Mus’ab bin Umeyr (r.a.)

Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) haklarında, “Ashâbım yıldızlar gibidir, hangisine tabi olursanız hidayete erişirsiniz.” (1) buyurdukları sahabilerin her biri bizler için ibret ve örneklerle dolu bir hayatın sahibidir. Her sahabiden alacağımız dersler var­dır. Mus’ab bin Umeyr de (r.a.) bu mümtaz insanlardan biridir.

Bu yıldız sahabi, İslam’ı kabul etmeden önce Mekke’nin en sevilen, genç ve itibarlı simalarından biriydi. Ailesinin göz bebeği olan Mus’ab, çok zengin, mü­reffeh ve gösterişli bir hayat yaşıyordu. Anne ve babası, bir dediğini iki etmiyor­du. Böyle göz kamaştırıcı bir hayatın içindeyken, bir gün, Peygamber Efendi­mizin (a.s.m.) tebliğ ettiği dinden haberdar oldu. İçine bir merak düştü ve Hz. Peygamber’i ziyaret etti. Bir müddet sohbetten sonra, hidayet nuru kalbini ay­dınlatmaya başladı. Biraz sohbetten sonra oradan ayrıldı. Hz. Mus’ab, müşrik olarak geldiği Re­sû­lul­lah’ın huzurundan artık bir Müslüman olarak çıkmıştı. Ama muhitinden çekindiği için bir müddet bunu gizledi. Namazlarını gizli gizli kıldı.

Fakat bir gün müşriklerden biri, onun namaz kıldığını gördü, ailesine haber verdi. Bu, Mus’ab’ın hayatında bir dönüm noktası oldu. Önceden onu çok sevip itibar eden Mekkeliler tarafından, sırf İslam’ı kabul ettiği için türlü baskı ve sıkın­tılara maruz bırakıldı. Hapsedildi. Sonra bir grup Müslüman’la birlikte Habeşis­tan’a hicret etti. Bir müddet orada kaldı. Döndüğünde onu bekleyen farklı bir şey yoktu. Ailesi ve akrabası yine düşmandı.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir gün Ashâbıyla sohbet ederken Mus’ab (r.a.) yanla­rına geldi. Selam verdi. Sahabiler, ona gereken şekilde yardımcı ola­madıkları için mah­cuptular. Peygamberimiz, Mus’ab’ın selamını aldıktan sonra şöyle buyurdu:

“Dünyayı bütün ahalisiyle değiştirebilen Allah’a hamd olsun! Şu genç adamı görüyor musunuz? Önceden anne ve babasının en sevgili varlığı idi. Allah ve Resûl’ünün sevgisi, anne ve babasının sevgisine galebe çaldı. O da Allah’ı ve Resûlünü anne ve babasına tercih etti.” (2)

Kâinatın Efendisi’nin (a.s.m.) bu iltifatına mazhar olan Mus’ab bin Umeyr, ha­kika­ten her şeyini Allah ve Resûl’ü uğrunda feda etmişti—evini, şaşaalı hayatı­nı, vazgeçmesi zor olan o zevk ve lezzetleri, annesini, babasını...

Bu fedakâr zat, bütün bunlara mukabil tükenmeyen bir zenginliğe kavuştu ve Re­sû­lul­lah (a.s.m.) tarafından, İslam’ın Medine’deki ilk tebliğcilerinden biri ola­rak vazifelendirildi.

Birinci Akabe Biatı’nı takiben Medine’de İslam süratle yayılmaya başlayın­ca, buradaki yeni Müslümanlar, Hz. Peygamber’den (a.s.m.), İslam’ı kendilerine öğretecek muallimler göndermesini istediler. İlk muallim Mus’ab bin Umeyr oldu. Medine’ye gidip Es’ad bin Zürâre’nin (r.a.) evine yerleşen bu fedakârlık timsali sahabi, birer ikişer gelen Medinelilere İslam’ın esaslarını öğretti. Böyle­ce Es’ad’ın evi bir İslam dershanesi hâline geldi. Burası öyle feyizli bir yerdi ki, gelen, Müslüman oluyordu.

Derken sayıları hızla artan Müslümanlar, Medine’de Cuma namazı kılmak is­tediler. Durumu Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) bildirerek iznini aldılar. Ensar, Sa’d bin Hayseme’nin evinde toplandı ve Medineli Müslümanlar hep birlikte cuma namazını kıldılar. Musab b. Umeyr ve Esad b. Zürare cuma ve vakit namazlarını kıldırırdı. (3)

Bilahare Hz. Mus’ab, Mekke’ye gelerek Re­sû­lul­lah’ı ziyaret etti ve Medi­ne’deki İslami inkişafı anlattı. Bu ziyaretten haberdar olan Mus’ab’ın annesi çok kızdı, oğluna bir haber gönderdi ve şöyle dedi:

“Hayırsız evlat, Mekke’ye gelip de benden önce bir başkasını nasıl ziyaret edebiliyorsun?!”

Mus’ab’ın ceva­bı ise şu idi:

“Ben Re­sû­lul­lah’tan (a.s.m.) önce hiç kimseyi ziyaret edemem!”

Daha sonra Peygamberimizin iznini alarak annesinin yanına giden Mus’ab, onun, “Hâlâ batıl inancını muhafaza ediyor musun?” şeklindeki sualiyle karşı­laştı. Şöyle bir cevap verdi:

“Anneciğim, ben Muhammed’in (a.s.m.) dini üzere­yim. O din de Cenâb-ı Hakk’ın gönderdiği hak dindir.”

Ve şunları ilave etti:

“Be­nim size olan düşkünlüğümü ve sevgimi bilirsin. Benim inandığım Allah’a ve Resûlüne sen de inan. Bunu bütün samimiyetimle istiyorum.”

Annesi, Müslüman olduğu takdirde halkın kendisiyle alay edeceğini söyleye­rek teklifini reddetti.

Ama artık oğlunun inancına da karışmayacaktı.

Daha sonra bir müddet Mekke’de Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) yanında kalan Mus’ab, bilahare Medine’ye döndü. Mekke’de bulunduğu esnada bir gün, Hz. Peygamber, onun bir kemik parçasını sıyırdığını gördü. Ve yanındaki sahabilere, “Bu zatı görüyorsunuz ya, anne ve babası ona en güzel yiyecekleri verdikleri hâlde, onları bırakıp bizimle beraber açlığa tahammül ediyor.”

Böylece mübarek bir hayatın sahibi olan Mus’ab (r.a.), o hayata yakışır bir şe­kilde ahiret âlemine irtihâl etti. Uhud Harbi’nde, Re­sû­lul­lah tarafından İslam sancağını taşımakla vazifelendirilmişti. Bir taraftan harp ederken, diğer taraf­tan da bir kısım Müslümanların gerileyişi üzerine nazil olan şu âyeti okuyordu:

“Muhammed bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelmişti. Şimdi o ölür veya öldürülürse, dininizden dönecek veya savaştan kaçacak mısınız?” (4)

Kahramanca mukavemetiyle müşriklerin karşısında dimdik duran Mus’ab, bir ara “İbni Kamie” adlı bir müşrikin hücumuna uğradı. Atıyla Mus’ab’ın yanına yaklaşan müşrik, onun sancağı tutan elini uçurdu. Sancağı hemen sol eline akta­ran Mus’ab, o eli­ni de kesilmekten kurtaramadı. Bu defa sancağı dişleriyle ya­kalayarak göğsünde tut­ma­ya çalıştı. Hemen bir sahabi yetişerek sancağı dev­raldı. Bu, bir melekti. Mus’ab’ın kılığına bürünerek savaşa devam etti. Bir ara ona seslenen Re­sû­lul­lah, melekten, “Ben Mus’ab değilim, yâ Re­sû­lal­lah!” (5) ceva­bını işitti. Mus’ab’ın şehit olduğu o zaman anlaşıldı. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber (a.s.m.) gözyaşları içinde şu âyeti okudu:

“Müminlerden Re­sû­lul­lah ile beraber olacaklarına dair Allah’a verdikleri sö­ze sadık kalan nice kimseler vardır. Onlardan kimi verdiği sözü tamamen yerine getirerek şehitliğe kavuştu, kimi de böyle güzel bir akıbeti beklemektedir. On­lar sözlerini hiçbir surette değiştirmemişlerdir.” (6)

Bu büyük sahabi şehit olduğunda, üzerinde kefen olarak kullanılabilecek bir bez parçasından başka bir şey yoktu. Başı örtüldüğü zaman ayakları, ayakları örtüldüğünde de başı açık kalıyordu. Allah için sevdiklerini feda eden Mus’ab, her şeyden ziyade sevdiği Allah’ına böyle kavuştu.

Allah ondan ebeden razı olsun!
__________________________________
1) Keşfü’l-Hafâ, 1: 132.
2) Tabakât, 3: 116.
3) Hz. Peygamber henüz Medine’ye hicret etmeden önce oradaki müslümanlar, sayıları artmaya başlayınca Ehl-i kitabın haftalık toplantı ve ibadet günlerinin bulunduğunu göz önüne alıp yaptıkları müzakereler sonunda kendileri için de böyle bir gün olarak arûbe gününü seçmişlerdir. Bundan sonra Es‘ad b. Zürâre kendilerine cuma namazını kıldırmaya başlamıştır. Kaynaklar bu kararın ictihada dayandığını ve kılınan namazın da nâfile ibadet türünden olduğunu kaydetmektedir (bk. İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî, V, 6)
4) Âl-i İmrân Sûresi, 144.
5) Tabakât, 3: 121.
6) Ahzâb Sûresi, 23.

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun