Allah, birçok iş yapıyor, tagayyür etmiş olmaz mı?

Tarih: 03.02.2018 - 01:02 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Bir cismin sonradan olduğunu nasıl anlarız?
- Allahü Teala da bir çok iş yapıyor. Tagayyür etmiş olmaz mı? (haşa)
- ​Cismin sonradan olduğunu nasıl anlarız? Yani hadis delili oluyor galiba? Orada sonradan olduğu sonucu nasıl çıkıyor?
- Galiba tagayyürle oluyordu ama Allahü Teala da bir çok iş yapıyor tagayyür onun için neden mümkün değil? (Haşa)
- Tagayyür edenin, ne için mutlaka sonu olsun ki?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

"Hâdis" terimi zamansallık ifade eder. Zaman algısında ardışıklık sahibi olarak gözlemlenen her şey başlangıç ve sona sahiptir.

Zamanda bir başlangıcı olan her şey için, zaman dışında ve zamanı da yaratmış olan bir neden gerekir. Bu da ilahi kudrettir.

İlahi kudretin kendisi zaman dışında kalır. Yarattığı şey ise zamansal olur.

Allah Teala'nın fiili, yaratılmışlık niteliğine sahip olanların işlerine benzemez.

Cevap 2:

Tagayyür; halden hâle geçmek, değişmek ve bozulmak manalarına geliyor.

Değişmek alttan üste, üstten alta olmak üzere iki şekildedir. Her iki halde de eksiklik ve kusur manası hükmeder. Yani mutlak kemalde olmadığı için, alta ve üste doğru hareket eder. Halbuki mutlak kemalde olan bir varlığın bir altı ve üstü olmadığı için hareket etmez. Yani değişimin temel dinamiği harekettir.

Hareket, bir cismin iki mekanda ve iki zamanda olması haline denir. Sükun ise, bir cismin, bir mekanda, iki zamanda olması halidir. Yani, cismin hareket ve sükun hali, zamanı oluşturur. Dolayısı ile hareketin olması bir başlangıç ve sonu mecburi kılıyor. Yani her başlangıcın mutlaka bir sonu olmak durumundadır.

Başlangıcı olup da sonu olmamak, akıl ve mantık ile çelişir. Zira sonu olmamak kavramı içinde başlangıcın da olmaması vardır. Yani sonu olmayan bir şeyin başlangıcı zaten olmaz. Öyle ise her başlangıcı olanın sonu da vardır, hükmü sabit olur.

Tagayyür hareketten müteşekkildir. Hareket de başlangıç ve sondan müteşekkil olduğuna göre, tagayyürü olan her şey sonlu olmaya mahkum demektir.

Cenâb-ı Hakk’ın varlığı vaciptir, yani varlığı zatındandır, ezelî ve ebedîdir, olmaması muhaldir. Mahlukatın varlığı ise mümkindir, olması da olmaması da imkan dahilindedir, Allah’ın yaratmasıyla var olurlar.

Bir şey, farklı yönlerinden dolayı ayrı isimler alabilir. Allah’ın bizi yaratmış olması cihetiyle mahlukuz, O’nun mülkünde çalışmamız cihetiyle memluküz, bizi rızıklandırması bakımından merzukuz. Varlığımızın bir evveli olduğu için hâdisiz, sonumuz olduğu için de fâniyiz. Cenâb-ı Hakk’ın varlığının vacip olması noktasından bizim varlığımıza “mümkin” denilir.

Varlığı vacip olan Allah’ın ne zatında ne sıfatlarında bir değişme düşünülemez. Mümkinin ise halleri daima değişir.

İnsanın dünyaya geliş safhalarını düşünelim: Nutfe iken alaka, mudğa, azm, lahm… oluyor. Bu dokuz aylık değişim yolculuğunun sonunda dünyaya gelme noktasına varıyor. Dünyaya adım atınca bebek oluyor. Bu bebek, bu noktada da durmuyor, çocuk oluyor, genç oluyor, ihtiyar oluyor. Sıhhatli iken hasta, miyop iken hipermetrop oluyor. Güçlü iken zayıf düşüyor.

Dünyamız da bizim gibi değil mi? Geceler gündüzlere, gündüzler gecelere dönüşüyor. Günlerin ve gecelerin süreleri de bir kararda durmuyorlar. Yazlar kışa, kışlar yaza dönüşüyor. Kısacası, değişmeyen bir şey yok kâinatta.

Yumurta daima öyle kalsa ondan piliçler çıkmaz. Toprak, olduğu gibi dursa üstünde çimenler, ağaçlar, çiçekler bitmez. Ağacın içinde hareket olmasa meyveler olmaz. Hücrede hareket olmasa çoğalma gerçekleşmez.

Bütün bu tevakkuflar, onun kazanacağı yeni haller ve keyfiyetler için bir nevi ademdir, yani o haller yoklukta kalırlar.

Demek ki, varlığı vacip olan, başlangıcı ve sonucu olmayan, ezeli ve ebedi olan Allah’ın ne zatında ne sıfatlarında bir tagayyür / değişme düşünülemez.

Cevap 3:

“Bir şeyin sonradan olduğunu nasıl anlarız?” sualine mefhum-u muhalifiyle, yani diğer yönünden cevap vermeye gayret edelim. Yani “Bir şeyin sonradan olmadığını nasıl anlarız?” sualine cevap arayalım.

Nasıl ki sorsak “Suyun faydaları nedir?”, belki hemen aklımıza birkaç cevap gelir, ama aynı suali “Su olmazsa ne olur?” diye mefhum-u muhalifiyle sorsak, ardı ardına çok daha çarpıcı cevaplar veririz.

Evet, gelelim “Bir şeyin sonradan olmadığını nasıl anlarız?” sualinin cevabına.

Tagayyür, gayrılaşma, değişme ve başkalaşma demektir. Mesela;

  • İnsanlık araçlarda kağnıdan başlamış, uzay mekiğine kadar gelmiştir;
  • 100 metre koşularında eskiden bu mesafe 11 saniyede koşulurken, şimdi 8 küsur saniyelere inmiştir;
  • Bir muhasebe departmanında belki 10 kişinin yaptığı işi bugün basit bir bilgisayar yapmaktadır; 
  • Bir zamanlar dumanla haberleşilirken, günümüzde cep telefonları vardır.

Bu misalleri sonsuz miktarda çoğaltabiliriz. Burada gelişen de geliştiren de hepsi sonradan yaratılmış canlı ve cansız mahluklardır. Kendilerinin özellikleri vardır, doğru ama hep eksiktir ve hep de eksik olacaktır. Özellikleri, veyahut kendilerinde tezahür eden, görünen isim ve sıfatlar, eksik olduğu ve hep de eksik kalacağı için tagayyür ederek mükemmele doğru gitme arzuları hep olacaktır.

Ama mevcut bulundukları yer ile varabilecekleri nokta arasındaki mesafe sonsuzdur, varacakları yerin asla hududu olmadığından hiç bir zaman mutlak kemale eremeyeceklerdir, hatta geliştikçe dahi ona yaklaşamayacaklardır. Matematik fennince de sabittir ki, sonsuza 1 de yaklaşsak, 1.000 de yaklaşsak aradaki mesafe değişmez, gene hep sonsuz olarak kalır.

Ancak 1’den 1.000’e ulaştığımız zaman, bu bizim için belki bir tagayyür, hatta bir gelişme olarak görülebilir, ama mutlak değerde, kemalde bulunan bir zat için hiçbir şey ifade etmez, bu gelişme veya tekâmül yok mesabesindedir.

İşte kâinatta gördüğümüz her şey, deniz, kara, bulut, orman, yıldızlar, galaksiler, atomlar, vs... hatta göremediğimiz melek gibi, cin gibi, ruh gibi, vs… her şey mahluk olduğundan, sonradan yaratıldığından başkalaşmaya, tagayyüre, hatta zamanı gelince yok olmaya mahkumdur.

İşte bu başkalaşan ve sonunda yok olan her şey hadistir, yani sonradan olmadır.

Oysa, ezel ve ebedin ve bütün kâinatın sahibi olan ve zaman ve mekandan münezzeh olan Allah, sonradan olmadığı için, bir başı da yoktur sonu da yoktur. Bütün isim ve sıfatları mutlak kemal değerdedir, diğer bir deyişle mutlak sonsuz değerdedir.

Mutlak değerde olan bir şey de ne “eksi” ne de “artı” yönde değişmez, çünkü o mutlaktır. Mutlak olduğu için zıddı da yoktur ki bir başka şeyle kıyaslanabilsin.

Mesela Güneş, mevcut haliyle dahi anlaşılacaktır ama, varsayalım ki sonsuz olsun, ezeli ve ebedi olsun bir mumun yanışının artışı veya azalışı ona ne etki eder? Mum Güneş'e, hele ki misalimizdeki sonsuz, ezeli ve ebedi bir Güneş'e yaklaşabilir mi? Misaldeki Güneşimiz, teşbihte hata olmasın, “nurun” mutlak değerinde olduğu için, mum âdeta onun için “hiç” hükmündedir.

İşte Allah’ın bir mahluku olan ve bütün özellikleri Allah tarafından verilmiş Güneşin ışığını dahi adeta kemalde kabul edip nasıl ona ulaşılamayacağını kabul ediyor ve anlıyorsak, “nurun ala-nur” olan Güneşin Halık’ını da bütün isim ve sıfatlarında kemalde kabul etmemiz gayet anlaşılır ve kolaydır.

İşte mahlukat, bahusus insanlar tekamül etmeye çalışırlar ve kendilerince ederler de ama onların mükemmelleşmeleri kendi aralarındadır. Yoksa -haşa- Allah’a yaklaşmaları, bir mumum Güneş'le aşık atmasından sonsuz defa daha abes olur.

İşte bu sır gereğince mümkün, hâdis, sonradan olma bütün varlıklar “eksi” veya “artı” yönde tagayyür edebilirler, ama isim ve sıfatları mutlak kemalde olan Allah’ın ilminde, kudretinde, hikmetinde, vs… hiç bir başkalaşma, değişim, artma veya eksilme olmaz.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 500+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun