Fetih Öncesi Ve Sonrası


1- Fetihten Önce İnfak Edip Savaşanlar ve Fetihten Sonrakiler:

Medine’de nazil olan Hadid Sûresi’nin yedinci ayetinden itibaren, müminler Allah’ın kendilerine verdiği, tasarrufunu kendilerine bıraktığı maldan Allah rızası için infak etmeleri emredilir. Hadid Sûresi’nin onuncu ayetinde de şöyle buyurulur.

“Size ne oluyor ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz? Halbu ki, göklerin ve yerin mirası Allahındır. Elbette içinizden fetihten önce harcayanlar ve savaşanlar, daha sonra infak edip savaşanlarla bir değildir. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de en güzeli (cenneti) vadetmiştir. Allah işlediklerinizden haberdardır.” (1)

Hadid suresinin bu ayetinde Yüce Allah malın mülkün gerçek sahibinin kendisi olduğunu belirtiyor. Gerçekten mal mülk sahipleri belli bir zaman mirasçı oldukları, halef edildikleri mala tasarruf ettikten sonra, bunu ellerinden çıkarmaktadır. Gerçekte mal kendilerinin olsaydı, mallarına sürekli tasarruf etmeleri gerekecekti. Demek onların mallarına malikiyyeti mecazi bir sahipliktir. Allah belli bir müddet, gerçekte kendisinin olan malı mülkü, imtihan için çeşitli vesilelerle kullarına geçici olarak vermekte, bir zaman sonra da geri almaktadır. İlk sahip de son sahip de odur. Burada gerçekte kendinin olan ve kendisinin kullara ihsan ettiği maldan, yine kendi yolunda, islamın yolunun geniş, işlek hale gelmesi için harcama yapmalarını istemektedir. Sebil: Yol, sebep, vuslat gibi manalara gelir. Sebilüllah: Cihad, hac, ilim talebi, hayır cinsinden Allah’ın emrettiği herşeydir. “Allah Sebili” daha çok cihad için kullanılır. (2)

Şu halde Allah yolunda (fi sebilillah) harcamak, Allah yolunda yapılan gazalar için, hacca gitmek kasdıyla, islamı öğrenmek ve öğretmek için, eğitimle faydalı ilimleri öğrenmek ve öğretmek için, insanlığa faydalı Allah’ın emrettiği şeylerin toplumda hakim olması için harcamaktır. Müfredât’ın bildirdiğine göre Sebil kendisinde kolaylık bulunan yoldur. O yolda yürüyenler zorlanmazlar. Kendisinde yürünmesi en kolay yol da Allah yoludur.

Demek ki, burada hakiki mal sahibi olan Allah’ın malını Allah yolunda harcamaktan söz edilmektedir. İstihlaf kelimesi bir gün malın mülkün sahibinden varise kalacağına işaret eder. Bir kimsenin varisi Allah’a itaatkârsa, böylece Allah’ın kendisine verdiği malla miras bırakandan daha mesut olacaktır. Eğer varis, Allah’a asi birisi ise, ona miras bırakan günah işlemesinde yardım etmiş olacaktır. (3)

Rasulüllah (a.s.m) bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: “Mal, evlat çokluğu bizi meşgul ediyor. Adem oğlu ‘malım malım’ der. Halbuki malın ancak, yiyip yok ettiğin, giyip eskittiğin ve sadaka verip değerli hale getirdiğindir”. (4) Gerçekten insan bunlardan başka her şeyi başkaları için kazanmakta ve geride bırakmaktadır. Öyleyse başkalarına bırakacağı şeyler onun gerçek malı olmayacaktır.

2) Fetih Öncesi İle Sonrasına Kısa Bir Bakış:

Fetihten önce infak edenle, infak etmeyen bir değildir. Burada fetihten kastın ne olduğu hususunda iki görüş vardır. Birincisi: Adı geçen fetih Mekke Fethidir. Hicretin sekizinci yılında Ramazan ayı içinde Mekke fethedilmişti (Ocak 630) (5)

Mekke fethinden önceki yıllarda müminlerin durumu çok nazikti. Şartlar tehlikeli ve şiddetliydi. Risaletin başlangıcından hicrete kadar olan zaman, müslümanlara karşı en acımasız, tehlikeli ve şiddetli bir zamandı. Hicretle birlikte müslümanlar soluklanır gibi olduysa da, bir yandan Medineli Yahudilerle olan ilişkilerinde diğer yandan, hicretin ikinci yılında olan Bedir Gazası sırasında belki de Medine devrinin en tehlikeli günlerini yaşadılar. Hicretin üçüncü yılı, kendilerinden üç kat fazla bir askerle Medine’nin Kuzeyindeki Uhud dağı önüne gelen Kureyşliler, müslümanları imha etmek ve kendileri açısından bu probleme nihai çözüm getirmek için yüzlerce km’lik yolu tepip gelmişlerdi. Kendilerinden, güçlerinden, zaferden son derece emindirler. Aynı tavrı Bedir Gazasında da taşıyorlardı.

Uhud Savaşı başlangıçta Kureyşlilerin bozgunu ile müslümanlar lehine görünürken, sonunda müslümanların mağlubiyeti sözkonusu oldu. Hatta Rasulüllah’ın (SAV) öldürüldüğü şayiası bile çıkmıştı. Başta Hz. Hamza olmak üzere, müslümanlardan birçok kişi şehid oldu. Müslümanlar bunları defnederken, kefen bulmakta bile zorlanıyorlardı. (6)

Hicretin dördüncü yılı da sıkıntılar içinde geçti. Beşinci yılın en önemli hadisesi Hendek (Ahzab) Savaşı idi. (7) Müslümanlar; yahudilerin ve müşrik kabilelerinin birleşerek meydana getirdikleri onbin kişilik orduya karşı ancak Medine etrafına hendek kazarak büyük tehlikeye karşı göğüs gerdiler. (8) Hendek Gazasını müteakip, savaş sırasında müslümanlar aleyhine dönen Kureyza oğulları kuşatma altına alındı. Hicretin altıncı yılı Kurata, beni Lihyan, Gâbe, İss seferlerinden başka, Umre için Mekke’ye gidildi. Bu sırada da canlar ortaya konuldu. Mekkeliler, silahsız müslümanları Mekke’ye sokmadılar. Umre yapmalarını engellediler. Bu seferde ölümüne yapılan Rıdvan Biatından sonra, Hudeybiye anlaşması imzalandı. (9)

Hicretin yedinci yılı, hükümdarlara elçiler gönderildi, müslümanlar için Kureyş kadar tehlikeli olan Hayber yahudileri ile savaş yapılarak Hayber fethedildi. Müslümanlar artık biraz rahatlamışlardı. Aynı yıl Hayber fethinden sonra kaza umresi yapıldı.

Hudeybiye sulhundan sonra müslüman olanların sayısı gün geçtikçe artıyordu. Hicretin 8. yılında Mute seferinden sonra da Mekke fethedilmişti. Bu fetih müslümanlar için önemli bir dönüm noktası oldu. Hatta Rasulüllah (SAV): “Mekke fethinden sonra artık hicret kalkmıştır” buyurarak hicretin kalktığını ifade etmişti.

Bütün bunlardan dolayı fetihten önce harcanan mal ve yapılan savaşlarla, fetihten sonraki savaşlar ve harcanan mallar bir değildir. Çünkü fetihten sonra üstünlük, ağırlık müslümanlara geçmiştir.

“Fetihten önce ancak sıddıklar iman ediyordu. Ama fetihten sonra islam büyük bir zuhurla ortaya çıktı. İnsanlar Allah’ın dinine fevc fevc girdiler.” (10)

Şu halde fetihten önce müslüman ve sahabe olmak daha zordu. Zorluk arttıkca, hal şiddetlendikce, durumun tehlikesi fazlalaştıkca, yapılan amellerin sevabı artacağından, ayet-i kerimede buyrulduğu gibi, ilk zamanlara gidildikce sahabelerin yaptıklarının değeri artmaktadır. Sahabelerin en faziletlileri olan Hulafay-ı Raşidin, Aşere-i mübeşşere de ilk devir sahabeleridir ve fetihten öncekiler; “Onlar fetihten sonra infak edip savaşanlardan derece bakımından daha üstündürler.” (11)

İslam alimlerinin çoğunluğuna göre, fetihle kastedilen Mekke fethidir. Fakat bazılarına göre fetihten maksat, Hicretin 6. yılında yapılan Hudeybiye musalahasıdır. (zilkade ayı, M. 628) Bu musalaha ile Mekkeli müşrikler ve Medineli müslümanlar harp halinden uzak, birbirlerine gidip gelmeye başladılar. İslamın çok kuvvetli manevi kılıcı ortaya çıktı. Medine’ye gelip islam toplumunu görenler, onlardan etkilenerek müslüman olmaya başladılar. Bu sulhla müşriklerin inatları ve taassupları kırıldı. Hudeybiye sulhundan Mekke Fethine kadar geçen iki yılda, Rasulüllah’ın Peygamberliğinden Hudeybiye sulhuna kadar müslüman olanlardan birkaç kat fazlası müslüman oldu. Hudeybiye sulhun da 1400 kadar müslüman erkek varken, iki yıl sonra, Mekke fethinde bu sayı on bini buluyordu. Bu büyük bir fetih değilmiydi? Şehirleri, beldeleri fethetmekten maksat, onlara islamı götürmekse, Hudeybiye Fethi’nden sonra, bu savaşsız gerçekleştirilmişti. Hudeybiye Kuran’ın ifadesi ile de Feth-i Mübindi. (12)


Kaynaklar:

1. Özek Ali ve Arkadaşları Kuran-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Türcümesi, Medine, 1987, s. 537.

2. el-Kâmûsu’l-Muhît III, 402; el-Mu’cemul Vasît s. 415; el-Mufredât, s. 223.

3. Tefsîru’l-Kurânil-Azîm IV, 305; el-Kâmûsu’l-Muhît III, 403.

4. Tefsîru’l-Kurâni’l-Azîm IV, 305 (sabile “muhtelif kavimlerin üzerinde sülûk ettiği yoldur”. Allah yolu olan islamiyet de farklı kavimleri aynı yolda toplamıştır. Bk. el-Kâmûsu’l-Muhît III, 403.

5. Bk. el-Vakıdî, Muhammed b. Ömer, el-Megazî I-III, Mısır 1965 II, 876 vd: el-Halebî, Ali b. Burhanuddîn, İnsânu’l-Uyûn I-III, Beyrut 1980, III, 4 vd; Tefsîru’l-Kurani’l-Azim IV, 306.

6. Bk. Ebu Muhammed Abdulmelik b. Hişam, Sîretü İbn-i Hişâm, I-IV, Daru’l-Fikir, ty. yy. III, 3, 15, 49 vd.

7. Siretu İbn-i Hişâm III, 241 vd.

8. İbnü Sa’d, Muhammed, et-Tabakâtu’l-Kubrâ, I-VIII, Beyrut, 1978 II, 66 vd; Sîretu İbn-i Hişam III, 240 vd.

9. Sîretu İbn-i Hişâm III, 355 vd.

10. Tefsîru’l-Kurâni’l-Azîm IV, 306.

11. Bk. Hadid, 57/11.

12. Bk. Fetih Sûresi 1. ayeti; Siretu İbn-i Hişâm III, 369, 372 (Zuhri İslamda, Hudeybiye Fethinden önce, ondan büyük bir fethin olmadığını söyler.)

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun