Sahih İslam (Ehl-i Sünnet İslam'ı)
Ehl-i sünnet ve cemaat İslam'ı nedir?
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi'nden özetleyelim:
Ehl-i sünnet, Hz. Peygamber (s.a.) ile ashabın dinin temel konularında takip ettikleri yolu benimseyenler anlamında bir tabirdir.
Sözlükte 'manevî alanda çizilen yolu benimseyenler' anlamına gelen ehl-i sünnet (ehlü's-sünne) tamlaması ehlü's-sünne ve'l-cemâa ifadesinin kısaltılmış şeklidir. Buradaki sünnetten maksat dini tebliğ ve beyan etmekle görevli bulunan Hz. Peygamber'in İslâm'ın temel konularını anlama ve benimseme tarzıdır. Cemaat kavramı, her devirdeki Müslümanların büyük ekseriyeti (sevâd-ı a'zam) ve müctehid âlimler gibi farklı şekillerde yorumlanmışsa da vahyin ilk muhatapları olup inanç, ibadet, hukuk ve ahlâk cepheleriyle İslâm'ı bir bütün olarak sonraki nesillere aktaran ashap cemaati anlamına geldiği yolundaki görüş tercih edilmiştir. Aslında bu anlayış diğer yorumların da temelini oluşturmaktadır.
Buna göre Ehl-i sünneti 'Hz. Peygamber ile ashap cemaatinin dinin temel konularında takip ettikleri yolu benimseyenler' diye tarif etmek mümkündür. Bu tarifte yer alan 'dinin temel konuları'ndan, İslâm'dan olduğu kesinlikle bilinen ve 'usûlü'd-dîn' diye de adlandırılan hususlar kastedilmektedir.
Sünnî grupların tesbiti konusunda ileri sürülen farklı görüşler bir yana kelâm, mezhepler tarihi ve konuyla ilgili diğer eserlerde Ehl-i sünnet genellikle Selefıyye, Eş'ariyye ve Mâtürîdiyye'yi kapsayan bir tabir olarak kullanılır.
Allah tarafından vazedilmiş olan dinî hükümlerin doğru anlaşılması Allah'ın muradını tesbit etmekle mümkündür. Allah kullarına iletilmesini dilediği şeyleri vahiy yoluyla peygamberine bildirmiş, vahyi açıklayıp uygulama görevini de ona vermiştir.
Son peygamberin tebligat ve uygulamalarının ilk muhatapları sahabe topluluğu olduğundan İslâm'ın temel konularında onların anlayış, uygulama ve rivayetleri Allah'ın muradına ve Peygamber'in sünnetine uygun düşen bir yol olarak kabul edilmelidir. Bu sebeple Müslüman çoğunluk daima bu yolu takip etmeye çalışmıştır.
Ehl-i sünnet âlimlerine göre naslardan isabetli hükümler çıkarmak ve ihtilaflı konuların çözümüne ulaşabilmek için anlamı açık olan muhkem âyetlerden hareket etmek, sahih hadislerin beyanlarını dikkate almak, nasları bütünlük içinde anlamaya çalışmak, naklî ve aklî bir zaruret bulunmadıkça nasların zahirine bağlı kalıp aklı nakle tâbi kılmak gerekir.
Nas bulunmayan konularda ise aklın temel ilkelerine başvurularak Kur'an'ın genel muhtevasına ve özüne uygun bir şekilde ictihad etmek lâzımdır. Ancak nassın bulunduğu konularda ve dinin temel esaslarını belirlemede akla bağımsız yetki verilemez. Ehl-i sünnetçe benimsenen bu temel ilkeler dışında genel prensipleri ve mezhebin itikadî görüşleri, zamanın şartlarına ve Ehl-i sünnet bünyesindeki gruplara göre az çok farklılık göstermiştir.
Başlangıç devrine ait kaynaklarda 'Hulefâ-yi Râşidîni meşru kabul etmek, imanın amelden ayrılmadığına ve amelin imana dahil bulunduğuna inanmak. Kur'an'ın Allah kelâmı olup yaratılmadığını benimsemek, her şeyin ilâhî kadere göre vuku bulduğuna, ilâhî sıfatların gerçekliğine ve bunların kadîm olduklarına, Allah'ın âhirette görüleceğine inanmak' gibi belli telakkiler Ehl-i sünneti diğer mezheplerden ayıran görüşler olarak kaydedilir.
Sahih İslam'ın ilkelerini ve ilk dönemlerde onu diğerlerinden ayıran özelliklerini özetlemiş olduk.
Daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan -Ehl-i sünnete göre- yanlış anlama ve uygulamalar içinden ikisi bugünün önemli 'islâmî meseleleri' arasındadır:
1. Dinin kapsamı (Müslümanın hayatında dinden bağımsız bir alanın bulunup bulunmadığı) konusundaki yanlış anlayış.
2. Tarikat, cemaat, parti gibi oluşumlar ile bunların liderlerine yüklenen yetkiler ve özelliklerle ilgili sapmalar.
İslam'ın değişmez ve bağlayıcı iki kaynağı (Kur'an ve Sünnet) ile 'dinin dünya ve siyaset işlerinden ayrılması' bid'atının ortaya çıktığı son iki asra kadar sürüp gelen uygulamaya bakıldığında ortaya çıkan şüphesiz hakikat şudur:
Müslüman kılık kıyafetinden, tuvalet âdâbından tutun yasama, yargı, yürütme, ekonomi, hukuk, ahlak ve san'ata kadar bütün alanlarda dinin talimatını rehber edinmek durumundadır; onun hayatında dinden bağımsız bir alan yoktur. Mübah (serbest, dinin emir ve yasağı bulunmayan) alan da yine din tarafından belirlenmektedir; müminin aklına ve arzusuna bırakılmış değildir. Bugün bu ilkeye inanmayan kimseler Ehl-i sünnet dışında kalırlar.
İslam tevhîd dinidir; bunun da manası 'Allah'tan başka tanrının bulunmadığı, ancak O'na kulluk edileceği ve ancak O'ndan yardım dileneceğidir'. Hz. Peygamber (s.a.) den başka, hatadan ve günahtan korunmuş hiçbir kimse yoktur. Sahabîler, daha sonrakiler, alimler, salihler, velîler hem günah işleyebilirler, hem de yanılabilirler.
Bu sebeple onların söyledikleri ve yaptıkları ancak Kur'an'a ve Sünnet'e uygun olduğunda örnek alınabilir. İmam-ı Rabbânî'nin deyişiyle 'Bir kimse havada uçsa, su üzerinde yürüse, kalplerde olanı bilse dahi eğer onun söz ve davranışlarında kıl ucu kadar Sünnet'e uymayan bir şey varsa o kimse 'yuları serbest bırakılmış bir imtihan aracı'dır. 'Müminler bu hokkabaza mı, Kur'an ve Sünnet'e mi uyacaklar' sorusunun cevabı için ona bu imkan verilmiştir'.
Şeyhini, mürşidini, liderini günah işlemez, yanılmaz, yaptığı ve söylediği tartışılamaz, Kur'an ve Sünnet ölçüsüne vurulamaz diye bilen ve inanan kimseler Ehl-i sünnet (sahih İslam) dışında kalırlar.