ÂMİL

Bir işi meydana getiren, bir eserin ortaya çıkmasına katkıda bulunan çalışan, amel yapan, görevli ve bir kimsenin mal, mülk gibi hususlarıyla ilgili bütün işlerini üzerine alan, memur ve tahsildar gibi kimselere verilen isim

Kur'an-ı Kerîm ahlâki anlamda âmili; iyilik yapanlar ve kötülük yapanlar olarak iki kısımda ele alır.

İyilik amilleri. Allah'ın rızasını kazanmak için çalışanlar, kötülüklerden sakınanlar, bollukta ve darlıkta kazandıklarını Allah yolunda harcayanlar; kızdıkları zaman öfkelerine hakim olanlar, başkalarının kusurlarım bağışlayanlar; bir kusur işledikleri zaman, yani nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı anarak istiğfar edenler, isledikleri kusurlarda bile bile ısrar etmeyenlerdir. Onlar için en güzel ecir ve mükâfaat vardır.

"Ve onlar, bir kötülük yaptıkları, ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları da Allah'dan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar yaptıklarında bile bile ısrar etmezler. İşte onların mükâfatı, Rab'leri tarafından bağışlanma ve altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları Cennetlerdir. Amellerin ecri ne güzeldir." (Âli İmrân 3/135-136)

"...Ben, içinizden, erkek kadın hiçbir âmilin işlediğini boşa çıkarmam" (Âli İmrân 3/195).

Kötülük âmilleri hayırdan ve hidayetten uzak yaşayıp Hakk'a karşı gelen ve hidayet rehberini arkalarına atanlardır. Resulullah bir hidayet âmili iken ona karşı gelen Mekkeli müşrikler şer âmilidirler. Bugün onların izini takip ederek cahili düzenler kuran ve insanları zulümle buna itaate zorlayan insanlar da şer âmilleridirler. Gönülden ve isteyerek tağuta itaat edenler de şer âmilleridirler. Elbette bunların mükâfatı hayır ve iyilik âmillerininkinin aksi olacaktır. Hak Teâlâ bunlara karşı meydan okumaktadır. Allah'ın meydan okuması kulları için ne büyük felâkettir. Ve şer âmilleri bu felâketi hak etmişlerdir.

"De ki: "Ey kavmim, gücünüz yettiğince âmil olun (yapacağınızı yapın) Ben de âmilim. (vazifesini yapan biriyim) Yakında (dünya) yurd(un)un sonunun kimin olduğunu bileceksiniz. Muhakkak ki zulmedenler, kurtuluş yüzü görmezler. " (el-En'âm, 6/135).

Zekat Âmilleri.

İslâm'da âmil malı ve idari bir terim olarak kullanılıp memur ve tahsildar anlamına gelir. Kur'an-ı Kerim'de zekâtların harcama yerleri belirtilirken ayette geçen vergi toplama memurlarına "âmil" denilmektedir. "Sadakalar (zekât) ancak (dilenmeyen)fakirlere, yoksullara, onu (zekâtı) toplamak için (devlet tarafından) görevlendirilen memurlara..." (et-Tevbe, 9/60). Bu ayetin ifadesinden anlaşıldığına göre, vergi işleriyle uğraşanlar İslâm'ın ilk devirlerinden itibaren vardı ve devlet bu konu üzerinde durmakta idi. İslâm devletinin gelirlerini oluşturan, müslümanların ödediği zekât ile gayr-i müslimlerden alınan ganimet *, fey * cizye * ve haraç* gibi vergilerin tarhı, tahakkuku, tahsili ve hak sahiplerine dağıtılması geniş bir memur kitlesinin görevlendirilmesini gerektirmektedir. işte bütün bu görevleri yerine getiren memurlara İslâm hukuk literatüründe "âmil" denilmektedir. Ancak ilk dönemlerde bu görevin alanı değişik olabiliyordu. Meselâ Hz. Peygamber (s.a.s.) Muâz b. Cebel'i (r.a.) Yemen'e gönderdiği zaman âmil ünvanı ile göndermişti fakat Muâz (r.a.)'ın yetkileri adlî, malî, idarî ve hukukî otorite alanlarını kapsıyordu. Gerek Resulullah döneminde ve gerekse daha sonraki dönemlerde âmillerin yetki ve görevleri değişik sahaları kapsamaktaydı. Âmil kavramı birbirinden çok farklı anlamlarda kullanılmıştır. Hatta vali, emîr ve âmil gibi tabirlerin birbirleri yerine kullanıldığı da görülmüştü.

Burada ele aldığımız âmil kavramı ile zekât toplama memurları kastedilmektedir. Bunlar topladıkları zekâtları devlet merkezine getirir veya miktarını bildirirlerdi. Devlet hazinesi olan "Beytu'l-Mâl*"da toplanan zekâtlar ayette belirtilen sekiz sınıf arasında paylaştırılır, Âmiller de bu sekizde bir'den paylarını alırlardı. Fakat her âmil topladığı zekât miktarının mutlaka sekizde birini alır diye bir hüküm söz konusu değildir. Devlet âmile emeği karşılığında belli miktarda bir gelir tahsis ederdi. Zekâtın devlet tarafından toplanması Kur'an'ın bir emridir (et-Tevbe, 9/103). Buna devletin bütün müslümanların zekâtlarını toplamak üzere görevlendirdiği bu âmiller, özellikle zahirî mallar dediğimiz meyve, hububât ve hayvanların zekâtlarını toplamakla görevlidirler. Bu tür malların zekâtlarının mutlaka devlet görevlisi olan bu âmillere verilmesi gereklidir. Gizli mallar dediğimiz altın, gümüş ve benzeri menkul değerlerin zekâtları ise sahipleri tarafından hak ve ihtiyaç sahiplerine verilebilir. Bu tür malların sahipler isterlerse bu zekâtlarını da âmillere teslim edebilirler. Fakat hububât, hayvanlar ve meyve gibi malların zekâtı ayrıca mal sahibi tarafından ihtiyaç sahiplerine verilmiş olsa da âmil bu zekâtı devlet adına yeniden alır. Bu uygulama ile zekâtta hakkı olan kimselerin bu hakları korunmuş olmaktadır.

Hz. Peygamber (s.a.s.) âmillik görevini gerektiği gibi yerine getiren kimsenin Allah yolunda cihada çıkmış kimse kadar sevap kazandığını ifade buyurmuşlardır. (Ebû Dâvud, İmâre, 7; İbn Mâce, Zekât, 14).

Resulullah görevlendirdiği zekât toplama memurlarını görevden dönüşleri sırasında bizzat kendisi denetler ve hesaplarını kontrol ederdi. Ufak da olsa bir su-iistimal gördüğünde onları ashaba teşhir ederdi. Süleymoğulları kabîlesine âmil olarak gönderilen İbn Lutbiyye adındaki bir görevli vazifesini bitirip Medine'ye geri döndüğünde hesabını Resulullah'a verirken şöyle demişti: "Ey Allah'ın Resulü! Şu sizin zekât mallarınız, bunlar da bana verilen hediyelerdir." Bu sözleri işiten Peygamber (s.a.s.) hayretle şöyle demişti: "Tuhaf şey! sen doğru adamsan söyle bakalım, sen ananın babanın evinde otursaydın bu mallar sana hediye edilir miydi? Bunu bu deneyiverseydin." Sonra Resulullah âmillerin hediye almalarını kesinlikle yasaklamıştı. (Buhârî, el-Hiyel, 15).

İslâm hukuku her konuda olduğu gibi âmillerde de bulunması gereken özellikleri, bu görevleriyle ilgili olarak yapmaları gereken hususları belirlemiş ve onların tayin, azil ve teftişleriyle alâkalı hükümler koymuştur. Bu göreve tayin edilenler tefvizî yani tam yetkili ve tenfizî yani sınırlı yetkili olarak iki ayrı görevle görevlendirilir.

Bir zekât toplama memurunda bulunması gereken özellikler İslâm hukukçuları tarafından şu şekilde belirlenmiştir: 1-Müslüman olmak, 2-Mükellef yani âkil ve baliğ olmak. 3-Devletçe güvenilir olmak, 4-Tam yetkili âmil ise, zekât ile ilgili İslâm'ın hükümlerini bilmek. 5-Getirildiği bu göreve tam ehil birisi olmak, 6-Hür olmak .

Bunun dışında, âmiller göreve giderken ayrı yetkilere de sahip olabilmektedirler. Bunlar bazen tam yetkili olup zekâtın hem toplanması hem de hak ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılması yetkilerine sahip olurlar. Bazen âmil sadece zekâtı toplamakla yetkili olur. Âmillerin bir diğer yetkileri de zekâtını aldıkları malların ne kadar ürün verebileceğini tahmin etmektir. Bu da vergilerin toplanmasında esas alınır.

Bu âmillerin bir diğer görevleri de gittikleri yerlerde İslâm'ın öğretilmesi ve irşad işleri ile meşgul olmalarıydı. Bu âmillerin bir kısmı devlet merkezi Medine'nin dışında görevlendirilirdi. Bunların gönderdikleri mallar da merkeze geldiğinde, bu malları tasnif ve muhafaza etmek üzere Medine'de görevlendirilen âmiller vardı. Nakitlerin dışında kalan malların özellikle sürülerin korunması, otlatılması, hurma ve hububâtın muhafazasını yapan âmiller görev yapardı. Medine merkezindeki âmillerin başında Hz. Ebû Hureyre geliyordu. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, merkezin dışına giden âmiller yalnız zekât toplama işiyle değil öğretim, kazaî, malî vb. hususlarda da yetki ve görevleri vardı. Bu görev ve yetkiler bizzat devlet başkanı olan Hz. Peygamber tarafından belirlenirdi. Daha sonra gelen Halîfeler de aynı uygulamayı sürdürdüler. Bazen da Resulullah (s.a.s.) bu görevlilere merkezden yazılı genelgeler gönderir ve onlardan bazı hususları yerine getirmelerini isterdi.

Bu âmiller sebepsiz olarak kimseye asla sıkıntı veremez, zekâtını toplarken müslümanlara karşı haksız bir tavır takınamazlardı. Bunun yanında zekâtını kaçırmak isteyenleri de Resulullah'a bildirirlerdi. Hz. Peygamber (s.a.s.) hayatta olduğu müddet içinde Haşimoğullarından hiç kimseyi âmil olarak görevlendirmemiştir. Zira Ehl-i Beyt'in zekât ve sadakalardan yararlanması yasaktır. Âmillerde bu görevlerine karşılık kendi ihtiyaçları kadar bir maaş alırlardı. Bu ihtiyaçlar kişiye göre değişmekte idi. Fakat âmil kendisinin ve aile efradının geçimlerini sağlayacak ve bir hizmetçi tutacak kadar maaş alırdı. Ayrıca zengin de olsa yaptığı iş karşılığında ücret alma hakkına sahiptir.

Âmillik görevi zamanla değişik şekiller almış ve tarihin ilerlemesiyle birlikte gelişmeler katetmiştir. Bu görev dört halife devrinde ayrı bir statüye sahipken, Emevî ve Abbâsîler'de de kısmen farklı bir şekil almıştır. Daha sonraları Selçuklular, Memluklular ve Osmanlılar dönemlerinde bu görev değişik şekillerde sürdürülmüştür. (Geniş bilgi için bk. Uzunçarşılı, İ.H. -Osmanlı Devlet Teşkilatına Medhal, TTK yayınları).

Ahmed AĞIRAKÇA

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun