Bugün yaptğımız topluca tesbihat ve içeriğini Peygamberimiz yapmadıysa neden biz yapıyoruz?

Tarih: 25.11.2012 - 11:04 | Güncelleme:

Soru Detayı

Kendisinin Selefi olduğunu söyleyen bir kişi diyor ki:
- Peygamber Efendimiz (asm) bize Kur'an ve sünneti tavsiye etmişti, kurtuluş ancak bu yolladır demişti...
- Bugün yapığımz topluca tesbihat ve içeriğini Peygamberimiz yapmadıysa neden biz yapıyoruz?
- Böyle yapmak günah değil midir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Namazlardan sonra yapılan tesbihat ve dualar, namaza dahil olmasa da makbul ibadetler arasında yer aldığından müstehaptır. Zira namazlardan sonra dua ve tesbihât Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından tavsiye edilmiş ve bizzat yapılmıştır. Nitekim Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur;

« مَنْ سَبَّحَ اللَّهَ فِى دُبُرِ كُلِّ صَلاَةٍ ثَلاَثًا وَثَلاَثِينَ وَحَمِدَ اللَّهَ ثَلاَثًا وَثَلاَثِينَ وَكَبَّرَ اللَّهَ ثَلاَثًا وَثَلاَثِينَ فَتِلْكَ تِسْعَةٌ وَتِسْعُونَ وَقَالَ تَمَامَ الْمِائَةِ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ غُفِرَتْ خَطَايَاهُ وَإِنْ كَانَتْ مِثْلَ زَبَدِ الْبَحْرِ »

“Bir kimse her namazın sonunda Allah'a otuz üç defa 'sübhanallah' der, otuz üç defa 'elhamdülillah' der, otuz üç defa da ‘Allahu ekber’ derse, bunların toplamı doksan dokuz eder. Yüze tamamlarken de ‘Allah'dan başka hiçbir ilâh yoktur. Yalnız o vardır. Şeriki de yoktur. Mülk onundur; Hamd da ona mahsusdur; O her şey'e kadirdir.' derse, günahları denizin köpüğü kadar bile olsa affolunur.” (Müslim, Mesacid, 27, H.No: 1380).

Tesbihat konusunda Müslümanlara özel tavsiyelerde bulunan Hz. Peygamber (s.a.v.)’in  bizzat kendisi de , namazlardan sonra üç kere Allah’a istiğfâr eder ve şöyle dua ederdi;

« اللَّهُمَّ أَنْتَ السَّلاَمُ وَمِنْكَ السَّلاَمُ تَبَارَكْتَ ذَا الْجَلاَلِ وَالإِكْرَامِ »
“Allah'ım, selâm sensin; selâmet de ancak sendendir. Mübareksin. Ey Celâl ve İkram sahibi!" 

Velîd, Evzâî'ye bu istiğfar nasıl olacak, diye sorduğunda; ‘Estağfirullah, estâğfirullah’ cevâbını almıştır (Müslim, Mesacid, 27, H.No: 1362).

Öte yandan Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashabı farz namaz kılındıktan sonra bazı tekbir, tesbih ve tahmid gibi zikirleri yüksek sesle okumuşlardır. Nitekim İbn Abbâs (r.a.); insanların Peygamber (s.a.v.)'in zamanında farz namazdan çıkınca yüksek sesle zikrettiklerini haber vermiş, “Ben bu sesi işitir işitmez, insanların namazı bitirdiklerini anlardım.” demiştir. İbn Abbas bir başka rivayette de “Ben Peygamber (s.a.v.)'in namazı bitirdiğini tekbîr getirilmesinden anlardım.” demiştir. (Buhari, Ezan, 155)

Sonuç olarak, namazdan sonra tesbihat yapılması müstehaptır. Bu tesbihat, münferit olarak yapılabileceği gibi, cemaat halinde de yapılabilir. Ancak tesbihâtın cemaatle yapılması, öteden beri yaygınlık kazanmıştır. Bununla beraber, namaz kılındıktan sonra tesbihât yapmadan camiden çıkmanın caiz olmadığı söylenemez.

Selefiye, daha çok bir Kelam ve Mezhepler Tarihi ilmi terimi olarak, sahabe ve tabiininin görüş ve uygulamalarını esas olarak kabul eden fakih, muhaddis ve diğer ilim ehli için kullanılan bir tabirdir. Bunun yanında akaide ait konu ve meselelerde nass/Kur'an-ı Kerim ve hadislerle gelen hususları müteşabih olanlar da dahil olmak üzere olduğu gibi kabul edip, te'vile / yoruma başvurmayan Ehl-i Sünnet-i Hassa'ya da selefiyye denmiştir. Ancak Selefiliğin sistemleşip bugünkü görünüşüyle bir akım haline gelmesinin, sonraki dönemlerde ve özellikle İbn Teymiyye zamanında gerçekleştiği ifade edilmelidir. Dolayısıyla, selef alimleri ile bu günkü selefiliği bir birinden ayırdetmek gerekir.

Ebu Hanife, Şafii ve diğer müctehid imamların pek çoğu itikadi konularla ilgilenmiş ve Ebu Hanife’nin dışındakiler Selef anlayışını temsil etmişse de re’ycilikle (akılcılıkla) bağlantıları ve bazı takipçilerinin kelamcı olması onların doğrudan ehl-i hadis (selefiye) içinde mütalaa edilmesini engellemiştir. Bunlar içinde Selefiye anlayışıyla daha çok ön plana çıkan Ahmed b. Hanbel’dir. Ahmed b. Hanbel, Mutezile ile olan mücadelesi sebebiyle Selefiyenin sembol ismi haline gelmiştir.

Her dönemde değişik mezheplere bağlı olan alimler itikadi konularda ehl-i hadis metodunu (selefiyye) kendi eğilimlerine uygun bir biçimde temsil etmişlerse de, bu çizgiyi hararetle benimseyen ve onunla özdeşleşmiş gibi görünenler daha çok Hanbeli alimler olmuştur.

Matürîdî'nin, eserlerinde Ebû Hanîfe'nin fikirlerini nakledip benimsemesi, bunların Kur'an'a uygun olduğunu belirterek doğrulamaya çalışması ve eleştirenlere karşı savunması, ayrıca Mâtürîdiyye'nin önemli kelâmcılarından Ebu'l-Muîn en-Nesefî'nin Ebû Hanîfe'yi ekolün önderi (imamı) olarak göstermesi, ilâhî sıfatların tenzihçi bir yaklaşımla ilk defa onun tarafından incelendiğini, kelâmcıların daha sonra ona uyduğunu belirtmesi ve Mâtürîdî'nin kelâmda ve fıkıhta Ebû Hanîfe'ye uyduğunu açıkça ifade etmesi, Ebû Hanîfe'nin Mâtürîdiyye'nin görüşlerine öncülük yaptığını kanıtlar mahiyettedir.

Ebu Hanife de itikadi konularda aklı ön plana çıkaran alimlerimizdendir. Maturidi itikadi konularda onun yolunu da onun bu yönü sebebiyle benimsemiştir.

Diğer taraftan Selef yöntemini benimseyenlerin temel görüşleri bakımından Ehl-i sünnetin diğer kollarıyla önemi bir anlaşmazlık içinde oldukları söylenemez. Ancak Selef itikadını benimseyenler genel olarak nasların özellikle Kur’an’daki haberi sıfatların yorumlanması, felsefi delillerin kullanılması, Kitap ve Sünnette yer almayan terimlere usulu’d-dinde yer verilmemesi gibi konularda muhalefet ederler. Bunun dışında itikadi konularda herhangi bir farklılık yoktur.

Ayrıca XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Selefiyye daha başka bir şekle bürünmüş, siyasi bir hüviyet kazanmıştır. (Geniş bilgi için bk. Diyanet İslam Ansiklopedisi, XXXVI, 399-402)

Bid'at: Peygamberimizin ahirete irtihalinden sonra dini alanda Kuran ve sünnete aykırı olarak icat edilen şeylerdir. Dolayısıyla herhangi bir şeyin bidat sayılabilmesi için sonradan icat edilmesi yanında hem dini sahada olacak hem de Kuran ve sünnetin genel ruhuna aykırı olacaktır. Dini sahada olmayan adet, alet, davranış, teknolojik buluş ve icatlar asla bidat kavramının içine girmez. Mesela horozu kurban olarak kesmek bidat olup caiz değildir. Çünkü bu adet, dini sahada olup sonradan çıkmıştır; İslam'ın Kuran ve sünnetle belirlenen kurban nizamına aykırıdır.

Namaz sonrası toplu tesbihat ve tesbih dediğimiz aleti kullanma da bidat kapsamına girmez. Ayrıca camilerin yapımı önceleri kerpiçten iken sonraları taştan yapılmış, şimdilerde betondan yapılmakta yarın belki başka bir maddeden yapılacaktır. Tesbihat dün parmak boğumları veya taş taneleri ile yapılırken sonraları ağaçlardan yapılan tesbihler icat edilmiş, şimdilerde ise hem ağaçtan hem akik, sedef, boncuk, plastik vb. çeşitli eşyalardan icat edilen tesbihlerle yapılmaktadır. Yarın belki başka maddelerden de tesbih yapılacaktır. Tesbihatta bunlar aracılığıyla yapılacaktır.

Ezan ile amaçlanan, namaz vakitlerinin Müslümanlara duyurulmasıdır. Bunun içinde Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından yüksekçe bir yerden okunması emredilmiştir. Nitekim tarihi süreç içinde Müslümanlar bu emri yerine getirmek için çeşitli arayışlar içine girmişler ve Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde olmadığı halde minareler inşa etmişlerdir. Bu gün hoparlör kullanmadan okunan bir ezanı gürültü kirliliğinden ötürü minarenin dibinde bulunan insan bile duyamaz. Hoparlör kullanmaya karşı gelenler, ezanın duyulmasını mı yoksa duyulmamasını mı istiyorlar! Önce bunu düşünsünler ve karar versinler. Hoparlör kullanan bu insanlar ezanın aslında bir değişiklik yapmıyor; aksine duyuruyu daha fazla insana ulaştırmaya gayret ediyorlar. Çünkü hoparlör sesin kuvvetini artırıcı bir alettir. Ayrıca hoparlörden çıkan ses, aksi seda (yankı) değil; mikrofon başında okuyan veya konuşan kişinin kendi sesidir. Bu itibarla, daha uzaklardan duyulması için ezan veya salanın hoparlörle okunmasında dinen bir sakınca olmadığı gibi bidat da denemez.

Evet, bütün bunlar dini sahada yapılan yeni şeylerdir. Ancak Kuran ve sünnetin genel ruhuna aykırı olmadıkları gibi bir emrin veya sünnetin gereği gibi eksiksiz ve noksansız yapılmasına yardımcı olurlar. Allah ve resulü, camilerin korunmasını emretmiştir. Şimdi toprak cami mi daha korunaklı yoksa betonarme cami mi daha korunaklı? Camiler betonarme yapılarak koruma emri yerine getirilmiş olur. Dün Peygamberimizin mescidinin tabanı toprak idi. Toprak üzerine secde edilirdi. Bugün kaloriferli ve halılarla döşelidir. Tekrar toprağa mı döndürelim! Tesbih aleti kullanılarak 33 kez “Subhanellah, elhamdulillah, Allahuekber” sünneti eksiksiz ve noksansız yapılmaktadır. Sırf sonradan icat edildi diye sünnetin tam olarak yerine getirilmesine yardımcı olan bir alete bidat denilebilir mi? Ezanın aslında hiçbir değişiklik yapmadan hoparlör kullanarak daha çok insana namaz vaktinin girdiğini duyurmak nasıl bidat olur?

Buradaki değişkenlik ibadetlerde değil, araçlardadır. Zira ibadetlerde bir değişim yapmaya kalkmak -ki bu mümkün değildir- Allah korusun şirk ve küfür olur. Değişkenlik cami, tesbihat veya ezan ibadetinde değil, bunların yerine getirilmesinin vasıtalarında olmuştur. Cami yerine başka bir şey yapılmış değil, belki daha korunaklı ve daha rahat ibadet edilecek bir cami oluşturulmuştur. Ezan yerine başka bir duyuru yapılmış değil belki ezan daha çok insana ulaştırılmıştır.

Giyim kuşamın değişikliği ise, bidat kavramı içerisinde asla değerlendirilemez. Zira bunlar dini sahada değil, dünyevi sahadadır. İslama aykırılıkları varsa, giderilir.

Alimlerimizin bir kısmı bid’atı, hasene ve seyyie olarak ikiye ayırır, yapılması mahzurlu olmayanlara bid’at-ı hasene (iyi bid’at), yapılması mahzurlu olanlara da bid’at-ı seyyie (kötü bid’at) derler. Minare ve medrese yapmak bid’at-ı hasene, kabirlerin üzerine mum yakmak da bid’at-ı seyyiedir. Buna göre, hadislerde reddedilen bid’atler, kötü bid’atlerdir.

Bid’atı dar kapsamlı olarak anlayan başta İmam Malik olmak üzere, Ayni, Beyhaki, İbn Hacer el-Askalani ve Heytemi, İmam Birgivi ve İbn Teymiyye gibi alimler de bid'atı şöyle tarifi ederler: “Bid’at, Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesellemden sonra ortaya çıkan ve dinle ilgili olup ilave veya eksiltme özelliği taşıyan her şeydir.”

Bu ulemaya göre dinle ilgisi olmayan ve dini özellik taşımayan yeni icatlar bid’at sayılmaz. Bu bakımdan, teknolojik buluşlar, dünyevi sahadaki yenilikler veya örf ve adet türünden olan davranışlar bid’at kavramının dışında değerlendirilir.

Bu açıklamalar doğrultusunda konuya bakıldığında hemen hemen her şeye bidat ve şirk gözüyle bakmak doğru değildir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Toplu halde tesbihat yapmak bidat mıdır?
Namaz tesbihatı hakkında bilgi verir misiniz?
Selefiler hakkında bilgi verir misiniz? Şu andaki Selefiliğin kurucusu kimdir? ...

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun