Bir mezhebin lazımı mezhep değil ki, lazım ile mesul olsun, ne demektir?

Tarih: 24.02.2015 - 09:05 | Güncelleme:

Soru Detayı

"Bir mezhebin lazımı mezheb değil ki, lazım ile mesul olsun.”
- Bu kaideyi örnek vererek açıklar mısınız?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Bedüzzaman Hazretlerinin “Lazım-ı mezheb mezheb değil.” (Sünuhat, Rüyada Bir Hitabe) ifadesi, bildiğimiz fıkhî mezheplerle ilgili değildir.

“Bir mezhebin lazımı mezhep değil.”den maksat, herhangi bir meslek ve meşrebin asıl hedefi olmamakla beraber, yine de onunla alakalı olan hususlardır. Bu hususlar iyi de olabilir, kötü de olabilir.

Buna göre, temel esasları itibariyle kötü olan bir meslek/doktrin ile alakalı olan bazı iyi şeylerin var olması, o kötü mesleği temize çıkarmaz.

Keza temel esasları itibariyle iyi olan bir mesleğin yan etkileri olan bazı kötülüklerin bulunması sebebiyle o meslek, tamamen kötüye mahkum edilmez.

Üstadın burada özellikle vurguladığı konu, Avrupa medeniyetidir. Bu medeniyetin iyi tarafları da kötü tarafları da vardır.

- Avrupa’dan sağlık, eğitim, teknik-teknoloji, şehirlerin alt yapısı, ulaşım, iletişim imkânları ve benzeri sahalarda güzel işleri örnek olarak almak, Avrupa medeniyetini tamamen tasvip etmek manasına gelmez.

- Keza, bugün insan hakları bildirisi, demokrasi, adalet kavramı, hukukun üstünlüğü gibi Avrupa medeniyetinin kazanımları, birer müspet hareket anlamda olup bizim siyasi ahlakımızı da besler ve geliştirir.

Bu yüzden Avrupa’dan gelen fakat –az önce sayılan müspet iyilikler gibi-aslında bizim de yitik malımız olan  hususları almak, bu medeniyetin  menfi  lazımları olan kötülüklerine de sahip çıkma manasına gelmez ve özetle Avrupa medeniyetinin mehasinini alanlar, Avrupa’ya tabi olmakla suçlanamaz. Üstat bu manayı “Lâzım-ı mezhep, mezhep olmadığından, belki muahez değil.” şeklinde ifade ediyor.

Bir mezhebin çağrıştırdığı ve lazımı olan menfi manalar, mezhebin kendini bağlamaz. Zaten mezhebin kendi de değildir. O zaman onu sırf çağrıştırıyor diye hesaba çekmek ve inkar etmek yanlış olur.

Mesela: Avrupa’da geçerli olan “fakfon” türü bazı müesseseleri ülkemize getirmek (ki getirilmiş), bizim medeniyetimizde de (zekât, sadaka gibi) yeri olan bir husustur.

İşte bu gibi konular Üstad'ın ifadesiyle: “dahilde muvafık şeklini giyer.” Bu sebeple bizim kültürümüzün bir parçası haline gelir.

Fakat menfi olan yönlerini aldığımız takdirde, bizim kültürümüzle bağdaşmadığı ve yabancılaşmayı getirdiği için, biz bu konularda sürekli Avrupa’nın elinde şuursuz bir alet hükmünde kalmaya mahkum olacağız.

Bediüzzaman’ın özetle ifade etiği gibi,

“Elhasıl: Zünub ve mesavi-i medeniyeti, hudud-u hürriyet ve medeniyetimize girmekten seyf-i şeriatla yasak edeceğiz. Tâ ki, medeniyetimizin gençliği ve şebabeti, zülâl-i ayn-il hayat-ı şeriatla muhafaza olsun. Kesb-i medeniyette Japonlara iktida bize lâzımdır ki; onlar Avrupa'dan mehasin-i medeniyeti almakla beraber, her kavmin mâye-i bekası olan âdât-ı milliyelerini muhafaza ettiler. Bizim âdât-ı milliyemiz İslâmiyet'te neşv ü nema bulduğu için iki cihetle sarılmak zarurîdir.” (bk. Divan-ı Harb-i Örfi, s. 72)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun