Ebu Hanife' ye zorla mezhep kurdurulduğu doğru mu? Cafer-i Sadık ve Ebu Hanife arasında neler olmuştur?

Tarih: 24.01.2007 - 21:42 | Güncelleme:

Soru Detayı
Ebu Hanife (ra)'ye zorla mezhep kurdurulduğu doğru mu? O "Hocamın olduğu yerde bana söz söylemek düşmez." demiş. Kurmayınca hapse atmışlar. Bu nasıl olabilir? Mezhep nasıl ve niye zorla kurdurulsun? Bir de madem onun hocası Cafer-i Sadık (ra), -ki o Ehl-i Beyt'ten-, İmam-ı Azam (ra) niye mezhep kurmuş? Çünkü zaten hocasının mezhebi var. Hocasıyla arasında geçen o meşhur (rey ile ilgili) konuşmada kim hatalı? İmam-ı Azam burda hocasını dinlemiyor. Halbuki Cafer-i Sadık (ra)'ın sözünün daha doğru olması gerekmez mi?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Zorla mezhep kurdurulma gibi bir olay mümkün değildir. Kendi fıkhi görüşlerini anlatan, kendisine ait bir eseri bulunmamaktadır. İmam Azam'ın fıkıhla ilgili görüşleri, talebeleri tarafından bizlere nakledilmiştir.

Hanefi Mezhebi'nîn Gelişmesi ve Yayılışı

Hanefî mezhebi istinbat ve tahric sayesinde son derecede gelişmiştir. Bu mezhebin gelişerek yayılmasını sağlıyan âmiller şu üç noktada toplanabilir:

1. İmam Ebu Hanife'nin talebeleri pek çoktu. Bunlar, onun görüşlerini yaymak, fıkhının dayandığı esasları açıklamak hususunda çok gayret göstermişlerdir. Pek az meselede hocalarına muhalefet etmişlerse de umumî olarak onun görüşlerine uymuşlardır. İster hocalarına uysunlar isterse muhalefet etsinler, onun dayandığı delilleri açıklamayı ihmal etmemişlerdir. Aynı zamanda Ebu Hanîfe'nin görüşlerine dayanarak birçok fer'î meseleleri ele alıp incelemişler ve bu meselelerin dayandığı kıyasları açıklamışlardır.

2. İmam Ebu Hanife'nin talebelerinden sonra gelen ve bu mezhebe bağlı olan fakihler, hükümlerin illetlerini ortaya kovmaya ve bunları gelecek asırlarda meydana çıkacak olan meselelere tatbik etmeye çok önem vermişlerdir. Bunlar, mezhebin fer'î meselelerde dayandığı hükümlerin illetlerini tesbit edip ortaya çıkardıktan sonra, birbirine benzeyen bütün meseleleri genel kaideler altında toplamışlardır. Böylece, çeşitli furû' meselelerini içine alan külli kaide ve nazariyeler koyarak, mezhebi sistemleştirmişlerdir.

3. Hanefî Mezhebi, çeşitli örfleri bulunan birçok ülkelere yayılmıştır. Bu ülkelerde yeni hükümler çıkarmayı gerektiren bir çok olaylar meydana gelmiş ve bu sırada Abbasi devletinin resmî mezhebi olmak sıfatıyla Hanefî Mezhebi, bu meseleleri halletmek mecburiyetinde kalmıştır. İşte Hanefî Mezhebi, Abbasi Devletinin resini mezhebi olarak beş yüz seneden fazla İslâm ülkelerinde tatbik edilmiştir. Harun er-Reşîd, Ebu Yusuf'u Bağdad kadısı olarak tâyin etmistir. Aynı zamanda Ebu Yusuf, Başkadı (Kâdı'l-Kudât) lık makamında olup bütün vilâyetlerin kadıları onun emriyle tâyin ediliyordu. Ebu Yusuf, tabiî olarak ancak Hanefî Mezhebini benimseyen fakihleri kadı tâyin ediyordu. Bu suretle Hanefî mezhebi büyük bir yayılma imkânına kavuşmuştur.

Şüphesiz, çeşitli örfler istinbat işini geliştirmiştir. Bilhassa Hanefî mezhebine göre, hakkında nass bulunmayan meselelerde ve istinbatın kıyasa dayandığı yerlerde örf, istinbat esaslarından birini teşkil eder.

İmamı Azam'ın hapse atılmasının sebebi mezhep kurmaması değildir; o kendisine tevdi edilen makamları kabul etmediği için hapse atılmıştır.

Halife, Ebu Hanîfe dahil olmak üzere, bütün fakihleri toplamış ve onlara şöyle demiştir:

"Peygamber (S.A.V.)'in «Mü'min şartlarına bağlıdır.» hadîs-i şerifi sahih değil midir? Musul halkı bana karşı ayaklanmamaları için ileri sürdüğüm şartı kabul ettiği halde, benim valime karşı ayaklandı. Şimdi onların kanlarını akıtmak benim için helâl değil midir?"

Orada bulunanlardan birisi:

«Onlara istediğini yapabilirsin, onlar hakkında söylediklerin yerindedir. Affedersen, bu, senin büyüklüğünün eseridir. Cezalandırırsan onlar buna müstahak olmuşlardır», dedi. Ebu Hanîfe susmaktaydı. el-Mansur, ona döndü ve:

"Üstad, sen ne dersin, biz, Peygamberin hilâfet ve eman evinde değil miyiz?" diye sordu.

Ebu Hanîfe gerçeği şöyle ifade etti:

«Onlar, ellerinde olmayan şartları kabul etmişler. Sen de sâna ait bulunmayan şartları onlara kabul ettirmişsin. Çünkü, bir Müslümanın kanı ancak şu üç şeyden biri ile helâl olur:

«1. Adam öldürmekten,
«2. Mürted olmaktan,
«3. Evlenmiş ve hür (muhsan) olduğu halde zina etmekten.

«Bu durumda sen, onları cezalandırırsan haksızlık yapmış olursun. Allah'ın şartlarına bağlı kalmak daha iyidir.»

El-Mansur, fakihlerin gitmelerini emretmiş, sonra Ebu Hanife'yi yanına çağırarak şöyle demiştir:

«Ey Üstad, gerçek görüş senin söylediğindir. Memleketine dön, Halifenizi kötüleyecek şekilde halka fetva verme. Çünkü isyancı Haricîlerin cesareti artıyor.»

Şiî olmadığı halde Hz. Ali (ra) soyuna büyük bir sevgi besliyen Ebu Hanîfe'nin bu gibi cesaretli görüşleri, el-Mansur'un memnuniyetsizliğine sebep olmuş, hattâ onu takip ettirmek üzere peşine hafiyelerini takmıştır. Bunun, ayrıca iki sebebi daha vardır:

1. İmam Ebu Hanîfe ile çağının kadısı İbni Ebî Leylâ arasında şiddetli bir anlaşmazlık vardı. Onun verdiği hükümleri Ebu Hanîfe sert bir şekilde tenkid ederdi. İbni Ebî Leylâ da onu el-Mansur'a daima şikâyette bulunurdu. Belki de en çok şikâyeti Ebu Hanife'dendi. Şüphesiz bu, halifenin içinde İmam Ebu Hanife'ye karşı bir kızgınlık ve intikam hissi meydana getirmiştir.

2. el-Mansur'un maiyyetinde bulunanlardan Ebu Hanîfe'yi sevmeyen veya Halifeye sırf yaranmak için onu kötüleyenler vardı. el-Mansur'un hâcibi olan er-Rabi' ve Ebu'l-Abbas et-Tûsî bunlardandır.

Bütün bu olaylar sebebiyle el-Mansur, Ebu Hanîfe'ye karşı iyice bozulmuş, iktidarını korumak için sert bir vaziyet almış ve onu cezalandırmayı zarurî görmüştür. Halife el-Mansur, Ebu Hanîfe'nin zamanın kadısını sürekli tenkidlerini göz önüne alarak, ona kadılık vazifesini teklif etmiştir. Esasen kurnaz bir halife olan el-Mansur, bilginlere doğrudan doğruya din ve dünyaya ait görüşlerinden ötürü baskıda bulunmazdı. Bu sebepten Ebu Hanîfe'nin tenkidlerini ona kadılık teklif etmek için istismar etmeye kalkıştı. Oysa Ebu Hanîfe'nin bu vazifeyi kabul etmeyeceğini biliyordu. Fakat onu, bu yüzden cezalandırırsa haklı görüneceğini umuyordu.

Ebu Hanîfe'ye nihayet kadılık vazifesini teklif etti. O da şu cevabı verdi:

«Kadı olabilecek bir insan, gerekince hem senin, hem de çocuklarınla kumandanlarının aleyhine hüküm verecek bir ruha sahip olmalıdır. Ben ise, böyle bir ruha sahip değilim.»

Bunun üzerine Halife;

«Benim gösterdiğim yakınlığı niçin kabul etmiyorsun?» dedi.

Büyük takva sahibi îmam da;

«Emiru'l-Mü'minin, bana kendi malı ile bir yakınlık göstermedi ki onu reddetmiş olayım. O, bana ancak Müslümanların Beytu'l-Malından bir yakınlık gösterdi. Halbuki benim onların Beytu'l-Malında bir hakkım yoktur. Çünkü ben, mücâhid değilim ki yaptığım cihad karşılığında bir şey alayım. Ben, onların hizmetçileri de değilim ki, hizmetçiler gibi bir şey alayım. Keza ben, onların fakirlerinden de değilim ki, fakirlerin aldığı şeyleri alayım.», dedi.

Kadılık teklifi ne kadar tekrarlandıysa, Ebu Hanîfe'nin bunu reddedişi de o kadar tekrarlandı. Sonunda sabrı tükenen el-Mansur, bu vazifeyi kabul etmesi için yemin aldı. Ebu Hanîfe de kabul etmiyeceğine dair yemin aldı. Ve şöyle dedi:

«Eğer ben, bu vazifeyi kabul etmediğim takdirde Fırat nehrinde boğulmakla tehdid edilsem, boğulmayı tercih ederim. Senin etrafında ikrama muhtaç olanların çoktur!..»

Buna rağmen Halife el-Mansur, İmam A'zam'a kadılık teklifinden vazgeçmedi. Ondan, "hiç olmazsa, doğru olanlarını yerine getirmesi, yanlış olanlarını da tatbik etmekten sakınması için kazâî hükümlerini inceleyip isabetli olup olmadığını kendisine bildirmesini" istedi. Fakat o, bunu da reddetti. Bunun üzerine Halife, Ebu Hanîfe'yi hapsettirip ona her gün on kırbaç vurdurmak suretiyle işkence edilmesini buyurdu.

Ebu Hanîfe'nin sıhhi durumu kötüleşince el-Mansur onu serbest bırakmış, fakat ders ve fetva vermekten menetmiştir. İmam Azam Ebu Hanîfe, bundan kısa bir zaman sonra hayata gözlerini yummuştur. O, ölmeden önce, gasbedilmiş veya Halifenin gasbettiği ileri sürülen bir yere defnedilmemesini vasiyet etmiştir. Bunun içindir ki Halife el-Mansur; «Ebu Hanîfe'nin nezdinde sağken de öldükten sonra da beni kim mazur gösterir?» demiştir.

Ebu Hanife Cafer-i Sadık Hazretlerini üstadı olarak kabul etmiş ve daha ilk görüşmesinde onun için "İnsanların en alim olanı, meseleler etrafındaki ihtilafları en iyi bilendir." demiştir.

Onun İmam Muhammed Bakır ile arasında re'y ile ilgili konuşması şöyledir. Çağdaşları içinde değişik okullara mensup Mâlik, Evzâî, Abdullah b. Mübârek, İbn Cüreyh, Câ'fer-i Sadık, Vâsil b. Atâ vs. büyük imamlar bulunan İmâm-ı Âzam ile büyük İmam Muhammed Bâkır arasında geçen şöyle bir olay anlatılır:

Muhammed Bâkır, Ebû Hanife'ye,

"Dedemin yolunu ve hadislerini kıyasla değiştiren sen misin?" diye sormuş; Ebû Hanife,

"Sen, sana lâyık olan bir şekilde yerine otur. Ben de bana lâyık olan şekilde yerime oturayım. Dedeniz Muhammed (s.a.s.)'e hayatında sahâbîleri nasıl saygı duyuyorlarsa aynı şekilde ben de size saygı besliyorum. Şimdi sen bana kadının mı erkeğin mi zayıf olduğunu; kadının mirasta erkeğe nisbetle hissesini; namazın mı orucun mu efdal olduğunu, idrarın mı meninin mi pis olduğunu söyler misin? " diye sormuş.

İmam Bâkır da "kadının mirasta erkeğe nisbetle yarısı olduğunu, erkekten zayıf olduğunu; namazın oruçtan efdal ve idrarın meniden pis olduğunu" söyledi.

Ebû Hanife ona,

"Kıyas yapsaydım kadın erkekten zayıftır diye ona mirastan iki hisse verir; idrar yapıldıktan sonra gusledilmesini, meni çıktıktan sonra sadece abdest alınmasını söylerdim, âdet halindeki kadının kılamadığı namazları kaza etmesini, orucu kaza etmemesini emrederdim. Kıyasla dedenizin dinini değiştirmekten Allah'a sığınırım." dedi. (Muhammed Ebû Zehra, İslâm'da Fıkhı Mezhepler Târihi, II/66-67).

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun