"İnsanlar bir tek ümmet idi" ayetinden kasıt nedir?

Tarih: 12.05.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bakara Suresi, 213. ayette "İnsanlar bir tek ümmet idi" buyurulmaktadır.
- Bu ayette bahsedilen tek ümmetten kasıt nedir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bakara Suresi, Ayet 213:

“İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberleri gönderdi; onlar aracılığı ile anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hüküm vermek için gerçeği içeren kitabı indirdi. Ancak kendilerine apaçık gerçekler geldikten sonra aralarındaki kıskançlık yüzünden, o kitap hakkında, sadece onun verildiği kimseler anlaşmazlığa düştüler. Sonra Allah kendi iradesiyle, onların, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeği müminlere gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.”

Ayetin Açıklaması:

Ümmet "bir din üzerinde birleşen topluluk" demektir. (Taberî, II. 335; ayrıca bk. Bakara: 2/134) Ayetteki ümmet kelimesinin aralarında ortak inanç ve değerlerin bulunduğu, birlik ve beraberlik içinde yaşayan bireylerden oluşan topluluğu ifade ettiği anlaşılmaktadır.

Burada iki konu kapalı bulunmaktadır:

a) Bu ilk ümmetle hangi dönemdeki hangi topluluk kastedilmiştir?

b) Bu ilk topluluğun ortak inanç ve yaşayışları hak mı yoksa bâtıl mı idi?

Bazı miifessirler âyetin lafzından yola çıkarak ilk insan topluluğunun hak üzerinde değil, bâtıl üzerinde olduğunu ileri sürmüşlerse de, tefsirlerde bu ilk topluluğun hak üzerinde olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır.

Bu çerçevede yukarıdaki sorularla ilgili olarak ileri sürülen görüşlerin başlıcaları şöyledir:

1. Bu ümmet Hz. Âdem'le Hz. Nuh arasında yaşamış olan on nesildir. Bunların inanç ve yaşayışları düzgündü; sonradan sapmalar ve farklı inançlar ortaya çıkınca Allah peygamberler gönderdi.

2. İnsanlardan maksat Hz. Âdem ve onun çocukları, ümmetten maksat da onların inandığı hak dindir. Âdem aleyhisselâm doğru din üzerindeydi. Sonradan nesillerinde çekişmeler, kıskançlık ve sapmalar baş gösterince Allah Teâlâ peygamberler gönderdi.

3. Âyette somut bir insan topluluğundan değil insanların fıtratlarında, yaratılışlarının özünde bulunan hak dîne, doğru inanç ve yaşayışa yatkınlıktan bahsedilmektedir. Buna göre insanlar yaratılıştan iyidirler; bir tek ümmet oluşturacak fıtrat ve tabiata sahiptirler. Sapmalar ise dış sebeplerin etkisiyle sonradan ortaya çıkmakta olup bu sapmaları önlemek veya düzeltmek için peygamberler gönderilmiştir. Nitekim

"Her doğan fıtrat üzere doğar; daha sonra ana babası onu Yahudi, Hristiyan veya mecûsî yapar." (Buhârî, "Cenâiz", 80,93; Müslim, "Kader", 22-25)

anlamındaki hadiste de bu gerçek ifade edilmiştir (Taberi, II, 334-337; İbn Atıyye, 1/285-287)

4. Âyet genel insanlık tarihiyle değil, özel olarak Hz. Musa (as)'dan sonraki Yahudilerle ilgilidir. Buna göre Yahudiler başlangıçta bir tek ümmet olarak Musa'ya inanıp onun izinden gidiyorlardı. Fakat sonradan kıskançlık ve isyankârlık duygularına kapılarak ihtilâfa düştüler; Allah da tekrar durumlarını düzeltmelerini sağlamak üzere peygamberler gönderdi.

Sonuç olarak âyetten anlaşıldığına göre insanlar, temelde temiz bir yaratılışa (fıtrata), hakkı kabul edip uygulamaya yatkın bir tabiata sahip olarak yaratılmışlardır ve -belki- başlangıçta, basit de olsa uyumlu ve düzenli bir topluluk olarak da yaşamışlardı. Fakat iptidai hayat şartları karşısında dayanışma ve paylaşmanın hayatî önem taşıdığı ilk devirlerden sonra zamanla insanların zihinsel yetenekleri ve ihtiyaçları geliştikçe, belki sayıları çoğaldıkça, insanlar kavim ve kabilelere bölündükçe, tabiatın zorlukları karşısında başarılar kazandıkça aralarında çatışma eğilimleri de gelişmeye başladı; sürtüşmeler arttı. İnsanlar yanlış düşünmeye, kişisel çıkarlarını hak ve adalet ölçülerinin üstünde tutmaya başladılar; böylece doğru olmayan görüş, inanç ve davranışlara saptılar.

Nihayet insanlar arasında geniş çaplı çözülmeler, toplumsal ihtilâflar ve çekişmeler ortaya çıktı. Bunun üzerine yüce Allah tarafından peygamberler gönderildi, kitaplar indirildi. Bu peygamberler iyi yolda olan insanlara dünya ve âhirette kazanacakları güzellikleri müjdelediler; kötü yoldan gidenleri uğrayacakları sıkıntılar ve cezalar konusunda uyardılar.

Allah Teâlâ, bu peygamberler silsilesinin son halkası olmak üzere insanlığa Hz. Muhammed (sav)'i ve onunla birlikte son kutsal kitap olmak üzere Kur'an'ı gönderdi. Hz. Muhammed (sav) pek çok bakımdan ihtilâfa düşmüş ve çözülmüş olan insanlığı yeniden toparlamak, aslî fıtratına döndürmek, onları hidayete yöneltmek, doğru inanç ve davranış ilkelerinde birleşmiş "bir tek ümmet" haline getirmek için çalışmıştır.

"Ey iman edenler! Hep birden barışa (barış, itaat, teslimiyet ve kurtuluş dini olan İslâm'a) girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin; çünkü o, apaçık düşmanınızdır." (Bakara, 2/208)

mealindeki ayet de Kur'an'ın insan oğluna aslî fıtratını, özündeki iyiliği koruma, kötülüğe başkaldırma yolundaki çağrısıdır.

Müslüman âlimlerin İslâm'ı insanlığın fıtrî dini ve dolayısıyla Hz. Âdem'den Hz. Muhammed'e kadar bütün peygamberlerin tebliğ ettiği dinlerin özü ve esası olarak kabul etmeleri de aynı düşünceye dayanmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'de buna işaret eden pek çok âyet vardır. (Mesela bk. Bakara 2/131-132,136; Nisa 4/163; Mâide 5/69; Hac 22/78)

Allah Teâlâ geçmişte, insan oğlunun cehaleti yüzünden ortaya çıkan yanlış inanç ve yaşayış tarzlarını ortadan kaldırmak için peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiş, bu suretle insanlar yeniden hidayete kavuşmuşlar; fakat zamanla kitap indirilen kavimler arasında da ihtilâflar çıkmıştır.

Bu ihtilâflar iyi niyete dayalı mâkul ve meşru anlayış farklarından kaynaklanacağı gibi kötü niyetle de çıkarılmış olabilir. Ayette "aralarındaki kıskançlık yüzünden" ifadesinden anlaşıldığı üzere, ikinci türden ihtilâfların kınandığı görülmektedir. Burada "kıskançlık" kelimesiyle açıklanan "bağy", zulüm ve haksızlık gibi daha başka olumsuzlukları da içerir.

Şu halde insanlar kıskançlık, haksızlık, kin ve öfke gibi olumsuz duyguların esiri olarak ihtilâfa düşüp haktan sapmışlar; sonunda yüce Allah, onları yeniden hakka döndürmek üzere İslâm dinini göndermiş, Kur'an'ı indirmiş; izni ve iradesiyle bu dine inananları bütün dinlerin özü olan hakka ulaştırmış, sırât-ı müstakime kavuşturmuştur. (bk. Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu: I/222-225.)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun