Peygamberlere gösterilen mucizeler neden bize gösterilmeden iman etmemiz isteniyor?

Tarih: 09.01.2017 - 01:31 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Mesela: Allah ın kendisiyle konuştuğu “İbrahim”, “Musa” ve “İsa’nın havarileri” gibi kişilerin bu konuşmalara rağmen kalplerinin yine de tam bir şekilde tatmin olamaması ve bu kişilerin “Allah’ı görmek”, “kuşları diriltmek”, “gökten yemek indirmek” gibi şahsa özel ekstra mucizeler istemesi, bir insana onunla konuşmasına rağmen kendisini tam olarak ikna ettiremeyen Allah’ın hiç konuşmadan ve mucizeler göstermeden toplumların kendisine inanmasını beklemesi, inanmayanları ateşe atması...
- Nasıl anlamalıyız?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Sanıldığı gibi, peygamberlerin zamanında yaşayan insanların hepsi veya büyük çoğunluğu mucizeleri gördükten sonra iman etmiş değiller. Büyük çoğunluğu peygamberlerin söylediklerinin doğru olduğuna kanaat getirdiği için iman etmiştir.

- Kaldı ki, eğer mucizeleri görmek imanın bir şartı olsaydı, bu takdirde her peygamberin peygamberliği yalnız kendisinin hayatta olduğu süreyle sınırlı olurdu. Örneğin, Hz. Muhammed (asm)’in peygamberlik süresi 23 yıl olması gerekirdi. Zira, onun vefatından sonra bu anlamda bir mucize söz konusu değildir.

Peygamberlik sürecinin sona ermesi ise, dinin sona ermesi anlamına gelir. Bu takdirde -en azından- her yüzyılda yeni bir peygamberin gönderilmesi zorunlu olurdu. Bu ise ilahi hikmetin ön görmediği bir tasavvurdur.

“Her bir ümmet için belirlenmiş bir müddet vardır. Vadeleri gelince ne bir an geri bırakabilir, ne de bir an öne alabilirler.” (A'raf, 7/34)

mealindeki ayette bildirildiği üzere, milletlerin, ümmetlerin, dinlerin belli bir süresi vardır. Bu süreler Allah’ın ezeli ilmiyle tayin edilmiş olduğundan değişmeleri asla söz konusu olmaz.

- Bununla beraber, İslam dininin hâkim olduğu yaklaşık 15 asırdan beri bu din mensupları için ilahi bir lütuf olarak sönmez, eskimez, canlı bir mucize olan Kur’an gibi kırk yönden mucize olan bir kitabımız vardır.

Hiçbir mucize bu Kur'an kadar kuvvetli değildir. Çünkü, duyu organlarına hitap eden bütün hissi mucizeler -âdeta- anlık bir harikadır. Bir süre sonra etkisini yavaş yavaş kaybeder. Çünkü, insanda bulunan evham, vesvese, hayal, şüphe gibi duygular, akla rağmen kendi fonksiyonlarını icra edecekler ve görülen mucizeleri -sihir, büyü gibi algılayıp- yanlış bir yorumla yanlış bir mecraya kaydırabilirler. Bir daha geri dönüp gösterilen mucizeleri görme imkânları da olmayınca onları görmemiş gibi olurlar.

Soruda da işaret edildiği gibi, bazı kimselerin mucize görmelerine rağmen yine de doğru yoldan sapmalarının nedeni budur. Söz konusu hayvani dürtülerin araya girmesi, akıl elektriğinin kısa devre yapmasına sebep olurlar. Ve atın kişnemesi ile bülbülün sesi arasındaki fark anlaşılmaz olur.

Bununla beraber, hiçbir peygamberin mucizesi Kur'an ile kıyaslanmaz. Çünkü, Kur'an akli bir mucizedir ve her zaman gözle, kulakla, akılla varlığı hissedilen bir mucizedir. Akli bir mucize olması, onun kıyamete kadar devam edecek en son vahiy olmasıyla da tamamen örtüşmektedir.

Hz. Peygamber (asm) bu hakikatin altını şöyle çizmiştir:

Her peygambere insanların onun bir benzeriyle imana gedikleri bir mucize verilmiştir. Bana verilen (mucize) ise, Allah’ın bana vahiy ettiği bir vahiydir /Kur'an'dır. Bu sebeple kıyamet günü, diğer peygamberlere karşı, tabileri / ümmeti en çok olan peygamberin ben olacağımı ümit ediyorum." (Buharî, Fezâilu'l-Kur'ân 1, Î'tisâm 1; Müslim, İman 239)

- Şimdi, elimizdeki bu akli, ilmi, manevi mucizelerin canlı hazinesi olan Kur'an’ı ve onun tefsirlerini okuyup anlama zahmetine katlanmadan, hissi mucizelerin yokluğunun arakasına sığınarak tembelliğimiz örtmeye çalışma insaf ölçüleriyle bağdaşmaz.

- Şunu unutmamak gerekir ki, din bir imtihandır. İmtihan ise gizli, kapalıdır. Âdil bir imtihanın cereyan etmesi için, peygamberlerin, vahyin, dinin söyledikleri şeylerin kabul edilip edilmeme payı olması lazımdır.

Yoksa her şey güneş gibi açık olursa, verilen böyle bir kopya, imtihanın ciddiyetini ortadan kaldırdığı gibi, çalışkan kimselerle tembel kimselerin, bilenlerle bilmeyenlerin hepsine aynı not verip sınıfı geçirmek gibi büyük bir adaletsizlik olur.

- Demek ki:

“İman ve teklif ihtiyar dairesinde bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka olduğundan, perdeli ve derin ve tedkik ve tecrübeye muhtaç olan nazarî mes'eleleri elbette bedihî olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek derecede zarurî olmaz. Tâ ki Ebu Bekirler a'lâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehiller esfel-i safilîne düşsünler. İhtiyar kalmazsa teklif olamaz. Ve bu sır ve hikmet içindir ki, mu'cizeler seyrek ve nâdir verilir.”

“Hem dâr-ı teklifte gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet ve eşrat-ı saat, bir kısım müteşabihat-ı Kur'aniye gibi kapalı ve tevilli oluyor. Yalnız, Güneş'in mağribden çıkması bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden, tövbe kapısı kapanır; daha tövbe ve iman makbul olmaz. Çünki Ebu Bekirler, Ebu Cehiller ile tasdikte beraber olurlar. Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın nüzulü dahi ve kendisi İsa Aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes bilemez. Hattâ Deccal ve Süfyan gibi eşhas-ı müdhişe, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.” (bk. Şualar, Beşinci Şua, s. 579)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun