BÂTIL

Gerçekle ilgisi olmayan, doğru ve haklı olmayan, boş, temelsiz, yanlış şey.

İlmin olduğu yerde cehaletin, adaletin bulunduğu yerde zulmün tutunamadığı gibi, hakkın olduğu yerde de batıl tutunamaz. Arapça Ba-ta-la kökünden türeyen batıl kavramı Kur'anı Kerîm'i: yirmisekiz ayetinde geçmektedir.

Allah hakkın batılla gizlenmesini yasaklıyor: "Hakkı batılla karıştırıp bile bile gizlemeyin. " (el-Bakara 2/42). "Ey ehl-i kitap, neden hakkı batıla karıştırıp bildiğiniz halde (bile bile) hakkı gizliyorsunuz. " (Âli İmrân, 3/71).

İnsanların birbirlerinin hak ve hukukuna riayet etmeleriyle ilgili olarak batıl kavramı şöyle ifade edilir: "Ey iman edenler mallarınızı aranızda batıl yolla (haksızlıkla) yemeyiniz. " (en-Nisâ, 4/29).

Bunların dışında bu kelime yerine göre yalan (el-Ankebut, 29/48), zayi etme, boşa çıkarma (el-Bakara, 2/264), zulüm ve haksızlık (el Bakara, 2/188), şirk (en-Nahl, 16/72) put ve tağut (el-Ankebût, 29/52) anlamlarında kullanılmıştır.

Ayrıca Kur'an'da "Hak geldi, batıl yok oldu. Zaten batıl ortadan kalkmaya mahkûmdur. " (el-İsra,17/81) buyrularak hakkın hakim olduğu yerde, batıl'ın barınamayacağı ve her zaman batıl sistem ve yönetimlerin yıkılmağa mahkûm olduğu gerçeği ifade edilmektedir.

Batıl kavramı bütün İslâmî ilimlere geçmiş bir kavramdır. Fakat özellikle bu kavram daha çok fıkıh ve fıkıh usûlünde kullanılır. Rükün ve şartları tamamen veya kısmen eksik olan ibadetler batıl kabul edilir. Ayrıca Kur'an'a göre, Allah'ın emirlerinin uygulanmadığı gayr-i İslâmî düzen ve sistemler de batıl düzenlerdir.

İslâm hukuk terminolojisinde ise, batıl ve bunun masdarı olan "butlân", sözlük anlamının dışına çıkmamakla beraber, yepyeni teşrü-amelî bir muhtevaya bürünmüştür. Buna göre batıl; aslındaki bir kusur (halel) nedeniyle kanun koyucu nazarında hukukî varlık kazanamayan ve dolayısıyla hüküm ve sonuçlarını meydana getiremeyen hukukî işlem ile, emre uygun şekilde yapılmayan ya da kaza borcunu düşürücü vasıfta olmayan ibadeti ifade eder.

Hukuki işlem, hüküm koyucu tarafından belirlenen hukuki muhtevasına ve yapısına aslî yönden aykırı bir şekilde yapılırsa bâtıl olur. Burada "aslî yön", akdin "taraflar", "konu" ve "sîğa"dan ibaret temel unsurları ile bu unsurlarla ilgili in'ikad şartlarını ifade eder. Butlan daha ziyade alım-satım, kiralama gibi karşılıklı iki irade beyanına dayanan hukuki muhteva taşıyan akitler için söz konusu olmakla birlikte; ikrar ve dava gibi tek taraflı sözlü tasarruflar ile mebün teslimi, ihraz gibi fiilî tasarruflarda da söz konusu olabilmektedir.

Hukuki işlemin, kanun koyucu tarafından belirlenen hukuk sistemine aykırılığı usûlî açıdan izah edilecek olursa; bunun temelinde, kanun koyucunun yasağının (nehy) yattığı söylenebilir. Ancak, nehyin yorumu, diğer bir ifadeyle yasağın, hukuki işlemin varlık ve muteberliğine etki derecesi, bu konudaki temel tartışma odaklarından birini teşkil eder. Hanefî ekolü ile diğer İslâmî hukuk ekollerinin hükümsüzlük anlayışları arasındaki görüş ayrılığı da büyük ölçüde nehyin yorumuna dayanır.

Hanefi hukukçular, nehyin, hukuki işlemin aslî unsurlarına (asl) veya bunlar dışındaki tamamlayıcı şartlarına (vasf) yönelik olması durumunu birbirinden ayırarak, birinci durumda hukuki işlemin "batıl", ikinci durumda ise, "fâsid" olacağını ileri sürmüşlerdir. (Ubeydullah b. Mes'ud el-Mahbübi (ö. 747/1346), et-Tavzih (Telvih haşiyesi ile), Kahire 1957, I, 215-222; Mustafa Ahmed ez-Zerka, el-Fıkhu'l-İslâmî fi Sevbihi'l-Cedîd, Dımaşk 1967-68, II, 641-671).

Buna göre, hukuki işlemin aslına yönelik olan nehiy, Hanefilere göre, kişiyi imtihan amacıyla yasaklanan şeyi yapma ya da yapmama seçeneği arasında muhayyer bırakan bir yasaklama değil; "nefy"den mecaz olur. Nefy ise, söz konusu yasakla korunmak istenen unsur olmaksızın hukuki işlemin hiç bir sûrette meydana gelemiyeceğini bildirme demektir. Burada Hanefi hukukçuların Cumhur hukukçulardan ayrıldığı temel özellik, Hanefilerin, kanun koyucunun yasağını butlan sebebi olarak kabul etmeyişleridir. Öyle görünüyor ki, Hanefi hukukçular öncelikle, akdin varlık-in ikad; "sıhhat" ve "nefaz" şartlarını belirlemişler ve nehyi bu şartlara göre değerlendirmişlerdir. Diğer bir ifadeyle; farklı derecelerdeki bu şartlara yönelik olan nehye şartın önem derecesine göre farklı sonuçlar yüklemişlerdir. Bu anlayıştan hareketle Hanefiler hukukî işlemleri "sahîh", "fâsid" ve "batıl" olmak üzere üçlü bir ayırıma tabi tutmuşlar; bazıları da bu ayırıma "mevkûf" akdi dördüncü bir kısım olarak eklemişlerdir. Bu görüşleriyle Hanefi hukukçular, İslâm hukuk tarihinde dereceli hükümsüzlük sisteminin kurucuları olmuşlardır.

Cumhur hukukçular ise, nehyin, akdin aslına yönelik olması ile vasfına yönelik olması arasında bir fark gözetmemiş; her iki durumda da akdin batıl olacağını ifade etmişlerdir. Bu itibarla Cumhur, batıl ve fasîd* terimlerini birbirinin müradifi olarak kullanır. Hanefiler de aynı şekilde ibadet konularında ve -hakim görüşe göre- nikâh akdi konusunda batıl-fasîd ayırımı yapmamışlardır.

Batıl akit, dış görünümü itibariyle mevcut olsa bile, hukukun yok hükmündedir ve sahih olması durumunda meydana getireceği hilkilm ve sonuçları meydana getiremez. Meselâ, temyiz gücünden yoksun çocuğun yaptığı alım-satım; vakıf gibi kamuya ait mallar ile domuz ve şarap gibi kullanılması ve ticareti yasaklanmış haram malların satılması durumunda, söz konusu işlemler akit görünümünde olsalar bile kurucu unsurlarındaki kusur ve eksiklik sebebiyle hukuk nazarında yok sayılırlar.

Batıl akit, mülkiyeti nakil fonksiyonunu üstlenemediği için tarafların mal varlıklarında bir değişiklik olmaz: yani, mebî satıcının, semen de müşterinin mülkiyetinde kalmaya devam eder. Bu itibarla batıl akit icra edilmiş bile olsa, taraflar verdiklerini isteme ve alma hakkına sahiptirler.

Batıl akit hiç bir hüküm ifade etmez. Hukuk nazarında yok hükmünde sayıldığı için, sonradan verilen "icazet" ile ya da butlan sebebinin sonradan giderilmesiyle sahih hale gelmez. Taraflar, bu akdin sonuç doğurmasını istiyorlarsa onu şartlarına uygun olarak yeniden yapmak (tecdîd) durumundadırlar. Batıl akit zaman aşımına da tabi değildir. Batıl akitler kendiliğinden hükümsüz olduklarından ayrıca iptal davası açmaya gerek yoktur. Ancak, bazı durumlarda bir tesbit davası açılabilir. Butlan, bir anlamda, genel yararı koruma amacı güttüğünden, gerektiğinde maslahatı olan herkes butlanı ileri sürebilir.

Batıl akit hiç bir hukuki sonuç doğurmamakla birlikte, bazı istisnai durumlarda, hukuki varlık kazanmış bir işlem olarak değil de, maddî bir vakıa olarak sonuç doğurabilir. Meselâ, batıl bir evlenme akdine miras, cinsî ilişkinin helâlliği gibi aslî hükümlerin hiçbirisi terettüp etmez. Ancak, batıl bir evlenme akdinde cinsî birleşme (duhul) vukua gelmişse, bu fiilî durumun bir sonucu olarak, kadın mehire hak kazanır ve iddet beklemesi gerekir. Çocuğun nesebi sabit olur.

Batıl akde istinaden ve satıcının izniyle kabzedilen mebün, müşterinin elinde helâk olması durumunda ortaya çıkan tazmin problemi de bu çerçevede ele alınabilir. Bu konuda Hanefi doktrinde iki görüş vardır. Bir görüşe göre, mebi' bu durumda müşterinin elinde "emanet" hükmünde olup, müşterinin kusur ve aşırılığı olmaksızın helâk olmuşsa tazmin gerekmez. Mecelle de bu görüşü almıştır. (Mecelle, md. 370). Diğer görüşe göre ise, müşteri her halukârda mebii tazmin etmek durumundadır. (el-Kâsâni Alâuddin Ebu Bekr b. Mes'ûd (b. 587/1191), Bedâiu's-Sanayi', Kahire 1910, V, 305)

İslâm hukukçuları, bölünme imkânı bulunan batıl akdin, sahih kısmını korumak amacıyla, bölünebileceğini genelde kural olarak kabul etmişlerdir. Bunun gibi, başka bir akdin unsurlarını kendinde bulunduran batıl akdin, bazı özel şartlarla o akde dönüşebileceğinin de bazı örnekleri vardır.

Batıl akde bazı istisnaî ve ârızî sonuçların yüklenmesi, hukukî işlemlerdeki istikrarı sağlama yanında, karşı tarafın veya üçüncü şahısların hukukunu koruma amacına da yöneliktir.

H. Yunus APAYDIN

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 5.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun