Yalnızca “Lâ ilâhe illallah” diyen “Muhammedun Resulullah”ı söylemeyenlerin durumu nedir?

1. Hadis-i şerifte geçen; “Lâ ilâhe illallah diyen cennete girecektir” ifadesini ehl-i kitap açısından nasıl anlamalıyız? Bu hadisten hareketle, kelime-i şehadetin ikinci kısmı kabul edilen “Muhammedun Resulullah”ı söylemeyenlerin durumu hakkında ne söyleyeceksiniz?

2. Kur’an-ı Kerim’in ehl-i kitapla ilgili ayetleri bütün olarak göz önüne alındığında tarihsellikten bahsedilebilir mi?

3. Ehl-i kitapla “amentü”de ittifakımız var demek doğru mudur? Dini açıdan bunun bir sakıncası var mıdır?

Cevap:

1. Kur’ân-ı Kerim bütün insanlara hitap ediyor, herkesi ve her kesimi (dinli dinsiz, ehl-i kitap, kitapsız, müşrik, deist, agnostik...) İslam’a çağırıyor. Özellikle ehl-i kitabı ortak kelimeye (Bir Allah’a kulluk etmeye, bir O’nu Rab bilmeye) davet ediyor, ehl-i kitabın Allah için baba demesini, Hz. İsa için oğul demesini, bir başka varlığa tanrılıktan bir pay ayırmasını kabul etmiyor, böyle yapanlara “kâfir ve cehennemlik” diyor, kurtuluşun İslam’da ve Allah’ın kabul ettiği tek dinin İslam olduğunu ilan ediyor, son Peygamberin yalnızca bir bölgeye, bir kavme değil, bütün insanlara peygamber olarak gönderildiğini bildiriyor. Yüzlerde âyet ve hadisin ortaya koyduğu bu gerçekler, bu temel açıklamalar karşısında, soruda naklettiğiniz hadisin muhtemel manalarına bir bakalım:

a) Hadîse, “Lâ ilâhe illallah” diyen cennete girer, peygambere ve diğer iman esaslarına inanması, ibadet etmesi, haramlardan uzak durması gerekmez” diye mana verilirse Kur’an’da ve hadislerde tarif edilen İslam’dan vazgeçilmiş olur, yüzlerce âyet ve hadisin hiçbir anlamı ve yeri kalmaz.

b) “Kelime-i tevhîdin bu ilk cümlesi bütünün özeti, sembolü olarak ifade edilmiştir, maksat “İslam’ın getirdiği iman esaslarına inanan cennete girer”.

c) Bu hadis müminlere hitap etmektedir, anlatmak istediği de şudur. “İnancı tam olan bir mümin, günahlarından dolayı bir süre ceza görse bile sonunda cennete girer.”

Bu son iki mana, diğer âyetler ve hadislerle çelişmez, bu sebeple bu iki mana üzerinden yürümek gerekir.

Ehl-i kitaba gelince,

a) Peygamberimizin bu hitabını duyan ehl-i kitap ona inanmaz, ama onun çağırdığı tevhîdi (yani lâ ilâhe illallah demeyi) kabul ederse ortada bir çelişki olur; Peygamberin (s.a.v) çağırdığı iman doğru ise kendisi de hak peygamberdir, kendisi hak peygamber değilse çağırdığı tevhîd de bağlayıcı, kurtarıcı bir iman esası olmaz. Şu halde Peygamberimize muhatap olan, onun davetini sahih olarak duyan ehl-i kitabın kurtuluşu, onu peygamber olarak tanıyıp inanmalarına bağlıdır. Gördüğü, bildiği halde Kur’an’ı ve Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) peygamberliğini inkâr eden bir kimse cennete giremez. Son peygamberin rehberliği olmadan ehl-i kitabın, batıl olan inançlarını tashih etmeleri de mümkün değildir; tecrübe, olup bitenler, kiliselerin resmi amentüleri bunu açıkça ortaya koymaktadır.

2. Kur’an’ın ehl-i kitap ile ilgili âyetlerini ikiye ayırmak gerekir:

a) İnanç ile ilgili âyetler. Bunların tarihsel olmaları mümkün ve makul değildir, imanda hak her zaman haktır, batıl ve yanlış olan da her zaman batıldır, yanlıştır.

b) Ehli kitap ile ilişkileri düzenleyen âyetler. Bunlara da toptan tarihsel denemez. Savaş, barış, bunların şartları gibi konularda tarihi durum belirleyici olabilir.

3. “ Ehl-i kitapla ‘amentü’de ittifakımız var demek” doğru değildir. Âmentüde ittifakımız olsaydı İslam onları “bizim âmentümüze” davet etmezdi. Evet, Ehl-i kitap da Allah’a, peygamberlere, kitaplara, meleklere…” iman ediyorlar, bu söz de bu maksatla söylenmiş olabilir ama onların “Allah, kitaplar, peygamberler, melekler, ahiret” konularındaki inançları ile İslam inancı arasında çok önemli farklar vardır.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun