İslâmiyet hak ve hakikat dini olduğu hâlde, İbn-i Sebe'nin İslâm dışı fikirleri Müslümanlar arasında nasıl yayıldı?

Tarih: 13.05.2006 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

İslâmîyet çok kısa bir zamanda geniş bir sahaya yayılmıştı. Bu derece geniş ve yaygın bir coğrafya üzerinde İslâm'ın bütün anlam ve inceliklerini, hikmet ve hakikatlerini, yeni Müslümanlığı kabul etmiş milletlere, intikal ettirmek, mizaçları farklı kavimleri İslâmî potada eritmek ve yoğurmak, henüz yeni kurulmuş bir İslâm Devleti için fevkalâde zor bir işti. İslâm'ın ulaştığı her yerde, İslâm'a kitleler halinde katılımlar oluyordu. Gerçi bu durum, Müslümanları sevindiriyordu. Fakat, mânevi hamur gerekli şekilde yoğrulamıyor, ideal mânâda Müslümanlar pek yetişemiyor, dolayısıyla da ideal duyuş ve yaşayış açısından Müslümanlar arzu edilen kıvamda bütünleşemiyordu. Halk tabakaları, işlenmemiş ham toprak gibiydiler. Bu durum, bilhassa kendini İran'da açık bir şekilde gösteriyordu.

Yeni Müslüman olmuş kimseler, eski yanlış inançlarından bütün bütün kurtulmuş değillerdi. Asırlardan beri süre gelmiş hurâfe ve bâtıl inançların etkisinde kalarak ruhları, akılları, kalpleri boyanmış bu insanlara İslâm'ın vehim ve hayâlâttan, düzmece ve hurâfattan uzak olan berrak, net, safi hakikatlerini olduğu gibi kabul etmek hayli zor geliyordu. İslâmîyet’ bu mutaassıp insanlarca hakkıyla hazmedilemiyor ve hak din kalplere ve hislere tam mânâsıyla yerleştirilemiyordu. Psikolojik olarak istiyorlardı ki eski inançlarını, örf ve an'anelerini de İslâmîyet’le birlikte devam ettirsinler.

Diğer taraftan, hilâfet makamı da, bu ülkede ikaz ve irşat hizmetini gereken seviyede yapamıyordu. O beldelerdeki insanlara, İslâm'ı bütün müesseseleriyle yerleştirme ve onların şüphe ve tereddütlerini izale etme hizmeti, büyük ölçüde aksıyordu. Zira, İslâmîyet’ gayet geniş bir sahaya yayılmış, sahabelerin büyük bir kısmı iç fitnelerde vefat etmiş, diğer bir kısmı uzlet hayatını tercih etmiş, bir kısmı da sosyal hayata müdahale edemeyecek kadar yaşlanmıştı.

Bu önemli görevin ihmal edilmesi neticesinde, bu yeni beldeler uzun süre sahipsiz kaldı. Fetih zamanında aldıkları ilk feyiz ve ilimle Kur'an'a ve imana ait hakikatleri tamamıyla ihata edememişlerdi. Bu sebeble henüz hak ve bâtılı, hurâfe ve hakikati temyiz edecek duruma gelmemişlerdi.

İşte, Yahudi gibi dessas bir kavim, bu sosyal durumdan faydalanmayı başardı.

İbn-i Sebe'nin, İran'da olumsuz fikirlerini yerleştirmesinde önemli bir faktör de halkın psikolojik yapısıydı. Onların iç dünyasında, akıldan ziyade his hükmediyordu. Gönülleri hakikatten ziyade efsane ve hurâfelere açıktı. Hâdiseleri mantık ve muhakeme uyumu içinde tahlil edemiyor, fikir süzgecinden hakkıyla geçiremiyorlardı.

Diğer taraftan asırlarca süren saltanatlarının ve milli gururlarının, vaktiyle köle addettikleri Araplar tarafından söndürülmesini de bir türlü hazmedemiyor, akıl plânında olmasa bile, his plânında İslâmîyet’e karşı bir hazımsızlık gösteriyorlardı.

İbn-i Sebe, bütün bu faktörleri değerlendirmesini bildi. Arkadaşlarını toplayarak onlara şöyle dedi:

"Biz asıl harbe yeni başladık. Bilmiş olun ki, bu, Müslümanlar arasında kıyâmete kadar devam edecek bir savaştır. Şimdi, biz Ali'yi takdis edeceğiz ve ettireceğiz. O'na, yerine göre 'ulûhiyet' yakıştıracağız, yerine göre 'peygamberdir' diyeceğiz, yerine göre de 'hilâfetin, Ali'nin hakkı olduğunu, fakat Ebû Bekir, Ömer ve Osman'ın O'nun bu hakkını gasbettiklerini' anlatacağız."

İbn-i Sebe ve arkadaşları, bu kararı aldıktan sonra etrafındaki adamlarını, bu fikirleri yaymak üzere görevlendirildiler. Bunlar, "Hilâfet Ali'nin hakkı idi. Hilâfete lâyık Ali ve evlâtlarıdır. Bu hak, onlardan gasp edildi. Üç halife, bilhassa Ömer, bu hakkı gasbetmekle Allah'ın iradesine karşı geldiler... Allah'ın iradesine itaat için Ali'den yana çıkmak lâzımdır..." diye telkinlere başladılar. Bu telkinler, halk tarafından kabul görünce, daha da ileri giderek insanlara ilâhlık isnat eden "Hulûl Akidesini" İslâm inancına sokmak için gayret gösterdiler. İslâm inancını asıl çizgisinden saptırarak, tevhit akidesine taban tabana zıt bir inanışı yaymaya başladılar. "Hulûl Akidesi" İranlıların eski dinlerinde de vardı. Bu bakımdan, bu bâtıl itikat onlarda kolaylıkla taraftar buldu.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun