Ötanazi ve tedaviyi sonlandırma ile ilgili hükümler nelerdir?

Kelime anlamı itibariyle "güzel ölüm, kolay ölüm, rahat ölüm" anlamlarına gelen ötanazi, ölümcül bir hastalığa yakalanan ve iyileşme imkânı kalmayan bir kimsenin hayatını, kendisinin veya kanunî temsilcilerinin isteği üzerine, acı vermeyen bir metotla sona erdirmektir. Ötanazi, aktif, pasif ve dolaylı ötana­zi olmak üzere üç kısma ayrılır.

1. Aktif ötanazi. İyileşmesi tıbben imkânsız görülen hastanın acı ve ıstı­rabını dindirmek maksadıyla hayatını kısaltacak ya da hayatına son verecek ilâçların, kendisinin veya kanunî temsilcisinin isteği üzerine bilerek kullanılma­sına, meselâ zehirli bir iğneyle öldürülmesine aktif ötanazi denir.

2.  Pasif ötanazi. Hastanın hayatının devamı için gerekli olan tedavinin durdurulmasına pasif ötanazi denir.

3.  Dolaylı ötanazi. İyileşme imkânı kalmayan hastanın tedavisi için değil, sadece acı ve ıstıraplarını dindirmek için gereken ilâçları kullanarak yaşama süresinin kısaltılmasına dolaylı ötanazi denir.

İslâmiyet, yaratıkların en şereflisi olan insana ve insan hayatına büyük önem vermiştir. Bu konuda yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Andolsun, biz in­sanoğlunu şerefli kıldık. Onları (çeşitli sebep ve vasıtalarla) karada ve deniz­de taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları ya­ratıklarımızın birçoğundan üstün kıldık." (İsrâ 17/70.)

Savaş hali, nefis müdafaası ve benzeri meşru bir sebep olmadıkça insan hayatına son verilmesini yüce dinimiz yasaklamış, gerek başkasının canına kıymayı, gerekse kişinin kendi canına kıymasını, intihar etmeyi büyük günah­lardan saymıştır. Bu hususta Kurân-ı Kerîm'de şöyle buyrulmaktadır:

"Kim bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür." (Mâide 5/32)

"Meşru bir hak karşılığı olmadıkça Allah'ın haram (dokunulmaz) ldığı canı öldürmeyin." (En'âm 6/151)

Ayrıca bu konuda Peygamber Efendimiz de (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Mümin, haram (dokunulmaz) bir can almadıkça din dairesi içinde kalmakta devam eder." (Buhârî, Diyât, 1.)

"Dünyanın yok olup gitmesi, Allah nazarında Müslüman bir adamın öldü­rülmesinden çok daha kolaydır." (Tirmizî, Diyât, 7/1315).

Tedavisi tıbben mümkün görülmeyen bir hastanın acı ve ıstırapları ne ka­dar dayanılmaz olursa olsun, hayatına son vermek üzere hekime ötanazi izni vermesi, dinen caiz olmadığı gibi bu izin, hekimin ona ötanazi uygulamasını da mubah kılmaz. Ama bu durumda ötanazi yapan hekime kısas uygulana­mayacağı gibi hekimin diyet ödemesi de gerekmez.Şafiî mezhebindeki ikinci bir görüşe göre ise bu izin, ötanazi uygulanma­sını mubah kılmamakla birlikte, hekimi diyet ödemekten kurtarmaz. Bu görüş­te olan fakihlerin bir kısmı, ötanazi uygulayan hekime kısas uygulanması ge­rekeceğini ifade etmişlerdir. (Remlî, Nihâyetü'l-Muhtâc, 5/248; Cezîrî, Mezâhib, 5/268.)

Görüldüğü üzere katle izin verilmesi, bir insanın hayatına son verilmesini caiz kılmadığı, böyle bir fiilin suç ve günah olduğu hususunda görüş birliği var­dır.Bilindiği üzere hayat, Allah'ın insana bir emanetidir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun insanın, hayatına son vermesi için başkasına yetki vermeye hak­kı yoktur. Yaşama ümidi kalmamış da olsa, gerçek mânada tıbben ölmemiş bir insanın sağlığına kavuşup tekrar hayata dönmesi, tıbbî bir mucizenin mey­dana gelmesi, az rastlanan bir olay olmakla birlikte imkânsız değildir.

Öte yandan İslâm Konferansı Teşkilâtı'na bağlı olarak çalışmakta olan İs­lâm Fıkıh Kurulu da 11-16 Ekim 1986 tarihleri arasında Ürdün'ün başkenti Amman'da yapmış olduğu 3. Dönem Toplantısı'nda bu konuyu ele almış ve yapılan müzakereler sonucunda aşağıdaki kararı almıştır:

"Kendisinde aşağıdaki iki belirtiden biri apaçık olarak görülen bir kişi, İs­lâm hukuku açısından ölmüş kabul edilir ve ölümle ilgili hükümlerin tamamına tâbi olur:

1. Kalbi ve solunumu tam olarak durur ve hekimler artık bundan geri dö­nülemeyeceğine karar verirlerse,

2. Beynin bütün fonksiyonları tamamıyla durup işlemez hale gelir ve he­kimler artık bundan geri dönülemeyeceğine, beynin bundan sonra çalışması­nın mümkün olmayacağına karar verirler, beyin de çözülmeye başlarsa, kalp gibi bazı organlar sunî cihazlara bağlı olarak çalışmakta olsa bile, hastanın bağlı olduğu cihazları durdurmak caiz olur." (Zühaylî, el-Fıkhü'l-İslâmî, 7/5101.)

Ayrıca, İslam Konferansı Teşkilatı'na bağlı Uluslararası İslam Fıkıh Akademisi'nin 9-14 Mayıs 1992 tarihli kararında kişilere göre:

"Tedavinin hükmünün farklılık arzedeceği belirtildikten sonra terki halinde can veya organ kaybı yahut hastalığın başkasına bulaşması söz konusu ise tedavinin vacip sadece bedeni zaafa maruz kalınacaksa mendup bedeni zaafa uğrama tehlikesi de yoksa mubah ve yan etkileri asıl hastalığı aşan riskler taşıyorsa mekruh olduğu ifade edilmiştir." (T.D.V. İslam Ans., TEDAVİ mad. c. 40, s. 255)

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun