Biz İslâm’ın neresindeyiz?
İbadetlerden ictimaî, siyasi, hukuki, ahlaki… hayata kadar her alanda İslâm’ın istediği insan ile bugün Müslümanım diyen insanlar arasındaki farka dikkat çekmek lazım; bu açıklığı fark etmek bile kulluk yolculuğunda önemli bir adımdır.
“Ümmetin üzerine bu ölü toprağı nasıl saçıldı, ümmet bu hale nasıl geldi?”
Çünkü gücü ve saygınlığı, Allah’a dayanıp müminlerle bir olmakta değil, ötekilere yamanmakta aradı ve çünkü imanı zayıfladı.
Bu düşünceyi ilham eden birkaç ayetin meallerini sunuyoruz:
“Kim izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allah’a aittir. Güzel sözler O’na yükselir; rızasına uygun iş ve davranışları da O yüceltir. Sinsi sinsi kötülük tasarlayanlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzakları altüst olur.” (Fâtır, 35/10)
Şöyle diyorlar: “Hele Medine’ye dönelim, o zaman güçlü olan zayıf olanı oradan çıkaracak!” Halbuki asıl güç ve izzet Allah’ındır, Rasulünündür, müminlerindir; fakat münâfıklar bunu bilmezler!” (Münâfikûn, 63/ 8)
“Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin; eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz./ Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız bilin ki o topluluk da benzeri bir yara almıştı. Allah gerçek müminleri ortaya çıkarsın ve uğrunda şehitleri olsun diye o günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz. Allah, zâlimleri sevmez.” (Âl-i İmran, 3/138-139)
Yüce Allah, Uhud Savaşı’nda yenilgiye uğramış olan müminleri teselli etmek için onlara Bedir Savaşı’ndaki zaferlerini ve müşriklerin yenilgilerini hatırlatmıştır. Ayrıca âyette belirtilen amaçlarla bu zafer ve yenilgileri insanlar arasında döndürüp durmuş, acı ve tatlı günleri her iki tarafa da tattırmıştır. Aksi halde hayatın imtihan oluşunun bir değeri kalmadığı gibi serbest irade ile iman etme imkânı da ortadan kalkardı.
“Siz üstün durumda iken gevşeklik gösterip barış çağrısı yapmayın! Allah sizinledir, amellerinizin karşılığını asla eksiltmeyecektir./Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir. Siz iman eder ve Allah’a itaatsizlikten sakınırsanız O da hak ettiğiniz karşılığı verecek, sizden servetinizi de istemeyecektir” (Muhammed, 47/35-36)
Burada müminler barış istemekten menedilmiyorlar, ancak üstün durumda iken veya mümin olmak üstün ve şerefli olmayı da ihtiva ettiği için zaaf ve gevşeklik gösterip düşmandan önce barış istemeleri uygun bulunmuyor, böyle bir davranış düşmana cesaret vereceği için bunun müminleri, “barış, adalet ve din özgürlüğünün hâkim olduğu bir dünya düzenini sağlama” amaçlarına ulaştırmayacağına işaret ediliyor.
Bu ayetlerde Allah Teâlâ izzetin, maddi ve manevî gücün; Allah’ın izin ve inayeti, müminlerin de iman, tevekkül ve gayretleri sayesinde Müslümanların olacağını açıkça ifade buyuruyor.
Peki, biz ümmet olarak niçin zayıfız ve düşman olan kâfirden medet umacak hale gelmişiz? Çünkü adımız Müslüman olsa da iman, şuur ve amelimiz İslam’dan hayli uzağa düşmüş de ondan!