İbn Haldun; Araplar kıskanç, Türkler hırçın, Batılılar deyyus demiş mi?

Tarih: 21.09.2023 - 13:52 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Büyük alim İbn-u Haldun’un şöyle dediği doğru mu:
“Araplar deve etini yediler ondan kıskançlık aldılar, Türkler at etini yediler ondan hırçınlık ve güç aldılar, batılılar domuz etini yediler ondan deyyusluk (karısının iffetsizliğine ses çıkarmayan kimse) özelliğini aldılar, Afrikalılar maymun etini yediler ondan neşe aldılar. Kim hangi hayvana yakınlık kurduysa o hayvanın yaratılışından ve ahlakından aldı. Biz ise tavuk yemeği artırdık ve ondan boyun bükme ve korkaklık aldık diğer milletler bize üstün geldi.”
- İbn Haldun’un yiyeceklerin insan karakterine etkisi hakkında görüşleri nasıl?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Öncelikle ifade edelim ki, elbette çevrenin, yediklerimizin içtiklerimizin, iklimlerin ve mevsimlerin üzerimizde olumlu ya da olumsuz bazı etkileri olabilir. Her insan bundan az veya çok etkilenebilir. Ancak yeme kültürü ve iklim üzerinden bir ırkı, bir bölgeyi, bir milleti… kötülemek doğru değildir.

İbn Haldun’un tam olarak böyle deyip demediği tartışmalı, ama şu görüşü kesin: İnsan davranışları üzerinde başta iklim, coğrafya ve yiyip içtiklerinin tesiri büyüktür. Bu nedenle insanın yediği şeylerle eylemleri arasında doğrudan bir ilişki olmasa da dolaylı ilişkiler kurulabilir. 

Dolayısıyla İbn Haldun’a göre insanın ahlaki ve psikolojik özellikleri genetik değildir, çevresi ile girdiği etkileşimden kaynaklanmaktadır.

İbn Haldun’un Yemek Teorisi

İbn Haldun, bağımsız bir filozof olarak İslam düşünce dünyasında en çok dikkat çeken düşünürlerden biridir.

16. yüzyılda yaşamış olan İbn Haldun (1332-1406) Doğu’da ve Batı’da ilk tarih felsefecisi olmasının yanında, kendisinden beş asır sonra kurulacak olan sosyolojinin de temellerini atmış olan bir fikir adamı olarak da öne çıkmaktadır.

İslam dünyasının durgunluk devrinde ortaya çıkmış olmasına rağmen ulaşmış olduğu ilmi seviye dikkat çekmekte ve onun önemini bir kat daha artırmaktadır.(1)

Tunus doğumlu olan İbn Haldun, hem şer’i hem de akli ilimler alanında iyi bir eğitim görmüştür. Doğu’nun (İslam’ın) en orijinal mütefekkiri olarak öne çıkan İbn Haldun,(2) uzun süre devlet işlerinde çalıştığı için nitelikli bir devlet adamı ve medreselerdeki ilmi faaliyetlerini de aksatmamış olan büyük bir âlimdir.

Dolayısıyla o iyi bir teorisyen olarak fikirlerini uygulamaya çalışan bir eylem adamı olmuştur.

El-İber (Cihan Tarihi) isimli kitabına yazdığı Mukaddime, bir giriş olmayıp onun yazmış olduğu büyük tarihinin (Cihan Tarihi) birinci kitabını teşkil etmektedir.(3)

Mukaddime, aklî ve naklî (şer’î) ilimlerin büyük çoğunluğunu bünyesine almış olan nadir bir eserdir. Batı’da ve Doğu’da en çok okunan, takip ve taklit edilen ve faydalanılan kitaplardan biri olan bu eserin en tipik özelliği, çağımızın ilmi yöntem ve usulleriyle kaleme alınmış olmasıdır. Pek çok konuyu ele alan tükenmeyen ve tüketilemeyen içeriği ile günümüze kadar gelmiş olan Mukaddime’nin ele aldığı konulardan biri de, insanlar ve toplumlar için hayati öneme sahip olan beslenmenin iklim, ahlak (din) ve sağlıkla olan ilişkisidir.

İbn Haldun’un beslenme, sağlık ve ahlak ilişkisine bakışı, yenilip içilenlerin insanın karakterini oluşturmada büyük rol oynadığı şeklindedir.

İbn Haldun, her türlü olumsuzluk ve mahrumiyete rağmen, hububat ve katıktan yoksun olan çölün göçebe insanlarının vücut ve ahlaklarını, bolluk ve genişlik içindeki verimli ve bereketli bölgelerin halkının vücut ve ahlaklarından daha güzel ve estetik olduğunu söylemektedir. Onun gözünde ihtiyaç içindeki insanların renkleri saf, tenleri temiz, görünüşleri mükemmel ve ahlakları ise mutedildir. Bütün bunlarla birlikte, onların akıl ve zihinlerinin ilim ve hakikatleri daha çabuk kavrayacağını da eklemektedir.(4)

Görüşlerini, gözlemlediği milletlerin durumuyla ispatlamaya çalışan İbn Haldun, oldukça etkileyici karşılaştırmalar yapmaktadır. Ona göre kıtlık ve zorluk içinde bulunan Arapların yaratılış ve meziyetleri, refah ve bolluk içindeki Berberîlerden daha güzel ve hoştur. Yine çöllerde darlık ve sıkıntıyla karşı karşıya kalan Müslüman topluluklar, verimli topraklarda bolluk içindeki halklardan daha güzel ve ahlakî yapıları da daha güçlüdür.(5)

İbn Haldun’un Mukaddime’sinin geneline bakıldığında, çok yemeyi hoş karşılamayan İslam dininin doğru yaşandığı yerlerdeki insanların beden ve ahlaklarının, bu dinin yaşanmadığı diğer bölgelerdekilere göre daha iyi olduğu izlenimi göze çarpmaktadır.

Büyük mütefekkir İbn Haldun, beslenmenin vücut ve karakter arasındaki ilişkisini kurarken zamanının tıp bilgilerini dikkate alarak bir değerlendirme yapmaktadır.

Ona göre, çok ve karışık besin tüketmek, vücutta kötü kokulara ve artıklara neden olmaktadır. Bunun sonucunda vücut dengesiz olarak gelişir, şişmanlıktan dolayı renk perişan ve şekil çirkin görünmeye başlar. Aynı şekilde bu besinlerden oluşan bozulmuş ve kötü sıvıların beyne gitmesiyle aklın ve düşüncenin üzeri örtülür; bunun sonucunda da anlayışsızlık, gaflet ve genel olarak bütün iyi hallerden saparak ahlaki zafiyetler görülmeye başlar.(6)

İbn Haldun, tespitini yaptığı düşüncelerini, ilk olarak hayvanlar üzerinde örneklendirmelerle delillendirmektedir. Çöllerde ve kurak yerlerde yaşayan hayvanlar, derilerinin parlaklığı, şekillerinin güzelliği, uzuvlarının orantılılığı ve anlayışlarının keskinliği ile diğerlerinden çok farklı oldukları görülmektedir. Oysa ceylan keçinin, zürafa devenin, yaban eşeği ve yaban sığırı evcil eşek ve evcil sığırın kardeşidir. Ancak görüntü bakımından aralarında büyük farklar bulunmaktadır.

Ona göre bunun sebebi, verimli topraklardaki bolluğun bu hayvanların bedenlerinde kötü artıklara ve bozuk karışımlara yol açmasından kaynaklanmaktadır. Çöldeki hayvanların aç kalması ise onların bedenlerini ve şekillerini güzelleştirmektedir.(7)

İbn Haldun’a göre aynı şey insanlar için de geçerlidir.

Her türlü meyve, sebze ve ürünün bulunduğu verimli yerlerde bolluk içinde yaşayan insanların anlayışları kıt ve vücutları da kabadır. Berberiler bu duruma iyi bir örnektir.

Öte yandan Gımâre ve Sûs gibi yerlerde yaşayan ve sadece arpa ve darıyla beslenen toplumların akıl ve vücutlarının Berberiler’den daha iyi olduğu görülmektedir. Aynı şekilde yaşayan Mağrib (Fas) halkıyla, toprakları verimsiz ve yiyecekleri çoğunlukla darı olan ve sade yağı bile bulamayan Endülüs (İspanya) halkının durumu da böyledir. Endülüs halkı başkalarıyla karşılaştırılmayacak kadar zeki, bedenleri hafif ve öğrenme kabiliyetleri çok ileri olan insanlardır. (8)

İbn Haldun aynı durumu Mağrib’in ziraata elverişli kırsal kesimlerinde yaşayanlar ile şehirlerinde yaşayanlarında da görmektedir. Her ne kadar şehirdekiler, kırsal kesimdekiler gibi bolluk içinde yaşıyorlarsa da yiyeceklerini, ona kattıkları şeylerle iyice terbiye edip hafifleterek tam kıvamına getirdiklerinden latif hale gelmektedir. Lezzetli olsun diye yiyeceklerine çok fazla yağ da katmazlar. Böylece hafif olan yemekleri vücutta kötü artıklara sebep olmamaktadır.

Bu sebeple şehirde yaşayanların bedenleri, verimli kırsal kesimde ölçüsüz yemek yiyenlerinkinden daha zarif olmaktadır. Aynı şekilde badiyelerde kıt kanaat yaşayanların bedenlerinde de hiçbir fazlalık bulunmamaktadır.(9)

İbn Haldun’un yemek teorisinde, beslenmenin din ve ibadet ile doğrudan bir ilişkisinden bahseder. Dinler, özellikle İslam dini sağlık ve ahlak için nelerin yenileceği ve ne kadar yenileceği konusunda bir ölçü koymaktadır. Ölçünün aşılması birtakım dini ve ahlaki zafiyetlere yol açmaktadır.

Badiyelerde ve şehirlerde, lüks içinde yaşamayıp, kendilerini zevklerden ve lezzetli şeylerden uzak tutanların; bolluk ve lüks içinde yaşayanlara göre daha dindar ve ibadetlere daha düşkün oldukları görülmektedir.

Hatta ona göre, çok fazla et, birbirinden farklı ve abartılı gıdalar ile saf (kepeksiz) buğday ekmeği yemeleriyle bağlantılı olarak kalplerinin katı ve gafil olmasından dolayı, şehirliler arasında ibadetlere düşkün dindarlar azdır.

Şehirlerde var olan dindarlar da nefsini ve bedenini açlığa alıştıran ve kendilerini dünya lezzetlerinden mümkün mertebe uzaklaştıran insanlardır. Abidlerin daha çok darlık içinde yaşayan bedeviler arasından çıkması bunu göstermektedir.(10)

Ramazanda oruç tutan insanların daha huşu ile ibadet ettiklerini söylemeleri de İbn Haldun’un teorisini desteklemektedir.

Şehirlilerin dünya nimetlerine aşırı meylettikleri, zevk ve eğlencelerle çok meşgul olup şehvetlerinin tatmini peşinden koştukları için, zamanla nefisleri kirlenmektedir. Bu kirlilik oranına bağlı olarak ise, iyi ve hayırlı şeylerden uzaklaşmaktadırlar. Giderek utanma duygularının zayıflamasıyla da sözlü ve fiili olarak yaptıkları kötülükler bir alışkanlık hâline gelmektedir.(11)

Lüks ve bolluk içinde yaşamanın insanlar için bir tehlike olduğunu söyleyen İbn Haldun, böyle yaşayan insanların darlıkla karşı karşıya kaldıklarında diğerlerine oranla daha çabuk öleceklerini söylemektedir.

Bunun sebebi bolluk ve refah içinde yaşayanlar, çeşitli ve yağlı yemeye alışkın olduklarından, bağırsakları tabii rutubetinden daha fazla rutubet elde ederek bu duruma alışır. Kıtlığa mecbur kalıp sert ve kuru şeyler yenilince, hassas olan bağırsak kuruyup büzülerek sahibini ölüme götürmektedir.

Dolayısıyla açlıktan ölenleri, açlık değil, daha önce alışkın oldukları tokluk öldürmektedir.(12)

İbn Haldun’un beslenme ve riyazet ilişkisini tasavvuf ehlinin anlattıklarından hareketle, insanın açlığa sabretmeye ve az yemeye alışabileceğine dikkat çekmektedir.

Açlığa dayanıklılıkla ilgili şaşırtıcı hikâyelerin bulunduğu tasavvuf âlemindeki bu durumun sebebi alışkanlıktır. Nefis bir şeyi alışkanlık haline getirince, artık o şey onun tabiatından olur. Nefis, tedricen ve alıştırarak açlığı da alışkanlık haline getirebilir.(13)

Bununla ilgili yaşanmış pek çok örnekler de veren İbn Haldun, ortaya koyduğu iddiasının başarılı olabilmesinde tedriciliğe özellikle vurgu yapmaktadır.

Az yemenin vücut için daha sağlıklı olduğunu savunmakla birlikte, alınan besinlerin karakteri de şekillendireceği görüşündedir. Bununla ilgili bazı ilginç gözlemelere dikkat çekmektedir.

Ona göre, iri cüsseli ve kuvvetli hayvanların etlerini yiyenlerin vücutları ile onların çocuklarının vücutları daha büyük olmaktadır.(14)

Aynı şekilde deve sütü ve eti ile beslenenlerin, zorluklar ve ağır yükler karşısında sabır tahammül gösterdiklerine şahit olduğunu söyleyen İbn Haldun, bununla devenin karakterinin eti ve sütü yoluyla insana geçtiğini iddia etmektedir.

Deveden beslenen insanların tıpkı develer gibi pek çok zorluğa ve zehirlere de dayanıklılık gösterdikleri, diğer insanların ise böyle durumlara tahammül edemeyip hayatlarını kaybedeceği izlenimindedir.

Hatta develerin dışkılarındaki hububat taneleriyle beslenen tavukların kuluçkalarından çıkan civcivlerin, diğerlerine göre daha büyük olduklarını çiftçi müşahedeleriyle anlatarak iddiasını genişletmektedir.(15)

Buradan hareketle, birçok kötü özelliği karakterinde barındıran domuzun etinin ilahi dinler tarafında neden yasaklanmış olabileceğinin hikmeti daha iyi anlaşılmaktadır.

Bütün bu anlatılanlardan besinlerin insan karakteri üzerinde bir etkisinin olduğu anlaşılmaktadır. Dinler de nelerin yenilip nelerin yenilmeyeceğini belirlemektedir. O halde mutfağın, vücudun (iklim ile birlikte) ve dolayısıyla kişiliğin şekillenmesinde önemli bir rolü bulunmaktadır.

İbn Haldun’un beslenme ile ilgili teorisi, yaşadığımız çağın fizyolojik ve ahlaki marazlarını, kaynak ve kökenlerini daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Modern çağın insanı, kapitalist ekonominin ve sınır tanımayan edep ve hayâdan mahrum reklam çılgınlığının etkisiyle, tüketmek ve sürekli tüketmek, her ne pahasına ve ne olursa olsun tüketmek girdabında boğulmaktadır.

Ölçüsüz tüketim ve beslenmeyle birlikte, bunu hayat tarzı ve amacı haline getiren günümüz insanları, değer ve erdemlerden uzaklaşıp, tatmin olmayan zevk ve hazların kölesi haline düşmüş olmakla İbn Haldun’un teorisinin bazı yönlerden haklılığını da göstermiş olduğu söylenebilir.

Kaynaklar:

1) Taylan, Necip, Anahatlarıyla İslam Felsefesi, İstanbul: Ensar Yayınları,1991, S. 291.
2) Meriç, Cemil, Sosyoloji Notları ve Konferanslar, İstanbul: İletişim Yayınları, 1997, s. 68.
3) Taylan, a.g.e., s. 293-294.
4) İbn Haldun, Mukaddime, Çev: Zakir Kadiri Ugan, İstanbul: MEB Yayınları, 1991, c. I, s. 204-205.
5) İbn Haldun, Mukaddime, c. I, s. 208.
6) İbn Haldun, Mukaddime, c. I, s. 209-210.
7) İbn Haldun, Mukaddime, c. I, s. 209.
8) İbn Haldun, Mukaddime, c. I, s. 209-210.
9) İbn Haldun, Mukaddime, c. I, s. 210.
10) İbn Haldun, Mukaddime, c. I, s. 211.
11) İbn Haldun, Mukaddime, c. I, s. 309-310.
12) İbn Haldun, Mukaddime, c. I, s. 212.
13) İbn Haldun, Mukaddime, c. I, s. 213.
14) İbn Haldun, Mukaddime, c. I, s. 214.
15) İbn Haldun, Mukaddime, c. I, s. 214.
16) bk. Olgun Közleme, Türk Mutfak Kültürü ve Din, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul, 2012.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun