Peygamberimiz (s.a.v.)'in ashabdan Dihye bin Hâlife el-Kelbî ile Rum Kayseri Heraklius'u İslâm'a dâvet etmek üzere gönderdiği mektupta neler yazıyordu?

Tarih: 02.06.2006 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı
Peygamberimiz (s.a.v.)'in davetine Rum Kayseri Heraklius nasıl karşılık vermiştir?
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Hicretin 7. senesi, Muharrem ayı.

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, ashabdan Dihye bin Hâlife el-Kelbî'ye de bir mektup vererek ona da Rum Kayseri Heraklius'u İslâma dâvet etmek üzere, göndermişti Mektup şu meâldeydi:

"Bismillahirrahmanirrahim. Resûlullah Muhammed'den Rûm'un büyüğü Hirakl'e!.."

"Hidâyet yoluna tâbi olanlara selâm olsun! Bundan sonra, (Ey Rûm milletinin büyüğü) seni, İslâma dâvet ediyorum."

"Müslüman ol ki, selâmette bulunasın. Müslüman ol ki, Allah senin ecrini iki kat versin. Eğer bu dâvetimi kabul etmezsen, yoksul çiftçilerin, bütün tebaânın günâhı senin boynunadır."

"De ki, 'Ey kitap ehli olan Hıristiyanlar ve Yahudiler! Sizinle bizim aramızda müşterek bir söze gelin. Allah'tan başkasına ibâdet etmeyelim, Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim.' Eğer onlar yüz çevirirlerse, siz deyin ki, 'Şâhid olun, biz Müslümanlarız.'" (Âl-i İmrân Sûresi, 64. )1

Dihye (r.a.), Rum hükümdarı Heraklius'a Resûlullahın mübârek mektubunu kısa zamanda ulaştırdı.

Mektup okunurken, Hükümdarın alnında ter damlaları boncuk boncuktu.

"Süleyman Peygamberden sonra, ben böyle 'Bismillahirrahmanirrahim' diye başlayan bir mektup görmedim" dedikten sonra, mektubu öpüp başına koydu. O anda hiçbir şey izhar etmedi. Araştırıp soruşturmayı daha uygun buldu.

Ebû Süfyan ile Heraklius Karşı Karşıya

Araştırıp soruşturma kararı veren Heraklius, etrafına, "Peygamber olduğunu söyleyen şu kişinin kavminden buralarda kimse yok mudur?" diye sordu.

O sırada ticâret münasebetleriyle Ebû Süfyan Kureyş'ten bazı adamlarla Şam'da bulunuyordu. Onu arkadaşlarıyla alıp yine o sırada Şam'da bulunan Kayserin huzuruna getirdiler. Hâdisenin geri kalan kısmını Ebû Süfyan şöyle anlatmıştır:

"Hirakl'in huzuruna girdik. Bizleri önüne oturttu ve tercüman vasıtasıyla, 'Peygamber olduğunu söyleyen bu zâta neseben en yakın hanginizdir?' diye sordu.

"'Neseben en yakınları benim' dedim.

"Beni önüne oturttular. Arkadaşlarımı da arkama. Sonra Hirakl, tercümanını çağırdı ve dedi ki:

"'Bunlara söyle, ben peygamber olduğunu söyleyen o zât hakkında bu adamdan bazı şeyler soracağım. Bu bana yalan söylerse siz onu tekzib ediniz.' "

"Vallahi, arkadaşlarım tarafından yalanımın öteye beriye yayılmasından korkmasaydım, Peygamber hakkında o zaman muhakkak yalan uydururdum."

Sonra da hükümdarla, Ebû Süfyan arasında sorulu cevaplı şu konuşma geçti:

"Sizin içinizde, onun nesebi nasıldır?"
"İçimizde onun nesebi pek büyüktür."
"Ecdadı içinde bir melik var mıdır?"
"Hayır."
"Peygamberlikten evvel, onu hiçbir yalan ile ittiham ettiniz mi?"
"Hayır."
"Ona kimler tâbi oluyor? Halkın ileri gelenleri mi, yoksa fakir kimseler mi?"
"Daha çok halkın zaif ve fakirleri tâbi oluyor."

"Ona uyanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?"
"Eksilmiyor, bilâkis artıyorlar."
"Onlardan, onun dinine girdikten sonra, beğenmeyip dininden dönen var mı?"
"Hayır, yoktur."
"Kendisinin hiç sözünde durmadığı, ahdini bozduğu vâki midir?"

"Hayır, vâki değildir. Fakat biz şimdi onunla bir müddet için çarpışmayı bırakarak muâhede yapmış bulunuyoruz. Bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz. Bu yoldaki ahdini bozmasından korkuyoruz."

"Ebû Süfyan sonraları, "Vallahi, verdiğim cevaplara bu sözden başka bir şey ilâve etmek imkânını bulamadım." diyecektir.

"Onunla hiç harp ettiniz mi?"
"Evet, ettik."
"Yaptığınız savaşlar nasıl neticelendi?"
"Harp hali aramızda nöbet nöbet olur. Bazen o bize zarar verir, bazen biz ona."
"Sizden, ondan önce peygamberlik iddiâsında bulunmuş bir kimse var mıdır?"
"Hayır, yoktur."
"O, size neler emrediyor?"

"Yalnız bir Allah'a ibâdet etmeyi ve Ona hiçbir şeyi ortak koşmamayı emrediyor. Atalarımızın tapmış bulundukları şeylerden de bizi nehyediyor. Namaz kılmayı, doğru olmayı, kimsesiz ve fakirlere sadaka vermeyi, haram olan şeylerden sakınmayı, ahdinde durmayı, emâneti sahibine vermeyi, akrabalarla ilgilenmeyi ve onları görüp gözetmeyi emrediyor."

Bütün bunlardan sonra, Heraklius, tercümanı vasıtasıyla Ebû Süfyan'a şöyle dedi:

"Nesebini sordum, içinizde yüksek neseb sahibi olduğunu beyân ettin. Peygamberler de zaten böyle kavimlerinin en soyluları içinden seçilip gönderilirler. Ben babaları ve dedeleri içinde bir melik gelip gelmediğini sordum. Sen, 'Hayır yok' dedin. Eğer babalarından, dedelerinden bir melik olsaydı, 'Bu da babalarının mülkünü geri isteyen bir kimsedir.' diye hükmederdim."

"Ben peygamberlik iddiâsında, ondan önce içinizde bulunanın olup olmadığını sordum. 'Hayır, yoktur' diye cevap verdin. Eğer, ondan önce bu sözü söyleyen biri olsaydı, 'Bu da belki kendisinden önce söylenmiş bulunan bir söze ittibâ etmek istemiş bir kimsedir' diye düşünürdüm."

"Ben, ona kimlerin tâbi olduklarını sordum. Sen, 'Ona tâbi olanlar halkın zaifleridir' dedin. Peygamberlere tâbi olanlar da hep zaten öyle olurlar."

"Ben peygamberlik davasında bulunmadan evvel, onun bir yalan söylemiş olup olmadığını sordum. Sen, 'Hayır' dedin. Ben ise, kat'i olarak bilmekteyim ki, insanlara karşı yalan söylemeyi irtikâb etmemiş bir kimse, Allah'a karşı da yalan söylemez."

"Ben, 'Onun dinine girdikten sonra, beğenmeyip dininden geri dönenler var mıdır?' diye sordum. Buna da, 'Hayır' cevabını verdin. Îmân da böyledir. Îmânın icabı olan iç ferahlık ve neşe kalbe karışıp kökleşince böyle olur.

"Benim, 'Onlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?' soruma sen; 'Artıyorlar' cevabını verdin. İmân keyfiyeti tamamlanıncaya kadar hep bu minval üzere gider."

"Ben, 'Onunla hiç savaştınız mı?' diye sordum. Sen, savaştığınızı, savaş neticesinin nöbet nöbet değiştiğini, bazen onun size, bazen sizin ona zarar verdiğinizi söyledin. Zaten diğer peygamberler de hep böyledir. Onlar belâlara uğratılırlar. Ama, sonra da güzel ve makbul âkıbet onların olur."

"Ben, 'O zât ahdini bozar mı?' diye sordum. Sen, 'Sözünde durmamazlık etmez' dedin. Peygamberlerin hâli budur. Hiç bir zaman verdikleri sözde durmamazlık etmezler."

"Ben, 'O size neler emrediyor?' diye sordum."Sen, 'Onun Allahü Teâlâya ibadet etmeyi, Ona hiçbir şeyi eş ve ortak koşmamayı size emrettiğini.' söyledin. Bütün bu anlattıkların peygamberlerin vasıflarıdır."

"Eğer o zat hakkında bu söylediklerinin hepsi doğru ise, şüphesiz o bir peygamberdir. Zaten ben, bir peygamberin çıkacağını biliyordum. Fakat sizden çıkacağını tahmin etmezdim."2

Bu karşılıklı konuşmadan sonra da, Heraklius açıkça şöyle dedi:

"Eğer, onun yanına gidebileceğim mümkün olsaydı, kendisiyle buluşmak üzere her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olsaydım, hizmet ederek, ayaklarını yıkardım. Yemin ederek söylüyorum ki, onun mülkü, iktidarı şu ayaklarımın altında bulunan yerlere muhakkak gelip ulaşacaktır."3

Bu sözlere muhatap olan Ebû Süfyan'ı bir korku ve telaş sardı. Dışarı çıkıp arkadaşlarına,

"İbni Ebî Kebşe'nin* işi gerçekten gittikçe büyüyor. Şu muhakkak ki, Benû Asfar Hükümdarı bile ondan korkmaktadır."4 dedi.

Heraklius'un Îmânı

Rum hükümdarı Heraklius artık beklenen peygamberin, Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) olduğu kesin kanatına varmıştı. Kavmine, "Geliniz ona tâbi olalım. Dünya ve âhirette selâmete erelim." dedi. Ancak, Heraklius'un bu dâveti netice vermedi. Hattâ Rumların hiddetine sebep oldu.

Bunun üzerine Heraklius, îmân ettiği halde dünya saltanatı için îmânını gizli tutma yolunu tercih etti.5

Hz. Dıhye'nin Dağatır'a Gitmesi

Hayatına son verilmekten ve saltanatının elinden alınmasından korkup imanını izhar edemeyen Heraklius, Hz. Resûlullahın elçisi Dihye'ye (r.a.) Hıristiyan âlimlerinin büyüklerinden biri olan Uskuf Dağatır'a gitmesini tavsiye etti. Ayrıca ona vermek üzere bir de mektup yazdı.

Dihye (r.a.), mektubu alıp Heraklius'un yanından ayrıldı. 

Zaten Peygamber Efendimiz de Dağatır'a bir mektup yazıp Hz.Dihye'ye vermişti. Bu mektubunda Uskuf Dağatır'a şöyle hitap ediyordu:

"Îmân edenlere selâm olsun!.."

"Hiç şüphesiz, Meryem oğlu İsâ, Allah'ın pâk ve nezih Meryem'e ilka ettiği Rûh'u ve Kelimesi'dir."

"Ben, Allah'a ve Allah tarafından bize indirilenlere, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub ve torunlarına indirilenlere, Musa'ya ve İsâ'ya verilmiş olanlara ve bütün peygamberlere Rableri tarafından verilenlere inanırım."

"Biz, onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz, hepsinin peygamberliğine inanırız. Biz Allah'a itâat eden Müslümanlarız."

"Hidayete tâbi olanlara selâm olsun."6

Hz. Dıhye, Dağatır'ın yanına gitti ve kendisini İslâmiyete dâvet etti. Büyük Hıristiyan âlimi Dağatır şöyle dedi:

"Vallahi, senin sahibin Allah tarafından gönderilmiş hak bir peygamberdir. Biz onun vasıflarını biliyoruz. İsmini de kitaplarımızda yazılı bulmuşuz."7

Sonra îman ederek Müslüman oldu ve durumunun Resûl-ü Ekrem Efendimize bildirilmesini Hz. Dıhye'ye tembihledi.

Uskuf Dağatır, her pazar günü toplanan Hıristiyanlara kıssalar anlatıp nasihatlarda bulunduktan sonra, bir sonraki pazara kadar evine kapandı.

Hz. Dıhye ile görüştükten sonraki pazarda Hristiyanlar toplanıp onun çıkmasını beklediler. Ancak, Dağatır, hastalığını bahâne ederek çıkmak istemedi. Hristiyanlar, "Ya o çıkar ya da biz onun yanına gireriz. Şu Arap geleliden beri, biz vaziyetinden hoşlanmıyoruz." diye haber gönderdiler

Bunun üzerine Dağatır odasına girdi. Üzerindeki siyah elbiseyi çıkarıp, bembeyaz bir elbise giydi. Sonra asâsını eline alıp kilisede toplanmış bulunan Hristiyan halkın yanına vardı. Çekinmeden ve cesurca,

"Ey Rum topluluğu! Bize, Ahmed Peygamber'den bir mektup geldi. Bizi Yüce Allah'a dâvet ediyor." dedikten sonra, ilâve etti:

"Ben, şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. Ahmed de Allah'ın kulu ve Resûlüdür."

Dağatır'ın Hz. Resûlullahın peygamberliğini böylesine pervasızca haykırışına Rumlar öldürücü darbelerle karşılık verdiler ve onu orada şehid ettiler.8

Hz. Dıhye'nin Medine'ye Dönmesi

Bütün bu olup bitenlerden sonra Hz. Dıhye, Heraklius'un Peygamberimiz (s.a.v.)'e yazdığı bir mektup ve birçok hediyelerle Medine'ye doğru hareket etti. Yolda eşkıyalar tarafından yakalanıp kıymetli hediyeler elinden alındı.

Medine'ye varan Hz. Dıhye, Resûl-i Ekrem Efendimizin huzuruna çıktı. Olup bitenleri ve yolda başından geçenleri anlattıktan sonra Heraklius'un mektubunu verdi. Mektupta şunlar yazılı idi:

"İsâ'nın müjdelemiş olduğu Allah'ın Resûlü Muhammed'e, Rum hükümdarı Kayser tarafındandır."

"Elçin mektubunla bana geldi. Şehâdet ederim ki, sen Allah'ın Resûlüsün. Biz, seni zaten yanımızdaki İncil'de yazılı bulmuştuk. İsâ bin Meryem, seni müjdelemişti. Rumları, sana imana dâvet ettimse de yanaşmadılar, kaçındılar. Onlar, beni dinleselerdi, kendileri için şüphesiz hayırlı olurdu."

"Ben, senin yanında bulunup, sana hizmet etmeyi, senin ayaklarını yıkamayı, ne kadar arzu ederdim."9

Mektup okunup bitince Resûl-i Kibriyâ Efendimiz şöyle buyurdu:

"Mektubum yanlarında bulundukça, onların saltanatı devam edecektir!"10

Heraklius'un, Mektubu Saklaması

Resûl-i Ekremin elçisi ve dâvetini son derece güzel karşılayan Rum hükümdarı Heraklius, kendisine gelen İslâma dâvet mektubunu da atlas bir ipeğe sararak, derin saygısının bir tezahürü olarak, altın bir borunun içine koyup sakladı.

Rum hükümdarları katında nesilden nesile intikal edegelen bu mübârek mektubu Alfons bin Ferdinand'ın Tuleytula üzerine yürüyüp Endülüs beldelerinden birçok yerleri eline geçirdiği tarihe kadar (H. 464) onun yanında bulunuyordu. Ondan da torununa intikal etti.

Aynı mektubu Avrupa Kralı yanında gördüğünü Seyfüddin Kılıç da ifade etmektedir. Avrupa Kralının kendisine şöyle dediğinden de bahseder:

"Bu, Peygamberinizin atam Kayser'e göndermiş olduğu mektubudur. Biz, onu bugüne kadar elden ele tevârüs etmekten geri kalmadık. Bize atalarımızdan ve babalarımızdan tavsiye edilmişti ki, bu mektup yanımızda bulunduğu müddetçe, saltanat bizde kalacaktır. Bu sebeple ona son derece hürmet göstermekte ve muhafazasına dikkat etmekteyiz.

"Saltanatımızın devam edip gitmesi için de onun yanımızda bulunduğunu Hristiyanlardan saklı tutmaktayız."11

Dipnotlar:

1. Müsned, 1:263; Taberî, 3:87; Zâdü'l-Meâd, 3:71; İnsanü'l-Uyûn, 3:287.
2. Müsned, 1:262-263; Buharî, 4:3-4; Müslim, 3:1395.
3. Müsned, 1:263; Buharî, 4:4; Müslim, 3:1395.

* Ebû Kebşe, putlara tapmaktan yüz çevirip Şi'ra'l-Ubur adındaki yıldıza tapan Huzaâ Kabilesinden bir adamdı. Peygamberimiz (s.a.v.) de putlardan yüz çevirdiği için, bu adama benzetilerek ve ona nisbet ederek İbn-i Ebî Kebşe' adını vermişlerdi. Bir başka rivayete göre ise, Ebî Kebşe annesi tarafından Peygamberimiz (s.a.v.)'in dedelerinden birinin adıydı. Müşrikler 'İbn-i Ebî Kebşe' demekle güya Peygamberimiz (s.a.v.)'in bu dedesine çektiğini ifâde etmek istiyorlardı.

4. Müsned, 1:263.
5. İbn-i Kesîr, Sîre, 3:504; Mektûbat, s. 150.
6. Tabakât, 1:276.
7. İbn-i Kesîr, Sîre, 3:504.
8. A.g.e., 3:504.
9. Yakubî, Tarih, 2:77-78.
10. İnsanü'l-Uyûn, 3:289.
11. A.g.e., 3:289.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun