Mısır ve Suriye gibi ülkelerdeki olaylarda ne yapmamız gerekiyor?

Zulmün arşa dayandığı, gözyaşlarının sel olduğu ve mümin ruhların kederle dolup taştığı bu günlerde her hamiyet sahibi aynı soruyu soruyor: Ne yapmamız gerekiyor?  Böyle sessiz mi kalacağız? Bize bir görev düşmüyor mu?

Önce şunu belirtmek isteriz: Bu hamiyetli gönüller ilk görevlerini büyük bir başarıyla yapmış bulunuyorlar. Bu görev, aynı zamanda çok önemli bir sünnettir:  Müslümanların dertleriyle dertlenmek.

Bu üzüntüler, bu kederler, bu sızlanmalar büyük bir manevi duadır. Bu dua artık ızdırar noktasına vardığından İnşallah rahmet-i İlahiyi celbedecek ve kazancımız kayıplarımızdan çok fazla olacaktır.

“Allah’a hüsnüzan ibadettir.”(bk. Ebu Davud, Edeb, 81, no: 4993) hadis-i şerifi ve “Rahmetim gazabımı geçti.” hadis-i kudsisi bizim çok  önemli iki teselli kaynağımızdır.

Yapmamız gereken ikinci görev, kendi imkanlarımızın bir değerlendirmesini yapmak ve İslam aleminin bu kanayan yarasının tedavisine  nasıl yardım edeceğimizi belirlemektir.  Mevcut imkanlarımızla yapabileceğimiz bir şey varsa onu en mükemmel şekilde yerine getirmek hepimizin üzerine bir vecibedir. Ancak mesele bizim irademizi çok aşıyorsa, konu ancak devletimizin uhdesine düşen bir sorumluluk ise bize düşen görev onların muvaffakiyetlerine dua etmek ve bizim için de devletçe bir hedef gösterildiğinde o göreve süratle koşmaktır.  

Mesela, Suriye’deki zulme karşı bizlerin ferdî olarak sınırları aşıp savaşma gibi bir gücümüz de yoktur, sorumluluğumuz da. Bu konuda devletimiz milletiyle birlikte tek yürek olmuştur, aynı kaygıları o da taşımakta, bir şeyler yapmayı o da bütün ruhuyla istemektedir. Bu noktada güvenlik güçlerimiz gerektiğinde üzerlerine düşen görevi en iyi şekilde yapacaklardır, buna kesinlikle inanıyoruz. Ancak, bu konuda bir seferberlik ilan edilir ve sivil halktan da yardım istenirse o zaman bu ulvî görevi büyük bir şevkle yerine getirmek hepimiz için bir vecibe olur.

Bütün müminlerin bu noktada tam bir gönül birliği içinde bulunmaları  şayan-ı şükran ve medar-ı hamddir. Ancak, Suriye’den ülkemize iltica etmiş mümin kardeşlerimize her türlü yardımda bulunmak için seferber olmak bizim elimizdedir, bu konuda yukarıdan bir emir ve işaret beklemek durumunda değiliz. Bu görevi milletimizin büyük bir şevkle yerine getirdiklerini görüyor ve hem o muhtaç kardeşlerimize yardım edilmesi, hem de İslam kardeşliğinin teessüsü noktasında çok seviniyor ve Rabbimize hamd ediyoruz. Ne var ki, Mısır’da işlenen cinayetlere ve yapılan zulümlere karşı yardım elimizi uzatmaktan maalesef mahrumuz. Bu mahrumiyetten duyduğumuz üzüntüler de İnşallah ibadet hükmüne geçer ve bu zulüm ateşinin sönmesi için de bir dua olur.

Ülkemizi bir kaosa sokmak üzere sergilenen “gezi parkı” olayını iyi değerlendirdiğimizde üzerimize düşen büyük görevi de iyi tespit etmiş oluruz. Üstat Bediüzzaman hazretlerinin Avrupa hayranlarını ikaz için dile getirdiği şu hakikat aynen günümüzde de geçerlidir:

“Biz müteharrik-i bizzat değiliz, bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz."

Üstadın “biz” dediği, o dönemin gafil yöneticileridir. Görünüşte icraatı kendi iradeleriyle yapmakta, hakikatte ise ülkeyi Avrupa’nın direktifleri doğrultusunda yönetmektedirler.

Bu günün Mısır ve Suriye yöneticileri de “bilvasıta müteharriktirler”, günümüzün yaygın tabiriyle piyondurlar. Başka ülkelerin menfaatleri uğruna kendi halklarını katledecek kadar gözleri dönmüş piyon canavarlardır.

İslam alemi aleyhinde oyunlar sergileyen bu yabancı ülkelerin en büyük gayesinin İsrail menfaatlerini korumak olduğu artık herkesin malumudur. İsrail’in çevresinde hiçbir güçlü İslam devleti kalmaması onların en büyük gayesidir. Mısır’ı karıştıran da aynı menhus gayedir, Gezi parkı olaylarını körükleyen de.

Nitekim, gezi parkının baş aktörlerinin hükûmet yetkilileriyle yaptıkları görüşmede üçüncü hava alanına karşı çıkmaları bunun en açık delilidir. Üçüncü hava alanının gezi parkında kesilen ağaçlarla değil, Almanya’nın kesilecek  menfaatleriyle yakın ilgisi  olduğu gün gibi açığa çıkmıştır.

Bu önemli örneği esas  alarak diyoruz ki:  İslam aleminin uğradığı zulümlerin son bulmasında bir Müslüman olarak üzerimize düşen görevi hassasiyetle yapmakla birlikte unutmamamız gereken çok önemli bir gerçek şudur ki, bu oyunların son bulması ancak Türkiye’nin hem maddeten, hem de manen kalkınması, İslam alemine yön verecek ve muhtaçlara el uzatacak bir konuma gelmesiyle mümkün olacaktır. Haricî meselelerle ilgili görevlerimizi hassasiyetle yerine getirirken, bu ana hedefi hiç hatırdan çıkarmamalı, maddi ve manevi kalkınma noktasında ülkemizde başlamış bulunan ve düşmanlarımızı endişeye düşürecek boyutlara ulaşma istidadı gösteren bu gelişmelerin devamına bütün gücümüzle çalışmalıyız. Uzun dönemde çözüm ancak böylece mümkündür.

Düşmanlarımız için bir ümit kaynağı olan “gezi parkı olayları” bizim için de bir alarm görevi yapmıştır.

Türkiye’nin gelişmesi İsrail’in ve onun hamiliğini yapan dış güçlerin en büyük endişe kaynağıdır. Bu sebeple bütün dış düşmanlarımız ve onlara yardımcı olan bütün dahili güçler Türkiye ile uğraşmaya devam edecekler, ama “Şu istikbal inkılabı içinde en yüksek seda  İslam’ın sedası olacaktır.” müjdesinin önüne geçemeyeceklerdir.

Bugün İslam aleminin çektiği sıkıntıların, uğradığı zulümlerin, maruz kaldığı ecnebi oyunlarının son bulacağına gönülden inanıyor ve bütün bunların İslam kardeşliği için bir doğum sancısı olmasını ve Müslümanların manen olduğu gibi maddeten de düşmanlarına galip gelmelerini rahmeti sonsuz Rabbimizden niyaz ediyoruz.

Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 5.000+