İnsan Zahirperesttir
Dış görünüş çoğu kere insanı yanıltır. Kâfirlerden bahseden bir ayette “Onlar dünya hayatından bir zahir (dış görünüş) bilirler...” (Rum, 30/7) denilmesi, zahirin aldatıcı olduğuna dikkat çeker.
Zahire ilk aldanan şeytandır. “Hz. Âdem, üstü çamurla sıvanmış bir inci, bir mücevher iken, onu toprak olarak görmüştür.”(1)
Şu misal, meleklerin bile bazen işin hakikatını bilemediklerini gösterir:
“Cenâb-ı Hak Azrail’e sorar: Kimin ruhunu almak sana en zor geldi? Hz. Azrail der: Ya Rabbi, bir gemi halkının canlarını almamı emretmiştin. Bir anneyle küçük yavrusu da vardı. ‘Ananın canını al, çocuğun alma.’ demiştin. O çocuğu anadan ayırmak bana çok zor gelmişti.
“Cenab-ı Hak der: Biliyor musun, o çocuk sonra ne oldu? Nemrud oldu da İbrahim’i yakmaya kalkıştı.”(2)
Pek çok insan, ölümün zahirine bakar, onu korkunç bir olay olarak görür, korkar. Mevlâna’nın naklettiği şu kıssada, ölümün gerçek yüzüne işaretler vardır:
“Zalim bir hükümdar, Allah’a inananları açtırmış olduğu çukurlara atmaktadır. Allah’a inanan bir anne de, küçük çocuğuyla beraber meydana getirilir. Kadın, Allah’a imanını ikrar eder, puta tapmaz. Hükümdar, çocuğu ateşe attırır. Sıra annesine gelmiştir. Can endişesiyle, içinden puta secde etmek meyli doğar. Tam o esnada, ateşteki çocuktan şu sözleri duyar: Anneciğim, içeriye gel. Şeklen ateş içinde isem de, ben burada hoş bir haldeyim.
“Su gibi görünen bir ateş âleminden çıkıp buraya gel ki, ateş gibi görünen bir su göresin.
“Senden doğacağım zamanı ölüm görüyordum. Senden ayrılacağım diye pek çok korkuyordum. Doğunca dar bir zindandan kurtuldum. Havası hoş, rengi güzel bir âleme çıktım.”(3) Bu sözleri duyan anne, puta secde etmez, ateşe atılır. Cehennemin ateşinden kurtulur, dünya zindanından cennet bahçelerine uçar.
Evet, ölüm yeni bir doğumdur. Mevlâna’nın şu sözleri, konuyu biraz daha açıklığa kavuşturmaktadır:
“Rahimdeki çocuk için doğmak oradan ayrılmaktır. Lakin, dünyaya geliş onun için yeniden açılmaktır.”(4)
“Benim hayatım ölümümdedir. Asıl vatanımdan ne vakte kadar ayrı bulunacağım? “Eğer bu dünyada sakin oluşum benim için bir firak (ayrılık) olmasaydı ‘Biz Allah’a döneceğiz’ (bk. Bakara, 2/156) denilmezdi.
“Raci’: Ayrılmış olduğu şehre dönen, zamanın ayırmasından sonra vahdet canibine gelen kimsedir.”(5)
Demek ki, insan bu dünyada gurbettedir. Ölümle asıl vatan olan cennet tarafına dönüş gerçekleşecektir.
Zahire aldananların yanıldıkları bir nokta da, peygamberleri kendileri gibi beşer olarak görüp, onlara gelen vahyi reddetmeleridir. Halbuki, “Kur’ân, lisan-ı peygamberîden sudur etmekle beraber; her kim ‘Onu Hak söylemedi, Allah kelamı değildir.’ diyecek olursa o kâfirdir.”(6)
Ağaçların dallarıyla insanlara meyve gönderen İlahî rahmet, Resulünün (a.s.m.) diliyle de Kur’ân’ı göndermiştir. Dallar meyveleri kendileri vermediği gibi, Hz. Peygamberin (a.s.m.) dili de Kur’ân’ın gerçek menbaı değildir. Hem meyve, hem de Kur’ân İlahî cânipten gönderilmiştir.
Ufka bakıldığında, yerle gök bitişik görünür; halbuki aralarında yerden göğe mesafe vardır.(7)
Onun gibi, kalb-i Muhammedîye gelen ve lisan-ı Muhammedîden insanlara tebliğ edilen Kur’ân’ın menşei, arzî değil semavîdir, beşerî değil İlâhîdir.
İnsanların zahire aldanmalarının bir başka türü, verdikleri hükümlerde görülür. Mesela, esirlere “padişah” adını takarlar. Kutsuz kişiye “kutlu” adını verirler.(8) Bu durum, tersine çakılmış nallar gibi, insanı aldatır.(9) Yani tersine çakılmış nal izlerini takip eden kişi, atın asıl gidiş istikametinin tersine gittiği gibi; taht ve tacına esir olan birine “padişah” demekle, veya mutsuz insana isim olarak “mutlu” unvanı vermekle, insan hata eder.
Gerçek hürriyet, Allah’a esir olmaktır. Gerçek kutluluk ve mutluluk, O’na ibadet etmektir. Yoksa, ne isim ve resim, ne taht ve tac, ne insanların teveccüh ve iltifatı insanı kutlu ve mutlu yapamaz.
Bazı durumlarda, insanın zâhire aldanmasından yararlanmak gerektir. Mesela, kişi gerçekte çok büyük ve manevî makam sahibi olduğu halde, diğer insanlardan biriymiş gibi hareket edebilmelidir. Yoksa, şöhretle bazı âfetlere muhatab olabilir. “Meşhur olanın başına kırbadan su dökülür gibi isabet-i aynlar (göz değmesi), gazablar ve hasedler boşanır.”(10)
“Dane gibi olursan, seni kuşcağızlar toplar. Gonca gibi olursan da çocuklar yolarlar."
“Daneni sakla, tamamıyla uzak görün. Goncanı gizle, damda bitmiş ot gibi ol.”(11)
“Hasedçi hırsızın elinden kurtulsun diye, isle karartılmış ne kadar altın vardır.”(12)
Gerçekte küçük olanlar, uzanarak büyük görülmek isterler. Büyük olanlar ise, büyüklenme sevdasında olmazlar, mütevazıdirler Denizlerdeki aysbergler (buzdağları) gibi olmak gerektir. Onların üçte biri su üstünde görülür. Hâlbuki, üçte ikilik asıl büyük kısımları gözlerden gizlidir.
Kaynaklar:
1. Mevlana, VI, 231-232.
2. Mevlana, VI, 385 (İzbudak).
3. Mevlana, II, 466-468.
4. Mevlana, V, 1797.
5. Mevlana, V, 1800-1801.
6. Mevlana, VII, 553.
7. Nursî, Sözler, 393.
8. Mevlana,XIII, 805.
9. Mevlana, XIV, 121.
10. Mevlana, III, 925.
11. Mevlana, III, 924-25.
12. Mevlana, XIII, 571.
BENZER SORULAR
- Yaratılan Her Şey Allaha Aynadır
- Hakiki ve mecazi aşk konusunda bilgi verir misiniz? Kimi seveceğimizi kime aşık olacağımızı biz mi seçiyoruz,Allah kaderi ile belirlemiyor mu?
- Mevlana'ya Göre Şeytan ve Nefis
- Kevn u Fesad Âlemi
- Mevlana, Moğollara yönelik neden cihad etmemiştir?
- İnsan Gayb Âlemine Nasıl Açılır?
- Tasavvufi anlamda aşk nedir?
- Ruh-Beden İlişkisi
- Mevlana'nın mezhebi nedir; hangi mezhebe göre amel etmiştir?
- Bizim dünyaya bakışımız nasıl olmalıdır?