Müslümanların kafirleri veli / dost edinmemesi ile ilgili ayetler nasıl anlaşılmalı? Bir Müslümanın, gayrı müslim bir devletin vatandaşlığına geçmesi de onu veli edinmesi midir?

Tarih: 02.03.2007 - 10:33 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Şayet caiz ise, Müslümanların kafirleri veli edinmeleri nasıl olur?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Veli: Dost, arkadaş, yardımcı, birinin işini üstlenen, yönetici, ermiş kişi demektir.

Veli kelimesi Kur'ân'da hem Allah hem de diğer varlıklar için kullanılır. Allah'ın esmâü'l-hüsnâsından biri de el-Velî'dir. Kelime, Allah için kullanıldığında dost, yardımcı, işleri yürüten anlamlarını belirtir. Allah'ın velilik niteliği çeşitli âyetlerde dile getirilir. Buna göre Allah, iman edenleri karanlıklardan aydınlığa çıkaran (Bakara, 2/257), mülkünde, kudret ve yüceliğinde ortağı olmayan ve korumanın kaynağı olan (İsra, 17/111; Kehf, 18/26), rahmetini yayan, dostunu yücelten (Şûrâ, 42/28), göklerin ve yerin yaratıcısı (En'am, 6/14), Kitab'ı indiren, barışseverleri kollayıp gözeten (A'râf, 7/196), yalnız dünyada değil, ölümle bizi bırakıp gidenlerin ardından da bizi kucaklayan sonsuz vefalı (Yûsuf, 12/101) bir velidir.

Kur'ân'da mü'minler için kullanıldığında ise iki anlama gelir. Bunlardan ilki, işlerini Allah'ın gördüğü, kendisine bırakmadığı kimse anlamıdır.

"O salih kimselere velilik eder, işlerini yönetir." (A'râf, 7/196)

âyetindeki velilik bu anlamdadır. Diğer anlam ise, Allah'a ibadet ve taat işini üstlenen kimseyi dile getirir. Bu anlamda her mü'min ve müttaki insan velidir, bunlara korku yoktur, üzülmeyeceklerdir de (Yûnus, 10/62-63). Diğer bir âyette bu anlamdaki veli ayrıntılı biçimde açıklanır:

"...Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlere inandı; sevdiği malını yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlarsa, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan (köle ve esir)lere harcadı; namazı kıldı, zekatı verdi. Andlaşma yaptıkları zaman andlaşmalarını yerine getirenler; sıkıntı hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte doğru olanlar onlardır, müttakiler de onlardır." (Bakara, 2/177).

Kur'ân'a göre velilik ve veli edinme, mü'minin ilişkilerinin yönünü belirler. Gerçek, değişmez ve mutlak veli Allah'tır (Âl-i İmran, 3/68; Şûrâ, 42/9). Velilik yalnız Allah'a özgüdür (Kehf, 18/44). Mü'minlerin velisi ancak Allah'tır (Mâide, 5/55). Bu nedenle mü'minler Allah'ı veli edinmelidirler (Şûrâ, 42/6). Mü'minlerin Allah'tan başka velileri de vardır. Bunlar melekler (Fussilet, 41/31), Allah Resûlü ve diğer mü'minlerdir (Mâide, 5/55).

Kur'ân, mü'minlerin kimleri veli edinmemeleri gerektiğini de açıklar. Örneğin, mü'minler şeytanı veli edinemezler. Onu veli edinen tam bir hüsrana gömülür (Nisâ, 4/119). Şeytanı veli edinenler, hesap gününde onun dışında bir dost bulamazlar (Nahl, 16/63). Şeytanlar kâfirlerin velisidirler (A'râf, 7/27). Şeytanlar, mü'minleri, gerçek veli olan Allah'tan uzak düşürmek için kendi evliyasına sürekli gizli direktifler verirler (En'âm, 6/121). Öyleyse mü'minler şeytanı hayat sahnesinden silmelidirler (Nisâ, 4/76). Mü'minler küfre batan kişileri de veli edinemezler (Âl-i İmrân, 3/28). Edinirlerse, izzet yerine zillete düşerler (Nisa, 4/28). Yahudiler ve Hristiyanlar da mü'minlerin veli edinemeyecekleri kimselerdir. Bunlar, mü'minlerin dinlerini eğlence ve alay konusu edinirler (Mâide, 5/51). İmana karşı küfrü seviyorlarsa, mü'minler baba ve kardeşlerini bile veli edinemezler (Tevbe, 9/23).

"Müminler müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa artık Allah'la olan bağını koparmış demektir. Ancak onlardan gele­bilecek bir tehlikeden korunmanız başkadır. Allah kendisi hakkında sizi uya­rıyor. Sonunda dönüş Allah'adır." (Âl-i imran, 3/28)

Bu âyetin iniş sebebi olarak tefsirlerde, bazı Müslümanların Yahudilerle ve müşriklerle kendi varlıklarını bile tehlikeye sokabilecek dostluklar kurmalarına ilişkin değişik olaylar nakledilir. Bunlardan biri şudur: Medine'deki bazı Yahudiler zaman zaman ensardan bazı Müslümanlarla gizli temas kurarak onları dinlerin­den vazgeçirmeye çalışıyorlardı. Durumu farkeden Rifâa b. Münzir, Abdurrahman b. Ciibeyr ve Saîd b. Hayseme gibi müminler, söz konusu Müslümanları dikkatti olmaları konusunda uyardılar. Onlar bu uyarıyı dikkate almayıp Yahudilerle yakın ilişkilerini sürdürdüler. O sebeple bu âyet nazil oldu.

Gerek nüzul sebebi olarak zikredilen olaylar, gerekse "kâfirûn" (inkarcılar) kelimesinin Kur'ân-ı Kerîm'deki kullanımları dikkate alınarak burada dost edinil­memesi istenenlerin müşrikler, münafıklar veya genel olarak tüm inkarcılar olabi­leceği yorumları yapılmıştır. Nüzul sebebi ne olursa olsun âyet bütün zamanlarda geçerli genel bir ifadeye sahiptir.

Kur'ân-ı Kerîm, Müslümanların başka dinlerin mensuplarıyla ve bilhassa putperestlerle farklı konumlarda, çok çeşitli ilişkiler içinde bulundukları yirmi üç yıla yakın bir zaman dilimine yayılmış olarak nazil olduğundan, bu konuya ilişkin âyetlerde üslûp ve içerik farklılığının bulunması tabiidir. Müslümanların müslüman olmayanlarla ilişkilerini düzenleyen âyetler ve Resûlullah'ın uygulamaları topluca değerlendirildiğinde, delillerin şu iki noktada görüş ayrılığına meydan ver­meyecek ölçüde açık olduğu görülür:

a) Hangi sebeple olursa olsun Müslümanın -kendi inançlarından tâviz vere­rek- müslüman olmayana inanç bakımından yakınlık duyması, onları bu anlamda dost edinmesi kendi imanını tehlikeye sokan bir durumdur.

b) İnançların zedelenmesine yol açacak bîr tarzda olmaksızın, İslâm'ın insa­na bakışını gösteren örnek davranışlar sergilemek, dünya hayatının düzen ve istik­rarını sağlamak ve bu çerçevedeki yararlarını koruyup geliştirmek amacıyla, Müslümanların gayri müslimlerle iyi ilişkiler içinde olması yasaklanmayıp aksine özendirilmiştir. Bu anlayışa paralel olarak, devletler umumi hukukunda milletlera­rası ilişkiler için yapılan dostane ilişkiler ve hasmane ilişkiler şeklindeki temel ayrım esas alındığında, İslâm'ın tavrının bunlardan birincisini kural, ikincisini ise is­tisna telakki etme şeklinde olduğu söylenebilir. Bu tarz ilişkilerin âyet-i kerîmede kullanıldığı anlamıyla "velâ" (dostluk) olmadığı açıktır. Bu kelimenin başka âyetlerdeki, özellikle "Allah Teâlâ"nın en iyi dost olduğunu belirten âyetlerdeki kulla­nımı dikkate alınırsa, burada yasaklanan dostluğun, "inanç birliğinden veya yakın­lığından ötürü sevgi besleme, güven duyma ve bel bağlama" anlamında olduğu ko­layca anlaşılır. Gerek âyetin sonundaki ağır müeyyide yani bu ikaza uymayanların Allah'ın dostluğunu yitirmiş olacaklarının bildirilmesi, gerekse müteakip âyette gizlenen niyetlerin Cenâb-ı Allah'ın bilgisi dışında olmadığının hatırlatılması, ya­saklanan ilişkilerin, İslâm inancına sadakati her şeyin üstünde tutmaksızın birta­kım kişisel zaaflar uğruna imanı tehlikeye sokan veya Müslümanların zararına olan dostluklar tesis edilmesi veya bu tür dostlukların korunması olduğunu göster­mektedir.

Hz. Muhammed (asm)'in, peygamberliğinden önceki dönemde ortağı olan Sâib b. Abdullah'ı Câhiliye devrindeki erdemli davranışlarından ötürü övmesi, gençliğinde Mekke'de haksızlıkların önlenmesi amacıyla oluşturulan "Hilfü'l-Fudûl"a (gö­nüllüler ittifakı) katılmış ve peygamberlik yıllarında da bu girişimden memnuni­yet ve övgüyle söz etmiş olması, bu sûrenin 75. âyetinde Ehl-i kitap mensuplarının "dürüstlük" ölçütüne göre tasnife tâbi tutulması, Resûlullah'ın Yahudilerle ve müşriklerle yazılı anlaşmalar yapmış olması gibi deliller ve hepsinden önemlisi Enbiyâ sûresinin 107. âyetinde Hz. Muhammed'in bütün yaratılmışlara "rahmet" olarak gönderildiğinin bildirilmesi gös­termektedir ki, İslâmiyet, başka dinlerin mensuplarıyla temas kurmayı, barış ve esenlik içinde yaşamanın yöntemlerini geliştirmek ve ilâhî bir lütuf olarak insanın doğasına yerleştirilmiş olan (fıtrat'a uygun) ahlâkî erdemleri beşeriyetin en yüce değerleri sayıp onları yükseklerde tutmak için iş birliği yapmayı yasaklamak şöy­le dursun, bunu İslâm mesajını bütün insanlara ulaştırma (tebliğ) görevinin bir par­çası saymıştır. Bunun sonucu olarak insanlık tarihinde farklı dinlere mensup kim­selerin güven duygusu içinde birlikte yaşayabilmeleri konusunda en başarılı siya­sî ve sosyal ilişki örneklerinin Müslümalar tarafından sergilenmiş olduğu görül­mektedir.

Müslümanların bu alanda ortaya koydukları farklılığın güven duygusu için­de yaşama hissini verebilmekle sınırlı kalmadığı, değişik dinlerin mensuplarının bir taraftan kendi inançlarına göre yaşama özgürlüğüne sahip olduğu, bir taraftan da adalet, hoşgörü, yardım severlîk ve benzeri erdemlerin çok belirgin biçimde gözlenebildiği bir sosyal yapı oluşturdukları, müşahedelerini objektif bir bakışla kaleme alan birçok Batılı yazarın hayranlık dolu ifadelerinden anlaşılmaktadır. Kuşkusuz, "yaratana saygı ve yaratılmışlara iyi davranma" şeklindeki iki umdenin İslâmî öğretilerin özünü teşkil ediyor olması ve bunun ortaya çıkardığı toplumsal dinamikler anılan sonucun sağlanmasında büyük bir etkiye sahiptir. Bir müslümanın Allah'a karşı kulluk görevinin bir parçasını teşkil eden (ibadet niteliği taşıyan) malî yükümlülüklerde (zekât ve fitre) bile, bazı bilginlerin gayri müslimlerin de hak sahipleri çerçevesinde sayılması içtihadını ortaya koymuş olmaları bu açıdan önemli bir örnektir. Hatta Hz. Ömer (ra)'in Tevbe sûresinin 60. âyetinde geçen "fuka­ra" kelimesini Müslümanların yoksulları, "mesâkîn" kelimesini Ehl-i kitabın yok­sulları şeklinde yorumladığı ve hazine görevlilerine bu yönde uygulama yapmala­rı için talimat verdiği nakledilmiştir.

Fakat bütün bu sınırlı ilişkiler, Kur'an ve sünnetteki diğer deliller ışığında değerlendirildiğinde, Müslümanların, kimlik erimesine, dolayısıyla iman gücünü kaybetmelerine yol açacak ilişkiler kurmalarını veya boyunduruk altına girmeye razı olmalarını onaylama anlamına gelmemektedir. Özetle âyet-i kerîm, Müslümanların bu hassas dengeyi dikkatle korumaları, bu konudaki adımlanın amacı dı­şına taşırmamaları ve ilişki kurulan tarafın da niyetini göz ardı etmeyip basiretli davranmaları gerektiğini hatırlatmaktadır.

Bütün bu bilgiler sonucunda denilebilir ki Müslümanlar İslamın zararına sebep olacak şekilde gayri müslim bir devletin vatandaşlığına geçmesi ve onlarla ilişki kurması caiz değildir. Bunun dışında gayri müslim bir devlete çalışmak veya meşru nedenlerden dolayı gidip oranın vatandaşlığına geçmesi caizdir.

İlave bilgi için tıklayınız:

"Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin!"

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun