Kadının ilim öğrenme ve anne babasını ziyaret etme hakkı var mıdır?

Tarih: 01.01.2016 - 12:19 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Kocası izin vermezse bu gibi sebeplerden dolayı dışarı çıkamaz mı?
- Ahzab Suresi 33. ayetinde geçen "evlerinizde oturun" ifadesine göre hüküm nedir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

-  Ahzab Suresi 53. ayette geçen hicab emri, Hz. Peygamber (a.s.m)’in hanımlarıyla ilgili özel bir emirdir. Bu ayette örtünme şeklinden ziyade, genel olarak Hz. Peygamber (a.s.m)’in hanımlarının özel konumlarına dikkat çekilmekte, onlarla zorunlu olarak konuşmak isteyen yabancı erkeklerin mutlaka bir perde gerisinde durup öyle konuşabileceklerinin altı çizilmektedir.

- Genel olarak bütün Müslüman kadınların hicabından bahseden ayet ise, Nur Suresi'nin 31. ayeti ile Ahzab Suresi'nin 59. ayetidir.

- Ahzab Suresi 33. ayet: 

"Hem vakarınızla evlerinizde durun da önceki cahiliyet devrinde olduğu gibi süslenip çıkmayın. Namazı kılın, zekatı verin. Allah ve Resulü'ne itaat edin. Ey Ehl-i beyt! Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz, pampak yapmak istiyor."

"Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle; bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman örtülerini üstlerine alsınlar, vücudlarını örtsünler!" (Ahzab, 33/59)

ayetinde tesettür emri bütün müminlerin hanımlarına genelleştirilmiş olduğu halde, burada"Evlerinizde oturun." (Ahzab, 33/33) emri ile "Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz." (Ahzab, 33/32) diye nitelenen Peygamber (asm)'in hanımlarına hitaben gelmiştir. (bk. Elmalılı Tefsiri)

Kadınların İlim Tahsili

Öğrenilecek şeylerin başında, Allah’a dair bilinmesi gerekenler gelir. Buna kısaca Allah marifeti diyebiliriz. Bu marifeti, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman gibi marifet artırıcı diğer rükünler takib eder. Ardından da bir insanın dünya hayatını tanzim eden ameller/fiiller gelir. Daha sonra da ahlaki hususlar yerini alır. Hiç şüphesiz, saydığımız bu hususların öğrenilmesinde erkeklerle kadınlar eşittir. Bir diğer ifadesiyle kadınlar, yer’î mesuliyetlerde erkekler gibidir.

“Kadınlara cuma, cihad ve cenaze hariç erkeklere farz kılınan her şey farz kılınmıştır.” (Abdürrezzak, 5/298)

Hadis-i şerifindeki istisnaları saymayacak olursak kadınlarla erkekler aynı şartlara ve sorumluluklara sahiptirler. Bu sorumlulukların ahirete ait ceza ve mükafatları konusunda da kadınlar erkeklerle eşittir. Kur’ân’da bu hakikat şöyle beyan edilir:

“Onların Rabbi de dualarına şöyle icabet buyurdu: 'Sizden gerek erkek, gerek kadın hayır işleyen hiçbir kimsenin çalışmasını zayi etmem. Çünkü siz birbirinizdensiniz, birbirinizden farkınız yoktur.” (Âl-i İmran, 3/195)

Bu eşitlik gereği, kadınlar da erkekler gibi kendilerine gereken ilimleri öğrenmek zorundadırlar.

Peygamber Efendimiz (asm)’in cariyeler hakkındaki şu beyanları, değil hür kadınların, köle kadınların bile ilim öğrenme konusundaki haklarını ortaya koyar:

“Bir insanın cariyesi olur, ona güzel bir tahsil ve eğitim verir, sonra da onu azad ederse, Allah onu iki katıyla mükâfatlandırır.” (Buhari, Cihad, 145)

Efendimiz (s.a.s.)’in kavlen ve fiilen teşvikçisi olduğu kadın eğitimi, İslâm’da en güzel şekilde tatbik edilmiş ve kadın hiçbir zaman bu hakkından mahrum bırakılmamıştır. Zamanımızda kısmen bazı yerlerde görüldüğü gibi, kız çocuklarını okutmama yanlışlığına düşülmüşse bu, dini yanlış ya da eksik anlamadan kaynaklanmıştır.

Kadınların ilim tahsil etmesi ve dini öğrenmesi, Peygamberimiz zamanında birkaç şekilde gerçekleşmiştir. Şimdi kısaca bunları görmeye çalışalım.

1. Kadınların mescide gidip gelmeleri

Peygamber Efendimiz zamanında kadınlar da tıpkı erkekler gibi mescide gelip gidiyorlar, vakit namazlarıyla beraber Cuma ve bayram namazlarını da kılıyorlardı. Hatta özel günlerinde kadınların bayram namazına gelmeleri ve cemaatin gerisinde durarak tekbirlere iştirak etmeleri tavsiye ediliyordu. (Buhari, Îdeyn, 15)

Şu hadis-i şeriflerden kadınların mescide gelmelerinde o gün herhangi bir sakınca görülmediğini anlıyoruz.

“Kadınların mescitlere gitmesine engel olmayın. Fakat evleri onlar için daha hayırlıdır.” (Müslim, Salât, 134–137),

“Kadınlarınız gece mescide çıkmak için izin istediklerinde onlara izin verin.” (Müslim, Salât, 139),

“Kadınlar cemaate katılmak istediklerinde, koku sürünmesinler.” (Müslim, Salât, 141)

Görülüyor ki, mescidler kadınlar için her zaman için açıktı. Ancak, bazı şartlar da yok değildi. Kadınlar koku sürünmeden gelecekler ve böylece namazda yaşanması gereken konsantrasyonu bozmayacaklardı. Bu ve benzeri tedbirlerde, namazın huzurunu gözetme ile beraber erkekler için fitne unsuru olmama da göz önünde bulunduruluyordu. Nitekim, Peygamber Efendimiz’in vefatlarından sonra kadınların mescide gelmeleri bazı endişeler uyandırmış ve zaman zaman çeşitli uygulamalara gidilmiştir. Bu uygulamalardan biri Hazreti Ömer’e aittir. Hazreti ömer (r.a), Ramazan ayında erkeklerden ayrı namaz kılmaları için mescidin içinde kadınlara bir yer ayırmış ve onlara Süleyman bin Ebû Hasme’yi imam tayin etmiştir.2 Bu tür uygulamaların sebebini Hazreti Aişe validemiz (r.anha)’in şu sözünde bulmaktayız:

“Eğer Allah Resûlü, kendisinden sonra kadınların neler yaptıklarını görseydi, İsrailoğullarının kadınlarında olduğu gibi, onların mescide gelmelerini men ederdi.”(Ebû Davud, Salât 53)

Burada kadınların süslenerek mescide geldikleri, giyimleriyle dikkat çektikleri ve bu halleriyle namazın ve mescidin manevi havasını olumsuz yönde etkiledikleri anlaşılmaktadır. Bu uygulama daha sonra Hazreti Osman zamanında kaldırılmış ve kadınlar erkeklerle beraber aynı imama uyarak namaz kılmışlardır.3

Peygamber Efendimiz (s.a.s.), sadece cuma günleri değil diğer günler de namazlardan sonra mescidde, inen ayetleri tebliğ ve tefsir ediyor, o ayetle ilgili olan ya da olmayan sorulara cevaplar veriyordu. İşte bu sohbetlere kadınlar da katılıyor, hatta sorular da soruyorlardı. (Buhari, İlim, 41)4

Kadınların sohbetleri ve hutbeleri dinlemeleri daha sonra Hulefa-i Raşidin döneminde de devam etmiştir. Hazreti ömer hutbe verirken bir kadının kalkıp mehirin azaltılmasıyla alakalı fikrine karşı çıkması ve bunu ayetten delil getirerek rahatlıkla ifade etmesi, bu meselede bir örnektir.5 Bu anlatılanlardan da anlaşılıyor ki, kadınlar asr-ı saadette -bazen çeşitli tedbirlerle beraber- mescitlerin manevî ve ilmî feyizlerinden istifade etmişler ve hep ilme açık olmuşlardır.

2. Peygamberimizin özel sohbet günleri

“Allah, beni bir muallim olarak gönderdi.” (İbn-i Mace, Mukaddime, 229)

diyen ve ümmetinin içinde erkeklerle beraber kadınların eğitimiyle de ilgilenen Allah Resûlü (s.a.s.), kendisine özel sohbet talebiyle gelen kadınlara hususi bir gün ayırmış ve onlara vaazlar vermiştir.

Medine’nin kadınları gelerek şöyle demişlerdi: “Ey Allah’ın Resûlü, erkekler sizi dinleyip sizden istifade etme konusunda bizi geçtiler. Bize de müstakil bir gün ayırsanız!” Allah Resûlü, bunun üzerine onlara bir gün verdi. O belirli günde onlara nasihat eder ve bazı emirlerde bulunurdu. (Buhari, İlim 36)

Mescidde sohbet dinleme hakkına sahip olan bu kadınlar, erkeklerin fazla kalabalık olmaları sebebiyle izdihama maruz kalıyorlar ve bazen Efendimiz’i tam işitemiyorlardı. Ayrıca, hepsi her zaman mescide gelemiyordu. Onların bu ısrarlı isteklerine binaen, Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ilgisiz kalamazdı ve kalmadı da. Hemen bir gün belirledi ve kadınlara has vaazlar verdi. Hatta bazı rivayetlerde Allah Resûlü’nün “Falanca hanımın evinde toplanın.” diyerek kadınlara mahsus vaazını belirli bir evde yaptığı rivayet edilir. (Fethu’l-Bârî, 1/236) Aynı hadis-i şerifte, Peygamberimizin kadınlara yapmış olduğu vaaz konularından biri de, konumuzla alakalı olarak, geleceğin büyük kadınları olan küçük kızların eğitimiyle alakalıdır. Allah Resûlü, onlara şöyle buyurur: "Bir kadının üç kızı olur da onları güzelce terbiye ederse, bu üç kız onun için cehenneme karşı perde olur." Bir kadın sorar, “İki kızı olursa!?” Peygamberimiz “İki kızı olan da aynıdır.” buyurur. Burada kadınların da kızlarına tebliğde bulunmaları ve onları güzelce terbiye etmeleri gerektiğini öğreniyoruz.

Buhari, “Devlet başkanının kadınlara nasihatte bulunması” babına yer vererek şu hadiseyi anlatır: Allah Resûlü (s.a.s.), bir gün Bilal (r.a.)’ı da yanına alarak, kadınlara vaaz vermek üzere çıktı. Kadınlara sadakanın faziletlerini anlatarak sadaka vermelerini istedi. Kadınlar küpelerini ve yüzüklerini sadaka olarak ortaya atmaya başladılar. Bilal de bunları alıp elbisesinde topladı.(Buhari, İlim 32) İbni Hacer, şöyle der: Buharî bu başlıkla, ailenin öğretimiyle ilgili teşvikin, kişinin sadece kendisine mahsus olmayıp bunun devlet başkanı ve onun yetki verdiği kimselere de yönelik olduğuna dikkat çekmiştir. (Fethu’l Bârî, 1/232) Bu hadiste dikkatimizi çeken diğer bir husus, kadınların maddî infakta bulunmaları ve himmette bulunmaları için Peygamberimiz’in onları topluca teşvik etmesidir. Bu husus, bugün olduğu gibi kadınların gerektiğinde bu türlü hizmetlerde bulunabileceğinin delili olmaktadır.

3. Sahabenin ailesine tebliği

Allah Resûlü, genellikle tebliğ ve irşatlarını, Mescid-i Nebevî’de yapıyordu. Bütün öğrenilenler vahiy eksenli idi ve her şey ter ü tazeydi. Gökler ötesinin haberleri bir yağmur gibi yağıyordu yeryüzüne. Sahabe, başına bir iş geldiğinde, evde bir mesele olduğunda hemen mescide Peygamber Efendimiz’in yanına koşuyor, müşkilinin halledilmesini istirham ediyordu. Eğer, sorma imkânı bulamaz veya utanırsa, ehl-i suffeye soruyor, Efendimiz’den menkul bir haber varsa onu öğreniyor ve evine dönerek öğrendiklerini ailesine de öğretiyordu. (bk. Buhari, İlim, 26) çünkü,

“Bir ayet de olsa benden duyduklarınızı insanlara tebliğ ediniz.”

emrini alan Sahabe’nin başka türlü yapması beklenemezdi.

“Ey inananlar, kendinizi ve ailenizi öyle bir ateşten koruyun ki, yakıtı insanlar ve taşlardır.” (Tahrim, 66/6)

ayetinden anlaşıldığı üzere bütün inananlar, aile efradını ebedi hüsrandan korumakla mesuldür. Bu ayeti en güzel şekilde anlayan ve dini yaşamada hassas davranan Sahabenin bir kelime de olsa elde ettikleri bilgiden ailelerini mahrum etmeleri düşünülemezdi. Evet, Sahabe bu ayeti çok iyi anlıyor ve gereğini yapıyordu. Dini yeni öğrenen insanların şu kıssası, bu konuda bize bir fikir vermektedir: Rabîa kabilesinden bir grup Allah Resûlü’ne gelip, Medine’ye kolay gelemediklerini, düşman kavimlerin yol üzerinde bulunmasından dolayı ancak haram aylarda gelebildiklerini arz ettikten sonra, kendilerine nasihatlerde bulunmasını istediler. Allah Resûlü de onlara bazı tavsiyelerde bulundu ve sonra şöyle buyurdu:

“Bu dediklerimi iyi ezberleyin ve geride kalanlara anlatın.” (Buhârî, İlim, 25)

Geride kalanlardan maksat ise başta aileleri olmak üzere bütün kabileydi.

Evet, “Allah, benim sözümü işitip belleyen sonra da onu benden başkasına ulaştıran kimsenin yüzünü kıyamet günü ak etsin.” (Tirmizi, İlim, 7; İbn-i Mâce, Mukaddime, 18)

diyen Allah Resûlü, yanına gelenlerin omuzlarına hem bir kutsi vazife yüklüyor hem de bu vazifenin ecrinin büyüklüğünü nazara veriyordu. Bir harf bile olsa öğrenen insanın başkalarına öğretmekle mesul olduğu vurgulanmış oluyordu. öğretilecek kimseler hususunda en başta gelenler ise aile efradıdır.

“Bir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha hayırlı bir şey vermemiştir.”(Şuabü’l-İman, 6/399)

hadisi de bu meseleyi açıklayıcı mahiyettedir.

“(İnfakta) önce ailenden başla.” (Buhari, Vesâyâ, 9)

hadisiyle infakta aileden başlanması gerektiğini anlıyoruz. Dünyada yayayabilme açısından gerekli olan yeme-içme konusunda aileden başlanıyorsa, dünya hayatını tanzim etme ve ebedi hayatı kazanma konusunda da aileden başlanması gerekeceği aşikârdır. Bundan dolayı da aile reisi konumundaki erkeğin, öncelikle hanımına ve çocuklarına dinî eğitim vermesi, eğer bu eğitimi verecek ilme sahip değilse, hanımının eğitim almasını sağlaması iktiza edecektir. Nitekim,

“Kadınlarınıza güzel tavsiyelerde bulununuz.” (Buhari, Enbiya, 1) ve

“Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden mesulsünüz.” (Buhari, Cuma, 11) hadis-i şerifleriyle

“Önce en yakın akrabalarını uyar.” (Şuarâ, 26/214) ve

“Ailene namazı emret, kendin de onun güçlüklerine dayan.” (Tâhâ, 20/132)

ayetleri de bunu teyid etmektedir. Şuarâ sûresindeki ayet indiğinde Peygamber Efendimiz (s.a.s.), en başta kızı Fatıma ve halası Safiyye olmak üzere bütün yakınlarını çağırmış ve onları Ahirete hazırlanmaları konusunda ikaz etmişti.(Buhari, Vesâyâ, 11; Müslim, İman, 351)

Aileye dini öğretme konusunda Allah Resûlü (s.a.s.)’in orijinal bir tatbiki olarak şu örnek de gayet dikkat çekicidir: Ümmü Seleme validemiz anlatıyor: Allah Resûlü (s.a.s.), bir gece uyanarak, “Fesübhanallah, bu gece vaktinde bu fitnelerin ve bu rahmet esintilerinin hikmeti ne ola ki!” dedi ve devam etti: “Hemen odalarda yatanları (hanımları) kaldırın, bu dünyada nice giyimli kuşamlı (veya örtüsüne bürünmüş) insan vardır ki, ahirette elbisesiz ve örtüsüz kalıverir.” (Buhari, İlim, 40) Efendimiz (s.a.s.), gece hayretler içerisinde uyanmış ve ihtimal ümmetinin gelecekte karşılayacağı olumlu olumsuz bazı hadiseler gösterilmiş ve hücre-i saadetlerinde uhrevî bir alarm/ikaz durumu hâsıl olmuştu. Böyle zamanlarda yapılacak tek şey, geceyi topluca ihya etmekti. Bu yüzden de zikir, ibadet ve dua için hanımlarının uyandırılmasını istemişti. İşte Efendimiz’in bu tutumu, bir aile reisinin, ahiret adına evde yaşaması gereken teyakkuz haline dair güzel bir örnektir.

Kettânî’nin verdiği bilgiye göre Sahabe, Hazreti ömer’in halifeliğinden önce kardeşlerini ve kızlarını okutur, sonra da onları okutucu olarak vazifelendirirlerdi ve bu zincirleme olarak devam ederdi. Daha sonra, Hazreti ömer okullar açtırarak çocukların eğitim ve öğretimi için görevliler tayin etti.6

4. Özel olarak Peygamberimize soru sormaya gelmeleri

Kadınların, Efendimiz ve Hulefa-i Raşidin döneminde ilim almak için soru sormaktan çekinmediklerini görüyoruz. Dışarıda herkesin soru sormasına müsaade eden Peygamber Efendimiz (s.a.s.), ayrıca öğleden sonra huzuruna girilip soru sorulması için de izin veriyordu. (Mecmaü’z Zevâid, 1/161) örnek olarak Mücadele Sûresinin inişine sebep olan hadiseyi zikredebiliriz: Havle binti Salebe, kocasının kendisini boşadığı şikâyetiyle Peygamber Efendimiz’e gelmiş ve kocasının kendisini boyadığını söyleyerek derdini dökmüştü: “Ey Allah’ın Resûlü, Evs benimle genç ve cazip olduğum sırada evlendi. Bunca zaman ona hizmet ettim, çocuklar doğurup büyüttüm. Gençliğim gidince beni ortada bıraktı. Kocama dönme imkânı yok mu? O da buna razı?” Bu ısrarlı yakarmalardan sonra Mücadele suresinin ilk dört ayeti nazil oldu.7

Hazreti Aişe validemiz, Ensar kadınları hakkındaki bir hayretini şöyle dile getirir:

“Ensar kadınları ne hoş, hayâları, soru sorarak ilim öğrenmelerine mani olmuyor!”

İşte bu kadınlardan biri olan, Hazreti Enes’in annesi ümmü Süleym, Peygamberimiz’e gelmiş ve “Allah, hak olan bir meseleyi açıklamaktan çekinmez. Bu yüzden ben de çekinmeden soruyorum.” deyip kadınların gusül abdesti alması konusunu soruvermiş, Allah Resûlü de güzelce açıklamıştı. Hadisi bize rivayet eden Ümmü Seleme validemiz merakını yenemeyerek “Kadınlara da mı gusül gerekiyor.” diye sormuş Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ona da aynı açıklıkla cevap vermişti. (Buhari, İlim, 50) Bu rivayetten anlayılıyor ki, Allah Resûlü’ne kadınlar da gelip soru soruyorlar ve O, sordukları her mevzuya anlayacakları en güzel şekilde cevap veriyor ve onları memnun ediyordu.

Ezvac-ı Tahirat Okulu

Allah Resûlü’nün çok kadınla evlenmesi pek çok hikmete mebnidir. Bu hikmetlerden biri de; hanımları yoluyla kadınlara ve aileye ait hükümlerin ümmete daha iyi öğretilmesidir. Peygamber Efendimiz (asm)’in evde yaptığı ibadetler, ev hayatının ve eşler arası hukukun incelikleri, uyku anında görülen mucizeler, gece hayatının özellikleri, hayız, iddet, gusül gibi konular, çoğunlukla Peygamberimiz’in hanımları olan annelerimiz tarafından nakledilmiştir. Dolayısıyla aile ve ev hayatıyla alakalı hükümlerin bildirilmesinde ezvâc-ı tâhirâtın yeri çok büyüktür. İşte Allah Resûlü’nün, kadınların eğitimine verdiği değeri gösteren en önemli hususlardan biri de Efendimiz (asm)'in rahle-i tedrisinde yetişen ezvâc-ı tâhirattır ve bunların başında da Hazreti Âişe validemiz gelmektedir.

Âişe Validemiz (r.a.)

Allah Resûlü’nün hanımları arasında ilme düşkünlüğü ile bilinenlerin en önde geleni Hazreti Aişe validemizdi. O kadar ki, “bilmediği bir konuyu duyduğunda, onu iyice anlayıncaya kadar sormaya devam ederdi.” (Buhari, ilim, 36) Ebu Musa el Eşari anlatıyor: “Allah Resûlü’nün arkadaşları olarak ne zaman bir hadîsi anlamada problem yaşasak, hemen Âişe’ye sorardık. Kendisi bize o konuda mutlaka bir bilgi sunardı.” (Tirmizi, Menakıb, 62) Rivayetten de anlaşıldığı gibi, Aişe validemizin hadislere vukufiyeti fevkalade ileri idi. Huzuruna gelen bir soru veya problemi, hemen bir hadisle veya bir te’ville (yorumla) hallediveriyordu. Hatta bazı yanlış anlaşılan veya eksik rivayet edilen hadisleri, Hazreti Aişe validemiz tamamlamış ve bizi yanlış anlamalardan kurtarmıştır.8

Allah Resûlü (aleyhi ekmelüttehâyâ) Hazreti Aişe hakkında şöyle buyurmuşlardır:

“Peygamber Hanımları da dahil eğer ümmetimin kadınlarının ilmi Aişe’nin ilmiyle kıyas edilecek olsa, Aişe’nin ilmi daha fazladır.” (Taberani, el-Kebir, 23/184)

Bundan dolayıdır ki, Efendimiz’den tescilli bu ilim hazinesine miras ve tıp ile ilgili konularda dahi müracaatta bulunurlardı. (Taberani, el Kebir, 23/182; Müstedrek, 4/11) Hatta Aişe validemizin tabiblik yönünün olduğunu da yine kaynaklarımızdan öğreniyoruz.(Müsned, 6/67)

Mekke’nin âlimi olan Ata ibni Rabah, Âişe validemizin ilmine olan hayranlığını şöyle ifade eder: “O, insanların en fakihi, en âlimi, görüşü en güzel olanıdır.”(Müstedrek, 4/14) Ayetlerin iniş sebebini en iyi bilenlerden biri olan Âişe validemiz, Hazreti ömer ve Hazreti Osman zamanında fetvalar da veriyordu. Hazreti ömer ve Hazreti Osman (r.a), sünnetle alakalı bazı sorular için Hazreti Âişe validemize elçiler gönderiyorlardı.9

Rivayete göre, Peygamberimizin hanımları hadisleri çok iyi ezberliyorlardı. Bilhassa Hazreti Âişe validemiz ile ümmü seleme validemiz bu konuda önde idi.

Hafsa Validemiz (r.a.)

Hafsa Validemiz yirmi yaşlarında Peygamber Efendimiz’le evlenmiş ve 60 hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de kardeşi Abdullah b. Ömer, yeğeni Hamza, kadın hizmetçisi Safiye, Harise b. Vehb, Ümmü Mübeşşir gibi sahabiler rivayette bulunmuşlardır. Dikkat edilirse, kendisinden rivayet edenler arasında kadınlar vardır ve o kadınlardan biri de hizmetçisidir. İslâm, kadın hizmetçiye dahi ilim öğretme imkânı sunmuş, bununla da kalmayıp o ilmi başkalarına nakletmesini de tavsiye etmiştir.

Hafsa Validemiz (r.anha), belagat ve fesahat sahibi, eli kalem tutan bir kadındı. Babası Hazreti Ömer’in vefatından sonra Müslümanlara hitaben yapmış olduğu bir konuşma vardır ki, gayet edîbânedir.10 Cahiliyede Şifa Adeviye isimli kadından yazmayı öğrenmişti. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kendisiyle evlendikten sonra, Şifa Adeviye’den Hafsa Validemize hüsn-ü hattı ve süslemeyi de öğretmesini istemişti.11

Ümmü Seleme Validemiz (r.a.)

Her hanımın, kendi evini birer okul, birer mescit haline getirmesi, dinimizin istediği, en azından tavsiye buyurduğu bir kutlu vazifedir. Anneler, çocuklarını böyle bir ortamda büyüttüklerinde, rûhu, aklı, kalbi Allah marifetiyle dolmuş, ibadet, zikir ve ahlâk-ı âliyeyle doymuş bir nesil yetişecektir. Esasen, bir annenin dünyada en büyük hizmeti ve insanlığa en güzel armağanı da budur: Kendi dinini yaşayan ve haliyle-diliyle dininin güzelliklerini başkalarına da yaşatmanın heyecanını duyan bir evlat yetiştirmek. İsterseniz şu ayeti bir de bu açıdan okuyalım:

“Oturun da evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve (Resûlullah’ın) hikmetlerini anın. Allah muhakkak ki Latif ve Habir’dir (ilmi en gizli şeylere bile nüfuz eder).(Ahzab, 33/34)

İşte bu ayeti ruhunda yaşayan ümmü Seleme validemiz, okul öğretmenine haber göndererek, Kur’ân öğretmek üzere kendisine çocuk göndermesini istemişti. Yukarıda da geçtiği üzere hadisleri en iyi ezberleyenlerden biriydi o.

İbn-i Hazm, kitabında yirmi kadar hukukçu hanım sahabiden bahseder. örnek olarak yukarıdaki validelerimize ilave olarak şu isimleri sayabiliriz:

ümmü Habibe validemiz, Fatıma validemiz, ümmü Şerik, ümmü’d-Derdâ el-Kübrâ, ümmü Seleme validemizin kızı Zeyneb, ümmü Eymen, ümmü Yûsuf, Atike bint Zeyd b. Amr b. Nufeyl, Ebu Bekir Efendimiz’in kızı Esma validemiz, Fâtıma bint Kays. (r.anhüm ecmeîn)12

Sonraki Dönemlerde Kadın Âlimler

Bu kutlu neslin ardından pek çok kadın âlim yetişmiştir. örnek olarak birkaç tanesinin sadece ismini zikretsek yeterli olur: Kitabet ve şiir alanında Uleyye binti Mehdi (A. Nisa, 3/334) Aişe binti Ahmet el-Kurtubiyye (Nisa, 3/6), Villade binti Halife el-Müstekfî (Nisa, 5/287), tıp alanında göz hastalıklarını tedavi etmekle meşhur Benî Eved kabilesinden Tabibe Zeynep (İsbehani, el Egani, 13/114; A. Nisa, 2/57) ümmü’l Hasen binti’l Kadî Ebi Cafer et Tancalî ki meşhur bir tabiptir. Hadis alanında Kerime el-Merveziye (Nisa, 4/240), Seyyide Nefise binti Muhammed. (Nisa, 5/190)

Hafız ibni Asakir, kendi hocaları arasında seksen küsur kadın muhaddis sayar. Ayrıca, İmam Şafii, Buhari, İbni Hallikan ve İbni Hibban gibi âlimlerin kadın müderrisleri de olmuştur. Bu müderriselerin çoğu, fakih, edip ve meşhur âlimlerdir. Sadece birkaç misalini verdiğimiz bu kadın âlimler, İslâm’ın kadınların eğitimine bakışını ortaya koymaya yeter. Daha fazlasını tabakat kitaplarına havale ediyoruz.

Netice

Efendimiz (s.a.s.)’in kavlen ve fiilen teşvikçisi olduğu kadın eğitimi, İslâm’da en güzel şekilde tatbik edilmiş ve kadın hiçbir zaman bu hakkından mahrum bırakılmamıştır. Zamanımızda kısmen bazı yerlerde görüldüğü gibi, kız çocuklarını okutmama yanlışlığına düşülmüşse bu, dini yanlış ya da eksik anlamadan kaynaklanmıştır. Halbuki dinimizin kaynakları olan Kur’ân ve Sünnet, hep umumi konuşmuş, kadın erkek herkesi kapsayacak şekilde hitap etmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.)’in eşleri, sahabe hanımlar ve sonraki nesillerden yetişen kadın âlimler bunun şahididir. Öyleyse, bugünün inanmış erkeklerine düşen vazife, hanımlarına ve kızlarına öğrenme ve öğretme imkânları hazırlamak, buna karşılık kadınlardan ve kızlardan beklenen gayret ise, kendilerine sunulan fırsatları iyi değerlendirip ilme koymak, imkânlar sunulamamış olsa dahi, şartları zorlayıp kalb, zihin ve akıllarını ilim ve marifetle doldurmaya çalışmaktır. Kaldı ki, bugün ilim elde etme yolları; kitapların bolluğu, yetişmiş insanların çokluğu ve internet sayesinde kütüphanelerin evlere taşınmasıyla, geçmiş yıllara göre daha kolay ve daha geniştir. İnsana düşen şey ise sadece imkânları değerlendirme gayretidir.

KADININ YAKINLARINI ZİYARET HAKKI

Kocanın izni olmasa dahi kadının kendi anne ve babasını ziyaret için evden çıkma hakkı var mıdır?

Bu konuyu açıklamadan önce şu noktaya işaret et etmemiz gerekir: Müslümanın evi Kur`an ifadesi ile bir "sükûn" ve sekînet yuvasıdır. Müslüman erkek dünya yorgunlukları ve stresinden kurtulmak için huzuru evinde arar. Gerçekten de erkek için en büyük ferahlama ve huzur yeri evidir, âilesidir. O hanımından emindir, hanımı da ondan emindir: Ilişkileri güven esası üzerine kuruludur. Bu, ideal ve ütopik bir roman değil, pek çok müslümanın fiilen yaşadığı bir hayattır. 

Allah kadınlarla maruf vechile (akl-ı selim ve şeriat ölçülerine göre güzel bilinen ölçülerde) geçinilmesini emreder.(Nisâ, 4/19) Insanın yakınlarını görmesi, gözetmesi, ziyaret etmesi hem şeriatın, hemde fıtratın istediği bir şeydir. Binaenaleyh, müslüman ve anlayışlı bir aile reisinin herhangi bir ciddi sebep yokken buna mani olması, az önce işaret ettiğimiz "Onlarla maruf vech ile geçinin" ilâhî emrine uymaması demektir. Yine Rashûlullah Efendimiz: "Birinin hanımı mescide gitmek isterse ona mani olmasın." (Buhari, Ezan 166, Nikah 116; Müslim, Salât 134) Kadınlara hitaben: "Allah ihtiyaçlarından dolayı çıkmanız için size izin vermiştir." buyurmuşlardır. (Buhari, Nikah 115) Allah (c.c.) Kur`an-ı Kerim`de "anne-babâya iyiliği" kendisine şirk koşulmamasıyla beraber istemiş,(Isrâ, 17/23) Onlarla iyiliği emrederken de, sadece çocuklarını şirke zorlama halini istisna etmiştir. (Lokmân, 31/15) Yani bu halin dışında herkes Annesiyle Babasıyla "Dünyada maruf vechile beraberlik kurmak zorundadır." (aga) 

Durum bu olunca, azıcık Islâmî bilgisi ve bir nebze anlayışı olan koca için mesele, hukuki müeyyidelere bâşvurmadan, ahlâkî ölçülerle kolaylıkla halledilir. Eğer mesele mahkemelik olmuşsa, ipler zaten iyice gerilmiş demektir. Ama ahlâki ölçülerle bağımlı olmayan koca, hukukî zorlamalardan etkilenebilir. Işte bu noktada Hanefi fıkhına göre mahkemenin vereceği karar şudur: Kocanın karısını her cuma (haftada bir) ziyârete gitmekten alıkoyma hakkı yoktur. Karısının annesi Babası kâfir de olsa durum böyledir. Bazılarına göre bu, annesinin babasının kendi yanına gelmemeleriyle kayıtlıdır. Yani kadının Anne-Babası kendisini ziyarete gelebiliyorlarsa, koca karısını onlara göndermeyebilir, ancak onların gelip kendi evinde kızlarını haftada bir ziyaret etmelerine mânî olamaz.

Anne-baba dışındaki mahremlerde bu süre bir yıl olarâk belirlenmiştir. (Ibn Âbidîn NI/602-603; Mavsilî, ihtiyâr 534; Vehbe, el-Fıkhu`l- Islâmî VN/336) Ancak bu süreler nasla değil, zamanın örfü (maruf olan ölçüsü) ile sabit olduğundan, her yerin örfüne göre değişebilir.

Şâfi ve Hanbelîlere göre ise durum biraz farklıdır: Koca karısını, onun için önemli olan konularda dahi evinden çıkmaktan alıkoyabilir. Bu önemli konular ebeveynini ziyaret, onları hastalıklarında bakma, cenazelerinde bulunma olsa da farketmez. Ahmed b. Hanbel; annesi hasta olan bir kadının, eğer kocası müsâade etmiyorsa, kocasına itaat etmesi, annesine hasta ziyareti yapmasından daha kuvvetli vâciptir, der. Ama izin verirse ne âlâ.(Ibn Kudame, el-Mugnî VN/20; Vehbe, agk.) Böylece onlar da, ahlâkî davranış gereği (bunu diyaneten de diyebiliriz) kocanın karısına anne-babasını ve yakınlarını ziyaret konusunda izin vermek zorunda.olduğunu kabul ediyorlar demektir. Bunu da şu şekilde ifade ediyorlar: Kocanın karısını, valideynini ziyaretten ve hastalıklarında uğramaktan alıkoyması (ahlâken) uygun olmaz. Çünkü bu, sıla-i rahimi kesme ve "maruf vech ile muâmele" etmeme anlamı taşır: (İbn Kudâme, agk.) 

İlave bilgi için tıklayınız:

Kadın, başkalarına İslamı tebliğ etmek için kocasından izinsiz gidebilir mi?
Ahzab suresi 33. ayette geçen "Evlerinizde oturun,.." emri, bütün mümin hanımlara mı yoksa Peygamber hanımlarına mıhitap ediyor?
Asr-ı Saadette çalışma ve ticaret hayatında kadınların rolü hakkında bilgi verir misiniz?

DİPNOTLAR

1. Kadın ve Aile, s. 40–43.
2. İbn-i Sa’d, 5/16.
3. Geniş bilgi için bk. DİA, İslâm’da Kadın, M. Akif Aydın, 24/87).
4. Peygamberimizin sabah namazından sonra sohbet ettiğine dair bkz: Mecmaü’z Zevâid, 1/159.
5. bk. F.Bari, 9/204; F.Kadir, 2/5.
6. Kettani, et-Teratibü’l idariyye tercümesi, 3/107.
7. Muhtasar İbni Kesir, 3/480.
8. Zerkeyî, el-İcabe, s. 103.
9. Tabakat, 2/32–33.
10. A’lâmü’n Nisa, 1/275.
11. İbn-i Hacer, T. Tehzib, 12/457.
12. İbn-i Hazm, Cevâmiu’s Sire, s. 223.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun