Ölümü Çok Hatırlamak Lazımdır

Ölümü Tefekkür Etmenin Faydaları

Hidayet vesilemiz, mürşid ve rehberimiz Efendimiz (asm) “Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikredin.” (Tirmizi, Zühd 2) diye ferman buyurmuş. Zira ölümü tefekkür etmek, hayat gündemimizden ölümü çıkarmamak, ölümle irtibat kurmak manasındaki güzel bir ameliye olan rabıta-yı mevti terk etmemek hem dünyayı tamir eder hem âhireti kaybetmek gibi azim bir zarardan bizi kurtarır. Resul-ü Kibriya Efendimiz’in (asm) “Benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.” [Tirmizî, Zühd 9, (2313); İbnu Mâce, Zühd 19, (4190).] buyurması, dünya muhabbetiyle sarhoş olmaktan bizi engelleyen ciddi bir ikaz-ı Nebevîdir.

Ölümü tefekkür etmek yani her an ölümün gelme ihtimalini nazara alarak yaşamak mü’minin günah ve haram virüslerinden mânevî vücudunu muhafaza etmesinde pek tesirlidir. Ölümünden sonra hayatının bütün detaylarıyla önüne konulacağını, her türlü amelinden hesaba çekileceğini bilmek ancak ölümden gaflet etmemekle mümkündür. Bu psikoloji hem günahlara karşı mesafeli olmayı, yılandan akrepten kaçarcasına haramlardan kaçmayı kazandırdığı gibi, hakikatte ancak bir rüya olan dünya hayatına aldanmamayı da netice verir.

Ölümü müdrik bir Müslüman “bir üzüm tanesine bedel yüz tokat yemek” gibi lezzeti az, elemi çok olan günah ve haramlara takva zırhını deldirmemek için daima titrer ve İlâhî dergâha yönelerek inayet ve yardım talebinde bulunmaktan geri durmaz. Şayet ölüm unutulursa, ağzını açmış bizi yutmak için bekleyip duran kabirden uzak yaşanırsa, iman ve itikadı zayıflatan, kulluğu ve itaatı tahrip eden ne kadar nefsî ve hevaî muzır mikroplar varsa kalbimizi, ruhumuzu kemirir, ölüm gibi dehşetli bir hakikata karşı gözlerimizi kör eder, ölümden kabirden bahsetmeyi son derece rahatsız görecek kadar dillerimize mühür vurur.

Ölümü unutturan sebepler pek çoktur. Bunların en başında günah tiryakiliği, haram müptelası olmak gelir. İmtihan gereği bu fiillerin içinde bulunan pis lezzet insanları gaflet çukuruna yuvarlar. Dünyayı ele geçmeyecek fırsat olarak görenler haram lezzetlerinden istifade etmek adına ölümü gündemlerinden çıkarırlar, belki de yanı başında olan bu acı akıbeti kendince ötelediklerini zannederler.

Tevehhüm-ü ebediyet yani hiç ölmeyecekmiş vehmine kapılmak da ölümden, kabirden gaflet ettirir. Böyle bir şeyin zerre kadar hakikati olmadığını bildiği halde, şeytanın telkiniyle, nefsin aldatmasıyla dünyayı ebedi, kendisini de ölümsüz görmeye başlar. Aslında bu durum mezarlıkta saklambaç oynayan, musalla taşının üstünde misket yuvarlayan çocuklar gibi hakikate kalbini ve gözlerini kapatmaktan başka bir şey değildir.

İnsan vücudu taştan demirden değildir, et ve kemik gibi nazik şeylerden ibarettir. Beden binasından her gün bir tuğla düşüp dururken, harap olmayacağına kendini inandırmak çok büyük ahmaklıktır. Ömür ağacının tek meyvesi vardır, o da o ömür sahibinin cenazesidir. Şunu beynimize mıh gibi çakmalıyız: Ecel gizlidir; her vakit ölüm gelebilir ve o geldiğinde kapıyı açmayacak tek kimse yoktur. Nice gençler, nice kuvvetliler, nice yere göğe sığmayanlar hiç beklemedikleri anda karşılaştılar ölüm gerçeğiyle; nazik vücutlarının, güzel simalarının, tozpembe hayallerinin şefaati de fayda etmedi. Simsiyah saçları sarmam demedi kefen, gencecik goncayı taşımam demedi tabut, bu yaşta bir civana kıyamam demedi kabir; ecel celladı karşısında genç ihtiyar farkı yoktur.

 Mademki hakikat budur; bunu kabul etmek zorundayız ve dehşetli ve çirkin görünen ölümü hakkımızda sevimli ve güzel yapmanın çarelerini aramalıyız.

Eğer ölümü daima tefekkür edersek, ölüm sonrası hayat için tedarikli olur, hazırlıklarımızı ihmal etmeyiz. Merdane kabre bakabilme cesaretini imanımızdan ve günahlardan uzak durma halimizden alabilirsek, ölümün o korkunç siması güzelleşmeye başlar. Ölümden gafil olup, nefis ve şeytanın oyuncağı olanlar, ağzına sürülen azıcık zehirli bal sebebiyle elmas kıymetindeki sermayesini kırılmaya mahkum cam parçasına değiştirmek gibi bedbahtlık çukurlarına düşenler, ölüm ve kabir anıldığında veya yüzünü azıcık gösterdiğinde korku ve endişeden çıldıracak gibi olurken, imanda ve takvada kemâl mertebelere ulaşmış bir mü’min ölümü sever hatta âşık olur.

Zira ölüm onun için bir son değildir, bir başlangıçtır; idam değil, yok olmak değildir, ebedî varoluşun anahtarıdır. Kabir, yılanların akreplerin yuvası kör bir kuyu değildir; nurlu âlemlere götüren bir koridor, ebedî rahmete ulaştıran bir tüneldir.  Ölüm; fani menzilden bakî menzile, zahmetler çiftliğinden, rahmetler diyarına, musibetli, meşakkatli olan dünya zindanından cennet bostanlarına açılan bir kapıdır.

 Başta Efendimiz (asm) olmak üzere, cümle sevdiklerimize vuslatın adına biz Müslümanlar “ölüm” diyoruz; dünya ve âhiret semasının güneşleri, ayları, yıldızları mesabesindeki peygamberlerin, sahabelerin, Allah dostu nice güzel insanların yanına ulaşmak manasında gördüğümüz ölüm ve kabir, bizi gam ve kahırla mustarip etmiyor, bilakis mutluluk ve saadet veriyor.

Ölümü düşünmenin işte böyle güzel faide ve neticeleri var; dünyanın cennetin bekleme salonu olması da âhiretin hakkımızda ebedî saadet diyarı olması da hep ölümü tefekkür etmek sırrında gizli.

Rabbim anlayıp, yaşamaktan cümlemizi mahrum etmesin…

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun