Anne babalarımız olmasa da dünyaya gelir miydik?
- Eğer geliyorsak; Peygamber Efendimiz (sav) hakarete maruz kaldığında söylediği "Allah'ın, onların neslinden (kıyamete kadar) yalnızca Allah'a ibadet edip O'na şirk koşmayan birilerini çıkacağını ümit ediyorum" hadisiyle çelişmiyor mu?
Değerli kardeşimiz,
Sorumuzun cevabına geçmeden önce, cevapta kullanacağımız “sebep” ve “netice” kavramlarının manasını öğrenelim. Bir çocuğu yaratılmasında sebep anne-babadır; çocuk ise neticedir. Demek sebep dediğimizde anne-babayı, netice dediğimizde ise çocuğu anlayacağız.
Şimdi geldik sorumuzun cevabına: Cenab-ı Hak bu alemde, her neticeyi bir sebebe bağlamıştır. Mesela, bir çocuk neticedir. Sebep ise anne ve babasıdır. Cenab-ı Hak, o çocuğun yaratılmasını o anne ve babadan takdir etmiştir.
Buna, “kaderin sebep ile neticeye aynı anda taalluku” denilir. Bu sırrı bilmeyen bir kısım insanlar, sebep ile netice için ayrı birer kader olduğunu zannettiklerinden, yani anne-baba ile çocuğu ayrı ayrı nazara aldıklarından dolayı, bunun neticesi olarak “Madem ki, onun kaderinde dünyaya gelmek yazılmıştır; anne-baba olmasa da dünyaya gelecektir.” gibi yanlış bir hükme ulaşmışlardır.
Diğer bir kısım ise sebeplere hakiki tesir verdiklerinden, “Anne-babası olmasaydı, o çocuk dünyaya gelmezdi.” demişlerdir.
Hâlbuki bu konudaki en doğru söz şudur: “Kader sebep ile neticeye bir baktığından, sebebin yokluğu farz edildiğinde, netice için söylenebilecek bir söz yoktur. Yani “Eğer anne-babası olmasaydı, çocuk dünyaya gelir miydi?” sorusuna Ehl-i sünnet alimleri: “Ne olacağı bizce meçhuldür, bu konuda bir fikir yürütülemez.” şeklinde cevap vermektedirler.
Zira ortada bir gerçek vardır ki o da çocuğun, anne-babasından meydana gelmiş olmasıdır. Anne-babanın yokluğu farz edildiğinde, çocuğun dünyaya gelip gelmeyeceğine ne ile hüküm edilecektir. Dolayısıyla Cenab-ı Hakk’ın, o çocuğu başka bir anne-babadan gönderip göndermeyeceği hakkında bir tahmin yürütülemez.
Ya da birisi Erzurum’dan, diğeri İstanbul’dan gelen iki kişinin Ankara’da buluştuklarını farz edelim.
Bunlardan birisi şöyle dese: “Buraya gelmeseydik, görüşemezdik.” Diğeri ise şöyle dese: “Kaderde görüşmemiz yazılmış, buraya gelmeseydik yine görüşürdük.”
Bu sözlerden ikisi de yanlıştır. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın ilmi ve kader yazısı, malum olan onların buluşmalarına tabidir. Eğer malum olan, bu iki kişinin Ankara’ya gitmeleri, yok farz edildiğinde başka bir yerde buluşup buluşmayacakları konusunda hiçbir şey söylenemez.
İlgili hadis rivayetine gelince, bu hadiste Peygamber Efendimiz (asm), onların neslinden geleceklerin tamamını değil, bazılarını haber vermiştir.
Konuyla ilgili olay ve dua şöyledir:
Allah Resûlü (asm), kainat yüzü suyu hürmetine yaratılmış bir insan olarak, getirdiği ve temsil ettiği rahmetle insanlığı buluşturmak için işkencelere, hakaretlere maruz kalmış; ama bütün bunlara rağmen tel’in ve beddua için elini açmamıştır. Zira O (asm), lanet etmek için değil alemlere rahmet olarak gönderilmiştir. (Müslim, Birr, 87)
Mekke’de kapı kapı dolaşmış, insanların bir araya geldiği panayır vs. gibi anları bir fırsat olarak değerlendirmiş, mesajını tebliğ etmişti. Bir keresinde çok ağır hakarelere maruz kalmış, melek imdadına koşmuş, eğer isterse bir dağı kaldırıp bu asi kavmin tepesine indirebileceğini söylemişti. Ama o şefkat abidesi insan ellerini kaldırarak:
أَرْجُو أَنْ يُخْرِجَ الله مِنْ أَصْلابِهِمْ مَنْ يَعْبُدُ الله وَحْدَهُ لا يُشْرِكُ بِهِ شَيْئًا
“Allah’ın, onların neslinden (kıyamete kadar) yalnızca Allah’a ibadet edip O’na şirk koşmayan birilerini çıkaracağını ümit ediyorum.” (Buhari, Bedü’l-Halk, 7; Müslim, Cihad, 1115)
demiş ve onlara herhangi bir belanın gelmesini istememişti.
Peygamber Efendimiz (asm), kendisini taşlayan, vücudunu kan revan içinde bırakan, namaz kılarken boğazını sıkan veya başına işkembe koyan, geçeceği yollara dikenler serpen insanların, hep hidayetlerini istemiş, böylelikle düşmanlarının bile cennete gitmelerini arzu etmiştir. O, Taif’te taşlanmış, yüzü gözü kan içinde bir bağa sığınmak mecburiyetinde kalmış; ama kendine bunu reva görenlere beddua etmemiş, halini Allah’a arzetmişti.
Demek ki, bu dua bir açıdan ümittir, bir açıdan da onların soyundan gelecek hayırlı kimselerin haber verilmesidir. Yoksa onların soyundan gelecek herkesin iman edeceği anlamında değildir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Ölümler konusunda sebep ve kader ilişkisi nasıl değerlendirilir; ecel ...
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
BENZER SORULAR
- Katil öldürmeseydi, yine ölecek miydi? [Kadere İman]
- 7. Bir kader sorusu: Katil öldürmeseydi maktul yine ölür müydü?
- Allah insanın yapacağı fiilleri bilmez iftirası...
- Allah, bir fiil icra ederken, o iş vukuunda bütün esma-i ilahiye farklı farklı boyutta mı tecelli eder, yoksa sadece mahdut belirli esma-i ilahiye mi tecelli eder?
- Akıl, kalb, vicdan, hafıza, hayal, irade, şuur gibi latifeler birer "meleke" midir? Bunlar hangi alemlerden gelir? Ruhun emir aleminden olması ne demektir?
- Sebeplerin yaratılışta tesiri var mı?
- 1. Allah geleceği bilmez diyenlere ve kaderi inkâr edenlere cevaplar
- Allah insanların nefislerine ve şeytana yenik düşeceğini biliyordu. Neden imtihan ediyor?
- Genç yaşta ölen bir kişi, ihtiyarken ölen bir insana göre avantajsız mı? Namaz, Allah'ın kullarına bir nasibi midir, yoksa kulun kendi iradesi ile midir?
- Allah Teala şehitler için, "Onlara ölü demeyin, çünkü onlar ölü değildir." diyor. Acaba şehitler için hüküm nedir?