
"Ey Muhammed! Sen muharebe nedir bilmeyen kimselerle çarpışıp galip gelmene aldanıp güvenme! Biz onlar gibi değiliz. Savaşmayı çok iyi biliriz. Eğer bizimle çarpışmayı göze alırsan, o zaman bizim nasıl adamlar olduğumuzu anlarsın."524 Sonra da dağılıp gittiler.
Benî Kaynuka Yahudîlerinin bu kibir ve gurur dolu sözleri üzerine inen âyet-i kerime, akibetlerini şöyle ilân etti:
"İnkâr edenlere de ki: Siz dünyada mağlup olacak, âhirette de Cehenneme toplanacaksınız. Ne kötü bir yataktır o!"525
Aynı hâdiseyle ilgili olarak nazil olan âyet-i kerimede ise, Peygamberimize, ahdini bozan bu Yahudîlerle çarpışmaya izin verildi:
"Eğer bir kavmin hıyânetinden endişe edersen, antlaşmayı feshettiğini onlara açıkça ve adâlet üzere bildir. Muhakkak ki Allah hâinleri sevmez."526
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kesin kararını verdi: Benî Kaynuka Yahudîleri üzerine gidilecekti.
Resûl-i Ekrem Efendimiz bu kararını verdikten sonra Medine`de yerine Ebû Lübâbe bin Abdi`l-Münzir`i vekil tayin etti ve beyaz sancağını da Hz. Hamza`ya vererek Kaynuka Oğulları üzerine yürüdü.
Bu Yahudîlerin kuvvetli ve sağlam kaleleri vardı. Peygamberimizin üzerlerine gelmekte olduğunu duyunca oraya çekildiler. Resûl-i Ekrem onları muhasara altına aldı. On beş gün süren muhasara sonunda teslim olmaya mecbur kaldılar. Peygamber Efendimiz, tek tek ellerinin bağlanmasını emir buyurdu. Elleri bağlandı.527

Abdullah bin Übey`in Peygamberimize münacaâtı
O sırada Kaynukaoğullarının müttefiki bulunan münafıkların reisi Abdullah bin Übey bin Selûl çıkageldi. Peygamberimizin yanına gelerek, "Yâ Muhammed! Benim müttefiklerime lütuf ve iyilik et" dedi.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, bu münafığın sözlerini duymamazlıktan geldi. Bunun üzerine Abdullah bin Übey aynı sözlerini tekrarladı:
"Yâ Muhammed! Benim müttefiklerime lütuf ve iyilik et!"
Peygamber Efendimiz bu sefer yüzünü çevirdi. Fakat, Abdullah bin Übey, aynı şeyleri tekrarlamaya devam etti.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Çözün onları. Allah, onlara ve onlarla birlikte olanlara lânet etsin" buyurdu ve Kaynukaoğullarının öldürülmelerinden vazgeçip Medine`den Şam`a sürülmelerini emretti.528
Avfoğullarından Übâde bin Sâmit de öteden beri Kaynukaoğlulları Yahudîlerinin müttefiki idi. onları bıraktırmak için Peygamber Efendimizin yanına gelmişti. Efendimizle Abdullah bin Übey arasında geçenleri görünce, "Yâ Resûlallah! Ben, Allah`ı, Peygamberini ve mü`minleri dost tutarım. Şu kâfırlerin müttefikliğinden ve dostluğundan uzaklaştım" diyerek Beni Kaynuka Yahudîleriyle olan müttefikliğini ve dostluğunu bıraktığını ilân etti. Bunun üzerine inen âyette şöyle buyuruldu:
"Ey îmân edenler. Yahudîleri ve Hıristiyanları dost edinmeyin.* Onlar birbirinin dostudur. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz onlardan olur. Muhakkak ki Allah zâlimler gürûhunu doğru yola iletmez."529
Resûl-i Ekrem Efendimizin asıl maksadı; Yahudîlerin fitne ve fesadını Medine`den uzak tutmak, meydana getirecekleri tehlikelere mâni olmaktı. Medine`den sürgün edilmeleriyle de bir bakıma bu gaye tahakkuk ediyordu.
Kaynukaoğullarına Medine`yi terketmeleri için tanınan süre üç gün idi. Üç gün mühlet bitince, Şam`a doğru yola çıktılar. Vadi`l-Kura`ya gelince orada bir ay oturdular.
Burada oturan Yahudîler, onların yayalarına binek ve kendilerine de yiyecek verdiler. Buradan da ayrılan Benî Kaynuka Yahudîleri Ezruât`a kadar gidip, oraya yerleştiler. Çok geçmeden de nesilleri kesildi.530

Sevik Gazvesi
Hicretin 2. senesi, 5. Zilhicce, Pazar günü. Kaynukaoğulları Yahudîlerinden 700 kişinin Medine`den sürgün edilmeleri, şehri büyük bir rahatlığa kavuşturmuştu. Peygamberimizin bu hareketi İslâmın inkişafı bakımından oldukça önem taşıyan bir hâdiseydi. Eğer fesad şebekesi durumunda olan bu Yahudîler İslâmın merkezi Medine`de bırakılmış olsalardı, Müslümanlara bir çok hâince planlar tertipleyecekleri şüphesizdi. Sürgün edilmeleriyle bu fırsat ellerinden alınmış oluyordu.Şehrin dahilinde tam bir sükût ve huzur hâkimdi. Ancak, haricin emniyeti pek iç açıcı değildi. Kûreyş müşrikleri Bedir mağlubiyetinin ağır acısını unutamamışlardı, unutmak da istemiyorlardı. Nitekim, Kureyş ileri gelenlerinden bir çoğunun öldürülmesiyle, Ebû Süfyan kendisini âdeta Kureyş müşriklerinin reisi makamında görmeye başlamış ve Bedir mağlubiyetinin intikamını almak için harekete geçmişti. Peygamberimiz ve Müslümanlardan intikam almadıkça kadınlara yaklaşmayacağına, koku sürünmeyeceğine ve yıkanmayacağına and içmişti.
Bu andını yerine getirmek için Ebû Süfyan, 200 kişilik bir süvari kuvvetiyle Medine önlerine kadar sokuldu. Aslında bu kadarcık bir kuvvetle Müslümanlara karşı çıkamayacağını kendisi de gayet iyi biliyordu. Sadece yaptığı yemini yerine getirmek, sözünden caymış olmamak için buraya kadar çıkıp gelmişti.Gece vakti, henüz Medine`de ikâmet eden Yahudî kabilesi Benî Nadr reisinin yanına gitti ve ondan Müslümanlar hakkında bir çok gizli malumat aldı.
Daha sonra Medine`ye üç mil kadar uzaklıkta bulunan Urayz mevkiine kadar sokulan müşrik kuvveti, burada sık bir hurmalığı ve iki evi ateşe vererek, tarlasında işiyle meşgul Ensardan müdafaasız bir işçiyi de şehid ettiler.(İbni Hişâm, Sîre, 3:48; İbni Sa`d, Tabakât, 2:30)
Bunları yapmakla sözünün yerine geldiğini kabul eden Ebû Süfyan, takip edilip yakalanma korkusundan beraberindekilerle birlikte sürâtle oradan uzaklaşarak Mekke`ye doğru yol aldı.
Resûl-i Ekrem baskını haber aldı. Ensar ve Muhacirlerden iki yüz kişi ile müşrik mütecavizleri takibe çıktı. Kimseyle karşılaşmadı. Müşriklerin sürâtle kaçıp gittiklerini öğrendi.Müşrikler kaçarken beraberinde yiyecek olarak getirdikleri "sevik" denilen kavrulmuş buğday ununu torbalarıyla birlikte ağırlık yaptığı ve sürâtle uzaklaşmalarına mâni olduğu için yollarda yer yer bırakmışlardı. Mücahidler bu Sevik torbalarını topladılar. Gaza da adını buradan aldı.(İbni Hişâm, Sîre, 3:48; İbni Sa`d, Tabakât, 2:30.)

523. Sîre, 3/51
524. A.g.e., 3/50
525. Âl-i İmrân Sûresi, 12
526. Enfâl Suresi, 58
527. Tabakât, 2/29; Taberî, 2/297
528. Tabakât, 2/29; Taberî, 2/297
* Gayr-i müslimlerle dostluk ve münasebet kurmakta ölçü nedir? Günümüzde olduğu gibi sadece askerî ve iktisadî sahaya dönük ittifaklar kurmanın Kur`an`daki nehiyle ilgisi var mıdır, gibi akla gelebilen suallere Bediüzzaman Said Nursî, Münazarat adlı eserinde muknî bir izah getirmiştir. Aynen alıyoruz:"Sual: Yahudî ve Nasara ile muhabbeten Kur`an`da nehy vardır. Bununla beraber nasıl `Dost olunuz,` dersiniz?" Cevap: Evvelâ: Delil kat`iyyülmetin olduğu gibi, kat`iyyü`d-delâlet olmak gerektir. Halbuki te`vil ve ihtimâlin mecâli vardır. Zira, nehy-i Kur`anî âmm değildir, mudaktır. Mudak ise, takyid olunabilir. Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak üzerine olsa; me`haz iştikakı, illet-i hüküm gösterir. Demek bu nehy, Yahudî ve Nasara ile Yahudîyet ve Nasraniyet olan âyineleri hasebiyledir. Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat ve san`atı içindir. Öyle ise herbir Müslümanın herbir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san`adan kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfâtı veya bir san`atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden câiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin! 2Sâniyen: Zaman-ı Saadette bir inkılâb-ı azim-i dini vücuda geldi. Bütün ezhânı nokta-i dine çevirdiğinden bütün muhabbet ve adâveti o noktada toplayıp muhabbet ve adâvet ederlerdi. Onun için gayr-i müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lâkin, şimdi âlemdeki bir inkılâb-ı acîb-i medenî ve dünyevîdir. Bütün ezhânı zapt ve bütün ukûlü meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki ve dünyadır. Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed değildirler. Binaenaleyh onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esâsı olan asâyişi muhafazadır. İşte bu dostuk, katiyyen neyh-i Kur`âniye dahil değildir." (Bediüzzaman Said Nursî, Münâzarât, s. 26-27.)
529. Mâide Sûresi, 51
530. Belûzurî, 1/309
 

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun