Kabir Hayatı konusunda en çok merak edilenler

1 Cenazelerin kabirlerine konulması ve ölülere telkin verilmesi?

Cenazelerin Kabirlerine Konulması

Cenaze kabre götürülüp omuzlardan indirilince, bir engel olmadığı zaman cemaat oturur. Bundan önce oturmaları mekruh olduğu gibi, bundan sonra ayakta durmaları da mekruhtur.

Kabrin bir insan boyu kadar derin ve yarım boy kadar enli olması güzeldir. Yarım boy mikdarı derin olması da yeterlidir. Kabirlerde faziletli olan lâhiddir. Şöyle ki: Toprağı sert olan bir kabrin içinde kıble tarafı oyulur. Ölü buraya konulur. Önüne de tahta, kamış veya kerpiç benzeri şeyler konur. Bu durumda toprak, tam ölünün üzerinde değil, bu şeyler üzerine atılmış olur. Bu ölüye karşı bir saygıdır.

Fakat kabrin yeri yumuşak veya ıslak olup da, lâhit kazılması mümkün olmazsa, dere gibi çukur kazılır. Buna "şakk = yarma" denilir. Gerek duyulursa, iki tarafı kerpiç ve tuğla gibi bir şeyle örülür. Sonra ölü bunların arasına konulur. Üzerine de, ölüye dokunmayacak şekilde kerpiç veya tahtalar ile tavanımsı bir örtü yapılır.

Kabrin dibi ıslak ve yumuşak olduğu zaman cenaze tabut ile gömülebilir. Öyle ki, bu durumda tabutun taştan veya demirden yapılmış olması caizdir. Fakat böyle bir hal olmayınca, tabut ile gömmek mekruhtur. Bazı fıkıh alimlerine göre, kadınların tabut ile gömülmeleri, toprak yumuşak olmasa bile, güzeldir. Dibi ıslak olan bir kabrin içine toprak döşenmesi sünnettir.

Cenaze, kıble tarafından kabre konur. Sağ tarafı üzerine kıbleye döndürülür. Bağı varsa çözülür. Sırt üstü yatırılmaz. Cenazeyi kabre koyanlar, "Bismillahi ve âlâ milleti Resûlillâh" "Yüce Allah'ın ismi ile Resûlullah'ın milleti (dini) üzerine seni gömüyoruz." derler.

Cenazeyi kabre koyacak olan kimselerin sayısı, ihtiyaca göre değişir. Kadınları kabre koyacak olanların, neseb yönünden ona mahrem olmaları daha iyidir. Bunlar bulunmazsa, yabancılardan iyi halleri bilinen kimseler seçilir. Kadınlar kabre yerleştirilinceye kadar kabirleri üzerine bir perde çekilir.

Bir kimse: "Falan zat beni yıkasın, namazımı kıldırsın veya kabre koysun," diye vasiyet ederse onu yerine getirmek gerekmez. Ancak veli olanlar buna rıza gösterirlerse, vasiyet yerine getirilir.

Cenazeyi taşımak veya kabri kazdırmak için ücretle adam tutmak caizdir.

Bir mezarlıkta, bir kimsenin hazırlamış olduğu bir mezara başka bir ölü gömülecek olsa, bakılır: Eğer mezarlık geniş ise, bunu yapmak mekruhtur. Geniş değilse caizdir; ancak kazı masraflarını ödemek gerekir.

Bir kimsenin kendisi için mezar kazıp hazırlaması, bir görüşe göre mekruhtur; çünkü hiç kimse kendisinin nerede öleceğini bilemez. Fakat kefen hazırlamakta kerehat yoktur. Çünkü buna ihtiyaç genellikle bulunmaktadır.

Hazret-i Ebu Bekir efendimiz (Radıyallahu Anh), kendisine bir mezar kazıp hazırlayan bir adama şöyle buyurmuştur: "Kendin için kabir hazırlama, kendini kabir için hazırla."

Ölen Kimse Adına Kur'an Okumak ve Telkin Vermek

Bir Müslüman kabrinde gömüldükten sonra orada, bir deve boğazlanıp paylaşılacak kadar bir zaman bekleyip Kur'ân okumak güzel görülmüştür. Çok kez "Mülk, Vakıa, İhlâs ve Muavvizeteyn sûreleri, sonra Fatiha ile Bakara sûresinin başı okunur. Sevabı da cenazenin ve diğer iman sahiblerinin ruhlarına bağışlanır. Ölünün bağışlanması için Yüce Allah'a dua edilir.

Cenaze toprağa gömülür gömülmez din kardeşlerinin hemen oradan dağılmaları uygun değildir. Cenazenin ruhu, onların bulunuşu ile alışkanlık kazanır, yöneltilecek sorulara hazırlanmış olur ve Yüce Allah'ın mağfiretini gözetlemiş bulunur.

Resulü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bir cenaze gömüldükten sonra hemen geri dönmezdi. Bir müddet mezarı başında durur ve cemaata karşı şöyle buyururdu:

"Kardeşiniz için Yüce Allah'dan mağfiret isteyiniz ve kendisine sükûnet ihsan buyurmasını dileyiniz. O, şimdi sual görecektir."

Mükellef çağına girip de gömülen bir Müslümanın mezarı başında "telkîn" verilmesi meşru görülmüştür. Şöyle ki: Mezara gömüldükten hemen sonra, iyi hal sahibi bir kimse kalkıp ölünün yüzüne karşı durur. Ona hitaben: Ya falan; Yebne fülane! (Ya Osman! Ya Zeyneb'in oğlu, gibi) diye üç kez seslenir. Ölünün ve anasının adlarını bilmezse: "Yâ Abdellah; Yebne Havva!" denilir. Sonra da şöyle söylenir:

"Ya Abdellah! Yebne Zeyneb; Üzkür ma künte aleyhi min şehadeti en lâ ilahe illallah ve enne Muhammeden Resûlüllah ve enne'l-cennete hakkun vennare hakkun ve ennelba'se hakkun ve ennessaete atiyyetün lâ reybe fîha ve ennellahe yebasü men fil kubûr. Ve enneke rezîta billahi Rabben ve bil-İslâmı dinen ve bi-Muhammedin (sallallahu aleyhi ve sellem) nebiyyeen ve bilkur'ani imamen ve bilkâbeti kıbleten ve bilmü'minine ihvana. Rabbiyellahu lâ ilâhe illâ hü. Aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbü'l-Arşi'l-azîm."

Anlamı:

"Ey Abdullah! Ey Zeyneb oğlu! Hayatında inandığın ve devam ettiğin şekilde: "Eşhedü en lâ İlâhe illallah ve enne Muhammeden Resûlüllah" şehadet kelimesini söyle. Şübhesiz cennet hakdır (mevcuttur). Cehennem hakdır, öldükten sonra dirilmek hakdır, kıyamet haktır; bunda şübhe yoktur. Yüce Allah kabirlerde olanları diriltip mahşer yerinde toplayacaktır. Sen hatırla ki, Allah'ın Rab olduğuna, dinin İslâm oluşuna, Muhammed Aleyhissalatü vesselamın peygamber olduğuna, Kur'ân'ın imam, Kabe'nin kıble ve mü'minlerin kardeş olduğuna razı bulunmuş idin."

Üç kez de şöyle denilmesi âdet olmuştur:

"Ya Abdellah! Kul lâ ilâhe illallah. Kul Rabbiyellahu ve diniyel-İslâmu ve nebiyyi Muhammedün. Aleyhi's salâtü vesselam. Rabbi, lâ tezerhü ferden ve ente hayrül-varisin."

Anlamı:

"Ey Abdullah; De ki: Allah' dan başka ilâh yoktur. De ki, Rabbim Allah'dır. Dinim İslâm'dır. Peygamberim Muhammed Aleyhisselâm'dır. Ya Rabbi! Bu ölüyü yalnız bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın."

Umulur ki, bu gibi okuyuşlar ve telkinler sebebiyle Yüce Allah ölüyü bağışlar ve kabir sualinin cevabını kolaylaştırır.

Hanefi fıkıh alimlerinin bir görüşüne göre, gömüldükten sonra telkîn yapılması ne emredilir, ne de yasaklanır.

Malikîlere göre, telkîn ölüm döşeğinde mendubdur. Gömüldükten sonra yapılması mekruhtur. Şafiîlerle Hanbelîlere göre telkîn yapılması müstahabdır.

Bir Müslüman kıldığı namazın, tuttuğu orucun, okuduğu Kur'ân'ın, verdiği sadakanın sevabını, ister hayatta olsun ve ister olmasın, bir Müslümana veya bütün Müslümanlara hediye edebilir; bu caizdir. Bu sevab onlara verilir ve her birinin aynı sevaba kavuşacağı Allah'ın ihsanından beklenir.

Kabirden çıkan toprağın fazlasını kabrin üzerine atmak mekruhtur, fakat İmam Muhammed'e göre bunda bir sakınca yoktur. Definde bulunanların kabir üzerine üçer avuç toprak atmaları ilk defasında: "Minha halaknaküm (sizi topraktan yarattık)", ikincisinde: = "Ve minha nuîdüküm (sizi toprağa çevireceğiz)", üçüncüsü: = "Ve minha nuhricüküm tareten uhrâ (diğer bir defa daha sizi topraktan diriltip çıkaracağız)", demeleri müstahabdır.

Kabir üzerine su serpmekte de bir sakınca yoktur.

Kabirler topraktan birer karış veya daha az yükseltilir. Deve hörgücü gibi yapılması mendubdur. Düz bir şekilde yapılmaz ve kireçlenmez. Fakat dağılan bir kabir toprak ile düzeltilebilir.

Cenazelerin gündüzün gömülmesi müstehabdır. Geceleyin gömülmeleri de mekruh değildir. Ancak zorunlu bir hal olmadıkça geceleyin gömülmemelidir.

Gemide ölen bir kimse, eğer uzaklık veya herhangi bir sebeple karaya çıkarılamayacaksa ve beklemesi ile bozulacağından korkuluyorsa, yıkanır ve kefenlenir. Sonra üzerine namaz kılınarak sağ tarafı üzerine kıbleye karşı denize bırakılır.

İmam Ahmed'den nakledildiğine göre, böyle bir ölüye ağır bir şey de bağlanır ki, denizin dibine gidebilsin. İmam Şafiî Hazretlerinin açıklamasına göre de, eğer İslâm ülkesine yakın ise, ölü iki tahta arasına sıkıca bağlanıp denize atılmalıdır ki, sular onu bir sahile atsın da Müslümanlar tarafından alınarak gömülsün. Bize de böyle nakledilmiştir.

Ölmüş veya öldürülmüş olan kimseyi, bulunduğu yerin mezarlıklarından birine gömmek müstahabdır. Gömülmeden önce, bir ve iki mil uzaklıkta bulunan başka bir mezarlığa götürülmesinde de bir sakınca yoktur. Daha uzak yere götürülmesi konusunda ihtilâf vardır. Bir görüşe göre, sefer müddetinden daha uzak bir yere gömülebilir. Bunda kerahet yoktur. Fakat gömüldükten sonra artık çıkartılıp taşınamaz; ancak başkasının yerine gömülmüş olmak gibi zaruri sebeblerle olabilir.

Malikîlere göre bir ölü gömülmeden önce de, sonra da başka bir yere, şu şartlarla götürülebilir: Ölü taşınırken durumu bozulmamalı, hürmette aykırı ve haraketi mucib bir hal olmamalı. Ayrıca naklini gerektiren sebep olmalı. Su baskını korkusu, ailenin ziyeret edebilmesi için yakın olma düşüncesi ve gideceği yerin bereketi gibi bir sebep bulunması... Bu üç şarttan hiçbiri bulunmazsa, taşınması haram olur.

Hanbelîlere göre de, sahih bir maksada dayanarak cenazelerin gömülmelerinden önce de, sonra da başka yere taşınmaları caizdir. İyi bir kimsenin yanına veya mübarek bir yere taşınması gibi... Yeter ki, kokusunun değişmeyeceği kanaatına varılmış olsun.

Şafiîlere göre, cenazeleri başka yerlere taşımak esasen haramdır. Eğer ölülerini kendi beldelerinden başka bir yere gömmeyi âdet edinmişlerse, oraya taşıyabilirler. Bir de Mekke-i Mükerreme'ye, Medine-i Münevvere'ye Beytü'l-Makdis'e ve iyi kimselerin mezarlığına yakın bir yerde ölenlerin, rayihaları değişmedikçe buralara taşınmaları sünnettir. Bununla beraber bunların taşınmadan önce yıkanıp kefenlenmesi ve üzerlerine namaz kılınmış olması gereklidir. Değilse taşınmaları haramdır.

Gömüldükten sonra taşınmaya gelince, bu ancak zaruret halinde olabilir. Haksız yere ele geçirilmiş bir araziye ölüyü gömmek gibi. Sahibinin isteği üzerine oradan başka bir yere götürülmesi caiz olur.
İmam Maverdî'nin açıklamasına göre, yıkanmadan gömülmüş olmak, gömülen yeri su basmak ve rutubet çekmek de, kabrin açılmasını ve ölünün başka bir yere taşınmasını gerekli kılan sebeblerdendir.

Ölünün velisi, ölünün gömülmesinden bir gün sonra yedinci güne kadar kolayına gelen şeyi fakirlere sadaka vererek sevabını ölüye bağışlamalıdır. Bu, bir sünnettir. Buna gücü yetmezse, iki rekat namaz kılarak sevabını ölüye bağışlamalıdır. Fakat ölü sahiplerinin birinci ve üçüncü günlerde veya bir hafta sonra ziyafet vermeleri mekruhtur. Ancak ölünün komşularının veya uzak akrabasının yemek hazırlayarak ölü sahiblerine ikram etmeleri ve yemelerine ısrarda bulunmaları müstehabdır. Çünkü cenaze sahibleri kendileri için yemek hazırlayamayacak bir halde bulunabilirler.

Ölü sahiplerinin, yapılacak taziyeleri kabul için, üç gün kadar evlerinde oturmaları caizdir.

(Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali)

2 Berzah aleminde hayat nasıl olacaktır; rüyadaki gibi bir hayat mı yaşayacaklardır?

Berzah alemindekilerin de kendilerine göre bir hayatı vardır, lezzetleri, elemleri, ferah ve sevinçleri hisseder. Fakat henüz madde aleminde bulunanlar, ruhun bedenden sonraki hayatını ve orada kişinin neler hissettiğini, nelerle karşılaşacağını normal duyularıyla hissedip bilemez. Bu hususu, ancak ilahi gerçeklere vakıf olan Peygambermiz (asm)'den öğreniriz.

Mümin ruhların berzah aleminde birbirleriyle görüştüklerini Peygamberimizin (asm) hadislerinden anlamaktayız. Ayrıca ölülerin hayattakilerden haber aldıkları ve kabirlerinin başına giden kimseleri gördükleri yine rivayetlerde vardır. Onlar için yapılan dua ve manevi hediyelerin kimlerden geldiğini bilebilirler.

Mümin ruhlar nimet içinde oldukları için ve ruhları serbest oldukları için serbest dolaşabilirler. Ancak kafirlerin ruhları ve günahları fazla olan müminlerin ruhları azabla meşguldurlar.

"Berzah alemindeki yaşayış nasıldır?" sorusunun cevabında Şah Veliyyullah ed-Dehlevî şöyle der:

"Bu âlemde insanların (yani ruhlarının) sayılamayacak kadar çok tabakaları vardır. Fakat bu tabakalar başlıca dört sınıftır.

Birincisi uyanıklık (yakaza) ehli olanlar ki, iyiliklerinden ve kötülüklerinden dolayı iyilik veya azap görecek olan ruhlardır.

İkincisi ise tabiî uyku halinde olup rüya gören, rüya ile ferahlandırılan veya azaplandırılan ruhlardır.

Üçüncüsü behîmî (hayvanî) ve melekî yönleri zayıf olanlardır.

Bunlardan başka bir de fazilet ehli iyi ruhlar vardır ki (dördüncü sınıf olsa gerek) bunlar meleklere karışır, melekî bir hayat sürerler." (Huccetullahi'l-Bâliğa, Kahire 1355, I/34-36).

Nesefi'nin "Bahrü'l-Kelâm"ında şöyle denilmiştir:

"Ruhlar dört guruptur:

Peygamberlerin ruhları ki, cesedinden çıkar, misk ve kâfur gibi güzel kokulu cesedinin şekline girer. Cennette olur. Yer içer fayda­lanır, geceleyin de Arşa asılı kandillerin içinde barınır.

Şehidlerin ruhları ki, cesedlerinden çıkar, cennette yeşil kuşlar içinde olurlar, yer, içer, faydalanır ve geceleyin Arşa asılı kandiller­in içinde olur.

Müminlerden ehl-i itaat olan ruhlar ki, cennet etrafında olurlar. Yemez, içmez, faydalanmazlar, fakat cennete bakmakla istifa­de ederler.

Müminlerden ehl-i isyan ruhları ise gökte ve yerde, havada olur­lar. Kâfirlerin ruhları ise onlar, Siccinde yerin yedinci katının dibinde siyah kuşlar içindedirler. Cesedleriyle ilişkileri vardır. Güneş gökte iken ışığı yerde olduğu gibi..."

3 Kabir azabının ya da nimetlerinin sebepleri nelerdir? Kabir azabı çekmeyecek olanlar kimlerdir?

Her günahın, her haramın kabir azabına neden olacağını düşünerek terk etmek; her iyiliğin, her ibadetin de kabir nimetine vesile olacağını hesab ederek yerine getirmek gerekir. Bazı rivayetlerde kabir azabına neden olacağı ya da kabir nimetine vesile olacağı açıklanan ameller vardır. Ancak bunlar birer örnektir. İslamın bütün yasaklarının azaba, emirlerinin de nimete neden olacağını söyleyebilriz.

Azap, Allah’ı tanımayan veya emirlerine karşı gelenlere dünyada ve ahirette verilen ilahi cezadır. Azap “terk etmek, vazgeçmek, vazgeçirmek” gibi manalara gelen “azb” kökünden isim olup “işkence, eziyet ve elem” anlamında kullanılır. Kur’an’da türevleriyle birlikte 490 yerde geçen azap, genellikle ilahi emirlere karşı gelenlere verilen cezanın adı olarak kullanılır. Kur’an’da azap manasında geçen başka kelimeler de vardır. Bunlardan en çok tekrarlananlar “ nâr, cehennem, ricz, be’s ve ikab”dır. İlgili ayetlerin incelenmesinden anlaşıldığına göre ilahi azap dünyada, kabir hayatında ve ahirette olmak üzere üç safhada gerçekleşmektedir.1

Kabir azabına sebep olan amelleri hadisi şeriflerden öğrenmekteyiz. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Kabir azabı nemime ve bevlden sakınmama sebebiyle olmaktadır.

Buhari ve Müslim, Abdullah b. Abbas (r. a)’ın şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir: Rasulullah (a. s) iki kabrin yanından geçti ve şöyle buyurdu:

“Bu kabirlerde yatanlar azap görmektedirler. Ama büyük bir şeyden dolayı azap görmüyorlar.” Rasulullah (as) daha sonra sözüne şöyle devam etti: “Evet bunlardan birisi, insanlar arasında söz taşırdı. Diğeri ise bevlinden (idrarını üzerine sıçratmaktan) sakınmazdı." 2

2. Ölen kişinin ardından ağıt yakılması halinde, ölü kabirde bu ağıt sebebiyle azap görmektedir.

Ömer İbni Hattab (r. a) Rasulullah (a. s)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

“Ölü kabirde ağıt sebebiyle azap görür. ”3

Bu konudaki hadisler çoktur. Bu hadislerde ölünün üzerine yakılan ağıt sebebiyle azap göreceğine delalet vardır. Ancak bu durumda şu problem ortaya çıkmaktadır: Kişi başkasının yaptığı bir şeyle niye azap görür? Bu soruya verilen cevaplar farklı farklı olup Hz. Âişe (ra) bunu kabul etmemiş ve

“Kimse kimsenin günahını çekmez.”4

ayetiyle delil getirerek, başkasının ağıt yakması sebebiyle ölünün kabirde azap çekmeyeceğini söylemiştir. Ebu Hureyre de bu konuda Hz. Âişe ile aynı görüştedir.5 Bazı âlimler de bu hadisi te’vil etmişler ve “Bu durum ağıt yakılmasını vasiyet etmiş ise öyledir. Vasiyet etmemişse azap görmez” demişlerdir.6

3. Kabir azabı ganimet mallarından gizlemek sebebiyledir.

Ömer İbni Hattab (r. a) şöyle dedi: “Hayber gazvesi günü idi. Nebi (s. a. v. )’in ashabından bir grup geldi ve “falanca şehittir. Falanca şehittir” dediler. Sonra bir adamın yanından geçtiler: “falanca kimse de şehittir” dediler. Nebi (s. a. v. ):

“Hayır, ben onu ganimetten çaldığı bir hırka -veya aba- içinde cehennemde gördüm.” buyurdu.7

Görüldüğü üzere kişi şehit olsa bile cehenneme gidebilmektedir. Bunun sebebi de her ne kadar şehitlik, kişinin birçok günahına kefaret olsa da ammenin malına hıyaneti ve kul haklarını ortadan kaldırmaz. Bu sebeple, Peygamber Efendimiz (s. a. v) şehit olduğu haber verilen bir kişinin ganimetten çaldığı bir hırkadan dolayı cehennemde olduğunu bildirmiş, amme malına ihanetin ve kul hakkının affedilmeyeceğini ümmete öğretmiştir. 8

4. Kabir azabı borç sebebiyledir. Kişi ödemediği borçları ödeninceye kadar azap görür. Bu konuda Ebû Hüreyre’den Rasulullah (s. a. v)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Müminin borcu ödeninceye kadar ruhu borcuna takılıdır.”9

Ölen kimsenin dünya ile alakası kesilir. Ancak bu hadisi şerif, bu ilginin bir konuda devam ettiğini bildirmektedir: Borç. Borçlu olarak ölen mü’minin ruhu kavuşacağı ikram ve iyiliklere borcu ödeninceye kadar ulaşamaz. Bir başka anlayışa göre, borçlu ölmüş mü’min hakkında, ilk iş olarak borcunun ödenip ödenmediğine bakılır. Her iki yoruma göre de borçlu ölen mü’min için borcu, bir çeşit ayak bağıdır, onu yerinden kıpırdatmaz.10 Borç Beyhaki’nin belirttiğine göre kabir azabına sebep olan şeylerden birisidir. 11

5. Allah Teala’ya isyan olan her davranış da kabirde azaba sebeptir. Çünkü kabirdeki azabın kâfir ve münafıklarla, Allah’a asi olan mü’min kullara olacağı belirtilmektedir.12

6. Hadesten temizlenmeyi terk etmenin de kabirde azaba sebep olacağı söylenmiştir.13

7. Yardım etme gücü ve imkânı varken mazluma yardım etmeyi terk etmek de kabir azabına sebep olan ameller arasında zikredilmiştir.14

8. Allah’ın zikrinden yüz çevirmek de kabir azabına sebep olan davranışlardandır. Cenab-ı Hak K. Kerim’de:

“Benim kitabımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur ve kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz.”15

buyurarak, Allah’ın zikrinden yüz çevirmenin kabir azabına sebep olacağını belirtmiştir. Ayette geçen "dar geçimi" Peygamberimiz (s. a. v) bizzat kendisi kabir azabı olarak açıklamıştır. 16

Kabirde azaba sebep olan amellerin yanında bir takım ameller de vardır ki onlar da kişiyi kabirdeki azaptan muhafaza ederler. Bu amelleri şu şekilde sıralamak mümkündür:

1. Allah’a itaat edip onun emirlerine karşı gelmekten sakınmanın kabir azabından koruyacağı söylenmiştir.17 Nitekim Cenab-ı Hak:

“Kim inkâr ederse inkarı kendi aleyhine olur. Yararlı iş işleyen kimseler kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar. Çünkü Allah inanıp yararlı iş işleyenlere lütfundan karşılık verecektir. Doğrusu o inkârcıları sevmez.”18

buyurmaktadır. Mücahid ayette geçen, “kendileri için rahat bir yerin” kabir olduğunu haber vermektedir.19

2. Allah yolunda sınırda nöbet tutmak, kabir azabından kişiyi koruyacağı umulan ameller arasındadır. Selman (r. a) Rasulullah (s. a. v. )’i şöyle buyururken işittim demiştir:

“Bir gün ve bir gece hudut nöbeti tutmak, gündüzü oruçlu gecesi ibadetli geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Şayet kişi bu nöbet esnasında vazife başında iken ölürse, yapmakta olduğu işin ecri ve sevabı kıyamete kadar devam eder, şehit olarak rızkı da devam eder ve kabirdeki sorgu meleklerinden güven içinde olur.”20

Bir kimse askerlik görevi yaparken vazife başında ölürse, o şehit olarak Rabbine kavuşur. Şehidin amel defteri kapanmaz ve dünyada işlediği güzel ve hayırlı işlerin sevabı da kıyamete kadar devam eder. Şehit kabirde meleklerin sorgulamalarından ve kabir azabından muaf tutulur. Sağlıklı bir imana ve cihad ruhuna sahip olmak bunun yegâne şartıdır.21

3. Allah yolunda şehit olmak da kabir azabından koruyan amellerdendir. Cenab-ı Mevla,

“Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyiniz. Bilakis onlar diridirler. Lakin siz anlamazsınız.”22

buyurmaktadır. Bir başka ayet bu konuda biraz daha bilgi vermektedir:

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler. Allah’ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında bol bol nimetler içindedirler.”23

Görüldüğü üzere şehitler bizim fark etmediğimiz bir hayatı yaşamakta ve Allah’ın nimetleriyle nimetlenmektedirler.

4. Mülk Suresini okumak da kişiyi kabir azabından koruyan amellerdendir.

Ebû Hüreyre (r. a)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s. a. v. ) şöyle buyurdu:

“Kur’an’da otuz ayetten ibaret bir sure bir adama şefaat etti. Neticede o kişi bağışlandı. O sure; تبارك الذى بيده الملك’’ tür.” 24

Mülk suresi Kur’an’ın 67. suresi olup 30 ayetten ibarettir. Bu sure Mülk suresi diye anılır ve Kur’an’daki adı böyledir. Ancak ona Mânia, Münciye, Vakiye gibi isimler de verilmiştir. Bu surenin bir adama şefaat etmesi ve bu vesileyle onun mağfirete nail olup bağışlanması, onu sürekli okuması ve kadrini kıymetini bilmesi sebebiyledir. Bu şekilde davrananları Cenab-ı Hak kabir azabından koruyacak veya kıyamet gününde kendilerini bağışlayıp affedecektir. Hatta sureye “Mânia” ve “Münciye” adlarının verilmesinin sebebi, onun mana ve mahiyetini kavrayarak ve inanarak okuyanın kabir azabı görmesine engel olacağı ve kurtuluşuna da vesile teşkil edeceği içindir. 25

5. İshal hastalığından ölenin de kabir azabından korunacağı söylenmiştir.

Nesai, Abdullah b. Dinar (r. a)’ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir; “Ben, Süleyman b Surad ve Halid b. Arfata birlikte oturuyorduk. Bu sırada bir adamın ishalden öldüğünü söylediler. Baktım, benimle beraber olan (adı geçen) iki kişi öldüğü bildirilen adamın cenazesinde bulunmayı arzu ediyorlar. Bunlardan birisi diğerine: Rasulullah (s. a. v): “Kim ishalden ölürse, kabrinde azap görmez.” diye buyurmadı mı? diye sordu. Öteki de: “Evet öyle buyurdu.” diye cevap verdi. 26

Ebu Hüreyre (r. a)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (s. a. v. ) ; “Siz kimleri şehit sayıyorsunuz?" diye sordu. Sahabiler “Ya Rasulallah! Kim Allah yolunda öldürülürse o şehittir.” dediler. Peygamber Efendimiz (s. a. v): “Öyleyse ümmetimin şehitleri oldukça azdır.” buyurdu. Ashab: “O halde kimler şehittir Ya Rasulallah?” dediler. Rasulü Ekrem (s. a. v):

“Allah yolunda öldürülen şehittir. Bulaşıcı hastalıktan ölen şehittir. İshalden ölen şehittir. Boğularak ölen şehittir.” buyurdu.27

Görüldüğü üzere Peygamberimiz (s. a. v) ishalden ölenleri de şehit saymıştır. Biz bunlara bilindiği üzere "Hükmî Şehit" diyoruz. Diğer hükmî şehitleri de ishalden ölene kıyas edersek onların da kabir azabından korunacağı ortaya çıkar.

6. Cuma gecesi ölmenin kabir fitnesinden korunmaya sebep olacağı umulmaktadır. 28

7. Hadesten temizlenmek kabir azabından korur. 29

8. Emri bil ma’ruf nehyi ani’l-münker yapmak da kabir azabından koruyan amellerdendir. Çünkü bunda insanlar için dinleri hususunda çok büyük faydalar vardır. 30

Hadisi şeriflerde kabirlerde olacak azap şekilleri hakkında da bilgiler verilmiştir. Kabirdeki azap gayba ait bilgilerden olduğu için, akılla bilinemez ancak Allah ve Rasulü’nün bildirmesiyle bilinebilir. Orada karşılaşılan azap dünya şartlarında düşündüğümüz azabın tamamen dışındadır. Bizler varlığını kabul ederiz, fakat nasıl olacağını bilemeyiz; Hz. Peygamberin (s. a. v) haber verdiğiyle yetiniriz.

Dipnotlar:

1- Yavuz, Yusuf Şevki, T. D. V. İslam Ansiklopedisi, c. 4, s. 302
2- Buhari, Vudu, 56; Müslim, Taharet, 34; Nesai, Cenaiz, 166; Diğer rivayetler için bkz. Beyhaki, Ebû Bekir Ahmed b. el-Hüseyin, “İsbatü Azabi’l-Kabr ve Suali’l-Melekeyn”, Mektebetü’t-Turas, Kahire trs s. 115
3- Buhari, Cenaiz, 34; Müslim, Cenaiz, 28; Beyhaki, a.g.e., s. 124.
4- İsra, 17/15.
5- es-Sanâni, Muhammed b. İsmail, Sübülü’s-Selam Şerhu Buluğu’l-Meram, c. 2, s. 183.
6- Beyhaki, a.g.e., s. 124; Diğer teviller için bkz. es-Sanani, Muhammed b. İsmail, “Sübülü’s-Selam Şerhu Buluğu’l –Meram min Cemi Edilleti’l-Ahkam” ,(I-IV), Daru’l –Marifet 6. baskı, Beyrut 2000, c. 2, s. 184; Abdulcebbar b. Ahmed, a.g.e., s. 732.
7- Müslim, İman, 182; ayrıca bkz. Buhari, Cihad, 190; Beyhaki, a.g.e., s. 125.
8- Nevevi, Riyazü’s-Salihin Peygamberimizden hayat ölçüleri (Terc. Ve Şerh M. Yaşar Kandemir ve Ark. ) c. 2, s. 163-164, İst. 1997.
9- Tirmizi, Cenaiz, 74; Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 508; ayrıca bkz. Beyhaki, a.g.e., s. 127.
10- Nevevi, Ebu Zekeiyya Muhyiddin b. Şeref, “Şerhu Sahihi Müslim”, baskı yeri yok. 1991. (Terc. Ve Şerh) c. 4, s. 585.
11- Beyhaki, a.g.e., s. 127.
12- Taftazani, Sa’duddin, Şerhu’l-Makasıd, c. 5, s. 113; en-Nesefi, Ebu’l-Muin, Tebsıratü’l-edille fi Usuli’d-din, c. 2, s. 763.
13- el-Hanbeli, Ebû’l-Ferec Zeynuddin Abdurrahman b. Ahmed, “Ehvalü’l-Kubur ve Ahvalü Ehliha ile’n-Nuşur”, Daru’l-Kitabi’l-Arabi, 3. Baskı, Beyrut 1995, s. 90.
14- el-Hanbeli, İbn Recep, a.g.e., s. 90.
15- Taha, 20/124.
16- Bkz. Beyhaki, a.g.e., s. 71.
17- Beyhaki, a.g.e., s. 130.
18- Rum, 30/44-45.
19- Beyhaki, a.g.e., s. 130.
20- Müslim, İmaret, 163; Ayrıca bkz. Fezailü’l-Cihad, 2; Nesai, Cihad, 39; İbn Mace, Cihad, 7.
21- Nevevi, , Riyazü’s-Salihin (Terc. Ve Şerh M. Yaşar Kandemir ve Ark. ) c. 6, s. 24, İst. 1997.
22 -Bakara, 2/154.
23- Ali İmran, 3/169-170.
24- Ebu Davud, Salat, 327; Tirmizi, Fezailü’l-Kur’an, 9; ayrıca bkz. İbn Mace, Edep, 52.
25- Nevevi, a.g.e., c. 5, s. 139.
26- Nesai, Cenaiz, 111; Tirmizi, Cenaiz, 65.
27- Müslim, İmare, 165, ayrıca bkz. İbn Mace, Cihad, 17.
28- Beyhaki, a.g.e., s. 141.
29- el-Hanbeli, İbn Recep, s. 90.
30- el-Hanbeli, İbn Recep, a.g.e., s. 90.

[bk. Özcan YILMAZ, DİB. Trabzon Akçaabat Darıca Eğitim Merkezi, Kabir Azabı ve Nimeti (bitirme tezi]

4 Kabir azabının çeşitleri hakkında bilgi verir misiniz?

Ehlisünnet inancına göre, kâfirlere ve bazı günahkâr müminlere kabir azabı vardır. "Kabir, iman ve salih amel sahipleri için Cennet bahçelerinden bir bahçe; kâfirler için de Cehennem çukurlarından bir çukurdur." Kabir hayatının, azap şeklinin mahiyeti hakkında, âlimler ayrı görüşler ileri sürmüşlerdir. Azabın ruha, bedene veya her ikisine birlikte yapılması, sonucu değiştirmez. Çünkü salih amel sahibi insanlar kabirde güzel bir hayat yaşarken, kâfirler, büyük bir sıkıntı ve ızdırap içinde bulunacaklardır (1).

Ölüm, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Yaşadığımız âlemden kabir âlemine yolculuktur. Ruh, Azrail Aleyhisselam vasıtasıyla "berzah alemi"ne götürülür. Bu alemde göreceğimiz ilk melek Azraildir. O, en kıymetli cevherimiz olan ruhumuzu gönül rahatlığıyla teslim edebileceğimiz güvenilir bir emanetçidir. Ölüm anında, ruh, beden hapsinden kurtulur; fakat bütün bütün çıplak kalmaz. Çünkü "misali bir cesetle" başka bir tabirle "latif bir gılaf" ile kuşatılmıştır.

Dünyada kaldığı sürece bedene bağlı olan ruh, ölüm sebebiyle bir derece serbest kalır. Bedendeyken görmek için göze, işitmek için kulağa, düşünmek için beyne muhtaçken, artık bu aletlerin varlığına gerek duymadan görür, işitir, düşünür ve bilir. Rüyada olduğu gibi…

Berzah, "geçit" demektir ve berzah alemi, dünya ile ahiret arasında bulunan bir "bekleme salonu"dur. Ruhlar, orada kıyameti ve dirilişi beklerler. "münker ve nekir taifesinden" olan sorgu melekleriyle karşılaşma, ilk mahkeme, ilk ceza ve ilk mükafat burada gerçekleşir.

Berzah, başka bir tabirle kabir hayatı, hadisin ifadesiyle, "ya cennet bahçelerinden bir bahçe" veya "cehennem çukurlarından bir çukurdur." Ancak, burada azabın veya lezzetin muhatabı, cisimden mahrum kalan ruhtur. Kabir hayatından sonra, "mahşer"de, yeniden yaratılan bedenine döner, dünyada yaptıkları için o "büyük mahkeme"de hesap verir. Sonrası, cennet veya cehennemdir. Bu menzillerde lezzet de elem de hem cisimle hem de ruhla tadılır; dünyada olduğu gibi.

Kabirde Azap Şekilleri:

Şüphesiz kabirde herkesin azabı aynı olmayacaktır. Ve kimin ne şekilde azap çekeceğini de en iyi bilen Allah'tır. Ancak Peygamber Efendimiz (asm)'den gelen haberlerde bildirilen azap şekillerini şöyle sıralamak mümkündür:

a) Kabir Sıkması:

Hz. Aişe validemizden rivayet edildiğine göre Rasulullah (asm) şöyle buyurmuştur:

"Muhakkak kabrin bir sıkması vardır ki, eğer ondan kimse kurtulacak olsaydı Sa'd b. Mu'âz kurtulurdu."(2)

Kabir sıkması, kabrin iki yanının ölüyü sıkıştırmasıdır ve geneldir. Hadislerde istisna edilenlerden başka, mü'min olsun kâfir olsun, ister itaatkâr isterse âsi olsun, bundan hiç kimse kurtulamaz.(3) Öyleyse herkes mi kabirde azap görecek?

"Kabir sıkmasının aslı, kabrin ölüyü kucaklamasıdır. Çünkü insanlar topraktan yaratıldılar. Ve uzun müddet ondan ayrı kaldılar. Tekrar toprağa döndükleri zaman, evlâdından uzun müddet ayrı kalan ananın evladını kucakladığı gibi, toprak da onları sıkar. Ama mü'min ve itaatkâr olanları şefkatle, âsi olanları da kızarak, gazapla tabii."(4) Nitekim Hz. Aişe validemiz bir gün Rasul-i Ekrem (asm) Efendimize şöyle diyor:

"Ey Allah'ın Rasûlü, sen bana Münker ve Nekir'in seslerini ve kabir sıkmasını anlattığın günden beri hiçbir şeyden tat alamaz oldum."

Bunun üzerine Rasulullah (asm):

"Ey Aişe, Münker ve Nekir'in sesleri mü'mine, gözdeki sürme gibi gelir. Kabir sıkması da mü'mine, şefkatli bir ananın yavrusunun başını okşaması gibidir. Ama ya Aişe, şakilere (âsi olanlara) yazıklar olsun ki, onlar kabirlerinde düz ve sert taş üzerine yumurtanın çarpıldığı gibi sıkıştırılacaklardır."(5)

Yani kabir kendilerini öyle sıkacaktır ki, sert bir taşa çarpılmış yumurta gibi parçalanacaklardır.

Buna göre kabir herkesi sıkacaktır ama herkesi azap için sıkmayacaktır. Peygamber Efendimiz (asm), kabir suâli hakkındaki uzun hadislerinin sonunda suâle cevap veremeyen kâfir ve münafıklar için toprağa "Çullan onun üzerine." diye emir verileceğini ve toprağın onları, kaburga kemikleri birbirine geçinceye dek sıkıştıracağını ve bu azaplarının kıyamete dek süreceğini haber vermektedir. (6) Kabir sıkmasının devamı kabir azabıdır.(7) Ve bu sıkışla birlikte kâfirin kabri ateşle doldurulur.(8)

Kabir sıkmasından şu kişiler müstesnadır:

1) Peygamberler,

2) Fâtıma binti Muhammed,

3) Hz. Ali'nin annesi Fâtıma binti Esed (Hz. Peygamber onu kendi gömleği ile kefenlemiş ve dua etmiştir.) 

4) Bir defa da olsa, ölüm hastalığında İhlas Suresi'ni okuyan kimseler müstesnadır.(9)

Bunların haricinde herkesi kabri sıkacaktır. Hatta Rasulullah (asm)'in kızı Zeyneb'i(10) ve oğulları Kasım ve İbrahim'i bile.(11)

Hz. Enes, Rasulullah (asm) ile birlikte Zeyneb'in cenazesinde bulunduğunu ve Rasulullah (asm)i hüzünlü hüzünlü kabrin yanında oturur gördüğünü anlatır. Rasulullah (asm) göğe bakmağa başlar, sonra yere bakar ve hüznü artar. Başını yerden kaldırdığı zaman, hüznünün gittiğini ve tebüssüm ettiğini gördüklerini söyleyen Enes, bunun sebebini sorduklarında Rasulullah (asm), kabrin Zeynib'i sıkmasını düşünüp hüzünlendiğini ve bunu hafifletmesi için Allah'a yalvardığını ve duasının kabul edildiğini beyan ederler.(12)

Demek ki, kâfirlere kabir sıkması, kabir azabından bir çeşittir ve onunla azaplanmaktadırlar. Mü'minlere gelince onlar iki kısımdır: İtaatkâr olanlar ve âsi yani günahkâr olanlar. İtaatkâr olanlara kabirde azap yok, sadece kabir sıkması vardır. Âsi olanlar ise günahları derecesinde sıkılacaklar ve böylece azap çekeceklerdir.(13) Sa'd b. Mu'âz'ın sâlih bir kimse olduğu halde neden kabirde o derece sıkıştırıldığını soran yakınlarına Peygamber Efendimiz (asm):

"Bazen bevlden (küçük abdestten) temizlenmede kusur ederdi."(14)

demiştir ki, bu da kabir sıkmasının, bazı günahlardan dolayı azap için de vaki olduğunu gösterir.

Me'sur dualarda: "Ona kabrini genişlet...."(15) duyurulması da kabrin insanları sıktığına delâlet eder. Çünkü kabir insanları sıkıyor, bu sebeple ondan kurtarması için Allah'a dua ve niyazda bulunulmaktadır. Aksi halde bu şekilde dua edilmezdi.

Hz. Rasûlün (asm) getirdiği dini en iyi bilenlerden olan ve Peygamber Efendimiz (asm)'e halifelik yapmış olan Hz. Ömer'in vasiyyetine kulak verelim. Hz. Ömer demiştir ki:

"Kefenimi iktisatlı yapın. Çünkü eğer Allah katında benim bir mevkiim varsa, o elbette onu daha hayırlısı ile değiştirecektir... Kabrimi de iktisatlı kazın. Zira eğer ben Allah katında hayırlı isem, o kabrimi genişletecektir. Değilsem de siz ne kadar geniş kazarsanız kazın o, onu sıkıştıracaktır. Ta ki kaburga kemiklerim birbirine karışacaktır."(16)

Burada kabir sıkmasının, azap çeşitlerinden biri olduğu belirtilmektedir.

b) Tokmakla Vuruş:

Peygamber Efendimiz (asm) den Enes b. Mâlik yoluyla rivayet edilen kabir suâli hakkındaki hadisin sonunda kâfir ve münafıklar cevap veremeyince enselerine tokmakla vurulacağı haber veriliyor. Rasulullah (asm):

"...Sonra onun (kâfir veya münafığın) ense köküne öyle bir vurulur ve o (o vuruşun acısıyla) öyle bir feryad eder ki, onun feryadını, insan ve cinler hariç, kendisine yakın olan her mahluk duyar."(17)

buyurarak bunu anlatmaktadır. Hadisin Ebû Sa'id el-Hudri'den gelen rivayetlerinde ayrıca onlar için kabirlerinden Cehennem'e bir kapı açılacağı zikredilmekte ve tokmakla vurulduğunda feryadını, insan ve cin haricinde bütün mahlukâtın işiteceği kaydedilmektedir.(18) Bu vuruş, şüphesiz azap içindir ve azap çeşitlerinden biridir.

c) Cehennemlik Olan Kişiye Akşam-Sabah Cehennemdeki Yerinin Gösterilmesi:

Abdullah b. Ömer'den rivayet edilen bir hadisinde Peygamber Efendimiz (asm):

"Sizden biriniz vefat ettiğinde, sabah ve akşam ona kendi oturacağı makamı gösterilir. O kimse cennetliklerden ise, cennetliklerin makamlarından bir makam (yani kendisinin Cennet'te varacağı makam) gösterilir. Ve ona: Burası senin kıyamet gününde gönderileceğin makamdır (yerindir), denir." buyurmaktadır.(19)

Bu görme esnasında: "İşte senin yerin burasıdır." denmesi, cehennemlikler için en büyük azaptır. Çünkü bu gösterme akşam-sabah tekrarlanacağına göre ve kıyametin de ne zaman kopacağını Allah'dan başka kimse bilmediğine göre, kendisine Cehennem'deki varacağı yer gösterilen kişi, kabirde geçirdiği her dakikasını, her anını, kendisine gösterilen Cehennem azabına düştüm düşeceğim korkusuyla geçirecektir. Dünyada böyle korkulu geçen günlerimizi ve anlarımızı hatırlarsak, bunun insana ne derece ızdırap verdiğini daha iyi anlayabiliriz. Çıkış yollarını ateş sarmış olan bir binada mahsur kalmış bir kişiyi düşünelim.

Meselâ ateş binanın üst katlarına doğru yayılmakta, o ise ateş geldikçe daha üst katlara doğru kaçmakta ama ne kadar kaçarsa kaçsın ateşin mutlaka en üst kata da çıkacağını ve bütün binayı yakacağını bilmekte. Yahut ormanda bir yırtıcı hayvanın saldırısına uğrayıp da kaçmaktan başka hiçbir kurtuluş çaresi olmayan kişinin korkusunu düşünelim. Cehennem azabına düşmenin vereceği korku elbette bunlardan kat kat fazla olacaktır.

Abdullah b. Ömer'den rivayet edilen bu hadis yanında, kafirlere sabah-akşam kıyamet günündeki gidecekleri yer olan Cehennem azabının arz edildiğine, Firavun ve ailesi hakkında yukarıda geçen:

"...Onlar sabah-akşam ateşe arzedilirler.”(20)

âyeti de delildir.(21) Firavun ve ailesinin bu ateşe arz edilişlerini, onların ruhlarının, akşam sabah Cehennem (nâr) üzerinde uçan siyah kuşların ağızlarında olduğu şeklinde açıklayan rivayetlerde vardır.(22)

Her ne şekilde olursa olsun, onların akşamleyin ve sabahleyin Cehennem azabıyla azaplandıkları bir gerçektir.

İbn Ömer'den rivayet edilen hadis, Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde şu şekliyle yer olmaktadır:

"Kabrinde âdemoğluna sabah-akşam cennet veya cehennem'deki yeri arz edilir."(23)

Burada kişiye makamının arz edilişinin hem kabirde olacağı ve hem de mü'min, kâfir bütün insanlara olacağı açıkça zikredilmiştir ki, bu da varacağı yer Cehennem olanlar için azap çeşitlerinden biridir.

d) Yılan-Çıyan ve Haşerâtın Kabirde Ölüyü Isırması ve Sokması:

Peygamberimiz (asm), Tâhâ Suresi'ndeki:

"...Muhakkak onun için dar bir geçim vardır."(24)

âyetinin kabir azabı hakkında indiğini haber vererek:

"Allah'a yemin olsun ki, ona (kâfire) doksan dokuz tinnîn gönderilir (saldırtılır). Tinnîn nedir bilir misiniz? Her birinin dokuz başı olan doksan dokuz yılan. Kıyamet gününe kadar onun cismine üfürürler, sokarlar ve onu tırmalarlar."(25)

buyurmuştur. Ebû Sa'id el-Hudrî de: "Buradaki dar geçimden kasıt, doksan dokuz Tinnin'in (ejderhanın) onu kabrinde sokmasıdır." demiştir.(26)

Ebû Sâ'id el-Hudrî'den rivayet edilen diğer bir hadis-i şerifinde de Rasulullah (asm):

"Kabrinde kâfire doksan dokuz tinnîn (ejderha) saldırtılır ve kıyamet gününe kadar onu ısırırlar ve sokarlar ki, eğer onlardan birisi yeryüzüne üfleyecek olsa, orada hiçbir yeşillik kalmazdı." (27) buyurmaktadır.

Esma hadisinde ise, kabir suâllerine cevap veremeyecek olan kâfire musallat olacak hayvan hakkında:

"...Ona (kâfire) kabrinde, elinde düğümü ateşten olan, deve boynu gibi bir kırbaçla bir hayvan saldırtılır ki, Allah'ın dilediği kadar onu döğer. Kulakları da sağır olduğu için, onun sesisini (feryadını) duymaz ki ona acısın."(28) denilmektedir.

Yukarıdaki yılanlar için İbn Mes'ud "deve boynu gibi yılanlar" demektedir ki,(29) Türkçe de böyle büyük ve acayip yılanlara "ejderha" denilmektedir. Yılanların doksan dokuz tane olmaları hususunda ise, onların Allah'ın doksan dokuz ismini inkâr etmiş olmaları sebebiyle bu sayının doksan dokuz olabileceği -tabii kesinlikle böyledir denemez- söylenmektedir.(30) Şüphesiz bu azap insanın dünyadaki nankörlüğü ve kötülükleri nisbetinde olacaktır. Ve insana, hadis-i şeriflerde de ifade edildiği gibi, çok büyük acı verecektir. Ama bu azap gerçekten cismanî yılanlar ve ejderhaların sokmasıyla mı olacaktır? Öyle olsa onları görmemiz gerekmez mi? denirse, deriz ki: Azap, acı ve ızdırabın ulaşmasından ibaret olduktan ve bu ejderler de kabrinde insana bu acıyı tattırdıktan sonra, bunların herkese görünür olmasıyla olmaması arasında ne fark var ki?..

Hz. Âişe validemizden de bu hususta:

"Kâfire kabrinde kudurmuş akrepler saldırtılır ve onun etini başından ayaklarına kadar yerler. Sonra ona tekrar et giydirilir ve bu sefer de ayaklarından başlayarak başına kadar yerler ve böylece azap devam edip gider."(31)

dediği nakledilir. Buna göre kabirde haşere ve yılanların insanı yiyip sokması şeklinde de azap edilmektedir kâfirlere.

Bu gibi konularda insan için üç derecenin olduğunu belirterek İmam Gazzâli şöyle der:

"Birincisi, en doğru en açık ve en makbul derecedir ki; yılanın mevcut olup ölüyü soktuğunu, fakat bizim gözümüze bu gibi melekût âlemine ait şeyleri görme hassası verilmediği için bunu bizim göremediğimizi kabul etmendir. Nitekim âhirette müteallik bütün işler melekût âlemindendir. Sahabeyi görmez misin ki onlar Cebrail (as)'ı görmedikleri halde, nasıl onun Rasulullah (asm)'e geldiğine ve Rasulullah'ın onu gördüğüne iman ediyorlar. Eğer bunu da kabul etmiyorsan, meleklere ve vahye olan imanını düzeltmen gerekir önce. Yok eğer buna inandın ve ümmetin görmediğini Rasûlün görmesini caiz gördünse, ölü hakkında da durum aynıdır. Onu nasıl caiz görmezsin? (Yani ölü de bizim görmediğimizi görebilir)..."

"İkincisi, uyuyan kişinin durumunu düşünmendir ki o, rüyasında kendisini sokan bir yılan görüp acı duyuyor ve uykuda bağırıp terler içinde kalıyor. Bazen da yerinden fırlayıp kaçıyor ki, bunlar hep kendi içinde duyup da -tıpkı uyanıklık halindeki gibi- acı duyduğu şeylerdir. O bunları görür ve bu acılan çekerken sen onu sakin olarak görüyor ve onun etrafında yılan falan görmüyorsun. Halbuki onun hakkında (ona göre) yılan mevcut olduğu halde ve o ondan azap duyduğu halde, sana göre böyle bir şey yoktur (görülmüyor). Yılanın sokmasının acısı ve ızdırabı duyulduktan sonra bunun görülmeyen bir yılan olmasıyla görülen bir yılan olması arasında ne fark var ki?.."

"Üçüncüsü: Biliyorsun ki, yılan bizzat acı vermez. Ondan sana geçen zehirdir ve zehir de acı değildir. Acı olan ve sana ızdırap veren, zehirin sende meydana getirdiği eserdir. Şayet bu eser sende zehirsiz hasıl olsa, yine sana aynı ızdırap ve acıyı verir ve tesirini yapar. Fakat bu türlü bir azabı, âdette ve dış dünyada azap vermeye sebep olan şeylere izafe etmeksizin tarif etmek mümkün olmaz. Bu nedenle ölüm anında (yani kabirde) duyulan elem ve eziyyetlerin acısı -yılan aslında mevcut olmadığı halde- yılanın sokmasından duyulan acı gibi olduğundan, öyle ifade edilmiş olabilir."(32)

Gazzâlî'nin de ifade ettiği gibi, en makbulü birincisi olmakla birlikte, bu üç şekilden her hangi biriyle Allah'ın azab etmesi de mümkündür ve her halükârda azabın vukunu kabul etmemiz gerekir. Aksi halde Allah'ın kudretini inkâr etmiş oluruz. Niceleri vardır ki bunlardan bir türlüsüyle ve niceleri de iki türlüsüyle ve yine niceleri de vardır ki hepsiyle azap olunmaktadır.

e) Bazı Kötü Kimseleri Toprağın Kabul Etmeyip İbret Olsun Diye Dışarı Atması:

İmam Buhârî, Enes b. Mâlik'den naklen şöyle bir olay anlatır:

"Neccaroğullarından Hristiyan bir adam vardı. Müslüman olup Bakara ve Âl-i İrnrân surelerini okumuştu. Peygamber (asm)'a da vahiy yazardı. Bu adam irtidat ederek (İslâm'dan çıkarak) Hristiyanlığa döndü ve:

'Muhammed bir şey bilmez. Ancak benim kendisine yazdığım şeyleri bilir.'

demeğe başladı. Allah onu vefat ettirince, Hristiyanlar gömdüler. Fakat sabah olunca gördüler ki gömüldüğü yer onu dışına atmıştı. Bunun üzerine Hristiyanlar:

'Bu, Muhammed ile ashabının işidir. Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu din kardeşimizin ölüsünden kefenini soydular ve onu meydanda bıraktılar.'

diye iftira ettiler. Derin bir çukur kazarak onu oraya gömdüler. Fakat ertesi sabah, gömüldüğü yerin onu yine dışarı attığı görüldü. Hristiyanlar yine:

'Bu, Muhammed ile ashabının işidir. Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu din kardeşimizin ölüsünden kefenini soydular ve onu dışında bıraktılar.'

dediler. Bir yerde yine bir çukur kazdılar. Güçleri yettiği kadar derinleştirdiler. Fakat sabah olunca o yerin de onu dışarı attığı görüldü. Bunun üzerine Hristiyanlar, bu işin insanlar tarafından yapılmadığını anladılar ve onun ölüsünü açıkta bıraktılar.”(33)

Bazı rivayetelerde sadece Neccaroğullarından olduğu bildirileni(34) ve ismi belirtilmeyen bu adam öldüğünde, Peygamber Efendimiz (asm): "Yer onu kabul etmeyecektir."(35) buyurmuştur ve hakikaten de toprak kendisini kabul etmemiştir.

Bunun gibi daha başka münferit hadiseleri hepimiz duymuşuzdur. Peygamberimiz (asm) devrinde böyle bir olay cereyan ettiğine göre, demek ki bazı kimselerin toprak tarafından kabul edilmeyişi ve dışarı atılması doğrudur. Allahutealâ böylece, kabir ahvâlini inkâr edenlere, o âlemin gördüklerinden bambaşka bir âlem olduğunu ve kendi kafalarından olamaz dedikleri olayların orada olabileceğini tenbih etmiş oluyor.

f) Müminlerden Herkesin Günahına Göre Çekeceği Çeşitli Azaplar:

Peygamber Efendimiz (asm) Miraca çıktıklarında orada bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan insanlar gördüğünü ve Cebrail (as)'dan bunların kim olduklarını sorduğunda bunların, gıybet eden kimseler olduğunu öğrendiğini haber vermiştir.(36) Bu insanlar berzah âleminde bulunduklarına göre, demek ki gıybet ederek başkalarının etini yiyenler, berzahta bu şekilde azaplandırılmaktadırlar.

Ashaptan Semuretübnü Cündeb diyor ki; Rasulullah (asm) namaz kılınca yüzünü bize döner ve: "Bu gece sizden kim rüya gördü?" diye sorardı. Eğer rüya gören varsa anlatırdı o da maşaallah derdi.

Yine bir gün: "Sizden rüya gören var mı?" diye sordu. Biz "Hayır!" deyince kendisi:

"Fakat ben bu gece gördüm ki, iki adam gelip benim elimden tuttu ve beni Arz-ı Mukaddes'e (mukaddes yere) götürdüler. Bir de baktım ki bir adam, elinde bir demir çengelle ayakta durmuş o çengeli bir defa ağzının bir tarafından sokuyor, kafasına kadar varınca çıkarıp bir defa da diğer taraftan sokuyor. Bu sırada yüzünün öbür tarafının dağılmış olan etleri birleşiyor ve tekrar oraya çengeli takıyor (böylece devam ediyor). 'Bu nedir?..' dedim, 'Gel!..' dediler ve gittik."

"Ta ki kafası üzerine yatan bir adam gördük. Başucunda da elinde bir avuç dolusu taş olan bir adam vardı ki, onlarla o adamın başını yarıyor, vurduğu zaman, alması için taş yuvarlanıp tekrar o adama geliyor. Taş dönünceye kadar adamın (yarılmış olan) başı bitişiyor ve eski haline dönüyor. Adam tekrar taşı vuruyor. 'Bu nedir?..' diye sordum. 'Gel!..' dediler ve gittik."

"Ta ki üstü dar, altı geniş olan fırın gibi bir deliğe geldik. Altında ateş yanıyordu. Yaklaşınca neredeyse oradan çıkacak kadar yükseldiler. Ateş alçalınca tekrar oraya döndüler. O deliğin içinde çıplak kadın ve erkekler vardı. 'Bunlar kimdir?..' dedim. Yine 'Gel!..' dediler ve gittik."

"Ta ki ortasında ayakta duran bir adamın bulunduğu, kandan bir nehre vardık. Bir adam da elinde taşlar olduğu halde nehrin kenarında duruyordu. Nehirdeki adam oradan çıkmağa yönelince, kıyıdaki adam bir taş atıyor onun ağzına ve o eski yerine dönüyordu. Her çıkmak istediğinde böyle yapıyordu. 'Bu nedir?..' diye sordum. 'Gel!..' dediler."

"Ve içinde büyük bir ağaç bulunan yemyeşil bir bahçeye varıncaya kadar yürüdük. O ağacın köklerinde ihtiyarlar ve çocukları vardı. Bir de baktım ki, ağacın yakınında bir adam önündeki ateşi yakıyor. (Yanımdaki iki arkadaşım) beni ağaca çıkardılar ve şimdiye kadar daha güzelini hiç görmediğim bir eve girdirdiler ki, o evde adamlar, ihtiyarlar, gençler, kadınlar ve çocuklar vardı. Sonra beni oradan çıkartıp ağaca yukarı yükselttiler. Daha güzel ve daha faziletli bir eve getirdiler ki, orada da ihtiyarlar ve gençler vardı."

"(Arkadaşlarıma) dedim ki: 'Beni bu gece dolaştırdınız. Gördüklerimden haber verin.'

'Pekiyi!..', dediler ve devam ettiler: Gördüğün yanağına çengel takılan adam yalancıdır. Yalan söylerdi ve yalanına ufuklara yayılıncaya dek göz yumulur (müsamaha edilir) di. Ve işte ona kıyamet gününe kadar gördüğün şey (azap) yapılır. Gördüğün başı yarılan adam ise, Allah'ın kendisine Kur'an öğretip de gece uyuyan, gündüz de onunla amel etmeyendir. Ona da kıyamet gününe kadar o (azap) yapılır. O çukurda gördüklerin ise, zina edenlerdir. Nehirde gördüğün ise faiz yiyenlerdir."

"Ağacın kökünde gördüğün ihtiyar, İbrahim (as) idi. Etrafındaki çocuklar da insanların çocukları. Ateş yakan, Cehennem bekçisi Mâlik idi. Girdiğin birinci ev, bütün mü'minlerin evi idi. Bu ev ise şehitlerin evidir."

"Ben Cebrail'im. Bu (arkadaşım) da Mikâil'dir. Başını kaldır, dediler. Başımı kaldırınca, üstümde bulut gibi bir şey vardı. Dediler ki: 'O senin yerindir.' Dedim ki: 'Beni bırakın yerime gireyim.' Dediler ki: 'Senin daha tamamlamadığın ömrün var, onu tamamlayınca yerine gelirsin."(37)

Hz. Peygamber (asm)'in rüyası da sâdık (doğru) rüya ve vahiy hükmünde olduğu için, burada Peygamberimiz (asm)'in anlattıkları, şüphesiz Allah'ın ona gösterdiği berzah âlemine ait işlerdendir. Buna göre:

1) Ağzı çengelle yırtılmak,
2) Tepesi üstüne durup kafası taşla yarılmak,
3) Tandır gibi bir yerde ateşle azap edilmek ve
4) Kandan bir ırmak içinde, kıyıdaki bir adam tarafından taşlanmak da berzahta görülen azap şekillerindendir.(38)

Ayrıca kabirde insanların şekillerinin değiştirileceği ve dünyada yaptıkları kötülüklere göre, bu kötülükleri yapanların o kötülükte meşhur olmuş olan hayvanların şekline girecekleri ve bu şekilde azap görecekleri de söylenmektedir.(39) Hatta Rafızî olanların mezarları açıldığında, domuz şekline girmemiş olanlara pek az rastlanır, deniyor.(40) Ama bu şekil değişmesi hakkında hadislerde bir şey göremedik. Allah her şeye kadirdir ve dilediği kimselere dilediği şekilde azap da eder, mükâfat da verir. O'nun her şeye gücü yeter.

Kabir Azabının Devamlı veya Geçici Olması:

Önce şunu belirtmeliyiz ki, suâlden muaf olanlar kabir azabından da muaftırlar. Yani kabirde kendilerine  suâl sorulmayacağı haber verilenlere(41) kabir azabı da yoktur.(42)

Bunların dışındaki insanlar ise, önce mü'minler ve kâfirler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Mü'min olanlar da itaatkâr olan mü'minler ve âsi olanlar diye iki kısımdırlar. İtaatkâr olan, yani günahları olmayan, yahut da dünyadayken sağlam tevbeleri ve iyi amelleri ile günahlarını affettirmiş olan mü'minlere kabirde azap değil, nimet vardır. Âsi yani günahkâr mü'minlerle iman etmemiş olan herkese ise kabirde azap vardır.

Kabirlerinde azap göreceklerin azabı, ya kıyamete kadar devamlı olur yahut da geçici bir zaman için olup Allah'ın dilediği zaman kesilir. Azabı kıyamet gününe kadar devam edecek olanlar, iman etme şerefine erememiş olan kâfir, müşrik ve münafıklardır.

Kabirdeki azabı Allahutealâ'nın dilemesiyle kaldırılacak olanlar ise, âsi yani günahkâr mü'minlerin bazılarıdır ki,(43) günahları çok olan bir kısım günahkârların azabı da devamlı olacaktır.

Buna göre, kabir azabı iki kısımdır:

1) Devamlı olan: Bu, kâfirlerin ve mü'minlerden bazı günahı çok olan günahkârların azabıdır. Ve kıyamet gününe kadar hiç kesilmeden devam edecektir.

2) Devamlı olmayan: Bu da günahkâr mü'minlerden bazı günahı az olanların azabıdır ki, bunlar suçları miktarı azap gördükten sonra, yahut bir dua veya sadaka... vs. ile ya da sırf Allah'ın dilemesiyle onlardan azap kaldırılır.(44)

Peygamberimiz (asm) hürmetine cuma günü ve gecesi ile Ramazan ayında -kâfirler de dahil olmak üzere- kabirdekilerden azap kaldırılır. Kâfirler hariç, diğerlerine bir daha azap edilmeyeceği söyleniyorsa da(45) "Meşâriku'l-Envâr" müellifi Hasan el-Idvî, İmam Suyûtî'ye dayanarak bu görüşün makbul bir görüş olmadığını, âsi ve günahkâr mü'minlere cuma günü kaldırıldıktan sonra bir daha azabın dönmeyeceği hususunda bir delil bulunmadığını belirtmektedir.(46)

Kâfirlerin azaplarının kıyamet gününe dek süreceği hususunda âlimler müttefiktirler. Çünkü deliller bu yöndedir. Nitekim kabir suâli konusunda rivayet edilen hadislerden Ebû Hureyre'den nakledilen birinde münafık olanların azaplarının kıyamet gününe kadar devamlı olacağı açıkça zikredilmiştir. (47)

Yasin Suresi'nin:

"(Bir de ikinci defa) Sûr'a üfürülmüştür. Ne baksınlar, kabirlerinden Rabblerine doğru akın ediyorlar. 'Eyvah, başımıza gelenlere!.. Kim kaldırdı bizi uyuduğumuz yerden? İşte bu, O Rahman'ın vadettiği (kıyamet)... Doğru imiş o gönderilen peygamberler.' derler."(48)

âyetlerinin tefsirinde, Mukâtil b. Süleyman (v. 150/767) ve bazı müfessirler şöyle demişlerdir:

"Kâfirler azap olunmaktayken, birinci Sûr'a üfürülüp kıyamet kopacak ve onlar ikinci sura üfürülünceye dek azap olunmayacaklarından, azaplarını unutup kendilerini uykuda sanacaklar. Bu sebeple mahşerde toplanmak üzere diriltildikleri zaman: 'Bizi uyuduğumuz yerden kim kaldırdı?' diyecekler."(49)

Yoksa kabirde hiç azapları yoktu da uykudaydılar, rahattılar manasına değil.

Bu açıklamaya göre iki sûr arasında kâfirlerden bile kabir azabı kaldırılacaktır. İmam Sübkî de aynı âyetle delil getirerek iki sûr arasında kâfirlerden -peygamberi öldüren, peygamberin öldürdüğü yahut da peygamberle (peygambere karşı) savaşırken öldürülenler müstesna- azabın kaldırılacağını söylemektedir.(50) Fakat bu istisna ettiklerini neye dayanarak, yani hangi delile binaen istisna ettiğini belirtmemiştir.

Aynı âyet-i kerimeyi, kâfirler Cehennem azabını görünce, kabirde çektikleri azap hafif kalacağı için, onu uykuya benzetirler diye tefsir eden müfessirler de vardır.(51) Cehennem azabı en şiddetli azap olduğuna göre, kabir azabı onun yanında daha hafiftir tabii.

Günahkâr mü'minlerden bazılarının azaplarının kıyamete dek sürceğine, yani kabirdeki azaplarının devamlı olacağına ise Semüretübnü Cündeb'den rivayet edilen -yukarıda tam metnini vermiş olduğumuz- rüya hadisinde açık delâlet vardır. Çünkü orada Rasulullah (asm)'e Cebrail tarafından, gördüğü kişilerin, kıyamet gününe kadar aynı azabı çekecekleri söylenmiştir.(52) Bazı âsi mü'minlerin kabirde devamlı azap çekeceklerine bundan daha açık delil olmaz. Allah hepimizi muhafaza buyursun...

Dipnotlar:

1) Pezdevi, Ehl-i Sünnet Akaidi, terc Şerafeddin Gölcük, İstanbul 1980, s. 235, 237: es-Sâbûnî, Mâtürîdî Akaidi, terc. Bekir Topaloğlu, Ankara 1979, s. 185; Taftazânî, Şerhu'l-Akaid, s. 251; Tirmizi, Kıyâme, 26; Müslim, İman, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26; Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, Beyrut 1972, III, 29.
2) A b. Hanbel, Müsned, c. VI, s. 55, 98; Suyûti, Ş. Sudur, v. 177 a; Rodosîzâde, Muhammed b. Muhammed, Ahval-i Alemi Berzah v. 73 a; Hasan el-Idvî, Meşarikul Envar Fi Fevzi Ehlil İtibar, s. 30, Mısır, 1316 h.
3) el-Cisr, Hüseyin Ef. el-Husûnu'1-Hamîdiyye, s. 149.
4) Suyûti, Ş. Sudur, v. 47 a; Suyûti, B. el-Keîb, v. 145 a.
5) Beyhakî İsbatu Azabul Kabr . 39 a; Suyûti, Ş. Sudur, v. 47 a; Suyûti, B. el-Keîb, v. 145 a; İbn Hişam, es-Siretu'n-Nebeviyye, c. III, s. 262, Beyrut 1971.
6) Tirmizî, Sünen, Cenâiz, 70, c. II, s. 267.
7) İskilipli Atıf Hoca, Miratül İslam, s. 182.
8) A b. Hanbel, Müsned, c. V, s. 407.
9) H. el-Idvî, Meşarikul Envar Fi Fevzi Ehlil İtibar, s. 65, M. Kesteliyye, 1277 h.
10) Suyûtî, Ş. Sudur, v. 45 b.
11) H. el-Idvî, Meşarikul Envar Fi Fevzi Ehlil İtibar, s. 65, M. Kesteliyye, 1277 h.
12) Suyûtî, Ş. Sudur, v. 45 b.
13) Mahmud b. Ahmed b. Mes'ud, a.g.e, v. 440 b.
14) Suyûtî, Ş. Sudur, v. 177 a.
15)  H. el-Idvî, Meşarikul Envar Fi Fevzi Ehlil İtibar, s. 9, Mısır, 1316 h.
16) Suyûtî, B. el-Keîb, v. 147 a.
17) Buhârî, Sahih, Cenâiz, 66, c. II, s. 92; Cenâiz, 85, c. II, s. 102; Nesâi, Sünen. Cenâiz, 110, c. IV, s. 98; Ebû Davud, Sünen, Sünnet, 27, c. IV, s. 329; A b. Hanbel, Müsned, c. II, s. 126, 234.
18) A b. Hanbel, Müsned, c. III, s. 3-4; Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 26 a
19) Buhârî, Sahih, Cenaîz, 88, c. II, s. 103; Müslim, Sahih, Cennet, 17, c. IV, s. 2199; Tirmizî, Sünen, Cenâiz, 71, c. II, s. 267; lbn Mâce, Sünen, Zühd, 32, c. II, s. 1427; Nesâî, Sünen, Cenâiz, 116, c. IV, s. 107; Mâlik b. Enes, Muvatta", Cenâiz, 16, c. I, s. 239.
20) Mü'min, 40/46.
21) Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 29 b.
22) Kemâl b. Ebî Şerif, el-Müsamere Şerhul Müsayere, s. 226; Suyûtî, B. el-Keîb, v. 148b.
23) A. b. Hanbel, Müsned, c. II, s. 59.
24) Tahâ, 20/124.
25) Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 32 a; İbn Kesîr, Tefsir, c. III, s. 169; Gazzâlî, îhyâ, c. IV, s. 484.
26) Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 31 b.
27) A. b. Hanbel, Müsned, c. III, s. 38; Dârimî, Sünen, Rikâk, 94, c. II, s. 238.
28) A b. Hanbel, Müsned, c. VI, s. 353.
29) Suyûtî, Ş. Sudur, v. 55 a.
30) A Siracuddin, el-İman Bi’Avamil Ahireti ve Mevakıfihas. 67, dn.
31) Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 53 b.
32) Gazzâlî, îhyâ, c. IV, s. 484-485; Ayrıca bk. Muhammed Emin eş-Şhvânî, Şerhu Kavâ'idi'l-Akâid, v. 121 b-122 a.
33) Buhârî, Sahih, Menâkıb, 25, c. IV, s. 181-182; Ayrıca bk. Ab. Hanbel, Müsned, c. III, s. 120-121.
34) bk. Askalânî, Fethu'1-Bârî, c. VI, s. 625, Mektebetü's-Seleüyye,
35) A. b. Hanbel, Müsned, c. III. s. 121.
36) A. b. Hanbel, Müsned, c. III. s. 224.
37) Buhârî, Sahih, Cenâiz, 92, c. II, s. 104-105; Ayrıca bk. Buhârî, Sahih, Ta'bir, 48, c. VIII, s. 84-86; Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 36 a-36 b; Rodosîzâde, , Ahval-i Alemi Berzah, v. 71 a-73 a.
38) Bu konuda ayrıca bu kitabın "Kabir Azabına Sebep Olan Ameller" bölümüne bakınız.
39) bk. Muhammed Tevfîk, Kelâm-ı Asrı Hâzır, s. 17, elyazma, müellifin kendi nüshası, 1926 da te'lif edilmiş tek nüshadır.
40) bk. Erdoğan, Hüseyin Suudi, ölüm ve ötesi, s. 33.
41) Suâlden muaf olanlar için bu kitabın ilgili bölümüne bk.
42) el-Lukânî, İthaful-Mürid Bi Cevheretit-Tevhid, s. 223.
43) el-Cisr, Hüseyin Ef. el-Husûnül-Hamîdiyye, s. 149; Kemâleddinzade M. Nurullah Ef. El-İnayetur-Rabbaniyye fi-Tercemetil Kitabil-Husun Li Muhafazatil Akaidil İslamiyye, s. 174; bk. Mustafa Zihni, Sevabul Kelam Fi-Akaidil İslam .245.
44) el-Lukânî, İthaful-Mürid Bi Cevheretit-Tevhid, s. 222.
45) Mahmud b. Ahmet b. Mes'ud, Kalayıd Fi-Şerhil Akaid, v. 440 b; H. el-Idvî, Meşarikul Envar Fi Fevzi Ehlil İtibar, s. 77, M. Kesteliyye, 1277 h; İskilipli Atıf Hoca, Miratül İslam, s. 182.
46) Hasan el-Idvî, Meşarikul Envar Fi Fevzi Ehlil İtibar, s. 77, M. Kesteliyye, 1277 h.
47) bk. Tirmizî, Sünen, Cenâiz, 70, c. II, s. 267.
48) Yâsîn, 36/51-52.
49) Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 51 b.
50) Sübkî, Şifaus-Sikam Fi Ziyaretil Hayril Enam, s. 170.
51) bk. Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 51 b.
52) Hadis için bk. Buhârî, Sahih, Cenâiz, 92, c. II, s. 104-105; Ta'bir, 48, c. VIII, s. 84-86.

(bk. Prof. Dr. Süleyman Toprak, Kabir Hayatı)

5 Bir insan öldükten sonra cennet veya cehenneme gideceği hemen belli olur mu, yoksa kıyamet koptuktan sonra mı belli olur? Ne zaman sorguya çekilir?

Kabir alemi gaybi bir konudur. Bu bakımdan o alemdeki hesap ve sorgu sualin mahiyetini Peygamberimizin (asm) anlattığı şekilde bilmekteyiz.

Kişi vefat ettikten sonra kabirde münker ve nekir tarafından sorgu suale çekilir ve eğer mümin ise kabri cennet bahçesine döner. Şeyet cehennemlik ise kabri cehennem çukurlarından bir çukur haline gelir.

İnsanlar kabir aleminden sonra mahşer meydanına gönderilecek ve orada amellerinden dolayı hesaba çekilecektir.

İnsanlar mahşerde hesaba çekilir ve amellerine göre defterleri sağından, solundan verilir. Ondan sonra sırattan geçerler. Cennetlikler cennete gidecek, cehennemliklerse cehenneme düşecektir.

İnsan, iyilik ve kötülüğe kabiliyeti dolayısıyla varlıklar arasında en mükemmel mevkie çıkabildiği gibi, en düşük dereceye de düşebilmektedir. Böyle bir fıtratta yaratılan insanın elbette bütün yaptıklarının kaydedilmesi gerekir. Her şeyi muhafaza eden Cenab-ı Hakk'ın hafıziyeti, amel ve fiillerinin muhafazasını gerektirir. Muhafaza edilen bu amellerin adalet terazisinde tartılması, ona göre hakkında mükâfatın veya cezânın verilmesi zarurîdir.

İşte bu hakikata işaret eden âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:

"O gün amelleri tartacak terazi haktır. Kimin sevapları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimin de sevapları hafif gelirse, işte onlar âyetlerimizi inkâr ettiklerinden dolayı kendilerini ziyana sokanlardır."1

Amellerinin tartılmasında İlâhî adaletin bütün haşmeti ile tecelli edeceğine işaret eden,

"Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez."2

meâlindeki âyet-i kerimede de yine bu hakikat dile getirilmektedir.

O halde kıyamette Allah insanların amellerini tartarken, iyi veya kötü oldukları hükmünü açıklarken, iyilik ve kötülüklerin ağırlığına göre yapacaktır. Lem'alarda, Allah'ın haşirde büyük mizanı ile insanların amellerini tartacağı ve iyiliklerin kötülüklere galibiyeti veya mağlubiyeti noktasında hükmedeceği meselesi yukarıda geçen âyet-i kerimeye dayanmaktadır.3

İtikad ile ilgili bütün kitaplarımızda âhirette amellerin tartılması meselesinin hak olduğu açıkça kaydedilmektedir. Fakat bu tartının mahiyetini dünyadaki ölçülerimizle ifade etmemiz mümkün değildir. Ancak şurası muhakkaktır ki, Cenâb-ı Hak bütün insanların amellerinin muhasebesini en kısa zamanda halledip, iyilik ve kötülüklerini ortaya çıkaracaktır. Bu hususta Muhammed Ali es-Sâbunî şöyle der:

"Amellerin, iyilik ve kötülüklerin bizzat tartılması akıldan uzak bir hadise değildir. Modern ilimler, sıcağı, soğuğu, rüzgârı ve yağmurları ölçtüğü halde, sonsuz kudret sahibi olan Cenab-ı Hak insanların amellerini tartmaktan âciz mi olur?"4

Buna rağmen, amellerin nasıl tartılacağı hususunda kesin bir şey söylememiz mümkün değildir. Çünkü ahiret ve cennet ahvâli bu dünyadaki ölçülerimizle ifade edilemez. Nitekim el-Bidaye'de şöyle denmektedir:

"Mizân (tartı aleti) amellerin miktarlarını tesbite yarayan bir şey olup, akıl onun mahiyetini bilmekten âcizdir. Dünya terazilerine benzetilmesi mümkün değildir. Bu hususta nakle (Kur'ân ve hadisteki naslara) teslim olmak en selâmetli yoldur."5

O halde Cenab-ı Hak amelleri mutlaka tartacaktır. Keyfiyetini bilmediğimiz bir mizan ile insanların iyilik ve kötülüklerini tartacak, muhteşem adaletini tecellî ettirecektir. Şayet iyilikler fazla, kötülükler az olursa o kimse ehl-i necat olur; tersi ise, azaba müstahak olur. Fakat Allah, rahmeti ile yine affedebilir. İmanı var, fakat günahı da varsa cezasını çektikten sonra yine cennete girer. Allah'ın sonsuz rahmetine mazhar olur.

Bununla beraber amellerin tartılmasının, hesaba çekilmenin kolay olmadığını Resulullah Efendimizin (a.s.m.) bazı hadislerinden anlamaktayız. Dualarında sık sık "Allah'ım, bana hesabımı kolaylaştır." buyurduğu rivayet edilmektedir.

İnsanın o gün Allah'ın rahmet ve mağfiretine daha çok muhtaç olduğu, hesap esnasında Onun rahmetinin sonsuz genişliği olmasa, insanın zor durumda kalacağını yine hadis-i şeriflerinden anlamaktayız.6

Hülâsa, o gün amel defterindeki her muamele en ince noktalarına kadar hakkıyla tartılıp, herkesin kâr ve zarar bilançoları çıkarılıp hesapları kapanacaktır. İyilikleri kötülüklerinden, kârları zararlarından fazla çıkarsa o kimse kurtuluş ehli olacaktır. Sevapları günahlarından eksik çıkarsa o kimse zarara uğrayacaktır.

Mü'mine düşen vazife, iyilikleri kötülüklerine, kârları zararlarına galebe çalacak şekilde ameller yapması, ona göre hesap gününe iyi hazırlanmasıdır. Ve "Allah'ım, hesabımı kolaylaştır." diyerek Allah'a yalvarmasıdır.

Kaynaklar:

1. A'raf Sûresi, 8.
2. Nisa Sûresi, 40.
3. Lem'alar, 81.
4. Safvetü't-tefâsir , I/437.
5. el-Bidaye fîusuli'd-dîn, 92.
6. Müsned, VI/48.

6 Bir mezara birden fazla cenaze defnedilebilir mi? Çok katlı, asansörlü, ranzalı mezar caiz midir?

Normal şartlarda bir kabre, yalnız bir cenaze defnedilir. Önce defnedilmiş olan cenaze, tamamen çürüyüp toprak haline gelmedikçe, bir zarûret olmaksızın kabrin açılması ve bu kabre ikinci bir cenazenin defni caiz değildir. Cenaze çürüyüp toprak haline geldikten sonra ise, aynı kabre başka bir cenaze defnedilebilir. Daha önce defnedilen cenazenin çürüdüğü kanaatiyle mezar açıldığında çürümeyen bazı kemikler bulunursa, bu kemikler bir tarafa çekilip araya topraktan bir set yapmak suretiyle ikinci cenaze defnedilebilir.

Bir kabre birden fazla ölü koymak mekruhtur. Ancak salgın hastalık, savaş, deprem, sel felâketi gibi durumlarda, ölü sayısı fazla olur da her biri için ayrı bir kabir hazırlamak güçleşirse, o takdirde iki üç kişiyi bir kabre defnetmekte kerahet yoktur.

Karışık şekilde bir defin yapılıyorsa, o takdirde önce erkek yüzü kıbleye gelecek şekilde konur, onun arkasına erkek çocuğu onun arkasını da kadın konulur. Aralarında da fasıla bulunsun diye toprak konulur.

Bir kabre konulan bir kaç erkek ise, takva yönünden daha çok bilinenine öncelik tanınır. Bunda eşit olurlarsa, en faziletlisi önce defnedilir. Birkaç kadın ise yine aynı ölçülere göre defnedilir.

Çok katlı mezar yapılması dinen uygun mudur?

Yer darlığı ve ekonomik zaruretler nedeniyle, bölümleri birbirinden beton ve ayrıca toprak tabakayla ayrılmış katlı mezarlar yapılmasında ve bunlara cenaze defnedilmesinde dînen bir sakınca yoktur.

Mezar başka bir yere nakledilebilir mi?

Kabrin olduğu yerden yol geçmesi, kabrin su altında kalması veya kabrin bulunduğu yerin başkasına ait olup sahibinin orada cenaze defnine izninin bulunmaması gibi zorunlu bir durum bulunmadıkça, cesedin başka bir mezarlığa nakledilmek üzere, defnedildiği yerden çıkarılması dinen caiz değildir.

Bu konuda ölenin vasiyetinin bulunması, mezarın yakınları tarafından ziyaret edilmesinin çok zor olması, yolunun olmaması gibi hususlar, kabrin nakli için geçerli mazeret sayılmaz.

7 Ayakta idrar yapmanın günahı var mı? İnsan öldükten sonra kabir azabının ayakta idrar yapmakla başlayacağı doğru mu?

İdrarı ayakta yapmak günah değildir. Ancak ayakta idrar yapan kimselerin üzerlerine necasetin sıçraması ve bulaşması ihtimali yüksektir. Bu durum da ibadetlerine zarar verebilir. Peygamber Efendimiz (asm) bu konuya dikkat çekmek için ikaz ve uyarıda bulunmuştur. Yoksa necaset bulaşmadan ayakta idrar yapmak günah olmaz. Bununla beraber oturarak tuvalet ihtiyacını gidermek hem adaba uygundur hem de sağlık açısından daha faydalıdır.

Buhari ve Müslim, Abdullah b. Abbas (r. a)’ın şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir: Rasulullah (asm) iki kabrin yanından geçti ve şöyle buyurdu: “Bu kabirlerde yatanlar azap görmektedirler. Ama büyük bir şeyden dolayı azap görmüyorlar.” Rasulullah (asm) daha sonra sözüne şöyle devam etti: “Evet bunlardan birisi, insanlar arasında söz taşırdı. Diğeri ise bevlinden (idrarını üzerine sıçratmaktan) sakınmazdı." (Buhari, Vudu, 56; Müslim, Taharet, 34; Nesai, Cenaiz, 166; Diğer rivayetler için bk. Beyhaki, Ebû Bekir Ahmed b. el-Hüseyin, “İsbatü Azabi’l-Kabr ve Suali’l-Melekeyn”, Mektebetü’t-Turas, Kahire trs s. 115)

İlave bilgi için tıklayınız:

Ayakta bevletmenin dinen ve tıbben sakıncası var mıdır?..

8 Vefat eden akrabalarımız veya tanıdıklarımız bizlere ziyarete gelirler mi?

Bedenler genellikle çürüyüp toprak olduğu ve ruhlar baki kaldığı için "ruhlar alemi" de denilen ölümden sonraki hayat, gaybi konulardandır. Hayatta olan insan ile berzah alemine göçmüş olan kişi ayrı ayrı alemlerdedir. Berzah alemindekilerin de kendilerine göre bir hayatı vardır, lezzetleri, elemleri, ferah ve sevinçleri hisseder. Fakat henüz madde aleminde bulunanlar ruhun bedenden sonraki hayatını ve orada kişinin neler hissettiğini, nelerle karşılaşacağını normal duyularıyla hissedip bilemez. Bu hususu, ancak ilahi gerçeklere vakıf olan Peygambermiz (asm)'den öğreniriz.

Mümin ruhların berzah aleminde birbirleriyle görüştüklerini Peygamberimiz (asm)'in hadislerinden anlamaktayız. Ayrıca ölülerin hayattakilerden haber aldıkları ve kabirlerinin başına giden kimseleri gördükleri yine rivayetlerde vardır. Onlar için yapılan dua ve manevi hediyelerin kimlerden geldiğini bilebilirler. Mümin ruhlar nimet içinde oldukları için ve ruhları serbest oldukları için serbest dolaşabilirler. Ancak kafirlerin ruhları ve günahları fazla olan müminlerin ruhları azabla meşguldurlar.

Ölülere Kur'an okunduğu zaman veya normal zamanlarda eve gelmeleri mümkün olabilir. Ancak bu her ölü için söylemek zordur.

Ölülerin Berzah Aleminde Birbirleriyle Görüşmeleri:

Berzah alemindeki ruhlar iki kısımdır: Nimet içinde olanlar ve azapta olanlar. İbnü'l-Kayyim'in açıklamasına göre azapta olan ruhlar birbirleriyle görüşmeye fırsat bulamazlar. Onlar bir nevi tutuklu gibidirler. Ama tutuklu olmayıp serbest olan, yani nimet içindeki ruhlar birbirleriyle buluşup görüşürler, birbirlerini ziyaret ederler. Dünyadaki olmuş ve olacak şeyleri müzakere ederler. Her ruh, amelde kendi dengi ve kendi derecesinde olan arkadaşlarıyla beraber olur. Hz. Peygamber (asm)'in ruhu ise Refiku'l-A'lâ (en yüksek mertebe) dadır.

Nisa Suresi'nde:

"Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar."(1)

buyrulmuştur ki, bu beraberlik dünyada, berzahta ve âhirette olmak üzere üç yerdedir. Bu üç âlemin hepsinde de kişi sevdiği ile beraberdir.(2)

Bu âyet-i kerimede ruhların berzah âleminde birbirlerine kavuşacakları haber verilmektedir. Çünkü bu âyetin iniş sebebi olarak şöyle bir olay anlatılmaktadır:

Ashaptan biri, öldükten sonra Hz. Peygamber (asm) in makamının kendilerinden çok yüce olacağını ve Hz. Peygamber (asm)'den ayrı kalacaklarını düşünerek üzülmüş ve ağlamış. Üzüntüsünün sebebini soran Hz. Muhammed (asm)'e: "Biz dünyada senden ayrılmaya hiç tahammül edemiyoruz ya Rasulullah. Öldükten sonra senin merteben bizden yüce olacağı için seni göremeyeceğiz. Senin ayrılığına nasıl tahammül edebiliriz?" diye derdini açar. Bu olay üzerine yukarıdaki âyet nâzil olmuş(3) ve Allah'ı ve Rasulullah'ı sevenlerin berzah âleminde ve âhirette de, dünyadaki gibi, Hz. Rasûl (asm) ile birlikte olacakları bildirilmiştir.

Allah Tealâ ÂI-i İmrân Suresi'nde şehitlerin diri ve Rabbleri indinde rızıklanmakta olduklarını, arkalarında bulunanlara da korku ve üzüntü olmadığının müjdelenmesin! istediklerini, Allah'ın nimet ve keremiyle sevinç duyduklarını haber vermiştir.(4) Bu âyet-i kerime de berzah alemindeki ruhların birbirleriyle buluşup konuştuklarına delâlet eder. Çünkü âyette geçen "yestebşirûn" kelimesi, "müjde verilmesini isterler" anlamına geldiği gibi, "sevinirler ve birbirlerini müjdelerler" manasına da gelir.(5) Birbirlerine müjde verdiklerine göre demek ki birbirleriyle görüşüp konuşmaktadırlar.

Ebu Hureyre, Rasulullah (asm)'in:

"Muhakkak cennet ehli orada (cennette) birbirlerini ziyaret ederler."

buyurduğunu söylemiştir.(6)

Mü'min ruhlarının berzah âleminde Cennet'te olacakları bildirilmiştir. Buna göre bu hadis-i şerifteki Cennet ehliyle, berzah âleminde Cennet'te olanlar kastedilmiş olabilir. Hadisin bu şekilde anlaşılmasını, Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hâni'den (40/ 660) rivayet edilen şu hadis de doğrulamaktadır: Ümmü Hâni bir gün Hz. Peygamber (asm)'e şöyle soruyor: "Ölünce de birbirimizi görür ve ziyaretleşir miyiz?" Rasulullah (asm)'in cevabı şudur:

"Ruh, cennet meyvelerinden yiyen bir kuş olur. Kıyamet günü olunca da her ruh kendi cesedine girer."(7)

Bu cevaptan da anlaşılan, mü'minlerin ruhlarının Cennet'te birbirleriyle görüştükleridir.

İbn Ebi'd-Dünyâ'nın naklettiği bir haberde de Rasulullah (asm) e: "Ölüler birbirini bilir mi?" diye sorulunca Rasulullah (asm)'in cevabı:

"Evet, nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki onlar, kuşların ağaçların tepelerinde birbirlerini bildiği (tanıdıkları gibi) birbirlerini bilirler."

şeklinde olmuştur.(8) Bu soruyu ashaptan Bişr b. Berâ' b. Ma'rûr'un annesi sormuş ve ölülerin birbirleriyle tanışıp biliştiklerini öğrenince hemen Beni Seleme'den ölmek üzere olan birinin yanına varıp, oğlu Bişr'e onunla selâm göndermiştir.(9) Hadisin bir diğer rivayetinde Cennet'te kuşlar gibi birbirleriyle buluşup tanışacak olan ruhların "iyi ruhlar" oldukları zikredilmiştir.

Ashaptan Büâl b. Rebâh (v. 20/641) vefat edeceği zaman hanımı ah, vah etmeye başlar. Hz. Bilâl ise: "Ne büyük neşe ne büyük sevinç. Yani sevgililere, Muhammed'e ve onun gurubuna kavuşacağım." demeye başlar,(10) Burada Bilâl berzahta Rasulullah (asm)'e ve ashabına kavuşacağını ve tıpkı dünyadaki gibi, orada da onunla bir arada olacaklarını müjdelemektedir.(11) ve hanımının ah, vah edip üzülmemesi gerektiğini, aslında sevinmesi gerektiğini hatırlatmaktadır bu sözüyle.

Beyhakî'nin hasen bir senetle İbn Abbas'dan tahric ettiği kabir suâliyle ilgli bir hadis-i şerifte, kabirdeki sorgulama sırasında iyi cevap veren mü'minin ruhunun diğer mü'minlerle beraber olacağı haber verilmiştir.(12)

Yine Beyhakî'nin "Şu'abu'l-İman" da Ali b. Ebi Tâlib'den tahric ettiği haberde Hz. Ali (ra) şöyle demiştir:

"İki mü'min ve iki kâfir dost vardı. Bunlardan mü'min olanların biri öldü. Cennetle müjdelenince arkadaşını hatırlar ve: 'Allah'ım, benim falan arkadaşım bana her zaman sana ve Rasulûne itaati emreder, hayırla tavsiye eder, kötülükten nehyederdi...' diyerek onun kendisinden sonra sapıtmaması ve kendisine verilen nimetlerin ona da verilmesi için dua eder. Sonra öbür arkadaşı da ölünce ruhları bir araya gelir ve birbirlerine: 'Ne güzel kardeş, ne güzel arkadaş ve ne güzel dost.' derler."

"Kâfir olan iki arkadaştan birisi ölüp de azapla müjdelenince diğer arkadaşını hatırlayıp şöyle der: 'Allah'ım, arkadaşım bana hep sana ve senin Rasulûne isyanı emrediyor, kötülüğü yapıp iyiliği yapmamamı söylüyordu. Allah'ım, onu benden sonra hidayete erdirme ki, benim gördüğüm azabı o da görsün ve bana kızdığın gibi ona da kızasın.' Sonra diğeri de ölür, ruhları bir araya gelince birbirlerine: 'Ne kötü kardeş ve ne kötü arkadaş.' derler."(13)

Bundan da iyi ve kötülerin ruhlarının berzahta birbirleriyle buluştukları anlaşılmaktadır.

Ebû Katâde ve Câbir'den tahric edilen ölülerin kefenlerinin güzel yapılması ile ilgili hadis-i şerifin Suyûtî ve Beyhakî tarafından rivayet edilen şeklinde: "Muhakkak ki onlar kabirlerinde birbirlerini ziyaret ederler." cümlesi de yer almaktadır.(14)

Beyhakî "Şu'abu'l-Iman" da Ebu Katâde'den (54/673) hadisi naklettikten sonra bu hadisin şehitler hakkındaki onların rızıklandırıldıklarını haber vererir Âl-u îmrân, 3/169-170 âyetiyle mutabakat arzettiğini söylemiştir. (15)

Rasulullah (asm)'in Miraç Gecesi'nde semâda Hz. Âdem (as) ile karşılaştığında Hz. Âdem (as)'in sağ ve solunda bir takım karartılar görmesi ve bunların kimler olduğunu sorunca, cennetlik ve cehennemlik olanların ruhları olduklarının bildirilmesi de(16) berzahta iyi ve kötülerin -Hz. Ali'nin de dediği gibi- bir arada olacaklarına delildir.

Ruhların berzah âleminde birbirleriyle görüştükleri ve konuştuklarının bir delili de ölümü müteakip semâya yükseltilen mü'min ruhunun rahmet ehli tarafından karşılanıp, dünyadan ve dünyadakilerden haber soracaklarını bildiren hadis-i şeriftir. Ebu Eyyûb el-Ensârî'den rivayet edilen hadis-i şeriflerinde Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

"Mü'minin ruhu kabz olunca onu Allah katında rahmet ehli karşılarlar."(17) 

Müminlerin ruhları, gelen müminin ruhuna birinizin uzaktaki sevdiği birine kavuşmasından daha çok sevinirler ve o şekilde karşılarlar ve falan filan nasıldır, diye sorarlar.

(Bu esnada yeni ölmüş olanın ruhunu getiren melekler) derler ki:

- Onu bırakın, fırsat verin de bir dinlensin. Çünkü o büyük bir sıkıntı içinde idi. Ona:

- O benden önce ölmüştü, derse;

- İnnâ Lillâh ve İnnâ İleyhi Râci'ûn (biz Allah'a aidiz ve yine ona döneceğiz), ebedi kalış yeri olan Hâviye'ye (kızgın ateşli cehenneme) gitmiş. O ne kötü yer ve ne kötü terbiyecidir, derler.(18)

Bu hususta Abdullah b. Mübârek'in de şöyle dediği rivayet edilir: "Kabir ehli haberleri beklerler. Bir ölü oraya gittiği zaman ona falan ne yaptı, filan ne yaptı diye sorarlar. Birisi için: "O öldü, size gelmedi mi?" deyince: "İnnâ lillâh ve İnnâ İleyhi Râciûn" derler ve: "Bizim yolumuzdan başka yola gitti o." diye ilave ederler."(19)

Tabiinden Sa'id b. el-Müseyyeb (v. 94/712) de:

"Bir adam öldüğü zaman (daha önce ölmüş olan) çocuğu onu, seferden dönen gaibin karşılandığı gibi karşılar." demiştir.(20)

Ölülerin berzahta birbirleriyle görüştüklerini ve yeni ölüp de aralarına katılanlardan haber aldıklarını bildiren bu hadis ve haberleri, evlât, torun ve yakın akrabaların amellerinin kabirdeki baba ve yakınlarına arz olunacağını, onların da amelleri kendilerine arz edilen akrabalarının iyiliklerinden ötürü sevineceklerini, kötülükleri sebebiyle de üzüleceklerini bildiren haberler de desteklemektedir.

Kabir ehli, geride bıraktıkları akraba ve arkadaşlarının yaptıkları işlerden haberdar olup, iyi amellerinden ötürü sevinir, kötülüklerine de üzülürler. (21) Mücâhid'in bu hususta şöyle dediği sahih rivayetle gelmiştir: "Kişi kabrinde kendinden sonra çocuğunun iyilikleri (salahı) ile müjdelenir."(22)

Sa'id b. Cübeyr'in (v. 95/714) de şöyle dediği rivayet edilir:

"Muhakkak ki ölülere dirilerin haberleri gelir. Daha önce bir yakını ölmüş, olan hiç bir kimse yoktur ki ona geride kalan akrabalarının haberleri gelmesin. Eğer gelen haber iyi ise sevinir ve ferahlar; kötü ise o zaman da üzülür."(23)

Ashaptan Ebu'd-Derdâ (v. 32/652) da şöyle dua ederdi: "Allah'ım, ölülerimin rezil olacağı bir iş yapmaktan sana sığınırım.''(24)

Abdullah b. Mübarek de ashaptan Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Dirilerin amelleri ölülere arz olunur. Eğer bir iyilik görürlerse sevinir, birbirlerine müjdelerler; bir kötülük görünce de Allah’ım onu ondan geri çevir, derler."(25)

Yukarıdaki yeni gelen ölüden haber sormalarından da anlaşılacağı üzere, ölülerin dirilerden bizzat haberdar olduklarını -Allah'ın diledikleri müstesna- söyleyemeyiz. Bu sebeple buradaki haberdar oluşlarını, yeni gelen ve aralarına katılanlardan öğrenirler şeklinde anlıyoruz. Yeni gelenlerden haber alışları da, ruhların berzahta birbirleriyle görüşüp konuştuklarına delâlet eder.

Ölmüş olanların ruhları, berzah âleminde birbirleriyle görüşüp konuşuyorlar. Acaba henüz ölmemiş ve dünyada yaşamakta olanların da berzahtakilerle görüşüp konuşmaları mümkün müdür? Ve ölülerin dirilerle bir takım münâsebetleri var mıdır? Şimdi de bu husus üzerinde duralım:

Hayattakilerin Berzahtakilerle Görüşmeleri:

Henüz hayatta olanların berzahtakilerle görüşmeleri uyanık ve uyku halinde olmak üzere iki şekildedir.

Uyanıkken görüşmenin en büyük misâli ve olabilirliğinin delili, Rasulullah (asm)'in Miraç'ta bazı peygamberlerin ruhlarıyla karşılaştığını haber veren ve kabir ziyaretini öğreten hadislerdir.

Cenab-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de, Hz. Muhammed (asm)'e hitaben:

"Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerden sor ki; biz, Rahman'dan başka ibadet olunacak ilâhlar yapmış mıyız?"(26)

buyurmaktadır. Müfessirlerden bir kısmı buradaki sorma fiilinin sadece İsrâ ve Miraç gecesine has olduğunu söylerken,(27) bazıları da her istediği zaman Allah Tealâ'nın Rasulullah (asm)'e önceki peygamberlerle konuşma imkânı verdiği şeklinde tefsir etmişlerdir. Bu ikinci görüşte olanlara göre âyetteki mutlak lafzı (sözü), İsrâ ve Miraç gecesi ile takyid etmek (kayıtlamak) hatalı bir te'vil olur. Ve âyetin olduğu gibi anlaşılıp, her istediği zaman Rasulullah (asm)'e bu imkânın verileceğini söylemek daha isâbetlidir.(28)

Hz. Peygamber (asm)'in önceki peygamberlerle daha kendisi hayatta iken görüşmesi, vukuu mümkün olan işlerdendir. Ve Allah'ın kudretine göre bunda hiç bir zorluk yoktur. Allah Tealâ görüştürünce de bu olay gerçekleşmiştir ki, Hz. Peygamber (asm) Miraç gecesinde, uyanık halde iken diğer peygamberlerin ruhlarıyla Beytü'l-Makdis'de (Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'da) bir araya gelmiştir. Daha sonra semâvât (gökler) âleminde de onlardan bazıları ile bir araya gelip konuştuğuna sahih haberler delâlet etmektedir,(29)

Yine Hz. Ömer (ra)'den rivayet edilen bir hadisinde Rasulullah (asm), Hz. Musa (as)'in Allah Tealâ'ya dua edip, Hz. Adem (as) ile görüşmeyi dilediğini ve Yüce Allah'ın, henüz hayatta iken ve uyanıkken, Adem (as)'ı Hz. Musa (as)'a gösterip ve birbirleriyle konuşmuş olduklarını haber vermiştir.(30)

Peygamberlerden başkasının hayattayken ve uyanıkken berzahtakilerle görüşmeleri ise ancak Allah'ın ikram ettiği kimselere nasip olmuştur ki, bu hususta Allah'ın veli kullarının, Hz. Peygamber (asm) ve bazı büyük zevatla görüştüklerine dair pek çok olay anlatılmaktadır.(31)

Kabir ziyaretinde ziyaret edene "zâir", ziyaret edilene "mezür" denilmesi de, ziyaret edilenin ziyaret esnasında ziyaretçisini duyup bildiğine delidir. Çünkü ziyaret edilen, ziyaretçisini bilmezse buna "mezûr = ziyaret edilen" denmez. Kaldı ki, Peygamberimiz (asm) ziyaret adabını öğretirken, kabristana varınca ölülere selâm verilmesini öğretmişlerdir ki, bu da onların dirilerle olan münâsebetleri cümlesindendir.(32)

Hayattakilerin berzahtakilerle rüyada görüşmeleri ise, İbnu'l-Kayyim'in belirttiğine göre, nübüvvetin bir parçası olan sâlih rüyalardandır ve ilim ifade eder.(33) Erzurumlu İbrahim Hakkı da:

"Ölüleri rüyada hayırla veya şerle görmek, onların halini aynen bilmektir. Bu, ölünün halini bildirmek veya uyanık olmayı sağlamak içindir..."(34)

diyerek, ölüleri rüyada görmenin, sâdık rüyalardan olduğuna işaret etmiştir.

Rüya ya da keramet yoluyla -peygamberlerden gayri için- olan bu görüşmeler ve görülenler, kelâm âlimlerine göre umum için değil, ancak sahibi için (gören kişinin kendisi için) delil olabilir. Ancak bizim burada onlardan bahsedişimiz, sadece imkânını belirtmek içindir.

Hayattakilerle berzahtakilerin rüyada görüşmeleri, ikisinden birinin arzusu ve bazı gayeler için bu görüşmeyi Allah Tealâ'dan istemesiyle Allah'ın bir lütfü olarak meydana gelmektedir. Hayattakilerin görüşmeyi istemesine -hepimizin en büyük arzusu olan ve pek çok mü'mine nasib olan- Hz. Peygamber (asm)'i rüyada görmek istemeyi, ya da çok sevdiğimiz yakınlarımızdan âhirete göçmüş olanları rüyada olsun görmek isteyişimizi misâl verebiliriz.

İbnü'l-Kayyim diyor ki:

"Rüyada ölülerle buluşmak ve onlarla bazı haber alışverişinde bulunmak; falan yerde hazine var, filan yerde şu var, falan iş şöyle olacak, filan zamanda bize geleceksin...gibi haberler vermeleri ve bunların da aynen çıkması, bu buluşmanın gerçekliğini ifade eder."(35)

Rivayete göre Ashab-ı kiramdan Sa'b b. Cessâme ile Avf b. Mâlik (v. 73/692) kardeş olmuşlar ve öldükten sonra da birbirimizden haberdar olalım diye sözleşmişler. Aradan bir müddet geçtikten sonra Sa'b ölüyor. Avf bir gece rüyasında, aynen hayattaymış gibi Sa'b'ın kendisine geldiğini görüyor ve Sa'b'a hesap ve suâlin nasıl geçtiğini soruyor. O da şimdilik iyi olduğunu söyleyip Allah'a hamdediyor. Bu arada Avf, Sa'b'ın göğsünde gördüğü bir kara lekenin sebebini soruyor. O da bir Yahudiden on dirhem ödünç aldığını ve paraların asılı olduğu yeri söyleyerek, o paranın sahabine verilmesini istiyor. Yine evdeki kedisinin öldüğünü, kızının da yakında öleceğini haber veriyor ve bütün bunlar aynen çıkıyor. Sabah olup da Avf, arkadaşının evine gidince, paranın aynen haber verilen yerde olduğunu görüyor ve alıp Yahudiye götürüyor. Yahudiye, ölmüş olan arkadaşının kendisinden ödünç para alıp almadığını sorunca, Yahudi aldığını ve miktarını söylüyor. Bunun üzerine rüyada gördüklerinin gerçek olduğunu anlayan Avf, elindeki paraları, arkadaşının rüyadaki vasiyetine uyarak Yahudiye veriyor. (36)

Dipnotlar:

1. Nisa, 4/69.
2. Îbnu'l-Kayyim, er-Ruh, s. 17; Suyûti, Büşra'1-Keîb, v. 147 b; Hasan el-'Idvî, s. 74; Rodosîzâde, Ahval-i Alem-i Berzah, elyazma, İst. Süleymaniye Küt. v. 19 a.
3. İbnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 17; Ibn Kesir, Tefsir, c. I, s. 522; Rodosîzâde, a.g.e. v. 19 b.
4. bk. Al-u Imran, 3/169-170.
5. Mu'cemu'l-Vasit, c. I, s. 57; Atay Kardeşler. Arapça Türkçe Büyük Lügat, c. I. s. 128; Abnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 18.
6. A. b. Hanbel, Müsned. c. II, s. 335.
7-. A b. Hanbel. Müsned. c. VI, s. 425; A Siracuddin, a.g.e, s. 106-107.
8. Suyûtî, B. el-Keib, v. 144 b.
9. A. Siracuddin, a.g.e. s. 107; tbnu'l-Kayyim, e.g.e, s. 19.
10. Suyûtî, B. el-Keib, v. 148 b.
11. Abdullah Siracuddin, a.g.e. s. 107.
12. bk. Suyûtî, Şerhu's-Sudûr. v. 53 a.
13. Suyûtî, Şerhu's-Sudûr, v. 38 b; v. 173 b.
14. Suyûtî, Büşra'1-Keib, v. 147 b; Suyûtî, Şerhu Süneni'n-Nesâî, c. IV, s. 34; Hasan el-'Idvî, a.g.e, s. 73; Abdullah Siracud
15. Suyûti Ş.Sünen'n-Nesâî, c. W, s. 34; H. el-'Idvî, a.g.e, s.73.
16. Miraç hadisi için bkz. Buhârî. Sahih, Salât, l, c. I. s. 91-92; Müslim, Sahih, imân, 74. c. I, s. 148; A. b. Hanbel. Müsned, c. V. s. 143; ibn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihaye, c. I, s. 97, Beyrut, 1977.
17. Hadis-i Şerifin, ibn Hıbbân'ın Sahih'inde Ebu Hureyre'den rivayet edilen şeklinde: "Mü'minlerin ruhlarının yanına getirilir ve ğaib olan birini bulanların sevinci gibi sevinirler." denilmektedir, bkz. Abdullah Siracuddin, a.g.e, s. 106.
18. bk. Nesâi, Cenâiz, 9, c. IV, s. 8-9; Suyûti, Ş. Sudur, v. 37 a; B. el-Keîb, v. 144 b; İbnu'l-Kayyim, a.g. e, s. 20; Rodosîzâde, a.g.e, v, 26a; A Siracuddin, a.g.e. s. 106.
19. İbnu'l-Kayyim, a.g.e. s. 19: Birgivî, R. FÎ Ah. Etfâlİ'l-Müslimin, s. 85; Birgivî bu konuyu işledikten sonra, vasiyyet etmeden ölenlerin berzahta konuşamayacaklarım ve berzah ehlinin sorularına cevap veremeyeceklerini ilave eder. (bk. a.g.e, s. 85.)
20. İbnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 19; Rodosîzâde, a.g.e. v. 25 a.
21. Rodosîzâde, a.g.e. v. 7 b.
22. Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 12.
23. Hasan el-'Idvî, a.g.e, s. 16, Mısır, 1316.
24. Aynı eser, a. yer.
25. Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 7; Rodosîzâde, a.g.e, v, 8 b.
26. Zuhruf, 43/45. '
27. bk. Ibn Kesir, Tefsir, c. IV, s. 129.
28. bk. Abdullah Siracuddin, a.g.e, s. 109-110.
29. Bu husustaki hadisler için bkz. Buhârî, Sahih, Salât, l, c. I, s. 91-92; Enbiyâ, 5, c. IV, s. 106-107; Müslim.Sahih.lman, 74, c.I,s.l48; Fezâil,42,c.IV,s.l845; Nesâî, Sünen, Kıyâmu'1-Leyl, 15, c. m, s. 215; A-b. Hanbel, Müsned, c. ffl, s. 120, 248; c. V. s. 59,143.
30. Ebu Davud, Sünen, Sünne, 17, c. W, s. 226.
31. bk. Abdullah Siracuddin, a.g.e, s. 110-113.
32. Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 8; Rodosîzâde, a.g.e, v. 8 b; Vücûdî, Muhammed b. Abdulaziz, Ahvâl-i Alem-i Berzah, v. 9 a, elyazma, ist. Süleymaniye.Küt. Halef Ef. Böl. Nr. 237.
33. Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 29; Rodosîzade, a.g.e, v. 39 b.
34. Erzurumlu ibrahim Hakkı, Mârifetname, c. I, s. 60.
35. Rodsizade, a.g.e
36. Rodesizade, a.g.e.

(Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Toprak, Kabir Hayatı, s. 247-258).

9 Ölünce nelerle karşılaşacağız? Kabir hayatı hakkında biraz bilgi verir misiniz?

Uykuyla, hislerimiz bu dünya ile ilgilerini keser kesmez, rüya aleminde ayrı şeyler gördüğümüz, farklı konuşmalar dinlediğimiz ,.., gibi, ölümle bedenden ayrılan ruhumuz, kabir alemi dediğimiz bir yeni alemle tanışır. Ölüm anında Azrail aleyhisselamı gören insan, bu yeni alemde sorgu melekleriyle karşılaşılır. Müminin güzel amelleri sevgili birer arkadaş gibi onunla bu yeni hayatta birlikte olurlar.

Kabir hayatı, dünya hayatıyla ahiret arasında bir köprüdür. Bu yüzden bu hayata "berzah hayatı" da denilir. Bu alem her insan için farklı bir şekilde kendini gösterir. Şehitler bu hayatı öldüklerini bilmez bir halde geçirirken, ilim tahsili üzere ölenler bu alemde de ilme devam ederler. İnançsızlar için ise bu alem cehennem azabının ilk numunelerinin tattırıldığı bir azap ülkesidir.

Ölüm, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Yaşadığımız âlemden kabir âlemine yolculuktur. Ruh, Azrail Aleyhisselam vasıtasıyla "berzah alemi"ne götürülür. Bu alemde göreceğimiz ilk melek Azraildir. O, en kıymetli cevherimiz olan ruhumuzu gönül rahatlığıyla teslim edebileceğimiz güvenilir bir emanetçidir. Ölüm anında, ruh, beden hapsinden kurtulur; fakat bütün bütün çıplak kalmaz. Çünkü, "misali bir cesetle" başka bir tabirle "latif bir gılaf" ile kuşatılmıştır.

Dünyada kaldığı sürece bedene bağlı olan ruh, ölüm sebebiyle bir derece serbest kalır. Bedendeyken görmek için göze, işitmek için kulağa, düşünmek için beyne muhtaçken, artık bu aletlerin varlığına gerek duymadan görür, işitir, düşünür ve bilir. Rüyada olduğu gibi…

Berzah, "geçit" demektir ve berzah alemi, dünya ile ahiret arasında bulunan bir "bekleme salonu"dur. Ruhlar, orada kıyameti ve dirilişi beklerler. "Münker ve nekir taifesinden" olan sorgu melekleriyle karşılaşma, ilk mahkeme, ilk ceza ve ilk mükafat burada gerçekleşir.

Berzah, başka bir tabirle kabir hayatı, hadisin ifadesiyle,

"Ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizî, Kıyamet, 26)

Ancak, burada azabın veya lezzetin muhatabı, cisimden mahrum kalan ruhtur. Kabir hayatından sonra, "mahşer"de, yeniden yaratılan bedenine döner, dünyada yaptıkları için o "büyük mahkeme"de hesap verir. Sonrası, ebedi cennet veya cehennemdir. Bu menzillerde lezzet de elem de hem cisimle hem de ruhla tadılır; dünyada olduğu gibi.

Kabir hayatını yeniden diriliş takip edecektir. Ruh zaten ölmediğinden diriliş beden için söz konusudur. Ba’s (diriliş) ile ruhlar yeni bedenlerine kavuşurlar ve hesaba çekilmek üzere mahşer meydanına çıkarlar. Orada vakfe denilen bir süre kalındıktan sonra mizan safhasına geçilir. İman ile ölen ve bu mizanda sevapları günahlarından ağır gelenler ebedi saadet menzili olan cennete sevk edilirler. Küfür üzere ölenler Allah’ın azap diyarı olan cehenneme giderler. Günahları sevaplarından daha ağır gelen müminler de bu günahlarının temizlenmesi o dehşetli cehennem azabını tadarlar. Daha sonra onlar da cennete ulaşırlar...

10 Ölen bir insan, öbür dünyada kıyamete kadar nasıl bir süre geçirecek? Öldükten sonra hemen dirilecek mi, yoksa dirilme olmadan kıyametin kopmasını bekleyecek mi?

Ölen kişi mahşer gününe kadar kabir hayatı yaşayacaktır. Kabir ve ahiret alemlerinde zaman vardır, ancak zamanın işleyişi farklılık gösterebilir.

Dünyamızda zaman farklı bir hızla işlerken uzayda farklı bir hızla işlemektedir. Dünyamızın bir yılı güneşin bir anına denk gelebilmektedir. Ayrıca bizim bir günümüz bazı mahluklar için bir ömür demektir.

Ahiret ve kabir alemlerinde de zaman boyutu farklıdır. Mesela, cennetin bir anı dünyamızın binlerce senesine mukabil gelebilir. Ayrıca kabir aleminde de zaman kişiden kişiye değişir. Nimet içinde olan insanlara bin sene bir an gibi gelir, azab içinde olanlara ise bir an bin sene gibi gelir.

İnsanların hayatı ve geçirdiği zaman birimleri aynı değildir. Mesela, birkaç dakikalık rüyada günler, aylar ve yıllar geçmiş gibi geliyor. Bazen de yeni yatıp kalkmış gibi bir gecenin nasıl geçtiğini fark edemiyoruz.

Bunun gibi kabre erken giren bir insan, ahirette yeni kalkmış gibi olabilir. Bir diğeri ise birkaç sene kabir de kalır, ama binler sene kalmış gibi azap çekebilir.

İşte kabre erken veya geç gitmek kişiye, günahına ve durumuna göre değişebilir. Allah orada da uyku ve rüyada olduğu gibi bir durum yaratabilir.

11 Kadınların mezarı ile erkeklerin mezarının derinliklerinin farklı olmasının sebebi nedir?

Kabirlerin, koku dağılmasın ve yabani hayvanlar cenazeyi çıkarmasın diye derin olması sünnettir. Peygamberimizin (asm) bu konuda tavsiyeleri vardır.

Fıkıh kitaplarımızda, kabrin derinliğinin en az bel hizasından olacağı, fakat bir adam boyu da olabileceği ifade edilmiştir.

Sizin sorunuza gelince, kadın erkek ayrımı ile ilgili bir açıklama bulamadık. Hanefiler, "yarım adam boyu veya göğüs hizası kadar olmalıdır" demişlerdir.

Belki de kadınların mahremiyeti ve daha iyi korunması için en derin kısım tedbir açısından düşünülmüş olabilir veya cenaze çürüdükten sonra kemiklerinin kadına mı erkeğe mi ait olduğu bilinsin diye böyle yapılmış olabilir. En iyisini Allah bilir.

Kaynaklar:

- Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı, III/72-75.
- Doç. Dr. Süleyman Toprak, Ölümden Sonraki Hayat, s. 182-188.

12 Kabir azabını her ölen çekecek mi?

Kabir hayatı, bir bakıma ahiretin giriş kapısı ve başlangıcı sayılır. Ölen kimse, ister kabre defnedilsin, ister yırtıcı hayvanlarca parçalansın; ister ateşte yanıp külleri savrulsun ya da denizde kaybolsun, onun için kabir hayatı başlamış olur. Münker ve Nekir melekleri kabir sorgulamasını yapar. Rabbini, peygamberini ve dinini sorar. Bu sorgudan sadece peygamberler ve çocuklar muaftır.

Ehl-i Sünnet inancına göre, kâfirlere ve bazı günahkâr müminlere kabir azabı vardır. Kabir, iman ve salih amel sahipleri için "cennet bahçelerinden bir bahçe"; kâfirler için de "cehennem çukurlarından bir çukurdur."

Kabir hayatının, azap şeklinin mahiyeti hakkında, âlimler ayrı görüşler ileri sürmüşlerdir. Azabın ruha, bedene veya her ikisine birlikte yapılması, sonucu değiştirmez. Çünkü salih amel sahibi insanlar kabirde güzel bir hayat yaşarken, kâfirler, büyük bir sıkıntı ve ıstırap içinde bulunacaklardır.(1).

Kabirdeki ölü cennetlik (said) bir kimse ise, onun ruhu cennete gider, eğer günahkâr ve cehennemlik (şâkî) ise, cehennemin yanına gider. Bir kısım ruhlar da berzahta bulunurlar ki, burası ne cennet ne de cehennemdir.

Bazı âlimlere göre, saidlerin rûhu cennette olmakla birlikte kabirleriyle olan bağlantıları kesilmez. Bu irtibat özellikle cuma gecesi ve gündüzü ile cumartesi gecesi güneş doğuncaya kadar, pek canlı bir şekilde devam eder. Saidlerin ruhları dünya haberlerini izleme imkânı bulabilirler Vefat edip yeni gelenlere dünyadan haber sorarlar. Kendilerini ziyarete gelenlerin selâmını duyarlar, hatta izin verilirse, selâma karşılık vermeleri de mümkündür.(2)

Kabir Azabı.

Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir hayvan karnında bulunsun veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatı geçirecektir. İnsan öldükten sonra kabre konulunca, Münker ve Nekir adında iki melek, kendisine gelerek; "Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir?" diye sorarlar. İman ve güzel amel sahipleri bu gibi sorulara doğru cevap verirler. Bu gibi ölülere cennet kapıları açılır ve cennet kendilerine gösterilir. Kâfir veya münafık olanlar ise bu sorulara doğru cevap veremezler. Onlara da cehennem kapıları açılır, oradaki azap kendilerine gösterilir. Müminler nimet içerisinde, sıkıntısız ve huzurlu yaşarken, kâfir ve münâfıklar ise kabirde azap göreceklerdir.(3)

Kabirde azap ve nimetin varlığını gösteren birtakım ayet ve hadisler vardır. Bir ayet-i kerimede;

"Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe atılırlar. Kıyametin kopacağı gün de denilir ki; Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun." (Mümin, 40/46)

buyurulur. Buna göre kıyamet kopmadan önce de yani kabirde de azap vardır. Peygamber Efendimiz (asm);

"Allah, iman edenlere bu dünya hayatında ve ahirette, o sabit sözlerinde daima sebat ihsan eder." (İbrahim, 14/17)

ayetinin kabir nimeti hakkında indiğini açıklamıştır. (Buhârî, Tefsîr, sure: 14).

Kabir azabı ile ilgili hadis kitaplarında pek çok hadis-i şerif zikredilmektedir. Bunlardan bir kaçı şöyledir:

Hz. Peygamber (asm) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında:

"Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur." buyurmuşlardır.(4)

Hz. Peygamber (asm) diğer bir hadislerinde şöyle buyururlar:

"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçedir veya cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizî, Kıyamet, 26).

Başka bir hadiste de şöyle buyurur:

Ölü mezara konulunca, birine Münker, diğerine Nekir adı verilen siyah mavi iki melek gelir; ölüye derler ki: "Şu Muhammed (asm) denilen zat hakkında ne dersin?" O da şöyle cevap verir. "O, Allah'ın kulu ve Resuludur. Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed de onun kulu ve elçisidir." Bunun üzerine melekler; "Biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekte idik.", derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır. Daha sonra melekler ölüye: " Yat ve uyu" derler. O da; "Aileme gidin de durumu haber verin." der. Melekler ona; "Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi mahşer gününe kadar sen uyumana devam et." derler.

"Eğer ölü münâfık olursa, melekler şöyle der: "Şu Muhammed (asm) denilen zat hakkında ne dersin?" Münâfık da şöyle cevap verir: "Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum." Melekler ona; "Böyle diyeceğini zaten biliyorduk." derler. Daha sonra yere "Bu adamı alabildiğine sıkıştır." diye seslenilir. Yer de sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini birbirine geçmiş gibi hisseder. Mahşer gününe kadar bu sıkıntı devam eder." (Tirmizi, Cenâiz 70).

Kur'an'da şehitlerin kabir hayatıyla ilgili olarak şöyle buyurulur:

"Allah yolunda öldürenleri, sakın ölüler sanmayın. Bilâkis onlar diridirler. Rableri katından rızıklandırılmaktadırlar." (Âl-i İmrân, 3/169),

"Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Bilâkis onlar dirildirler. Fakat siz farkında değilsiniz." (Bakara, 2/154).

Kabir azabının yalnız ruha mı, yoksa bedene mi, yahut da her ikisine mi yapılacağı konusu bilginler arasında tartışmalıdır. Bu azabın hem rûha, hem de bedene yapılacağı görüşü tercihe şayandır. Ancak azabın niteliği hakkında fazla bilgi yoktur. Rûhun gerçeği üzerinde de görüş ayrılıkları vardır. Bir görüşe göre ruh lâtif (ince, şeffaf, nüfuz kabiliyeti olan) bir cisimdir. Yaş ağaca suyun nüfûzu gibi bedene nüfûz etmiştir. Allah, rûh cesette kaldığı sürece hayatı devam ettirmeyi âdet kılmıştır. Ruh cesetten çıkınca ölüm hayatı ortadan kaldırır. Başka bir görüşe göre de, ruh ceset için güneşin ışıkları gibidir. Mutasavvıflar bu görüşü benimsemişlerdir. Ehl-i Sünnete mensup bir topluluk, gülsuyunun güle sirâyet ettiği gibi, rûhun da bedene sirâyet eden bir cevher olduğunu söylemişlerdir. (5). Ayette şöyle buyurulur:

"De ki ruh, Rabbimin bildiği bir iştir. Size bu konuda pek az bilgi verilmiştir." (İsrâ, 17/85).

Ebû Hanife'ye göre, peygamberler, çocuklar ve şehitler kabir sorusu ile karşılaşmazlar. Ancak Ebû Hanîfe kâfirlerin çocuklarına kabirde soru sorulması, cennete girmeleri ve onlarla ilgili benzeri bazı soruları cevapsız bırakmıştır.

İlave bilgi için tıklayınız:

- Kabir azabının sebepleri nelerdir? Kabir azabı çekmeyecek olanlar kimlerdir?

Kaynaklar:

(1) bk. Pezdevi, Ehl-i Sünnet Akaidi, terc Şerafeddin Gölcük, İstanbul 1980, s. 235, 237: es-Sâbûnî, Mâtürîdî Akaidi, terc. Bekir Topaloğlu, Ankara 1979, s. 185; Taftazânî, Şerhu'l-Akaid, s. 251; Tirmizi, Kıyâme, 26; Müslim, İman, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26; Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, Beyrut 1972, III/29.
(2) bk. ez-Zebîdî, Tecrîd-i Sarih, Terc. Kâmil Miras, Ankara 1985, IV/504, 505.
(3) bk. ez-Zebîdî, Tecrîdi Sarih, Terc. Kamil Miras, Ankara 1985, IV/496 vd.
(4) bk. Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26.
(5) bk. Aliyyu'l-Kâri, Fıkh-ı Ekber Şerhi, terc. Y. Vehbi Yavuz, İstanbul 1979, s. 259.

13 Kabir azabı mahşer gününün hesabını azaltır mı?

Cennete girmenin ilk şartı iman etmektir. İmanlı bir insan günahkar olursa cezasını çektikten sonra cennete girecektir. İnsanın başına gelen her türlü sıkıntı, hastalık ve musibetler günahının azalmasına bir sebeptir.

Bunun gibi kabirdeki çektiği azaplar da günahını azaltır. Günahın dereceleri, azlığı ve çokluğu kişiye göre değişir. Bu nedenle bazı insanlar kabirdeyken cezalarını çeker biter ve doğrudan cennete giderler.

Cezası ve günahı çok olanlar ise, bir kısmı haşir meydanındayken, bir kısmı cehennem kapısındayken, bazıları da cehennemde suçunun ve günahının derecelerine göre kaldıktan sonra cennete girecektir.

Demek ki herkese ve durumlarına göre değişiyor. Şunu bilelim ki Allah adildir, kimseye zulmetmez. Herkes derecesine göre cezasını çekecektir.

Onun affını ve merhametini bekleriz.

Binlerce sene evvel ölen bir adamla, şimdi ölen bir adam kabirde aynı azabı çekmeyecektir. Bu durum adalet-i ilahiye zıtlık teşkil etmiyor mu ?

1. Kabir azabı Peygamberimizin (asm) bildirdiğine göre, günahkar müminler ile kafir olarak ölenler içindir.

2. İster mümin ister kafir olsun, başına ne gelirse günahlarının affına sebep olacaktır. Bela, musibet, hastalık, sıkıntı gibi şeyler insanların günahlarının hafiflemesine sebep olmaktadır.

Bir mümin bu dünyada günahkar olarak yaşar, fakat başına gelen musibetler onun günahlarının azalmasına sebep olacaktır. Kabirde çektiği azaplar da yine günahlarına kefaret olup onları siler.

Aynen bunun gibi, Allah adili mutlak olduğu için kafir kullarının başına gelen musibetler de cehennemdeki azaplarının azalmasına sebep saymaktadır. Aynı günahı işleyen ve kafir olan iki kişiden biri musibete uğrasa diğeri uğramasa, musibete uğrayanın azabı diğerine göre hafifleyecektir.

Kafir cehennemde sonsuza dek kalacağı için cennete giremeyecek, ama ister bu dünyada isterse kabir de çektiği sıkıntı ve azaplardan dolayı cehennemdeki azabının şiddeti hafifleyecektir.

Bu sebeple kabir de çok kalıp çok azap çeken, az kalıp az azap çekene göre daha kötü olmayacaktır. Belki de ahirette bu durumunu öğrenince çok memnun olacaktır.

3. İnsanların hayatı ve geçirdiği zaman birimleri aynı değildir. Mesela, birkaç dakikalık rüyada günler, aylar ve yıllar geçmiş gibi geliyor. Bazen de yeni yatıp kalkmış gibi bir gecenin nasıl geçtiğini fark edemiyoruz.

Bunun gibi kabre erken giren bir insan, ahirette yeni kalkmış gibi olabilir. Bir diğeri ise birkaç sene kabir de kalır, ama binler sene kalmış gibi azap çekebilir.

İşte kabre erken veya geç gitmek kişiye, günahına ve durumuna göre değişebilir. Allah orada da uyku ve rüyada olduğu gibi bir durum yaratabilir.

4. Azabın şiddeti değişik olabilir. Bir volt ile milyon voltun derecesi bir olmadığı gibi, mum ateşiyle güneş ateşi de bir değildir. Kabirde de herkesin durumuna göre ayrı ve çeşitli azaplar olabilir. Kabre geç giden birisi çok kısa zamanda şiddetli azap ile, erken giden birisi kadar ceza çekebilir.

14 Hangi günlerde kabir ziyareti yapılır?

Kabir ziyareti için belli bir gün yoktur; her zaman yapılabilir.

Genel olarak kabirleri ziyaret etmek erkekler için müstehab olup, kadınlar için caizdir. Salih kimselerin, anne, baba ve yakın akrabanın kabirlerini ziyaret etmek mendup sayılmıştır. Kadınların kabirleri ziyaret etmesi, bağırıp çağırma, saçını başını yolma ve kabirlere aşırı saygı gibi bir fitne korkusu olmadığı zaman mümkün ve caizdir. Çünkü Hz. Peygamber (asm), çocuğunun kabri başında ağlamakta olan bir kadına sabır tavsiye etmiş, onu ziyaretten alıkoymamıştır.(Buhârî, Cenâiz, 7, Ahkâm, ll; Müslim, Cenâiz, 15). Diğer yandan Hz. Âîşe'nin de kardeşi Abdurrahman b. Ebi Bekr'in kabrini ziyaret ettiği nakledilir. (Tirmizi, Cenâiz, 61).

Hz. Peygamber (asm), henüz kader inancının kökleşmediği ve cahiliye alışkanlıklarının devam ettiği dönemde kabir ziyaretini bir ara yasaklamış, ancak bunu daha sonra serbest bırakmıştır. Hadiste şöyle buyrulur:

"Size kabir ziyaretini yasaklamıştım. Artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz."(1).

Hz. Peygamber (asm)'in kabirleri çok ziyaret eden kadınlara lânet ettiğini bildiren hadisler(2), ziyaret yasağı olan döneme aittir. Tirmizi bunu açıkça ifade etmiştir (Tirmizi, Cenâiz, 60). Hz. Âîşe (r.anha) ve İbn Abdilberr bu görüştedir.

Hanefilerin sağlam görüşüne göre, saç baş yolma, ağlamayı tazeleme gibi aşırılıklar olmamak şartıyla, kadının kabir ziyareti caiz görülmüştür. Çünkü hadislerde yer alan ruhsat, kadınları da kapsamına almaktadır.(3)

Kabir ziyaretinin, tarihi akış içinde, ölülerden yardım istemek, hatta tapılmak için de yapıldığı görülmektedir.

İslâm'ın başlangıcında Hz. Peygamber (asm)'in kabir ziyaretlerini yasaklamasının sebebi bu idi. Yahudi ve Hristiyanlar, aziz saydıkları kimselerin kabirlerini ibadet yeri edinmişlerdi. Cahiliyye devrinde kabirlere secde ediliyor, putlara tapılıyordu. Putperestlik, büyük tanınan kimselerin heykellerine saygı ve ta'zim ile başlamış, neticede bu saygı putlara ibadete dönüşmüştü.

İslâm Dininin gayesi tevhid akidesini (Allah'ı yegane hâlık ve müessir tanıyıp yalnızca ona ibadet etmeyi) kalblere yerleştirmekti. Önceleri Hz. Peygamber (asm) bu sebeple tehlikeli gördüğü kabir ziyaretini yasaklamıştı. Fakat tevhid inancı gönüllere iyice yerleşip Müslümanlar tarafından gayet iyi anlaşıldıktan sonra, kabir ziyaretine izin verilmiştir.

Çünkü kabir ziyaretinde, hem hayattakiler, hem de ölüler için faydalar vardır. Resulullah (asm) Mekke seferi sırasında annesi Amine'nin kabrini ziyaret ederek ağlamış, etrafındakileri de ağlatmış ve Müslümanların kabirleri ziyaretine de izin verilmişti.(4) Bu izin hatta ziyareti teşvik konusu meşhur rivayetlerle sabittir.(5)

Dipnotlar:

1) bk. Müslim, Cenâiz, - 106, Edâhi, 37; Ebû Dâvud, Cenâiz 77, Eşribe, 7; Tirmizi, Cenâiz, 7;Nesaî, Cenâiz, 100; İbn Mâce, Cenâiz, 47; Ahmed b. Hanbel, I, 147, 452, III, 38, 63, 237, 250, V, 35, 355, 357.
2) bk. Tirmizi, Salât, 21; Cenâiz, 61; Nesaî, Cenâiz, 104; İbn Mâce, Cenâiz, 49.
3) bk. Tirmizi, Cenâiz 60, 61; İbn Abidin, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul 1984, II, 242.
4) bk. İbn Mâce, Cenâiz 48; Nesâf, Cenâiz; 101;Müslim, Cenâiz, 36; Ebû Dâvud, Cenâiz, 77.
5) bk. İbn Mâce, Cenâiz, 47; Tirmizî, Cenâiz, 60.

15 Kabir azabı nasıldır?

Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir hayvan karnında bulunsun veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatı geçirecektir. İnsan öldükten sonra kabre konulunca, Münker ve Nekir adında iki melek, kendisine gelerek; "Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin nedir?" diye sorarlar. İman ve güzel amel sahipleri bu gibi sorulara doğru cevap verirler. Bu gibi ölülere cennet kapıları açılır ve Cennet kendilerine gösterilir. Kâfir veya münafık olanlar ise bu sorulara doğru cevap veremezler. Onlara da Cehennem kapıları açılır, oradaki azap kendilerine gösterilir. Müminler nimet içerisinde, sıkıntısız ve huzurlu yaşarken, kâfir ve münâfıklar ise kabirde azap göreceklerdir. (bk. ez-Zebîdî, Tecrîdi Sarih, terc. Kamil Miras, Ankara 1985, IV/496 vd.).

Kabirde azap ve nimetin varlığını gösteren birtakım ayet ve hadisler vardır. Bir ayet-i kerimede;

"Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe atılırlar. Kıyametin kopacağı gün de denilir ki; Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun." (Mümin, 40/46)

buyurulur. Buna göre kıyamet kopmadan önce de, yani kabirde de azap vardır. Peygamber Efendimiz (asm);

"Allah, iman edenlere bu dünya hayatında ve ahirette, o sabit sözlerinde daima sebat ihsan eder." (İbrahim, 14/17)

ayetinin kabir nimeti hakkında indiğini açıklamıştır.(Buhârî, Tefsîr, sure: 14).

Kabir azabı ile ilgili hadis kitaplarında pek çok hadis-i şerif zikredilmektedir. Bunlardan bir kaçı şöyledir:

Hz. Peygamber (asm) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (asm) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında:

"Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur." (Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26) buyurmuşlardır.

Hz. Peygamber (asm) diğer bir hadislerinde şöyle buyururlar:

"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçedir veya cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizî, kıyamet, 26).

Başka bir hadiste de şöyle buyurur:

"Ölü mezara konulunca, birine Münker, diğerine Nekir adı verilen siyah mavi iki melek gelir; ölüye derler ki: 'Şu Muhammed (asm) denilen zat hakkında ne dersin?' O da şöyle cevap verir. 'O, Allah'ın kulu ve Resuludur. Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed de onun kulu ve elçisidir.' Bunun üzerine melekler; 'Biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekte idik.' derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır. Daha sonra melekler ölüye: 'Yat ve uyu.' derler. O da; 'Aileme gidin de durumu haber verin.' der. Melekler ona; 'Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi mahşer gününe kadar sen uyumana devam et.' derler."

"Eğer ölü münâfık olursa, melekler şöyle der: 'Şu Muhammed (asm) denilen zat hakkında ne dersin?' Münâfık da şöyle cevap verir: 'Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum.' Melekler ona; 'Böyle diyeceğini zaten biliyorduk.' derler. Daha sonra yere 'Bu adamı alabildiğine sıkıştır.' diye seslenilir. Yer de sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini birbirine geçmiş gibi hisseder. Mahşer gününe kadar bu sıkıntı devam eder..." (Tirmizi, Cenâiz 70).

Kur'an'da şehitlerin kabir hayatıyla ilgili olarak şöyle buyurulur:

"Allah yolunda öldürenleri, sakın ölüler sanmayın. Bilâkis onlar diridirler. Rableri katından rızıklandırılmaktadırlar." (Âl-i İmrân, 3/169),

"Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Bilâkis onlar dirildirler. Fakat siz farkında değilsiniz." (Bakara, 2/154).

Kabir azabının yalnız ruha mı, yoksa bedene mi, yahut da her ikisine mi yapılacağı konusu bilginler arasında tartışmalıdır. Bu azabın hem rûha, hem de bedene yapılacağı görüşü tercihe şayandır; ancak azabın niteliği hakkında fazla bilgi yoktur. Rûhun gerçeği üzerinde de görüş ayrılıkları vardır. Bir görüşe göre ruh lâtif (ince, şeffaf, nüfuz kabiliyeti olan) bir cisimdir. Yaş ağaca suyun nüfûzu gibi bedene nüfûz etmiştir. Allah, rûh cesette kaldığı sürece hayatı devam ettirmeyi âdet kılmıştır. Ruh cesetten çıkınca ölüm hayatı ortadan kaldırır. Başka bir görüşe göre de, ruh ceset için güneşin ışıkları gibidir. Mutasavvıflar bu görüşü benimsemişlerdir. Ehl-i Sünnete mensup bir topluluk, gülsuyunun güle sirâyet ettiği gibi, rûhun da bedene sirâyet eden bir cevher olduğunu söylemişlerdir (Aliyyu'l-Kâri, Fıkh-ı Ekber Şerhi, terc. Y. Vehbi Yavuz, İstanbul 1979, s. 259).

Âyette şöyle buyurulur:

"De ki ruh, Rabbimin bildiği bir iştir. Size bu konuda pek az bilgi verilmiştir." (İsrâ, 17/85).

Ebû Hanife'ye göre, peygamberler, çocuklar ve şehitler kabir sorusu ile karşılaşmazlar. Ancak Ebû Hanîfe kâfirlerin çocuklarına kabirde soru sorulması, cennete girmeleri ve onlarla ilgili benzeri bazı soruları cevapsız bırakmıştır. (Aliyü'l-Kâri, a.g.e, s. 252-253).

16 Herkes cehennemi görecek mi?

Cevap 1:

Herkesin cehennemi görmesi, oraya girmesi veya orada yanması anlamına değildir. Sırat köprüsü cehennem üzerinde kurulu bulunduğu için oradan geçmek zorunluluğu vardır.

“Sizden hiç kimse yoktur ki cehenneme varmasın. Bu Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra Allah’ı sayıp günahlardan sakınan takva sahiplerini kurtaracak, zalimleri ise diz üstü çökmüş vaziyette orada bırakacağız” (Meryem, 19/71-72) mealindeki ayetlerde bu gerçeğe vurgu yapılmıştır...

İlave bilgi için tıklayınız:

Meryem Suresi'nin 71. ayetinin açıklanması...

Cevap 2:

Hz. Peygamberin kızıyla ilgili rivayette, kabrin azabından değil, onun sıkıştırmasından söz edilmiştir.

İlgili hadisin meali şöyledir: Hz. Enes anlatıyor: Resulullah’ın kızı Zeyneb vefat edince, Peygamberimiz (a.s.m) ile birlikte cenazesine katıldık. Kendisini çok üzgün ve bitkin gördük. Defn etmek üzere kabrine giren Resulullah rengi değişmiş olarak çıktı. Hikmetini sorduğumuzda, "O hep hasta bir kadındı, ölümün sarhoşluğunu ve kabrin sıkıştırmasını düşündüm de Allah’tan durumu ona hafifletmesi için dua ettim.” (Hakim, 4/46). Zehebî bu hadis hakkında bir değerlendirmede bulunmamıştır.

Benzer bir rivayet hakkında, Taberanî zayıflığına işaret ederken, İbn Cevzî, mevzu demiştir. (bk. Kenzu’l-Ummal, h.no: 42536)

Toprak ana yavrularını görünce bakar, eğer kâfir ise, onu bütün gücüyle sıkıştırıp duracaktır. Eğer samimi bir mümin ise, onu bir ana şefkatiyle kucaklayacaktır. Ama yine de bir sıkışma olacaktır. (bk. Müsned, V, 407; VI, 55, 98; Tirmizi, Cenaiz. 70)

Kabrin sıkması şeklinde verilecek azabı, dünyadaki toprakla değil, kabir aleminin kendine özgü azabı olarak değerlendirmek gerekir.

Nitekim, bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (a.s.m), Sad b. Muaz’ı defnederken şöyle buyurdu:

“Eğer kabrin sıkıştırmasından kurtulan kimse olsaydı, Sad b. Muaz kurtulurdu.” (Mecmau’z-Zevaid, 9/308).

İlave bilgi için tıklayınız:

Kabir azabının çeşitleri ve kabrin sıkması hakkında...

17 Öldükten sonra peygamberlerin bedeni çürür mü?

Ebû'd-Derda anlatıyor: Rasulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Cuma günü bana salavatı çok okuyun. Çünkü o gün okunan salavatlar meşhuddur, melekler ona şahitlik ederler. Bana salavat okuyan hiç kimse yoktur ki, o daha okumasını bitirmeden salavatı bana ulaştırılmamış olsun."

Bunun üzerine dedim ki: "Siz öldükten sonra da mı?"

"Evet buyurdular, öldükten sonra da. Zira Cenab-ı Hak Hazretleri toprağa, peygamberlerin cesedini çürütmeyi haram etmiştir. Allah'ın Peygamber’i her zaman diridir, rızka mazhardır." (bk. Ebu Davud, Salat, 207; Nesaî, cuma 5, 45; İbn Mâce, cenâiz, 65; Ahmed b. Hanbel, IV, 8)

- Diğer bir rivayette şu ifadelere yer verilmiştir:

“Allah toprağa, peygamberlerin bedenlerini/cesetlerini yemesini haram kılmıştır.”

Bu rivayet, Kütüb-i sitte’nin -Tirmizi dışında- beşinde zikredilmiştir. (bk. Neylu’l-Evtar, hno: 1205)

Peygamber (asm) cuma gününün faziletini belirttikten sonra, bu faziletten istifade etmeleri için ümmetine bu günde kendisine bol bol salavat getirmelerini tavsiye etmiş ve bu salavatın zat-ı saadetlerine arz olunacağını bildirmiştir. Bunun üzerine sahabiler bu haberi ilk anda garipsemişler ve "çürüyüp yok olduktan sonra salavatların Resulullah'a nasıl arz edileceğini" sormuşlardır.

Hz. Peygamber (asm) ashabın hayret ederek sordukları bu soruya, yeryüzünün nebilerin cesetlerini çürütemeyeceğini, söyleyerek karşılık vermiştir. Bu, peygamberlerin kabirlerinde diri olduklarından kinayedir. Elbette bu tamamen Cenab-ı Hakk'ın kudreti dahilinde harikulade bir haldir. Bunu Hz. Peygamber böyle haber vermiştir. Mümin böyle inanır. Gerçi zannî delille sabit olduğu için inkârı küfrü gerektirmez ama, hiçbir şey kazandırmayacağı gibi çok şeyler kaybettirir. (bk. el-Menhel, 4/186 – 187; Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları, 4/126-127)

Rivayete göre Amr b. el-Cemuh ile Abdullah b. Amr Uhud savaşında şehit olmuş ve aynı yere defnedilmişlerdi. 46 sene (bir rivayette 6 ay) sonra sel gelip kabirlerini tahrip ettikleri için kabirlerinden çıkarılmışlar ve her ikisinin de bedenleri çürümemişti. (bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 3/216)

18 Kabri hayatımızın nasıl olacağını öğrenmek için istihareye yatmak uygun mudur?

Ahiret hayatının nasıl olduğunu görmek için  istihare namazını tavsiye eden bir kaynağa rastlayamadık. İstihare namazı, daha çok dünya işleriyle ilgili bir tercih yapmakta tereddüt eden kimselerin kılacağı bir ibadettir. Bu namazı kılan kimse, daha sonra özel bir dua okur ve kalbine hangi şey daha tatmin edici geliyorsa o doğrultuda hareket eder.

İstiharenin sonucu kesin değildir. İşin ehli olan kimselerle  istişare yaptıktan sonra, sıra istihareye gelir.

Bu sebeple, ahiretteki hayatını öğrenmek için -kanaatimizce- istihare yerine istişare etmeliyiz. Kur’an ve Sünnetle istişare etmeliyiz; nasıl bir insan olduğumuzu onlara sormalıyız. Eğer Kur’an ve Sünnet bize “Maşallah, sen bizim emir ve yasaklarımıza son derece saygılı bir kimsesiniz.” diyorsa, o zaman sevinip Allah’a hamd etmeliyiz. Şayet tersine bir yargı söz konusu olursa, bu takdirde tövbe istiğfar edip kendimizi düzeltmeliyiz. 

Ahiret işi, Kur’an ve Sünnet gibi durumumuzu bize açıkça  haber veren iki güvenilir müsteşar dururken, tahminlere bırakılamayacak kadar önemlidir.

İlave bilgi için tıklayınız:

İstihare konusunda detaylı bilgi verir misiniz?

19 Cenazesine 70.000 melek iştirak ettiği halde, Sad b. Muaz'ı kabir neden sıkmıştır?

Ebu Saîd el-Hudrî der ki:

"Bakiyy kabristanında Sa'd b. Muaz'ın kabrini kazanlar arasında ben de bulunuyordum. Kabri kazdığımız müddetçe, toprağın her damlasından, üzerimize misk püskürülüyordu! Resûlullah Aleyhisselam da başucumuzda bulunuyordu. Kazı işinden boşalınca, kabrin yanına su ve kerpiç hazırladık. Kabri, Akıl b. Ebu Talib'in evinin yanında kazdık. Bakiyy kabristanının halk ile dolduğunu gördüm."

Cabir b. Abdullah'ın bildirdiğine göre; kabrin içine Haris b. Evs b. Muaz ile Useyd b. Hudayr, Ebu Naile Silkân b. Selâme ve Seleme b. Selâme indi.

Peygamberimiz Aleyhisselam, ayakta dikilmekte idi. Sa'd b. Muaz kabre konulunca, Peygamberimiz Aleyhisselamın benzi değişti ve üç kere "Sübhânallah!" dedi. Müslümanlar da üç kere "Sübhânallah!" dediler. Bakiyy kabristanı tesbih sesleriyle sarsıldı.

Bundan sonra, Resûlllah Aleyhisselam üç kere tekbir getirdi. Ashab da üç kere tekbir getirdiler. Bakiyy kabristanı, getirilen tekbirlerle sarsıldı.

"Yâ Rasûlallah! Yüzünüzün değiştiğini ve üç kere 'Sübhânallah!' dediğinizi gördük. Bunun sebebi nedir?" diye soruldu. Peygamberimiz Aleyhisselam:

"Arkadaşınıza kabri darlaşmış, onu öyle bir sıkışla sıkmıştı ki, eğer bundan bir kimse kurtulabilseydi, elbette Sa'd kurtulurdu! Nihayet, Allah onu bundan kurtardı." buyurdu." (bk. Vâkıdî, Megâzî, 2/528; İbn Sa'd, Tabakât, 3/431; Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, 1/209, 214)

Bu rivayet öncelikle Sad. b. Muaz’ın kabir azabından kurtulduğunu gösterir. Ancak kabir azabından kurtulan bazı müminlerin az da olsa hafif bir sıkıntı çekeceği anlaşılıyor. Peygamber Efendimiz (asm) de bunu ümmetine ders vermektedir.

Kabir azabı haktır ve günahkâr müminler ile kâfirler içindir.

Konuyla ilgili Peygamber Efendimizin (asm) açıklamaları vardır. Kabir, müminleri annenin yavrusunu okşaması gibi sıkacak, kâfir ve münafıkları da şiddetli bir şekilde sıkacaktır. (bk. Müsned, V, 407; VI, 55, 98; Tirmizi, Cenaiz. 70)

Kabrin sıkması şeklinde verilecek azabı, dünyadaki toprakla değil, kabir âleminin kendine özgü azabı olarak değerlendirmek gerekir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kabir azabının çeşitleri hakkında bilgi verir misiniz?

20 Kabirde komşuluk var mı?

Konuyla ilgili Ebu Hureyre’den nakledilen bir hadis vardır: Bu rivayet göre Peygamberimiz (a.s.m) “Ölülerinizi salih insanların/iyi kimselerin bulunduğu yerlerde defnedin, çünkü diriler kötü komşudan rahatsız oldukları gibi, ölüler de kötü komşudan rahatsız olurlar.” diye buyurmuştur”. Ebu Nuaym, bu hadisin “garip” olduğunu söyleyerek zayıf olduğuna işaret etmiştir (Hilyetu’l-Evliya,-şamile- 6/354).

Bu hadis rivayeti zayıf olduğuna göre üzerinde durmaya gerek yoktur. Bununla beraber soruda yer alan bazı noktalara temas etmekte fayda vardır.

a.  Hadiste, “kötü komşudan kurtarmak için kabrin daha derin kazılmasına” dair bir tavsiye söz konusu değildir. İslamî kaynaklarda prensip olarak kabir için ön görülen derinlik, yırtıcı hayvanların cesedi kabirden çıkarmalarına mani olmaya ve bir de ileride kokuşma ihtimali olan cesedin bulunduğu kabirden kokusunun yayılmasını engellemeye yönelik olduğu ifade edilir.(V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 2/521).

b. “Kabirde, insan insana nasıl bir fayda verir.” sorusunu da şöyle cevaplayabiliriz:

Salih insanların bulunduğu kabirler genellikle ziyaret edilip onlara Kur’an okunur. Kur’an’ın okunduğu yere rahmet iner, komşusu da ondan istifade eder. Ayrıca yakını için Kur’an okuyan kimse, onun komşusu olan oradaki ölülerin de ruhlarına hediye eder, o da istifade eder. (bk. a.g.e, 2/520).

21 Kabir azabı ruha mı yoksa bedene mi uygulanır?

Ölüm yokluk değildir. Daha güzel bir alemin kapısıdır. Nasıl ki, toprak altına giren bir çekirdek, görünüşte ölüyor, çürüyor ve yok oluyor. Fakat gerçekte daha güzel bir hayata geçiş yapıyor. Çekirdek hayatından ağaçlık hayatına geçiyor.

Aynen bunun gibi, ölen bir insan da görünüşte toprağa giriyor, çürüyor ama geçekte berzah ve kabir aleminde daha mükemmel bir hayata kavuşuyor.

Beden ile ruh, ampul ile elektrik gibidir. Ampul kırılınca elektrik yok olmuyor ve var olmaya devam ediyor. Biz onu görmesek de inanıyoruz ki, elektrik hala mevcuttur. Aynen bunun gibi, insan ölmekle ruh vücuttan çıkıyor. Fakat var olmaya devam ediyor. Cenab-ı Allah ruha münasip daha güzel bir elbise/misali bir ceset, latif bir gılaf giydirerek, kabir aleminde yaşamını devam ettiriyor. Ruh, mükafatı veya cezayı bu yeni giydiği elbise ile görecektir.

Ruh bedenden ayrıldıktan sonra çıplak kalır; ama kendine has duygulardan murassa latif bir bedeni olmakla beraber hadislerin rivayetinde melekler onu nurdan ve zulmetten elbiselere saracakları da ifadesini bulmaktadır. Ruhun duygularla murassa latif bir bedeni olduğu için cesedi takip eder, kabre konan bedenini görür ve kabre gelenlerin ayak seslerini işitir. (bk. Müslim, Cennet, 17)

Bu sebeple Peygamberimiz (asm), "Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur." buyurarak, kabir hayatının varlığını ve nasıl olacağını bize haber veriyor.

İmanlı bir insan iyileşmeyen bir hastalıktan ölürse şehittir. Böyle şehitlere manevi şehit diyoruz. Şehitler ise kabir hayatında serbest dolaşırlar. Kendilerinin öldüğünü bilmezler. Sanki yaşadıklarını zannederler. Sadece daha mükemmel bir hayat yaşadıklarını bilirler. Peygamberimiz (asm), "Şehit ölüm acısını hissetmez." buyurur.

Kur'an-ı Kerim'de şehitlerin ölmediği bildirilir. Yani kendilerinin öldüğünün farkında değillerdir. Mesela iki adam düşünün. Rüyada çok güzel bir bahçede beraber bulunuyorlar. Biri rüya olduğunu bilir. Diğeri ise rüya olduğunun farkında değil. Hangisi daha mükemmel lezzet alır? Elbetteki rüya olduğunu bilmeyen. Rüya olduğunu bilen, şimdi uyanırsam şu lezzet kaçacak diye düşünür. Diğeri ise tam ve gerçek lezzet alır.

İşte normal ölüler, öldüklerinin farkında olduğu için lezzetleri eksiktir; halbuki şehitler öldüklerini bilmediğinden aldıkları lezzet tamdır.

İmanlı ölen ve kabir azabı görmeyen insanların ruhları serbest dolaşır. Bu sebeple pek çok yere gidip gelebilirler. Bir anda çok yerde bulunabilirler. Aramızda dolaşmaları mümkündür. Hatta şehitlerin efendisi Hz. Hamza (ra) pek çok insana yardım bile etmiştir ve hala da yardım ettiği insanlar vardır.

Ruhlar aleminden anne karnına gelen insanlar, oradan dünyaya doğarlar. Burada buluşup görüşürler. Aynen bunun gibi bu dünyadaki insanlar da, ölüm ile öbür tarafa doğarlar ve orada dolaşırlar. Nasıl ki buradan öbür tarafa gideni uğurluyoruz. Kabir tarafından da buradan gidenleri karşılayanlar var. İnşallah bizleri de başta Peygamberimiz (asm) olmak üzere, bütün sevdiklerimiz orada karşılarlar. Yeter ki bizler Allah'a gerçek kul olalım.

Yeni doğan çocuğu burada karşıladığımız gibi, buradan öbür tarafa giden bizleri de inşallah dostlarımız karşılayacaktır. Bunun şartı Allah'a iman, ona ve Peygamberine (asm) uymak ve iman ile ölmektir.

22 Kabir azabından Kur'an-ı Kerim'de neden bahsedilmemiştir?

Kur'an-ı Kerim'den sonra hadisi şerifler ikinci kaynak olarak görülmektedir. Ayrıca hadislerin yazılması Peygamberimiz (asv) zamanından itibaren başlanmıştır. Kabir azabı hakkında da bir çok hadis rivayet edilmiştir ki, bu kadar hadisin doğruluğunu inkar etmek, elbette mümkün değildir.

Kabirde azap ve nimetin varlığını gösteren birtakım ayet ve hadisler vardır. Bir ayet-i kerimede;

"Firavun ve adamları sabah akşam ateşe atılırlar. Kıyametin kopacağı gün de denilir ki; Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun." (Mümin, 40/46)

buyurulur. Buna göre kıyamet kopmadan önce de yani kabirde de azap vardır. Peygamber Efendimiz (s.a.s); "Allah, iman edenlere bu dünya hayatında ve ahirette, o sabit sözlerinde daima sebat ihsan eder." (İbrahim, 14/17) ayetinin kabir nimeti hakkında indiğini açıklamıştır. (Buhârî, Tefsîr, sure: 14).

Kabir azabı ile ilgili hadis kitaplarında pek çok hadis-i şerif zikredilmektedir. Bunlardan bir kaçı şöyledir:

Hz. Peygamber (s.a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: "Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur." (Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26) buyurmuşlardır.

"Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizî, kıyamet, 26).

"Ölü mezara konulunca, birine Münker, diğerine Nekir adı verilen siyah mavi iki melek gelir; ölüye derler ki: 'Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?' O da şöyle cevap verir. 'O, Allah'ın kulu ve Resuludur. Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur, Muhammed de onun kulu ve elçisidir.' Bunun üzerine melekler; 'Biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekte idik.', derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır. Daha sonra melekler ölüye: ' Yat ve uyu.' derler. O da; 'Aileme gidin de durumu haber verin.' der. Melekler ona; 'Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi, mahşer gününe kadar sen uyumana devam et.' derler."

"Eğer ölü münâfık olursa, melekler şöyle der: 'Şu Muhammed (s.a.s) denilen zat hakkında ne dersin?' Münâfık da şöyle cevap verir: 'Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum.' Melekler ona; 'Böyle diyeceğini zaten biliyorduk.' derler. Daha sonra yere 'Bu adamı alabildiğine sıkıştır.' diye seslenilir. Yer de sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini birbirine geçmiş gibi hisseder. Mahşer gününe kadar bu sıkıntı devam eder." (Tirmizi, Cenâiz 70).

İlave bilgi için tıklayınız:

Hadislerin yazılması, toplanması, günümüze kadar ulaştırılması ve sünnetin bağlayıcılığı hakkında bilgi verir misiniz?

23 Kabristandan geçerken on bir İhlas suresi mi okunur?

 İbn Abidin’in metni "Durru’l-muhtar"da hadis olarak rivayet edilmiştir.(bk. İbn Abidin, II, 242).

Ebu Muhammed es-Semarkandî, “Fedailu kul huve Allahu ahad” adlı eserinde, bu hadisi Hz. Ali (ra)’den Peygamber Efendimizin (asm) sözü olarak rivayet etmiştir. Hadis zayıf da olsa, benzer zayıf kabul edilen hadislerle birlikte “Kur’an okumanın sevabının ölüye ulaşacağının” bir aslı olduğuna delalet etmesi bakımından önemlidir.

Kabirleri ziyaret etmek ve yanlarında Kur'an ve dua okumak sünnettir. Nitekim Resûl-i Ekrem (asm) "Baki mezarlığı"na çıktığı zaman bu şekilde yapmıştır. Kabristan'da "Yasin-i Şerif" okumak da sünnetle sabit olmuştur. Nitekim:

"Her kim kabristana girer de Yasin suresini okursa, o gün Allah kabirdekilerin azaplarını hafifletir. Okuyana oradakilerin sayısınca sevap verilir." (bk. İbn-i Abidin, Reddü'l Muhtar, İst. 1983, 3/503)

hadis-i şerifi, bunun delilidir. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'den Fatiha, Ayetü'l-Kürsi ve İhlas gibi sureler de okunabilir. "Ya Rabbi; okuduğumun sevabını filana ve burada yatanlara ulaştır..." diye dua eder.

İlave bilgi için tıklayınız:

Ölüye veya ölmek üzere olana Kur'an okunabilir mi?

24 Ölüler, öbür dünyada bizim konuştuklarımızı her nerde olursak olalım duyarlar mı?

Ölüler, kabirleri başına gelen insanların seslerini Allah'ın izniyle duyabilir ve kendisine dua edenleri bilebilir. Ancak bu durum her zaman ve her yerde konuşulanları duyacakları anlamına gelmez.

İlave bilgi için tıklayınız:

Ölen kimse dünyayla irtibat kurabilir mi? Mezarına gelenleri görebilir mi? Berzah (kabir) hayatı?..

25 Ölüm nedir?

Sonsuz ilâhî fiillerden birisi, İmate; yani, ölümü tattırma; ruhun bedendeki tasarrufuna son verme. Ruh, Allah’ın en mükemmel, en harika ve en bilinmez eseri. Muhyi (hayat verici) isminin tecellisiyle hayat nimetine kavuşmuş. Bu nimet ve şeref artık ondan ebediyen geri alınmayacak. Kabirde de, mahşerde de, cennet veya cehennemde de devam edecektir.

Ruhu yaratmak gibi, her ruha uygun bir beden inşa etmek de Allah’ın en hikmetli ve rahmetli bir icraatı. İşte ölüm kanunuyla o misafir ruh, bedenden soyuluyor, süzülüyor ve kendine mahsus bir başka âleme göç ediyor.

Nur Külliyatı'nda ölüm için getirilen birbirinden güzel tariflerden birisi:

“Mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuttur...” (Mektûbat)

Ve yine ölüm hakkında ince bir tespit: 

Nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir. Öyle de dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir.” (Mektûbat)

Bir asker adayı için hem kıtasına teslim olduğunda, hem de terhis edildiğinde birtakım kayıtlar tutulur, işlemler yapılır. Askere kayıt da bir fiil, askerden terhis de... İşte yukarıdaki ifadelerde bu incelik nazarımıza sunuluyor. Hayat, ihya fiiline dayandığı gibi, ölüm de imate fiiline dayanıyor. İkisi de ayrı birer ilâhî ismin tecellisine hizmet ediyorlar.

İhya fiiliyle cansız elementler hayata kavuşurken, imate fiiliyle de bu beraberliğe son veriliyor. Canlı hücreler, yerlerini kademeli olarak yeni elementlere bırakıyorlar.

Nur Külliyatı'nda, çekirdeklerin ölümleriyle sümbül hayatına geçtikleri, ölümün de hayat kadar bir nimet olduğu güzelce izah edilir. Biz de bu müjdeli haberi hayalimizde genişletiyor ve görüyoruz ki, her ölümü bir diriliş takip ediyor ve ikinci safhalar birincilerden daha mükemmel. “Nutfe” safhası biterken “alâka” yani kan pıhtısı devreye giriyor. “Alâka”nın işi bitince sıra “mudga”ya yani et parçası geliyor.

Kâinatın yaratılış safhalarında da bunu görüyoruz, bir sonraki safha öncekinden daha mükemmel.

Bütün bu rahmet ve hikmet tecellileri bize, kabir âleminin dünyadan, âhiretin de kabir âleminden daha güzel ve daha mükemmel olduğunu ders veriyorlar.

O halde ölümyeni bir mükemmele atılan adımın adı. Onu kabir âlemi takip edecek ve diriliş hadisesiyle, insan yeniden beden-ruh beraberliğine kavuşacak.

Ölümü ve imateyi böylece değerlendiren insan, “Ölümü gülerek karşılar.”

26 Kabirde iken cennetlik olduğunu öğrenen kimseler mahşer günü niçin korkuya kapılır?

Bu konuda Peygamberimiz (asm)'in endişe ve telaşı ümmeti hesabınadır.

Bir insan cennetlik olduğunu öğrenmiş olsa dahi mahşerin o dehşetli tablosu karşısında heyecana ve telaşa kapılabilir.

Bir kimsenin cennetlik olduğunu bilmesi demek mahşer sıkıntısını çekmeyeceği anlamına da gelmez. Mahşerde çekilen sıkıntılar da insanın günahlarını affettirir, cennetlik olan kimselerin az olan günahları daha da azalacağından cennetteki makamları yükselecektir.

Hiç günahı olmayanların da mahşerde çekecekleri sıkıntılardan dolayı cennetteki makamları yükselecektir.

İnsan kabirde iken yalnızca cennetlik olduğunu öğrenir ama nasıl bir mertebeye yükseleceğini ancak mizanda öğrenecektir.

Cennetlik dahi olsa insan mizanda detaylı olarak hesaba çekilecek ve kul hakkı konusunda binlerce insanla yüzleşecektir. Salih amellerinden kul hakkından dolayı ne derece kayba uğradığını görecektir. Bütün bunlar da insan üzerinde büyük bir sıkıntı ve heyecan oluşturacaktır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kişiye ölüm anında cennetlik ya da cehennemlik olacağı gösteriliyorsa,..

MAHŞER.

27 Ölüler çocuklarının iyi veya kötü hallerine sevinip üzülürler mi?

Bu hususta Abdullah b. Mübârek'in de şöyle dediği rivayet edilir:

"Kabir ehli haberleri beklerler. Bir Ölü oraya gittiği zaman ona falan ne yaptı, filan ne yaptı diye sorarlar. Birisi için: 'O öldü, size gelmedi mi?' deyince: 'İnnâ lillâh ve İnnâ İleyhi Râciûn' derler ve: 'Bizim yolumuzdan başka yola gitti o.' diye ilave ederler."(1)

Tabiinden Sa'id b. el-Müseyyeb (v. 94/712) de:

"Bir adam öldüğü zaman (daha önce ölmüş olan) çocuğu onu, seferden dönen gaibin karşılandığı gibi karşılar." demiştir.(2)

Ölülerin berzahta birbirleriyle görüştüklerini ve yeni ölüp de aralarına katılanlardan haber aldıklarını bildiren bu hadis ve haberleri, evlât, torun ve yakın akrabaların amellerinin kabirdeki baba ve yakınlarına arz olunacağını, onların da amelleri kendilerine arz edilen akrabalarının iyiliklerinden ötürü sevineceklerini, kötülükleri sebebiyle de üzüleceklerini bildiren haberler de desteklemektedir.

Kabir ehli, geride bıraktıkları akraba ve arkadaşlarının yaptıkları işlerden haberdar olup, iyi amellerinden ötürü sevinir, kötülüklerine de üzülürler.(3) Mücâhid'in bu hususta şöyle dediği sahih rivayetle gelmiştir:

"Kişi kabrinde kendinden sonra çocuğunun iyilikleri (salahı) ile müjdelenir."(4)

Sa'id b. Cübeyr'in (v. 95/714) de şöyle dediği rivayet edilir:

"Muhakkak ki ölülere dirilerin haberleri gelir. Daha önce bir yakını ölmüş olan hiç bir kimse yoktur ki ona geride kalan akrabalarının haberleri gelmesin. Eğer gelen haber iyi ise sevinir ve ferahlar; kötü ise o zaman da üzülür."(5)

Ashaptan Ebu'd-Derdâ (v. 32/652) da şöyle dua ederdi:

"Allah'ım, ölülerimin rezil olacağı bir iş yapmaktan sana sığınırım."(6)

Abdullah b. Mübarek de ashaptan Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Dirilerin amelleri ölülere arz olunur. Eğer bir iyilik görürlerse sevinir, birbirlerine müjdelerler; bir kötülük görünce de Allah’ım onu ondan geri çevir, derler."(7)

Bu rivayetlerden anlaşıldığı üzere ruhlar kendi neslinin amellerinden haberdardırlar ve iyiliklere sevinç ve güzel sözlerle mukabele ettiği gibi, kötü amelleri de üzüntü ile karşıladıkları bildirilmektedir.

Dipnotlar:

1. İbnu'l-Kayyim, er-Ruh, s. 19: Birgivî, R. FÎ Ah. Etfâlİ'l-Müslimin, s. 85; Birgivî bu konuyu işledikten sonra, vasiyyet etmeden ölenlerin berzahta konuşamayacaklarım ve berzah ehlinin sorularına cevap veremeyeceklerini ilave eder. (bk. a.g.e, s. 85.)
2. İbnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 19; Rodosîzâde, a.g.e. v. 25 a.
3. Rodosîzâde, a.g.e. v. 7 b.
4. Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 12.
5. Hasan el-'Idvî, a.g.e, s. 16, Mısır, 1316.
6. Aynı eser, a. yer.
7. Ibnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 7; Rodosîzâde, a.g.e, v, 8 b.

28 Rab ve Peygamber ile ilgili imtihan nedir?

Kabir azabının diş ağrısından yetmiş kat daha büyük olması gibi ifadeler, azabın şiddetini anlatan kesretten kinayedir. Azabın şiddetini düşünmek için Allah’ın sonsuz gücünü düşünmek yeterlidir. Bir ismi “Şedidu’l-İkab” olan Allah, bir kimseye acı vermek isterse, o acının büyüklüğünü tasavvur etmek mümkün değildir.

Her yönden günahların sardığı bu asrın insanlarına kabir azabının dehşetini tasvir etmek, ümitsizliğe sevk edeceğinden -özellikle de bir sitede- yayınlanması hikmetli irşat metoduna aykırıdır. Bu sebeple konuya işaret etmek üzere, bir kaç ayet ve hadisi aktarmakla iktifa edeceğiz. Ümit ederiz ki, dersini almak isteyenler -bizimle beraber onlar da- kendilerine düşen nasihat payını almış olurlar. Ancak ayet ve hadisleri yazmadan önce kabirdeki sorgu-sualin temelini teşkil eden Allah’ın rububiyeti (yaratıcılığı, idareciliği ve terbiye ediciliği) hakkında özet bir bilgi vermekte fayda görüyoruz. Çünkü, bir kimseye kabir azabının olup olmaması, tamamen Rabb ve Peygamber hakkındaki sorularla doğrudan alakalıdır.

İnsanların tabi olduğu üç imtihan yeri var ve hepsi de Allah’ın rububiyetiyle yakından ilişkilidir.

Birinci İmtihan Yeri;  “ELESTU BEZMİ”dır:

Beşer aklının sınırlarını aşan, gaybî alemin o malum-u mechul lâhûtî meclisi olan “Elestu Bezminde” Allah’ın “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna bütün insanlar manevî / rûhânî yapılarıyla, hikmet lisanıyla “Evet" demişlerdi. Yani: "Biz seni Rab olarak kabul ettik, emir ve yasaklarına saygılı davranacağımıza söz verdik, senin bize göndereceğin mesajlara göre hayatımızı tanzim edeceğiz."

lgili ayetin meali şöyledir:

“Bir zaman Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onları kendileri hakkında şahit tutarak: 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' demişti. Onlar da: 'Evet.' demişlerdi. Bunu, kıyâmet günü, 'Bizim bundan haberimiz yoktu.' dememeniz için yaptık.” (Araf, 7/172).

İnsanların ruhlar âleminde verdikleri bu sözlerinde samimi olup olmadıklarını test etmek üzere, Allah tarafından insanlara peygamberler gönderildi, onlara mesajlarını ulaştırdılar.

İkinci İmtihan Yeri: ŞEHADET ÂLEMİ / Dünyadır:

İnsanlık âilesinin kurulduğu ilk günden itibaren yepyeni bir imtihan başladı. Ruhani âlemdeki imtihanın uygulamalı kısmı olan bu imtihanın gerçekleşmesini sağlayan ilk muallim Hz. Adem (as), son muallim ise Hz. Muhammed (asv)’dir. Son mesaj Kur’an-ı Kerim'in her tarafında söz konusu rububiyete vurgu yapılması, imtihanın bu çerçevede yapılacağının işaretini vermektedir. Çünkü, Tevhid-i Rububiyet, Tevhid-i Uluhiyeti gerektirir. Yani, Kâinatı yaratan, idare eden, yöneten kim ise, ibadet edilmeye layık hakikî Mabud da odur. Bu gerçeği ders vermek içindir ki;

- Kur’an’ın ilk inen mesajı: “Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (Alak, 96/1) mealindeki ayetle başlamıştır.

- Son inen mesajın son ayeti “Rabbine hamd ile tesbih et ve ondan af dile. Çünkü o Tevvab'dır / Tövbeleri çok kabul edendir.” mealindedir.

- Tertip sırası bakımından Kur’an’ın ilk suresi olan Fatiha'nın Besmeleden sonra ilk ayetinin meali: “Bütün hamdler, övgüler âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.” şeklindedir.

- Kur’an’ın son suresi, Nas’ın ilk ayeti “De ki, insanların Rabbine sığınıyorum.” mealindedir.

- İbadete ilk davet eden ayet Bakara suresinin 23. ayeti: “Ey insanlar! Hem sizi hem de sizden önceki insanları yaratan Rabbinize ibadet edesiniz.” mealindedir.

İnsanlarını en son imtihan kitabı olan Kur’an’ın Allah’ın Rab ismine yaptığı vurgular, imtihanın tamamen bu çerçevede cereyan edeceğini göstermektedir.

Ruhanî âlemde Allah’ı Rab olarak kabul edenlerin, dünyaya geldikten sonra sözünde durup durmadıklarını test etmek üzere son bir imtihan daha yapılmaktadır.

Üçüncü İmtihan Yeri: BERZAH / Kabir âlemidir:

Aşağıdaki ayetler, insanların mutlaka Rablerinin huzuruna varacaklarını ve onu Rab kabul edip etmediklerinden sorguya çekileceklerini göstermektedir.

“De ki; Sizi -canınızı almakla görevlendirilen- ölüm meleği vefat ettirecek, sonra da Rabbinizin huzuruna götürüleceksiniz.” (Secde, 32/11).

“Kim güzel ve makbul bir iş yaparsa, kendisi için yapar. Kim de kötülük işlerse o da  kendi aleyhinedir. Sonunda Rabbinizin huzuruna götürüleceksiniz.” (Casiye, 45/15).

Kabir sorgusu:

Aşağıdaki ayetler kabir azabına işaret etmektedir:

“Onlar (Firavun ve taraftarları) sabah, akşam ateşin karşısına getirilirler. Kıyâmetin kopacağı gün de 'Firavun ailesini en şiddetli azaba sokun!' denilir.” (Mümin, 40/46).

“Allah’a karşı yalan uyduranlardan veya kendisine bir şey vahyedilmediği halde; 'Bana vahyolundu.' diyen kimse ile 'Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim.' diyenden daha zâlim kim olabilir? Ölümün şiddetli sıkıntıları içinde bulunurken ve melekler ellerini uzatarak; 'Haydi ruhlarınızı çıkartıp teslim edin, bugün Allah’a karşı haksız yere söylediklerinizden, onun ayetlerine karşı büyüklük taslamanızdan ötürü, alçaltıcı azabıyla cezalandırılacaksınız.' derken o zâlimlerin hâlini bir görsen!” (Enam, 6/93).

Buharî’ye göre ayette geçen ve bizim “alçaltıcı azâp” diye tercüme ettiğimiz “azabe’l-hun”, kavramı aynı zamanda “hafif azap” demektir. Bu ise şiddetli olan cehennem azabından önce kabirde olacak bir azap olduğunu göstermektedir.

“Biz onları (münafıkları) iki kez cezaya çarptıracağız. Sonra müthiş bir azaba uğratılacaklardır.” (Tevbe, 9/101).

Demek ki, ilk azap kabirde olur.

Buharî bu üç ayeti kabir sorgusu ve azabı için delil olarak zikretmiştir.(bk. Buharî, Cenaiz, 87).

Aşağıdaki hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere,  Rabbimiz ve Peygamberimiz (asm) ile ilgili ilk sorgulama kabirde başlayacak ve bu sorgulamanın sonucuna göre, “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır.” (bk. Tirmizî, Kıyamet, 26).

“Ölü kabre konduktan sonra, Münker ve Nekir adında iki melek gelip Peygamber Efendimizi (asm) kastederek ‘Bu adam hakkında ne düşünüyorsunuz?’ diye sorarlar. (Mümin kimse) daha önce dediği gibi der: ‘O Allah’ın kulu ve resulüdür. Ben şahadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahadet ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve resulüdür.’ Melekler ‘Böyle diyeceğini biliyorduk.' derler ve kabrini genişletip aydınlatırlar. Münafık -ve kâfir- kimse ise, bu soruya ‘Bilmiyorum.’ diye cevap verir. Melekler  ona da ‘Senin böyle diyeceğini biliyorduk.' derler. Yere denilir, o da adamın kaburgalarını iç içe geçirecek şekilde onu sıkar ve kıyamete kadar orada azap çeker.” (Buharî, Cenaiz, 87; Tirmizî, Cenaiz, 70; hadis meali özet olarak Tirmizi’den alınmıştır).

Ölünün defninden sonra ölüye telkin vermenin müstahap olduğuna dair rivayetler vardır. Telkinlerin başında Allah’ın rububiyeti gelir: Ölüye hitaben şöyle denir:

“De ki: Rabbim Allah’tır, Dinim İslam’dır, Peygamberim Muhammed'dir.(asm).” (Neylu’l-evtar, IV, 89).

Konuyu -teberrüken, müjdeli- bir ayetin mealiyle bitirelim:

“Ey mütmain olan nefis!  Sen ondan hoşnut, o da senden hoşnut olarak Rabbine dön, kullarımın arasına katıl ve cennetime gir!” (Fecr, 89/27-30).

29 Ölülerin kendilerine seslenenleri duyması ve cevap vermesi mümkün müdür?

Bedir Savaşı'nda kalib kuyusuna atılan müşriklere hitaben, Efendimiz (a.s.m) “Allah’ın bize vâd ettiği şeylerin hak olduğunu gördük; siz de size vâd edilenlerin hak olduğunu gördünüz mü?”-ayetten iktibas ederek- sorar. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) “Yâ Resûlullah nasıl ruhsuz cesetlerle konuşuyorsunuz?” diye sorar. Bunun üzerine “Siz onlardan daha fazla -bu sözlerimi- işitiyor değilsiniz. Yalnız onlar bu gün cevap veremezler.” diye buyurur. (Mecmau’z-zevaid’de bu hadisin sahih olduğu ifade edilmiştir- bk. 6/91).

Ebû Şeyh mürsel olarak Abid bin Merzûk (Radıyallahû anh) 'dân rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: Medine'de, Camiye bakan bir kadın vardı; öldü. Peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) 'in haberi olmadı. Kabri yanından geçerken “Bu kabir nedir (kimindir)?" diye sordu.

Ona «Ümmü Mihcen'in kabridir» dediler.

Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) : “Camiye bakan kadın mı?" dedi.

" Evet," dediler.

Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) hemen milleti saflaştırdı, cenaze namazını kıldı. Sonra ölen kadına seslenerek: “Hangi ameli daha hayırlı buldun?” deyince, sahabeler: “O işitir mi yâ Resûlullah?» dediler. Peygamber (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) : "Siz ondan daha fazla işitir değilsiniz." buyurdu. (Suyuti, Kabir Alemi)

Burada iki rivayet arasında bir çelişki düşünülmemelidir.

Evvela, birinde “cevap veremezler” demesi, ikincisinde bu ifadeyi kullanmaması, bu kadının hemen cevap verdiği anlamına gelmeyebilir. Sadece “cevap veremez” ifadesine yer verilmemiş o kadar...

Kalib  kuyusundaki müşriklere tevcih edilen soru, gerçekten cevabı istenen bir soru değil, bir azarlama sorusudur. Onun için orada “onlar cevap veremezler” ifadesiyle, bu sorunun cevap almaya yönelik değil, tevbih ve azarlamaya yönelik olduğuna işaret edilmiş olabilir. Diğer hadiste ise, bizzat mümin bir kadına yöneltilmiş bir sorudur. Bir azarlama sorusu değil, gerçek -cevabı istenen- bir sorudur. Bunun cevabını Hz. Peygamber (a.s.m) bizzat işitmiş olabilir. Bu sebeple, “ o cevap veremez” ifadesine yer vermemiş olabilir.

Kafirlerin ruhları azab ve müminlerin ruhları ise nimet içinde olduğundan, kafirlerin ruhları azab içinde cevap verememesi ve müminlerin ruhları ise cevap verecek durumda olduğuna işaret edebilir.

30 Kabirde cennetlik olduğunu öğrenen kimsenin kul hakları ne olacak?

Kabirde cennetlik olduğunu öğrenen bir kimse, artık ondan sonra bir sıkıntıya maruz kalmaz, demektir.

Kabir/berzah hayatında güzelliğe, rahata kavuşan kimse, ondan sonraki merhalelerde daha da huzurlu, şayet kabirde sıkıntılı ise, ondan sonraki basamaklarda daha da sıkıntılı olacaktır. Nitekim Tirmizî, İbn Mace ve Hakim’in rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte şöyle bildirilrilmiştir:

"Kabir, ahiret menzillerinden ilk menzildir. Eğer ondan kurtulursa, ondan sonrası daha da kolay olur. Eğer ondan kurTulmazsa, ondan sonrası daha da sıkıntılı olur." (bk. Kenzu’l-ummal, h.no: 42504).

31 Kabirde imtihan anındaki fitne nedir?

Konuyla ilgili iki hadis meali şöyledir:

"Allah'ım! Korkaklıktan, cimrilikten sana sığınırım. Erzel-i ömürden sana sığınırım. Dünya fitnesinden sana sığınırım. Kabir fitnesinden sana sığınırım.” (Buhârî, Cihâd 25, Daavât 37, 41, 44)

"Allah'ım, cehennem azâbından ve kabir azâbından, hayat ve ölüm fitnesinden, kör Deccâlin fitnesine uğramaktan sana sığınırım.” (Müslim, Mesâcid 128)

Bu hadislerden ve benzeri hadîs-i şerîflerden öğrendiğimize göre, Peygamber Efendimiz (asm) insan için son derece tehlikeli olan bazı hususlardan Allah’a sığınmış, dolayısıyla bize bunlardan şiddetle sakınmamız ve bizi onlardan koruması için Cenâb-ı Hakk’a sığınmamız gerektiğini belirtmiştir.

Kabir fitnesi Peygamber aleyhissalatü vesselâm’ın Allah’a sığındığı tehlikelerden biridir. Meleklerin ölen herkesi sorguya çekmesiyle başlayan kabir hayatı, iyi kullar için huzur ikliminin başladığı, dünyadaki görevini gerektiği gibi yapmayanlar için de sıkıntıların başlayıp devam ettiği bir başka âlemdir. Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) bu durumu, “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizî, Kıyâmet 26) diye ifade buyurmuştur.

Hz. Âişe (ra) kabir azâbının olup olmadığını Resûl-i Ekrem’e sorduğunu, onun da “Evet, kabir azâbı haktır” buyurduğunu ve kıldığı her namazda kabir azâbından Allah’a sığındığını söylemektedir.(Nesâî, Sehv 64). Hz. Osman (asm) bir kabre baktığı zaman sakalları ıslanıncaya kadar ağlar, sonra da Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, kabri âhiret yolculuğunun ilk menzili olarak kabul ettiğini, buradan kurtulan kimse için sonrasının daha kolay olacağını, buradan kurtulamayan için de sonrasının daha çetin olacağını belirttiğini söylerdi.(Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 63).

Kabir azâbı, Allah’ın buyruklarına uymayan insanın ölümünden kıyamete kadar geçecek olan uzun bekleyiş safhasında göreceği bir tür işkencedir. Mâhiyetini tam olarak bilemediğimiz bu azâba tâbi tutulmak için insanın mutlaka kabirde bulunması da gerekmemektedir. Kabir azâbı ve cehennem azâbı vardır; bu azaplar hak ve gerçektir. İnsan bu çetin azaplardan Allah’a sığınmalıdır. Âdem oğlu ölüp ruhu bedeninden çıktıktan ve kabre konulduktan sonra işte âhiret merhalelerinin ilki o zaman başlamış olur. Çünkü kabir, âhiretin ilk merhalesidir.

İnsanın o daracık, karanlık ve ürperti veren yerde karşılaşması söz konusu olan bu işkenceden kurtulması ve kabrini Peygamber Efendimiz (asm)’in buyurduğu gibi cennet bahçelerinden bir bahçe haline getirmesi mümkündür.

Kabirde kendisine onunla görevli iki melek gelir ve dünyada iken haklarında îmân edip etmediği üç şey; Rabbi, dîni ve peygamberi hakkında onu sorguya çekerler. Eğer onlara güzellikle cevap verirse, neticesi onun için güzel olur.Yok eğer onlara güzellikle cevap veremezse, iki melek ona şiddetli bir şekilde vururlar.

Kul, eğer îmân ehli iyi kimselerden ise, melekler ona beyaz yüzlü kimseler olarak gelirler. Yok eğer fesat ve kötülük ehlinden ise, melekler ona siyah yüzlü kimseler olarak gelirler. İşte bu, kulun kabrinde imtihan olunacağı kabir fitnesidir. (İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, 11/177) Mubârekfurî, “Kabir fitnesi; kabirde iki meleğin sorusuna cevap verirken şaşırmaktır." demiştir. (Tuhfetu'l-Ahvezî, 9/328)

Kabirde iki meleğin sordukları sorulara gelince:

Berâ b. Âzib'den -Allah ondan razı olsun- rivâyet olunduğuna göre, o şöyle demiştir:

"Peygamber aleyhissalatü vesselam ile birlikte Ensar'dan bir adamın cenâzesini defnetmek için çıktık, kabre geldiğimizde kabir henüz kazılmamıştı. Rasûlullah oturunca, biz de onun meclisine saygıdan dolayı sanki başımızda kuş duruyormuşçasına hepimiz hareketsiz bir şekilde onun etrafında oturduk. Elinde bir çubuk vardı ve düşünceli bir şekilde çubuğun bir ucuyla yeri eşeliyordu. Başına kaldırdı ve -iki veya üç defa-: Kabir azabından Allah'a sığının, buyurdu. Sonra şöyle buyurdu:

'Mümin kul, dünyadan ayrılmak ve âhirete yönelmek üzere olduğu zaman ona gökten yüzleri sanki güneş gibi olan beyaz yüzlü melekler iner. Yanlarında cennet kefenlerinden ve kokularından vardır. Onun görebileceği yere otururlar. Sonra ölüm meleği gelir, baş tarafına oturur ve şöyle der: "Ey güzel ruh, çık ve Rabbinin mağfiretine ve rızâsına gel." Bunun üzerine o ruh, tulumun ağzından damlayan bir damla gibi çıkar ve ölüm meleği onu alır. Ölüm meleği, mümin kulun ruhunu aldığında, melekler onu göz açıp kapayacak kadar ölüm meleğinin elinde bırakmazlar. Onu ölüm meleğinin elinden alırlar ve bu kefene koyarlar. O ruhtan, yeryüzünde bulunan en güzel mis kokusu gibi bir koku çıkar. Onu melekler arasından geçirirken: "Bu güzel ruh nedir?" derler. Dünyadaki en güzel isimlerini söyleyerek, falan oğlu falandır, derler. Dünya semâsına ulaşıncaya kadar çıkarırlar. Melekler onun için kapının açılmasını isterler. Onlara kapı açılır. Bunun üzerine  yedinci semâya ulaşıncaya kadar her semâda bulunan Allah'a yakın melekler o ruha eşlik ederler. Nihâyet Allah şöyle buyurur: ‘Kulumun amel defterini, İlliyyîn'e yazın ve ruhunu yeryüzüne geri gönderin. Çünkü ben, onları ondan (topraktan) yarattım ve yine ona döndüreceğim. Bir defa daha onları (hesaba çekmek üzere) topraktan çıkaracağım.’ Bunun üzerine mümin kulun ruhu bedenine iâde edilir. Ardından iki melek yanına gelip onu oturturlar ve:

"Rabbin kimdir?" derler.
Mümin kul: "Rabbim Allah'tır." der.
Onlar: "Dinin nedir?" derler.
Mümin kul: "Dinim İslâm'dır" der.
Onlar: "Size gönderilen adam hakkında ne dersin?" derler.
Mümin kul: "O Allah'ın elçisidir." der.
Onlar: "Sana bunları bildiren nedir?" derler.
Mümin kul: "Allah'ın kitabını okudum, ona inandım ve onu tasdik ettim." der.

Bunun üzerine semâdan bir ses gelir: Kulum doğru söyledi. Cennetten bir yer döşeyin (makamını hazırlayın), onu cennet elbiselerinden giydirin ve ona cennetten bir kapı açın, der. Bunun üzerine ona cennetin esintisinden ve güzel kokusundan kokular gelir, gözünün görebileceği yere kadar kabri genişletilir. Sonra ona, güzel yüzlü, güzel elbiseli ve güzel kokular içerisinde olan birisi gelir ve "Seni mutlu edecek şeyle sevin. Bugün sana vaad olunan gündür." der. Bunun üzerine o: "Sen kimsin? Senin o hayırlı yüzün nedir." der. O: "Ben, senin sâlih amelinim." der. Bunu işitince, "Yâ Rabbi! Kıyâmeti çabuk kopar ki, âileme ve malıma kavuşayım." der.

Kâfir kul, dünyadan ayrılmak ve âhirete yönelmek üzere olduğu zaman, yanlarında kaba ve sert elbise olan siyah yüzlü melekler gelir ve onun görebileceği bir yerde otururlar. Sonra ölüm meleği onun yanına gelip başucunda oturur ve ona: "Ey çirkin ruh, haydi çık! Allah'ın öfkesine ve gazabına gel!" der. Bunun üzerine ruhu bedenine dağılır ve ıslak yüne dolaşan pıtrağın (dikenli otların) yünden çekilip çıkarıldığı gibi, ölüm meleği onun ruhunu bedeninden çekip alır (ruhu bedeninden güçlükle ayrılır). Ölüm meleği ruhunu alınca da, melekler onu göz açıp kapayacak kadar ölüm meleğinin elinde bırakmazlar. Onu ölüm meleğinin elinden alırlar ve kaba ve sert elbisenin içine koyarlar. Ondan yeryüzünde bulunan en pis leş kokusu gibi bir koku çıkar. Onu semâya yükseltirler. Her semâda bulunan meleklerin yanından geçerken onlar: "Bu pis ruh kimindir?" derler. Melekler, dünyadaki en kötü ismini söyleyerek, falan oğlu falandır, derler. Dünya semâsına gelince, onun için semânın kapılarının açılmasını isterler, fakat ona kapılar açılmaz. Sonra Rasûlullah şu ayeti okudu: "(Öldükleri zaman) onlar (ın ruhların)a gök kapıları açılmaz ve deve, iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete giremezler. Suçluları işte böyle cezâlandırırız." (A'râf, 7/40) Allah şöyle buyurur: "Onun amel defterini Siccîn'e (en aşağı tabakaya) yazın". Sonra onun ruhu, gökten yere fırlatılıp atılır. Sonra Rasûlullah şu âyeti okudu: "Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki o, gökten düşüp de parçalanmış da kendisini kuşlar kapmış veya rüzgâr onu uzak bir yere sürükleyip atmış kimse gibidir." (Hac, 22/31). Ardından ruhu bedenine iâde olunur da (Münker ve Nekir adlı) iki melek ona gelip yanına oturur ve:

"Rabbin kimdir?" derler.
Kâfir kul: Hah…Hah… Bilmiyorum." der.
Onlar: "Dinin nedir?" derler.
Kâfir kul: "Hah…Hah… Bilmiyorum." der.
Onlar: "Size gönderilen adam hakkında ne dersin?" derler.
Kâfir kul: "Hah…Hah… Bilmiyorum." der.

Bunun üzerine semâdan bir ses: 'Yalan söyledi, ona cehennemdeki yerini hazırlayın ve ona cehennemden bir kapı açın.' der. Cehennem ateşinin sıcağından ve sıcak rüzgârından gelir ve kaburgaları birbirine geçecek şekilde kabri ona daraltılır. Çirkin yüzlü, kötü elbiseli ve pis kokulu bir adam ona gelir ve şöyle der: "Seni üzecek şeye sevin! Bugün, vaad olunduğun gündür." Kâfir ruh ona: "Sen kimsin? Çirkin yüz kötülük getirdi." der. O da: "Ben senin çirkin amelinim." der. Bunun üzerine: "Rabbim! Kıyameti koparma." der." (bk. Müsned, 4/288, 397; et-Terğîb ve't-Terhîb, 3/369; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dili Kur'an Dili, 2/1229)

32 Hz. Ömer (r.a) kabrine koyulduktan sonra Münker ve Nekir meleklerine sitemde bulunduğu rivayeti doğru mudur?

Bu bilgi halk arasında var olmakla beraber, sahih kaynaklarda rastlayamadık.

Böyle bir tavır İslam’ın ruhuna uygun görülmemektedir. Çünkü, İslam ümmetinden de cehenneme giden nice insan vardır. Bir de Allah’ın memuru olan meleklerin Hz. Ömer (ra)’in talimatına uymaları asla söz konusu olamaz. Çünkü Kur’an’da yer alan,

“Ey iman edenler! Kendilerinizi ve ailenizi, yakıtı insanlarla taşlar olan o müthiş ateşten koruyun. Onun başında kaba yapılı, sert ve şiddetli melekler olup, onlar asla Allah’a isyan etmez ve kendilerine verilen bütün emirleri tam yerine getirirler.”(Tahrim, 66/6)  

mealindeki ayetin ifadesi, böyle bir ihtimale imkân vermemektedir.

Kaldı ki, Hz. Ömer (ra)’in böyle bir şey söylediğine dair, kimin keşfettiği veya rüyada gördüğüne dair herhangi bir bilgi yoktur.

Bu konuda değişik rivayetlerin toplamından ibaret olan bilginin doğru olduğu bildirilen bir rivayetin özeti şöyledir:

“Peygamber Efendimiz (asm), Hz. Ömere hitaben:

‘İnsanlar seni kabre koyduktan sonra, Münker ve Nekir adında iki meleğin gelip sana soru sorduklarında ne durumda olacaksın?’ diye sordu. Hz. Ömer:

'Ya Resulallah! O zaman benim şimdiki aklım yine benimle beraber olur mu?’ diye sorunca, Peygamberimiz

‘Evet’ diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer:

'O halde ben onlara yeteceğim / sorularına cevap verebilirim.’ dedi.”(Gazali, İhya, 4/503).

Zeynu’l-Iraki, İbn Ebi Dünya’nın rivayet ettiği bu hadisin mürsel olduğu, ancak senedinin sahih olduğunu belirtmiştir(bk. el-Irakî, Tahricu Aahadi’l-İhya-birlikte- a.g.y).

33 Kabir ziyaretinde bulunmak caiz midir?

Genel olarak kabirleri ziyaret etmek erkekler için müstehab olup, kadınlar için caizdir. Salih kimselerin, anne, baba ve yakın akrabanın kabirlerini ziyaret etmek mendup sayılmıştır. Kadınların kabirleri ziyaret etmesi, bağırıp çağırma, saçını başını yolma ve kabirlere aşırı saygı gibi bir fitne korkusu olmadığı zaman mümkün ve caizdir. Çünkü Hz. Peygamber (asm), çocuğunun kabri başında ağlamakta olan bir kadına sabır tavsiye etmiş, onu ziyaretten alıkoymamıştır (Buhârî, Cenâiz, 7, Ahkâm, ll; Müslim, Cenâiz, 15).

Diğer yandan Hz. Âîşe (ra)'nin de kardeşi Abdurrahman b. Ebi Bekr'in kabrini ziyaret ettiği nakledilir. (Tirmizi, Cenâiz, 61).

Hz. Peygamber (asm), henüz kader inancının kökleşmediği ve cahiliye alışkanlıklarının devam ettiği dönemde kabir ziyaretini bir ara yasaklamış, ancak bunu daha sonra serbest bırakmıştır. Hadiste şöyle buyrulur:

"Size kabir ziyaretini yasaklamıştım. Artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz."(1)

Hz. Peygamber (asm)'in kabirleri çok ziyaret eden kadınlara lânet ettiğini bildiren hadisler (Tirmizi, Salât, 21; Cenâiz, 61; Nesaî, Cenâiz, 104; İbn Mâce, Cenâiz, 49), ziyaret yasağı olan döneme aittir. Tirmizi bunu açıkça ifade etmiştir. (Tirmizi, Cenâiz, 60). Hz. Âîşe (ra) ve İbn Abdilberr bu görüştedir.

Hanefilerin sağlam görüşüne göre, saç baş yolma, ağlamayı tazeleme gibi aşırılıklar olmamak şartıyla kadının kabir ziyareti caiz görülmüştür. Çünkü hadislerde yer alan ruhsat, kadınları da kapsamına almaktadır. (Tirmizi, Cenâiz 60, 61; İbn Abidin, Reddü'l-Muhtâr, İstanbul 1984, II, 242).

Kabir ziyaretinin, tarihi akış içinde, ölülerden yardım istemek, hatta tapılmak için de yapıldığı görülmektedir.

İslâm'ın başlangıcında Hz. Peygamber (asm)'in kabir ziyaretlerini yasaklamasının sebebi bu idi. Yahudi ve Hristiyanlar, aziz saydıkları kimselerin kabirlerini ibadet yeri edinmişlerdi. Cahiliyye devrinde kabirlere secde ediliyor, putlara tapılıyordu. Putperestlik, büyük tanınan kimselerin heykellerine saygı ve ta'zim ile başlamış, neticede bu saygı putlara ibadete dönüşmüştü.

İslâm Dininin gayesi tevhid akidesini (Allah'ı yegane hâlık ve müessir tanıyıp yalnızca ona ibadet etmeyi) kalblere yerleştirmekti. Önceleri Hz. Peygamber (asm) bu sebeple tehlikeli gördüğü kabir ziyaretini yasaklamıştı. Fakat tevhid inancı gönüllere iyice yerleşip Müslümanlar tarafından gayet iyi anlaşıldıktan sonra, kabir ziyaretine izin verilmiştir.

Çünkü kabir ziyaretinde, hem hayattakiler, hem de ölüler için faydalar vardır. Resulullah (asm) Mekke seferi sırasında annesi Amine'nin kabrini ziyaret ederek ağlamış, etrafındakileri de ağlatmış ve Müslümanların kabirleri ziyaretine de izin verilmişti. (İbn Mâce, Cenâiz 48; Nesâf, Cenâiz; 101;Müslim, Cenâiz, 36; Ebû Dâvud, Cenâiz, 77). Bu izin hatta ziyareti teşvik konusu meşhur rivayetlerle sabittir (İbn Mâce, Cenâiz, 47; Tirmizî, Cenâiz, 60).

Kabir Ziyaretinin Faydaları

a) İnsana ölümü ve ahireti hatırlatır ve ahireti için ibret almayı sağlar.(2)

b) İnsanı zühd ve takvaya yöneltir. Aşırı dünya hırsını ve haram işlemeyi engeller. Kişiyi iyilik yapmaya yöneltir (İbn Mâce, Cenâiz, 47).

c) Salih kişilerin kabirlerini, özellikle Hz. Peygamber (asm)'in kabrini ziyaret, ruhlara ferahlık sağlar ve yüce duyguların oluşmasına yardım eder. Hz. Peygamber (asm)'in ve Allah'ın veli kullarının kabirlerini ziyaret için yolculuğa çıkmak menduptur. Bir hadis-i şerifte buyurulmuştur:

"Kim, beni öldükten sonra ziyaret ederse, sanki hayatımda iken ziyaret etmiş gibi olur." (Mansur Ali Nasif, et- Tâc, el-Câmiu'l-Usûl, II, 190).

d) Kabir ziyareti; insanın geçmişi, dinî kültürü ve tarihi ile bağlarının güçlenmesine yardımcı olur.

Ziyaretin Ölüye Faydası

a) Özellikle anne, baba diğer akraba ve dostların kabirleri, ruhları için Allah'a dua ve istiğfar etmek amacıyla ziyaret edilir. Ölüler adına yapılan hayır ve hasenâtın sevabının onlara ulaşacağı sahih hadis ve icmâ delili ile sabittir. Ölüler ziyaret edilirken, onların ruhları için Allah'a dua edilir, Kur'an okunur, yapılan iyiliklerin sevabı bağışlanır. Kabre ağaç dikmek sevabtır. Dikilen ağaç ve bitkinin ölünün ruhundan azabın hafifletilmesine sebep olacağına dair hadisler vardır. Hristiyanların yaptığı gibi kabre çelenk götürmek mekruhtur.

Dua ve istiğfarın ölülerin ruhları için faydalı olacağına şu ayet-i kerime de delâlet eder:

"Ey Rabbimiz, bizi ve iman ile bizden önce geçmiş olanları yarlığa. İman etmiş olanlar için kalbimizde bir kin bırakma." (Haşr, 59/10).

Bu konuda varid olan pek çok hadis vardır (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 509; VI, 252; İbn Mâce, Edeb, 1, 2)

b) Ölünün dirileri işitmesi. Kabir ziyareti sırasında konuşulanları kabirdeki kişinin duyduğu ve verilen selâmı aldığı hadislerle sabittir.

Abdullah b. Ömer (r.a)'den nakledildiğine göre Hz. Peygamber (asm) Bedir gazvesinden sonra yerde yatan Kureyş büyüklerinin cesetlerine karşı: "Rabbinizin vaadettiği azabın doğru olduğunu anladınız mı?" diye seslenmişti. Hz. Ömer (ra)'in: "Ey Allah'ın Resulu! Bu duygusuz cesetlere mi hitap ediyorsunuz?" demesi üzerine, Resulullah (asm) şöyle buyurmuştur: "Siz bunlardan daha fazla işitici değilsiniz. Fakat bunlar cevap veremezler." buyurmuştur (Ahmed b. Hanbel, II, 121).

Bu konuda Hz. Aişe (ra)'den, ölülerin işitmesi yerine, Resulullah (asm)'ın; "Gerçeği ölünce şimdi daha iyi anlarlar. Nitekim Cenâb-ı Hak'da: 'Habibim sen, sözünü ölülere duyuramazsın.'" hadisi nakledilmiştir. Ancak çoğunluk İslâm bilginleri bu konuda Hz. Âîşe (ra)'ye muhalefet etmişler, başka rivayetlere uygun düştüğü için yukarıda zikrettiğimiz Abdullah b. Ömer'in hadisini esas almışlardır.(3)

Ziyaretin Âdabı

Ziyaretçi mezarlığa varınca yüzünü mezarlara döndürerek Peygamberimizin (asm) dediği gibi şöyle selâm verir:

"Ey müminler ve Müslümanlar diyarının ahalisi, sizlere selâm olsun. İnşaallah, biz de sizlere katılacağız. Allah'tan bize ve size âfiyet dilerim." (Müslim, Cenâiz, 104; İbn Mâce, Cenâiz, 36).

Hz. Âîşe (ra)'nin rivayetinde anlam aynı olduğu halde ifade biraz farklıdır. Tirmizi'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde Resulullah (asm) bir defasında Medine mezarlığına uğradı ve onlardan tarafa dönerek şöyle dedi:

"Ey kabirler ahalisi, size selam olsun! Allah bizi ve sizi mağfiret eylesin. Sizler, bizden önce gittiniz, biz de sizin ardınızdan (geleceğiz)." (Tirmizi, Cenâiz, 58, 59).

Kişi, tanıdığı bir kimseye kabrinin başından geçerken selâm verirse, ölü selâmını alır ve onu tanır. Tanımadığı bir kimsenin kabrinin yanından geçerken selam verirse, ölü, selâmını alır (Gazzâli, İhyau Ulûmi'd-din, IV, Ziyâretü'l-Kubur bahsi).

Kabir ziyareti sırasında mezarda namaz kılınmaz. Kabirler asla mescid edinilmez. Kabre karşı da namaz kılmak mekruhtur. Kabirlere mum dikmek ve yakmak caiz değildir (Müslim, Cenâiz, 98; Ebû Dâvud, Salât, 24; Tirmizî, Salât, 236).

Boş yere para harcandığı için, ya da kabirlere tazim için buralarda mum yakılmasını Hz. Peygamber (asm) yasaklamıştır. "Kabrin üzerine oturmak ve mezarları çiğnemek mekruhtur (Müslim, Cenâiz, 33; Tirmizi, Cenâiz, 56).

Kabirde ziyaretle bağdaşmayan edep dışı ve boş söz söylemekten, kibirlenip çalım satarak yürümekten sakınmak ve mütevâzı bir durumda bulunmak gerekir (Nesâî, Cenaiz, 100; Tirmizî, Cenaiz, 46). Kabirlere, küçük ve büyük abdest bozmaktan sakınmak gerekir. (Nesaî, Cenâiz, 100; ibn Mâce, Cenâiz, 46).

Kabristanın yaş ot ve ağaçlarını kesmek mekruhtur. Kabir yanında kurban kesmek, Allah için kesilse bile mekruhtur. Hele ölünün rızasını kazanmak ve yardımım elde etmek için kesilmesi kesinlikle haramdır. Bunun şirk olduğunu söyleyenler de vardır. Çünkü kurban kesmek ibadettir; ibadet ise yalnız Allah'a mahsustur. Kabirler Kâbe tavaf edilir gibi dolaşılıp tavaf edilmez. Ölülerden yardım istemek ve bunun için mezar taslarına bez, mendil ve paçavra bağlamak kişiye yarar sağlamaz. Bazı kabir ve türbelerin hastalıklara şifalı geldiğine inanmak ve bunların taş, toprak ve ağaçlarını kutsal saymak İslam'ın tevhit inancı ile bağdaşmaz.

Diri veya ölü olsun salih kimseleri Allah'tan bir şey istemek için aracı kılmaya "tevessül" denilir. Kabirde kişinin başkasına bizzat bir fayda vermeye veya bir zararı gidermeye gücü yetmez. İbn Teymiyye ve taraftarlarına göre Allah'tan bir şey isterken peygamber bile olsa salih kulları aracı kılmak haram, hatta şirktir. Çoğunluk İslâm âlimlerine göre ise Allah'tan bir şey isterken salih zatları aracı ve esile kılmak ve bunun için onların kabirlerini ziyaret etmek caizdir. Meselâ "Hz Muhammed hakkı için, onun hürmetine, ya Rabbi onunla sana dua ediyorum, şu isteğimi yerine getir." demek, duaların kabulüne vesile olur.

Hanefi ve Malikilere göre kabir ziyaretini cuma ve bunun iki yanındaki perşembe ve cumartesi günleri yapmak daha faziletlidir. Şafiîler, perşembe gününün ikindi vaktinden başlamak üzere cumartesi sabahına kadar ziyaretin daha uygun olacağını söylemişlerdir. Hanbeliler, ziyaret için belli bir gün tahsis etmenin doğru olmadığını belirtmişlerdir. Sonuç olarak cuma günü ziyaret daha faziletli ise de diğer günlerde ziyaret de mümkün ve caizdir. (Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkh ale'l-Mezâhibi'l-Erbea, I, 540).

Kaynaklar:

1) bk. Müslim, Cenâiz, - 106, Edâhi, 37; Ebû Dâvud, Cenâiz 77, Eşribe, 7; Tirmizi, Cenâiz, 7;Nesaî, Cenâiz, 100; İbn Mâce, Cenâiz, 47; Ahmed b. Hanbel, I, 147, 452, III, 38, 63, 237, 250, V, 35, 355, 357.
2) bk. Müslim, Cenâiz, 108; Tirmizî, Cenâiz, 59; İbn Mâce, Cenâiz, 47-48; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 145.
3) bk. ez-Zebîdi, Tecrid-i Sarih Terc. Kâmil Miras, Ankara 1985, IV, 580.

34 Münker ve Nekir'in gözleri ve yüzleri nasıldır?

Ebu Hüreyre'den; Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Ölü defnedildiğinde, ona gök gözlü simsiyah iki melek gelir. Bunlardan birine Münker diğerine de Nekir denir. Ölüye: 'Bu adam (Rasûlüllah) hakkında ne diyorsun?' diye sorarlar. O da hayatta iken söylemekte olduğu; 'O, Allah'ın kulu ve Resûlüdür. Allah'tan başka Allah olmadığına, Muhammed (s.a.s.)'in onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim.' sözlerini söyler. Melekler; 'Biz de bunu söylediğini biliyorduk zaten.' derler. Sonra kabri yetmiş çarpı yetmiş zira' kadar genişletilir ve aydınlatılır... Eğer münafık ise, 'İnsanların söylediklerini duyup aynısını söylerdim, bilmiyorum.' der. Melekler de 'Böyle söylediğini zaten biliyorduk.' derler. Sonra arza, 'Onu sıkıştır.' denir. Arz onu sıkıştırır da kaburga kemikleri birbirine geçer. Allah onu yattığı bu yerden tekrar diriltinceye kadar kendisine azap edilir." (Tirmizi, Cenâiz, 70)

Resulullah (asm)'in Hz. Aişe'ye sorduğu: "Münker ve Nekir'in suali ve kabir sıkması esnasında halin nice olur?" sorusu üzerine Hz. Aişe korkusunu izhar edince Peygamber Efendimiz (asm) "Ya Aişe, muhakkak ki, kabir sıkması mü'mine annenin çocuğunun elini ve alnını eliyle okşaması (sevmesi) gibidir. Münker ve Nekir'in suali de mü'mine, gözler çapaklandığı zaman göze çekilen sürme gibidir." buyurmuştur. (Ebu Şekur es- Salimi, et-Temhid fi Beyanit-Tevhid, v. 146)

(Kabir Hayatı, Prof. Dr. Süleyman Toprak)

35 İyi insanlar kabirlerinde Peygamber Efendimizi görebilir mi?

Müminler kabirde Peygamberimiz (asm) ile görüşmektedirler. Sadece Peygamberimiz (asm) ile değil, bütün müminlerin ruhları birbiri ile görüşebilmektedir.

İlave bilgi için tıklayınız: 

Ölen kimse dünyayla irtibat kurabilir mi? ...

36 Kabir azabı nasıldır? Kabir azabı çektikten sonra kişi cehenneme gitmeden direkt cennete gidebilir mi? Okunan Yasin ve diğer bütün duaların kabir azabını hafifletici etkisi nasıldır?

Kabir alemi gaybi bir konudur. Bu bakımdan o alemdeki hesap ve sorgu sualin mahiyetini Peygamberimizin (asm) anlattığı şekilde bilmekteyiz.

Kişi vefat ettikten sonra kabirde münker ve nekir tarafından sorgu suale çekilir ve eğer mümin ise kabri cennet bahçesine döner; şayet cehennemlik ise kabri cehennem çukurlarından bir çukur haline gelir.

Müminlerin ahirette ve mahşerde çektikleri sıkıntılar günahlarına keffaret olur. Bu bakımdan günahları sevabından çok olan bir insan, kabir ve mahşerde çektikleri sıkıntıdan dolayı günahları azalır ve cennetlik bir insan olabilir.

İnsanlar mahşerde hesaba çekilir ve amellerine göre defterleri sağından, solundan verilir. Ondan sonra sırattan geçerler.

İlave bilgi için tıklayınız:

Ölüye veya ölmek üzere olana Kur'an okunabilir mi? Bu okunan Kur'an'ın ona faydası olur mu?

Kabir azabının çeşitleri hakkında bilgi verir misiniz?

37 Vefat eden günahkârların pişmanlığı fayda verir mi?

Kabirleri ziyaret eden kişi, onlardan ibret dersi alarak istifade edecek, onlar da ziyaretçinin okumasından ve duasından faydalanacaktır. (bk. Gazalî, İhya, 4/476)

Kişi ölüm sekeratına başladığı zamandan itibaren tövbe kapısı kapanır. Artık pişmanlıklar fayda vermez. Çünkü artık imtihan bitmiştir.

Ancak, biz kabir hayatına gidenlere manevi hediyeler gönderdiğimiz gibi, onlardan da bize nurani feyizler gelmektedir. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri bu konuyla ilgili şöyle der:

"Âlem-i melekût ve ervahta, ölmüş, vefat etmiş insanların ervâhı pek çok kesretle vardır ve bizimle münasebettardırlar. Manevi hedâyâmız onlara gidiyor; onların nurani feyizleri de bizlere geliyor." (Sözler, Yirmi Sekizinci Söz, İkinci Menba)

İlave bilgi için tıklayınız:

Ölüler, dünyadakilerin yaptıklarından üzülürler mi; onlar için dua ederler mi?

38 Üzerimize damlayan, sıçrayan idrarın (istem dışı olsa dahi), kabir azabının sebeplerinden biri olduğu doğru mudur?

Hadiste, kabir azabının çoğunun idrar saçıntısından ileri geldiği bildirilmiştir. Bu nedenle idrardan sakınmama ve buna önem vermeme kabir azabına sebeb olur.

Ancak istem dışı olarak damlayan ve bundan sakınmak için elinden geldiği kadar tedbir alan kişiyi Allah'ın bağışlaması umulur. Allah, hiçbir kuluna gücünün üstünde bir sorumluluk yüklemez.

İbni Abbas (ra)’ın şöyle anlattığı rivayet edildi:

Peygamber aleyhisselâm iki kabre rastladı ve şöyle buyurdu:

"Bu kabirlerdeki iki kişi insanlarca mühimsenmeyen bir suçtan azap görüyorlar. Biri bevlettikten (idrarını yaptıktan) sonra korunmadığı ve dikkatsiz davranıp, pislikten kaçınmadığı için; diğeri de koğuculuk yaparken, insanların arasını bozduğu için azap görüyor."

Sonra Peygamber aleyhisselâm yaş bir dal alarak ikiye ayırdı ve birer parçasını bu kabirlere dikti. (Etrafında bulunanlar):

"Ey Allah’ın Resulü, bunu neye böyle yaptın?" diye sordular. Peygamber aleyhisselâm da:

"Yaş kaldıkları müddetçe azaplarının azaltılacağını ümid ettiğim için böyle yaptım." buyurdu. (Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26)

39 Berzah hayatının (kabir hayatının) mahiyeti hakkında bilgi verir misiniz?

Ölen insanlar kıyamete kadar berzah aleminde bekleyeceklerdir. Eğer ölen kişi mümin ve salih bir insan ise, o berzah alemi ona cennet bahçesi haline gelecek ve binlerce yıl kalsa bile, sanki bir gün geçmiş gibi zannedecektir.

Ancak kafirler ve günahkar insanlar için berzah alemi bir azap yeri olacak, onların bir anı binlerce yıl gibi uzun olabilecektir. Berzah alemindeki hayat ve zaman bu dünyadaki gibi değildir. Kişinin ameline göre oradaki nimetler ve azaplar şekillenmektedir.

40 Mezarın açılıp ölünün dna testi yapılması caiz mi?

Cenaze, kabre konulup üzerine toprak atıldıktan sonra, artık cemaatın elinden çıkmış, yüce Allah'a teslim edilmiş sayılır. Artık zaruret bulunmadıkça kabrin açılmaması gerekir.

Zaruri hallerde dna ve otopsi testleri için kabrin açılması caizdir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Otopsi yapılması dinen caiz midir? Otopsi ve Organ Nakli...

41 Vefat edenin arkasından “Vay Efendim!..” diye ağlamanın, onun azap görmesine neden olacağı şeklinde bir hadis var mıdır?

Bu hadisi İmam Ahmed b. Hanbel ile İbn Mace rivayet etmiştir. (bk. İbn Hanbel, 1/26,28; İbn Mace, Cenaiz, 54, 58)

Buharî, Canaiz, 32; Müslim, Cenaiz, 16, 18, 19; Nesai, Cenaiz,13-15  ve Tirmizi, Cenaiz, 33-34 de benzer ifadelerle bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Buharî’ye göre, Hz. Peygamber (asm)'in : "Ölü, ailesinin ağlamasının bir kısmı sebebiyle azap görür." manasındaki söz, ölünün sağlığında iken ölüler için feryat eden (bağırıp-çağıran) bir kimse olması durumundadır. Çünkü bu durumda kendisi vasiyet etmiş veya öyle bir geleneği sürdürmek suretiyle yakınlarına da örnek olduğu için azabı haketmiştir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Ey İman edenler! Kendinizi ve ailenizi cehennemden koruyunuz.” (Tahrim, 66/6)

Hz. Peygamber (asm) de şöyle buyurmuştur:

"Hepiniz çobansızın ve güttüğünüzden sorumlusunuz." (Buhari, Cuma, 11)

Söz konusu kişi bu görevini yerine getirmediği veya onlara kötü bir örnek olduğu için azab çeker. 

Buna göre, şayet, ölen kişi sağlığında iken ölülerin ardından feryat eden bir kimse değil idiyse, onun durumu Hz. Âişe'nin dediği gibi şu âyete uygundur:

"Kimse başkasının (günah yükünü) yüklenmez.” (Fatır, 35/18)

Bu da şu ayette (aynı ayetin devamında) belirtildiği gibidir:

"Günah yükü altında ezilen bir kimse, günahını taşımak için başkalarını çağırsa, o akrabası da olsa, yükünden az bir kısmını bile taşımayı kabul etmez / onun günahından hiçbir şey başkası tarafından taşınmaz." (Fatır, 35/18)

Bu konuda Hz. Aişe  şöyle demiştir:  

Resûlullah (asm), ölmüş bir Yahudi kadın için ailesinin ağladığını gördü. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

"Bunlar onun için ağlıyorlar. O ise kabrinde azap görüyor." (Buharî, Canaiz, 32)

Konuyla İlgili Bir Açıklama

Söz konusu hadis her ne kadar bütün ölülerin, her türlü ağlama sebebiyle azap göreceğini ifade etse bile, diğer deliller bu ağlamanın kapsamını daraltmaktadır. Mesela, bu azabı -hayatında ölüler ardından- bağırıp çağırmayı âdet edinen kişi veya ailesinin bunu yapmasını yasaklamayan kişi ile sınırlandırmak mümkündür. Buna göre hadisin anlamı şöyle olur: Ailesinin bir tür ağlaması sebebiyle azap gören kişi, bu kendisinin âdeti olduğu için kendisine de böyle yapılmasına razı olan kişidir. Bu sebeple Buhârî şöyle demiştir: "Ölü ardından feryat etmek kendisinin âdeti değil ise ölü azap görmez." Yani ailesinin bunu yapacağını bilmeyen veya onların böyle yapmalarını yasaklamak suretiyle üzerine düşeni yapan kimse için başkasının yaptığı fiilden dolayı sorumluluk yoktur. Bu yüzden İbnü'l-Mübarek şöyle demiştir: Kişi, hayatta iken ailesinin ölünün ardından feryat etmesini yasakladığı halde, kendisi öldükten sonra ailesi onun arkasından ağlarsa bundan dolayı kendisine sorumluluk yoktur.

Buhârî, özetle kendisi sebep olmadıkça kişinin bir başkasının fiilinden dolayı azap görmeyeceğini söylemektedir. Başka birinin yaptığı şeyden dolayı kişinin azap göreceğini söyleyenler, söz konusu şahsın buna sebep olmasını kasdederken, başka birinin yaptığı bir şeyden dolayı kişinin azap görmeyeceğini söyleyenler ise bu şeye sebep olunmayan durumu kasdetmektedirler.

İbnü'l-Murâbıt şöyle demiştir: Kişi, ölünün arkasından feryat etme konusundaki yasağı ve ailesinin de bu tür davranışlar göstereceğini bildiği halde onlara bunun haram olduğunu belirtmemiş ve bunu yapmalarına engel olmamışsa, bundan dolayı azap gördüğünde aslında başkasının fiilinden dolayı değil, kendi fiilinden dolayı azap görmüş olur.

İsmâilî ise şöyle demiştir: Bu meselede âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Her biri kendi içtihadına göre görüş belirtmiştir. Araplar cahiliye devrinde birbirine saldırır, birbirini esir eder ve öldürürlerdi. Onlardan biri öldüğünde ağıt yakan kadın, ölen kişiyi bu haram fiilleri saymak suretiyle methederek ağlardı. Hadisin anlamı şudur: Ölü, ailesinin kendisine bu şekilde ağlaması sebebiyle azap görür. Çünkü ölünün ardından onun en güzel fiilleri zikredilir. Cahiliye devri Araplarının en güzel fiilleri ise bunlardı. Bu ise kişinin günahlarına günah katmakta ve onu azaba müstehak hale getirmekteydi.

Diğer bir görüşe göre ölünün azap görmesi, ailesinin feryat etmesinden ötürü üzüntü ve elem duymasıdır. Bu görüşteki olanların delili şu hadistir:

“Muhammed'in canını elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, sizden biri ölen yakını için ağladığında bu kendisine bildirilir. Ey Allah'ın kullan! Ölülerinize azap etmeyin!" 

Bu hadis, hasen senetli uzunca bir hadisin bir bölümüdür. Hadisi Ibn Ebû Heyseme, İbn Ebî Şeybe, Taberânî ve diğer hadis âlimleri rivayet etmiştir. 

Bu konuda yapılan farklı yorumları, şu şekilde birleştirmek mümkündür:

a. Bir kimsenin ölülerin arkasından feryat etme âdeti varsa ve ailesi de onun ölümünden sonra onun yolunda yürürse, yahut da kişi kendisi için bunun yapılmasını vasiyet ederse ailesinin ağlaması sebebiyle azap görür.

b. Allah’a karşı isyan eden, insanlara haksızlık yapan  bir  kimse  için,   öldükten  sonra yaptığı   haksızlıklar -bir nevi övgü şeklinde- zikredilerek ağıt yakılırsa, zikredilen bu haksızlıkları sebebiyle azap görür. Yani  yakınlarının -güzelmiş gibi- onu övdükleri aynı kötü fiillerinden ve zulümlerinden ötürü kendisi azap çekiyordur. 

c. Kişinin ailesi ağıt yakmakla meşhur olduğu halde, onların bu fiillerine engel olmayı ihmal ederse, yahut onların bunu yapmalarına razı ise hükmü ilk durumdaki gibi olur, razı değilse ailesinin bunu yapmasına niçin engel olmadığı sorularak azarlanır.

d. Bir kimse yukarıda sayılan durumlardan uzak durduğu, ihtiyat göstererek ailesinin günaha girmelerini yasakladığı halde ailesi ona muhalefet ederse, ölen kimse ailesinin kendisine muhalif davrandıklarını ve Rablerine isyan ettiğini gördüğünde onların bu hareketinden üzülerek bir açıdan azap çekmiş olabilir. (İbn Hacer, Fethu’l-Barî, ilgili hadisin şerhi/ 3/152-156)

42 Cami çıkışında kabirlere yönelerek dua etmek caiz mi?

Kabir ehlinin yanından geçerken onlara Kur'an-ı Kerim okumak ve dua etmek ve onlara selam vermek Peygamberimizin (asm) sünnetinde vardır.

Genel olarak kabirleri ziyaret etmek erkekler için müstehab olup, kadınlar için caizdir. Salih kimselerin, anne, baba ve yakın akrabanın kabirlerini ziyaret etmek mendup sayılmıştır. Kadınların kabirleri ziyaret etmesi, bağırıp çağırma, saçını başını yolma ve kabirlere aşırı saygı gibi bir fitne korkusu olmadığı zaman mümkün ve caizdir. Çünkü Hz. Peygamber (asm), çocuğunun kabri başında ağlamakta olan bir kadına sabır tavsiye etmiş, onu ziyaretten alıkoymamıştır. (Buhârî, Cenâiz, 7, Ahkâm, ll; Müslim, Cenâiz, 15). Diğer yandan Hz. Âîşe (ra)'nin de kardeşi Abdurrahman b. Ebi Bekr'in kabrini ziyaret ettiği nakledilir. (Tirmizi, Cenâiz, 61).

Ziyaretin Ölüye Faydası

a) Özellikle anne, baba diğer akraba ve dostların kabirleri, ruhları için Allah'a dua ve istiğfar etmek amacıyla ziyaret edilir. Ölüler adına yapılan hayır ve hasenâtın sevabının onlara ulaşacağı sahih hadis ve icmâ delili ile sabittir. Ölüler ziyaret edilirken, onların ruhları için Allah'a dua edilir, Kur'an okunur, yapılan iyiliklerin sevabı bağışlanır.

Kabre ağaç dikmek sevabtır. Dikilen ağaç ve bitkinin ölünün ruhundan azabın hafifletilmesine sebep olacağına dair hadisler vardır. Hristiyanların yaptığı gibi kabre çelenk götürmek mekruhtur.

Dua ve istiğfarın ölülerin ruhları için faydalı olacağına şu ayet-i kerime de delâlet eder:

"Ey Rabbimiz, bizi ve iman ile bizden önce geçmiş olanları yarlığa. İman etmiş olanlar için kalbimizde bir kin bırakma." (Haşr, 59/10).

Bu konuda varid olan pek çok hadis vardır. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 509; VI, 252; İbn Mâce, Edeb)

b) Ölünün dirileri işitmesi. Kabir ziyareti sırasında konuşulanları kabirdeki kişinin duyduğu ve verilen selâmı aldığı hadislerle sabittir.

Ziyaretçi mezarlığa varınca yüzünü mezarlara döndürerek Peygamberimizin (asm) dediği gibi şöyle selâm verir:

"Ey müminler ve Müslümanlar diyarının ahalisi, sizlere selâm olsun. İnşaallah, biz de sizlere katılacağız. Allah'tan bize ve size âfiyet dilerim." (Müslim, Cenâiz, 104; İbn Mâce, Cenâiz, 36).

Hz. Âîşe (ra)'nin rivayetinde anlam aynı olduğu halde ifade biraz farklıdır. Tirmizi'nin İbn Abbâs'tan rivayetinde Resulullah (asm) bir defasında Medine mezarlığına uğradı ve onlardan tarafa dönerek şöyle dedi:

"Ey kabirler ahâlisi, size selâm olsun! Allah bizi ve sizi mağfiret eylesin. Sizler, bizden önce gittiniz, biz de sizin ardınızdan (geleceğiz)." (Tirmizi, Cenâiz, 58, 59).

Kişi, tanıdığı bir kimseye kabrinin başından geçerken selâm verirse, ölü selâmını alır ve onu tanır. Tanımadığı bir kimsenin kabrinin yanından geçerken selam verirse, ölü, selâmını alır. (Gazzâli, İhyau Ulûmi'd-din, IV, Ziyâretü'l-Kubur bahsi).

43 "Kişi kabre konulduğunda, namazı, orucu, yaptığı iyilikleri onu korur." anlamında bir hadis var mıdır?

Evet, bu anlamda hadisler vardır:

“Cenaze mezara konduğu zaman kendisini teşyi edenlerin daha ayak sesleri kesilmemiştir ki, melekler gelir kendisine soru sorarlar. Tam o dakikada nûrânî bir şey gelir onun baş ucuna oturur. Bu onun namazıdır. Bir başka nûrânî şey ayak ucuna oturur. Bu onun sair hayrat ve hasenatıdır. Bir başka nûrânî şey onun sağ tarafına oturur. Bu onun orucudur. Bir başka nûrânî şey sol tarafına oturur bu da onun zekatıdır. Bunlar, sağdan ve soldan kabrin onun kemiklerini sıkmasına (canını yakmasına), sıkıntılar vermesine karşı onu korurlar.” (bk. Abdürrezzak, Musannef, 3/582, 583; Heysemî, Mecmeu’z-Zevaid, III, 51)

Bir başka hadiste ise “Mahşer'de insanın, yaptığı hasenat ve hayratla korunacağı.” (Müsned, 6/352) haber verilir.

Ayrıca, “kişinin kabirde, mahşerde, zebanilerin elinde, mizanda, sırat köprüsünde kişinin değişik amellerinin kendisini müdafa edeceğine ve kurtuluşuna vesile olacağına” dair hadisler de vardır. (bk. İbn Kesir, İbrahim Suresi 27. ayetin tefsiri)

Diğer taraftan İbn Kesir,

“Allah, iman edenleri hem dünyada hem âhirette o sabit söz üzerinde sağlam bir şekilde tutar. Zalimleri ise şaşırtır. Allah elbette dilediğini yapar.” (İbrahim, 14/27)

mealindeki ayetin tefsirinde, konuyla ilgili birçok hadis rivayet etmiş, ancak bunlardan bir kısmının zayıf olduğuna da dikkat çekmiştir.

Kur'an, “Her insanın amelini boynuna doladık; kıyamet günü onun için, açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkarırız.” (İsra, 17/13)

buyurur. Peygamber Efendimiz (asm) de

  "Namaz nur, sadaka bürhandır." (Nesei, Zekat 1; Müslim, Taharet 1)

buyurarak namazın bir nur, sadakanın da bir burhan halinde temessül edeceğini ve iki bahadır civanmert gibi insanı muhafazaya çalışacağını haber verir.

Demek ki, "Kabir ve ahiret alemleri; amellerimizin, hayatımızın ve maddi-manevi her şeyimizin çeyiz sandığıdır.” Bir gelinin çeyizlerini içine koyduğu sandık gibi, ebedi vatanımız ve baba yurdumuza gittiğimiz zaman, namazımızı, orucumuzu, zekatımızı, hayrat ve hasenatımızı orada temessül etmiş olarak bulacağız.

Buna göre, müminin her bir ameli, ahiret alemlerinin her birinde ayrı ayrı temessül edecek; kimi yerde o, mümini bela ve musibetlere karşı koruyacak, kimi yerde de onun karşısına bir Cennet yiyeceği veya diğer Cennet nimetlerinden biri olarak çıkacaktır.

Müminin her ameli, arşa yükselir. Nitekim Allah’ın Elçisi (asm),

“Arş-ı A'zamın etrafında daima arı sesi gibi sesler duyulur. Sizin tesbih, tehlil, tekbir ve tahmidleriniz, vızıltılar halinde Allah'ın arşının etrafında tıpkı oğul veren arı şeklinde vızıltılar çıkartır. Ve bunların tek dilekleri de sahiplerinin affedilmesidir.” buyurur ve ekler: “Rabbinizin yanında böyle şefaatçilerinizin bulunmasını istemez misiniz?” (Müsned, 4/268-271)

Ağzımızdan çıkan her kelime, her ses, dalgalanıp arşa yükselecek ve arşın etrafını ihata ederek orada arı sesi gibi ses çıkaracak ve hakkımızda şefaatte bulunmaya çalışacaktır. Bir tek kelimenin karşılığı böyle olursa, farzları yapmanın, haramlardan sakınmanın karşılığının ne kadar büyük olacağı hayal bile edilemez..

İşte, keyfiyeti meçhul olmakla beraber, bu ve benzeri hadisler bize, misal aleminde, kabir ve ahiret alemlerinde bazı levhalar anlatmaktalar.

Mallarımız temessül edecek, Allah katında kıymet ifade eder değerleriyle hakkımızda şefaatçi olacaklar. Zekatını, sadakasını, öşrünü vermediğimiz mallarımız ise yılanlar, çıyanlar halinde temessül ederek yine misal aleminden levhalar halinde bize sunulacak, eza ve ve cefa yapacaklar. Bir ayette bu hakikat anlatılırken şöyle buyurulur:

"Allah'ın kereminden kendilerine verdiğini cimrilik edenler, onu kendileri için hayırlı sanmasınlar. Hayır, o kendileri için şerlidir. Cimrilik ettikleri şeyler, kıyamet günü boyunlarına dolandırılacaktır. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Âl-i İmran, 3/180)

“Bir mü'minin, malının zekatından vermesi gereken şeyi vermediği takdirde, bu mal ahirette onun karşısında yaşlılığından ve dehşetinden başının tüyü dökülmüş, dehşetli bir yılan halinde temessül edecektir.” (Nesai, Zekat, 2),

“Onun iki tane de dişi vardır. Kişiyi ağzından veya avurdundan ısırırlar.” (Buhari, Zekat 3)

anlamındaki hadisler de buna dikkat çekmektedir.

Özet olarak diyebiliriz ki, yaptığımız her şey, konuştuğumuz her kelime, aldığımız her nefes; ya hayır ya da şer; ya iyi ya da kötü olarak ya dünyada ya da kabirde, mahşerde, ahiret alemlerinde karşımıza çıkacaktır. Kim ne ederse kendine eder.. Hiçbir şey zayi olmayacak, ya mükafat ya da azap olarak karşılığını bulacaktır. (bk. Muhtasarı  Tecrîdi  Sarih Ter. ve Şerhi, 4/637; İbn Kayyum, Er-Ruh; İhya'ü-Ulûm'ud-Din, Beyanü Kelâm'il-Kabri-lil Meyyit)

44 Ölüler, dünyada hiç tanışmadıkları kişileri öldükten sonra, kabrinin başına geldiğinda tanıyabilir mi? Kişi tanımadığı kişiyle ahirette tanışıp görüşebilir mi?

Her şey Allah'ın elinde olduğuna göre, kabir / berzah aleminde bulunalar, kendilerini ziyarete gelen insanları Allah'ın inayetiyle tanıyabilirler. Orada ruh her türlü kayıttan sıyrıldığı gibi, tamamen cehalet zincirini de kırar.

Bununla beraber Hz. Ebu Hureyre'den nakl edildiğine göre, o şöyle demiştir:

"Kabrin yanından geçen kişi tanıdık biri ise, selam verdiğinde, kabirdeki insan da onun selamını alır ve onun kim olduğunu bilir. Eğer tanıdığı değilse, yine selamını alır." (Gazali; İhya, IV/475).

Demek ki kabirdekiler, önceden tanımadığı ziyaretçilerin selamını da alabilmektedir. Bu açıklamaya göre, kabirdekiler daha önce dünyada tanımadıklarını tanımayabilirler. Ancak Allah dilerse tanıtır.

Bununla beraber cennet bundan farklıdır. Dünyada, birbirini tanımayan insanlar bir araya geldikleri zaman nasıl tanışabiliyorsa, ahiret aleminde de öyle tanışabilirler. Yeter ki, cennet ehli olsunlar.

45 Ölenlerin ruhlarının melekler tarafından semaya götürüldüğü doğru mudur?

- İmam Gazali’nin “Ölüm-Kabir-Kıymet” adında bir kitabının olduğunu bilmiyoruz. Ancak Semerkant yayınları tarafından bu adla tercüme edilip basılan bir kitabın var olduğuna rastladık. Neyse ki, orada da bu kitabın “İhyau’l-Ulum” adlı eserinin bir bölümü olduğu açıkça ifade edilmiştir.

İmam Gazali, “İhya” adlı eserinin IV. cildinin sonlarında “Ölüm ve Sonrası” manasına gelen bir başlık altında bu konuyu işlemiştir(İhya, IV/433).

- “Berâ b. Âzib (r.a) anlatıyor: Resûlullah (asm) ile Ensar’dan bir adamın cenazesine katıldık. Resûlullah (asm) adamın kabrinin başına oturdu, başını öne doğru eğdi ve,

"Allah'ım! Kabir azabından sana sığırım." diye dua etti ve bunu üç defa tekrarladı. Sonra şöyle anlattı:

"Mümin kul ahiret yolculuğuna çıkmak üzereyken, Allah Teâlâ, beraberlerinde onun için hazırlanmış kokular ve kefen bulunan, yüzleri güneşin ışığı gibi parlak meleklerini bu kulunun yanına gönderir. Bunlar o kişinin görebileceği bir yere geçerek bekleşirler. Ruhu çıktığı zaman yerde ve gökte ve bu gönderilen meleklerin haricinde gökyüzünde ne kadar melek varsa, ona rahmet isteyip affı için Allah'a istiğfarda bulunurlar."

"Ardından gökyüzünün bütün kapıları açılır. Her kapı bu kişinin ruhunun kendisinden girmesini ister. Ruhu gökyüzüne yükseldiğinde melekler, 'Rabbimiz! Falanca kulun geldi.' derler. Allah Teâlâ, 'Onu geri götürün ve kendisi için hazırladığım ihsanlarımı ona gösterin, zira kullarıma: "Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız." diye vaadde bulundum.'"

"Bu sırada ölü, kendisini defnedip ayrılmak üzere olanların ayak seslerini işitir. Derken kendisine hitap edilerek, 'Ey falanca! Rabbin kimdir? Dinin nedir? Peygamberin kimdir?' diye sorular sorulur. Ölü, 'Rabbim Allah, dinim İslâm ve peygamberim de Hz. Muhammed'dir.' diye cevap verir."

"Bundan sonra Münker ve Nekir melekleri amansız bir şekilde bir daha sorguya çekerler. İşte bu ölünün başına gelen sıkıntı ve musibetlerin sonuncusudur."

"Mümin kulun suallere doğru cevaplar vermesinin ardından bir münadi, 'Doğru söyledin.' der. İşte bu, 'Allah Teâlâ iman edenleri sağlam ve sabit sözde (kelime-i tevhid üzere) hem dünya hayatında hem de âhirette sapasağlam tutar...' ayetinin manasıdır."

"Sonra güzel yüzlü, temiz elbiseli, etrafa mis gibi kokular saçan biri gelir ve 'Müjdeler olsun! Sana Rabbinin sonsuz rahmeti ve içinde paha biçilmez nimetleriyle cennetler vardır.' der. Ölü, 'Allah seni hayırlarıyla mükâfatlandırsın, sen kimsin?' diye sorar; o, 'Ben senin hayırlı ve sâlih amellerinim. Yeminle söylüyorum ki, ben seni Allah'a itaate koşan, isyana ise yanaşmayan biri olarak bildim. Bundan ötürü Allah senin mükâfatını versin.' der."

"Sonra bir münadi, 'Bu kişi için cennet yataklarından bir yatak hazırlayın ve oradan cenneti gören bir de kapı açın.' diye meleklere seslenir. Hemen bir cennet yatağı getirilir ve kendisi için cennete bakan bir kapı açılır. Ölü, 'Allah'ım! Bir an önce kıyameti kopar da aileme, malıma döneyim.' diye dua eder."

"Kâfire gelince: O artık dünyadan ilişkisini kesip âhirete intikal etme noktasına gelince, yanında ateşten elbiseler, katrandan gömlekler bulunan, azabıyla acımasız bir grup melek gelerek onu çepeçevre kuşatır. Ruhu çıktığı zaman yerde ve gökte bulunan bütün melekler ona lanet eder. Gökyüzünün bütün kapıları kapanır. Hiçbir kapı o kişinin kendisinden geçmesini istemez."

"Ruhu semaya vardığı zaman melekler, 'Rabbimiz! Yeryüzünün de gökyüzünün de kabul etmediği kulunuz geldi.' derler. Allah (c.c), 'Onu geri (mezarına-cesedine) götürün ve hazırlamış olduğum azap çeşitlerini gösterin.' buyurur; zira kullarım, "Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız." diye vaadde bulundum.' şeklindeki rivayet devam eder."

Bu konu İhya’nın 4/483-484. sayfalarında yer alır.

Bu bir hadistir, hadisin tahricini yapan Zeynu’l-Irakî, bu hadisin Ebu Davud ve Hâkim tarafından da rivayet edildiğini ve Hâkim’in “bunun sahih olduğunu” belirttiğini söylemiştir. (bk. Tahricu Ahadisi’l-İhya-ihya ile birlikte- a.y)

- İmam Gazali gibi “Hüccetu’l-İslam” unvanını almış bir İslam alimine ve asrının müceddidi olduğu kabul edilen bir zata karşı saygılı olmak, İslam âdâbı ve edebi açısından önemlidir.

İmam Gazali takvanın zirvesinde olan bir şahsiyettir. Söylediklerini ayet, hadis ve selef-i salihinin bilgilerine dayandırmaktadır.

Not: Semerkant Yayınlarında çıkan ilgili esere (kitabın başında kendilerinin de itiraf ettikleri gibi) maalesef tercüme ederken bazı fazla (onlara göre tamamlayıcı) bilgileri de karıştırmışlardır. Bu ise eserin güvenirliğini azaltmış ve belki de bir takım yanlış anlamalara neden olmuş olabilir.

46 Mezar soygunculuğunun hükmü ve cezası nedir?

- Günümüzde kefen bezi önemli bir eşya sayılmadığı için, mezar hırsızlığı daha çok altın diş ve bedene takılan kalb takviye aracı gibi bazı kıymetli tıbbî malzemeleri çalmak amacıyla da yapılabilir.

- Mezar soygunculuğu, hem Allah hakkına hem de kul hakkına giren bir günahtır. Böyle bir günahı işleyen kişi, tövbe etmelidir. Ayrıca, mezar sahibinin varisleriyle helalleşip soygunculuk yaptığı kişiye dua etmeli, onun adına hayır yapmalıdır.

Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

“Allah, mezar soyguncusu erkeğe de mezar soyguncusu kadına da lânet etsin.” (bk. Muvatta, Cenâiz 44; Feyzu’l-Kadîr, 5/271)

- Hanefi mezhebine göre, kabir / kefen soyguncusu (nebbaş) hakkında el kesme cezası uygulanmaz. Çünkü mezar, el kesmenin şartlarından bir olan “koruma”dan mahrumdur. Korunma altında olmayan bir malı çalan kimsenin ise eli kesilmez.

- Maliki, Şafii, Hanbeli ve Hanefi mezhebinden İmama Ebu Yusuf’a göre, mezar soyguncusunun eli kesilir. Çünkü kabirdeki kefenler, ölüye ait mal olup, kabir onun koruması anlamına gelir.

Hz. Aişe’nin “Ölülerimizin hırsızı, dirilerimizin hırsızı gibidir.” şeklindeki sözleri de bu hükmü desteklemektedir. (bk. Zeylaî, Nasbu'r-raye, 3/366)

Beyhaki’nin bir rivayetine göre, Peygamberimiz (asm): “Kabir soyan kimsenin elini keseriz.” buyurmuştur.

- Şafii mezhebine göre, kabir soyan kimsenin elinin kesilmesi için, soyulan kabrin mezarlıkta olması gerekir. Şayet, soyulan kabir mezarlığın dışında, tek başına bir yerde gömülmüşse, onu soyanın eli kesilmez. Çünkü bu durumda kabir koruma altında sayılmaz. (bk. V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 6/113)

- Hakkında “hadd” (belli bir ceza) bulunmayan suçlar için, bir ceza tayin etmek devletin yetkisindedir. “Tazir” denilen bu ceza, maslahata göre devletin uygun göreceği, teşhir, hapis, değnek, para cezası gibi şeyler olabilir.

Özetle: Alimlerin cumhuruna göre, kabir soyan kimsenin eli kesilir. Fetva da buna göredir, maslahat da bunu gerektirir.

İlave bilgi için tıklayınız:

NEBBÂŞ (Mezar, kefen soyucu)

47 Sizin namazlarınız ve amelleriniz, kabirde tecessüm edecek, hadisinin kaynağı nedir?

Bir rivayette anlatıldığına göre,

"Kişi kabre girdiği zaman, namaz, oruç gibi salih amelleri onun etrafını sararlar. Melek (Nekir-Münker melekleri) geldiğinde bir taraftan onun namazı bir taraftan orucu sahibini müdafaa eder. Nihayet melek onu oturtur ve Hz. Muhammed’in kim olduğunu sorar. O da onun hak peygamber olduğunu anlatır…” (bk. İbn Hanbel, 6/352; Kenzu’l-Ummal, h.no: 42506)

- Hafız Heysemi, İbn Hanbel’in bu rivayetinin sahih olduğunu belirtmiştir. (bk. Mecmau’z-Zevaid, h. no:4268)

- Hakim-i Tirmizi’nin “Nevadiru’l-usul” adlı eserinde; kabirde, mahşerde, zebanilerin elinde, mizanda, sırat köprüsünde kişinin namaz, oruç, zikir, hac, umre gibi değişik salih amellerinin kendisini müdafaa ettiğine ve kurtuluşuna vesile olduğuna dair Abdurrahman b. Semüre’den aktardığı hadis rivayetine İbn Kesir de tefsirinde yer vermiştir. (bk. Nevadiru’l-Usul, 3/235-236; İbn Kesir; İbrahim, 14/27. ayetin tefsiri)

- Sabit el-Benani’nin sözü olarak da şöyle rivayet edilmiştir: “Mümin bir kul kabre konduğu zaman onun salih amelleri çevresini sararlar ve onu müdafaa ederler." (Ebu Nuaym, el-Hilye, 2/325)

 “Mümin kabirden dışarı çıkınca ameli güzel bir şekilde karşısında tecessüm eder. Mümin ona şöyle der: “Sen kimsin? Allah’a yemin olsun ki seni güzel ve doğru bir şahıs olarak görüyorum.” O şöyle der: “Ben senin amelinim.” Daha sonra onun için bir nur ve cennete doğru kılavuz olur. Kafir ise mezarından dışarı çıkınca amelleri kötü bir surette ve kötü bir müjde halinde tecessüm eder. Adam şöyle der: “Sen kimsin? Allah’a yemin olsun ki seni kötü bir şahıs olarak görüyorum.” O şöyle der: “Ben senin amelinim.” Sonra onu götürür ve ateşe atar.” (Kenz’ul Ummal, h.no: 38963)

- Amelin tecessüm etmesi, canlı bir şahıs suretinde temessül etmesi, şekil alması demektir. Allah sesten, elektrikten ve benzeri değişik maddelerden ruhanileri, canlıları yarattığı gibi, amellerden de -sahibinin lehine veya aleyhine şahitlik yapmaları için- geçici bir süreliğine canlı suretler şeklinde yaratmasında aklen ve dinen bir engel yoktur.

Bediüzzaman Hazretlerinin aşağıdaki ifadeleri canlıların değişik malzemelerinin varlığını göstermektedir.:

“Şu nihayetsiz feza-yı âlem ve şu muhteşem semavat, burçlarıyla, yıldızlarıyla zîşuur, zîhayat, zîruhlarla doludur. Nârdan, nurdan, ateşten, ışıktan, zulmetten, havadan, savttan, rayihadan, kelimattan, esîrden ve hattâ elektrikten ve sair seyyalât-ı latifeden halk olunan o zîhayat ve o zîruhlara ve o zîşuurlara, Şeriat-ı Garra-yı Muhammediye (Aleyhissalâtü Vesselâm), Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan, "Melaike ve cânn(cin) ve ruhaniyattır." der, tesmiye eder.” (bk. Sözler, s. 508)

Konuyla ilgili bir hadis rivayeti ve açıklaması şöyledir:

İnsanın ameli, kendisiyle beraber kabre gömülür.

قَالَ رَسُولُ اللَّه صلى الله عليه و سلم اِنَّ عَمَلَ اْلاِنْسَانِ يُدْفَنُ مَعَهُ فِى قَبْرِهِ ، فَاِنْ كَانَ اْلعَمَلُ كَرِيمًا اَكْرَمَ صَاحِبَهُ ، وَ اِنْ كَانَ لَئِيمًا اَسْلَمَهُ ، وَ اِنْ كَانَ عَمَلاً صَالِحًا آنَسَ صَاحِبَهُ وَ بَشَّرَهُ وَ وَسَّعَ عَلَيْهِ قَبْرَهُ وَ نَوَّرَهُ وَ حَمَاهُ مِنَ الشَّدَائِدِ وَ اْلاَهْوَالِ وَ اْلعَذَابِ وَ الَوَبَالِ ، وَ اِنْ كَانَ عَمَلاً سَيِّئًا فَزَّعَ صَاحِبَهُ وَ رَوَّعَهُ وَ اَظْلَمَ عَلَيْهِ قَبْرَهُ وَ ضَيَّقَهُ وَ عَذَّبَهُ وَ خَلَّى بَيْنَهُ وَ بَيْنَ الشَّدَائِدِ وَ اْلاَهْوَالِ وَ اْلعَذَابِ وَ الَوَبَالِ

Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "İnsanın ameli, kendisiyle beraber kabre gömülür. Ameli iyiyse sahibine ikram eder, kötüyse onu azaba teslim eder. Salih amel; sahibine enis ve yoldaş olur, onu müjdeler, kabrini ona genişletir, nurlandırır ve onu şiddetlerden, dehşetlerden, azaptan ve vebalden korur. Kötü amel; sahibini ürkütür, korkutur, kabri ona karartır, daraltır, ona azap eder ve onu zorluklara, sıkıntılara, azaba ve vebale teslim eder." (Ruhu’l-Beyan, 3/69)

Bu hadis-i şerif, insanın, ameliyle beraber gömüldüğünü haber vermekte ve günahlar ile beraber gömülmememiz hususunda bizleri ikaz etmektedir. Şimdi, hadis-i şerifin ikazına kulak verelim:

قَالَ رَسُولُ اللَّه صلى الله عليه و سلم Resulullah (asm) şöyle buyurdu: اِنَّ عَمَلَ اْلاِنْسَانِ Muhakkak ki insanın ameli…Yani dünyada yapmış olduğu işler,  يُدْفَنُ مَعَهُ فِى قَبْرِهِ kendisiyle beraber kabre gömülür... Demek, toprak sadece ölünün üzerine değil, amelin de üzerine atılmakta; insan ile beraber ameli de gömülmektedir.

فَاِنْ كَانَ اْلعَمَلُ كَرِيمًا Eğer ameli iyiyse… Yani dünyada Allah’ın emirlerine itaat etmiş ve yasaklarından kaçmışsa; namazını kılmış ve zekâtını vermişse; haccını eda etmiş ve ibadetlerini yerine getirmişse; yani sözün özü, Kur’an’ı ve sünneti hayatına hayat yapmışsa, اَكْرَمَ صَاحِبَهُ o amel, sahibine ikram eder… Evet, bu amel, kendi sahibine ikram ve iyilik edecektir.

وَ اِنْ كَانَ لَئِيمًا Eğer ameli kötüyse… Yani eğer kişi, ahlak-ı Kur’an ve ahlak-ı Muhammedî (asm) ile ahlaklanmamışsa; namazını terk etmiş ve zekâtını vermemişse; Allah’ın emirlerini yerine getirmeyip yasaklarını çiğnemişse; sözün özü, Allah’a itaatten uzak bir hayat yaşamışsa,  اَسْلَمَهُ ameli onu azaba teslim eder… Evet, kötü ameli onu azaba teslim eder ve bizzat ona azap eder.

وَ اِنْ كَانَ عَمَلاً صَالِحًا Eğer ameli salih ise… آنَسَ صَاحِبَهُ sahibine enis ve yoldaş olur… Kabrin birçok sıkıntısından bir sıkıntısı da yalnızlık ve kimsesizliktir. Kabrin başına kadar gelen bütün dostları kişiyi kabirde yalnız bırakır, kimsenin gücü onunla dostluğa yetmez, en sevdikleri bile onu terk eder; insan tek başına kabre girer. Ancak kişiyi terk etmeyen ve ona enis ve yoldaş olan bir dostu vardır; ameli!..  Ameli onunla beraberdir, ona arkadaşlık yapar, kabrin yalnızlığından onu kurtarır. Evet, Cenab-ı Hak, kişinin amelini kabirde tecessüm ettirir, onu cisim hâline sokar ve ona arkadaş yapar. İşte bu arkadaşlık, salih amelin, sahibine yaptığı ilk ikramdır.

وَ بَشَّرَهُ ve onu müjdeler… Bu, salih amelin ikinci ikramıdır; müjdelemek! Zira insan kabirde akıbetini merak eder, Allah Teâlâ’nın kendisine nasıl muamele edeceğinden endişe eder. İşte tam bu hengâmda, salih ameli onu cennet ile müjdeler, ilahi af ile müjdeler, ebedî saadet ile müjdeler ve ulaşacağı diğer nimetler ile müjdeler.

وَ وَسَّعَ عَلَيْهِ قَبْرَهُ Kabrini ona genişletir… Evet, kabrin darlığı da, yalnızlık ve kişinin akıbetinden endişe etmesi gibi bir derttir ve sıkıntıdır. İşte salih amel, sahibini bu sıkıntıdan da kurtarır, kabri ona gözün görebildiği kadar genişletir; o daracık kabri, ona bir cennet bahçesi yapar.

وَ نَوَّرَهُ ve kabri ona nurlandırır… Sahibini kabrin karanlığından kurtarır. Âdeta bir lamba gibi, belki bir güneş gibi, kapkaranlık kabri ona aydınlatır; sahibini o karanlıktan kurtarır. Ve bütün bu ikramlarıyla birlikte:

وَ حَمَاهُ مِنَ الشَّدَائِدِ وَ اْلاَهْوَالِ وَ اْلعَذَابِ وَ الَوَبَالِ ve onu şiddetlerden, dehşetlerden, azaptan ve vebalden korur…Yani akla gelebilecek hangi sıkıntı varsa, hangi dehşet ve azap varsa, salih amel, sahibini o sıkıntı ve azaplardan korur. Âdeta sahibine bir kale olur, hiçbir azap ve sıkıntı o kalenin burçlarını aşıp sahibine ulaşamaz. Âdeta sahibine bir kalkan olur, hiç bir dehşet o kalkanı aşıp sahibine ilişemez.

Bu ne büyük bir saadettir; kabirde yoldaş bulmak, onun tarafından müjdelenmek, onun kabrimizi genişletmesi ve aydınlatması ve bizi bütün şiddetlerden, dehşetlerden ve azaplardan koruması… Bu ne büyük bir ikramdır ve ihsandır! Ne mutlu salih amel sahiplerine! Ne mutlu dünyada Allah’a itaat edenlere! Ne mutlu…

Peki, acaba dünyada Allah’a itaat etmeyenlerin ve kötü ameller ile kabre girenlerin akıbeti nasıl olacak?

وَ اِنْ كَانَ عَمَلاً سَيِّئًا Eğer ameli kötü amel ise… Yani dünyada Allah’ı tanımadan bir hayat geçirmiş ve isyan ile ömrünü bitirmişse,  فَزَّعَ صَاحِبَهُ  ameli sahibini ürkütür… Evet, salih amel, sahibine dostluk yaparken; kötü amel sahibini korkutmaktadır. Acaba amelin, sahibini korkutması nasıl bir şeydir? Kabirde gözünü açan insanın, kendisini korkutacak ameli ile karşılaşması nasıl bir sahnedir? Acaba insanın o andaki pişmanlığını ve korkusunu hayal edebilir miyiz? Acaba insan o anda, o kabirden çıkmak için nelerini vermez ki? Peki, kötü amel sahibine başka ne yapar?

وَ رَوَّعَهُ  onu korkutur… Evet, iyi amel, sahibini müjdeliyordu; kötü amel ise sahibini korkutuyor ve onun başına gelecek azaplardan bahsediyor. Onu cehennem ile müjdeliyor, dehşetli bir azabın onu beklediğini haber veriyor, gazab-ı ilahiyenin üzerine olduğunu söylüyor… Ya Rab! Bu nasıl bir sahnedir, ameli tarafından korkutulmak ve cehennem ile tehdit edilmek! Sadece korkutmakla da kalmaz;

وَ اَظْلَمَ عَلَيْهِ قَبْرَهُ  kabri ona karartır… Evet, salih amel, kabri sahibine nurlandırırken; kötü amel, kabri sahibine karartmaktadır. Acaba, zaten zifiri karanlık olan kabir, bir de kötü amel tarafından karartıldığında hâl nice olur! Kişi bu karanlığın dehşetine nasıl dayanır?

وَ ضَيَّقَهُ kabri onu daraltır… Kişinin kemikleri birbirine geçinceye kadar kabri sıkar, nihayet kaburga kemikleri birbirine girer… Ya Rab! Bu nasıl dehşettir, bu nasıl bir hâldir! Kabrin duvarlarının üzerimize kapandığı anda, senden başka kim var ki bizi kurtarsın? Senden başka kim var ki bize imdat etsin? Senden başka kim var ki kötü amelimizin arkadaşlığından bizi kurtarsın?

وَ عَذَّبَهُ ona azap eder… وَ خَلَّى بَيْنَهُ وَ بَيْنَ الشَّدَائِدِ وَ اْلاَهْوَالِ وَ اْلعَذَابِ وَ الَوَبَالِ  ve onu zorluklara, sıkıntılara, azaba ve vebale teslim eder… Bildiğimiz ve bilmediğimiz, aklımıza gelen ve gelmeyen ne kadar zorluk, sıkıntı ve azap varsa, kötü amel, sahibini onlara teslim eder ve bizzat kendisi de sahibine azap eder.

Acaba, dünyada kötü ameli kendilerine arkadaş yapmış insanlar hiç düşünüyorlar mı ki akıbetleri nasıl olacak? Acaba, Peygamberimiz (asm)’in verdiği bu haberden hiç ürkmüyorlar mı, uykuları ve rahatları kaçmıyor mu? Yoksa hâlâ kötü amelin arkadaşlığından vazgeçmeyecekler mi?

Ya Rab! Bize dünyada salih amelin arkadaşlığını nasip et ki o, kabirde de bizim enisimiz ve yoldaşımız olsun! Bizi müjdelesin, kabrimizi aydınlatsın, genişletsin ve bizi her türlü sıkıntı ve dehşetten muhafaza etsin! Ya Rab, bu dünyada bizi kötü amelin arkadaşlığından muhafaza eyle ki, o kötü amel kabirde de bize yoldaş olmasın. Bizi korkutmasın, bizi ürkütmesin, kabri bize karartmasın, sıkmasın, bize azap etmesin ve bizi her tülü azaba, şiddete ve zorluğa teslim etmesin. Âmin, Âmin, Âmin!

48 Kabir azabının olmadığını iddia edenlerin delillerine ne dersiniz?

Duyular ve akıl yürütme vasıtasıyla bilinemeyip, vahiy yoluyla sabit olan gaybî konulardan biri de kabir azabıdır. Bu hususta bazı âyetlerin işareti ve çeşitli hadislerin açık beyanları mevcuttur.

Kabir azabının olmadığını söyleyenlerin iddialarını yazıp her iddiaya yerinde cevap vermeye çalışacağız:

İddia:
A'raf suresi 33. ayet: De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah’a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.
- Rahmanın kulları, lütfen ayeti iyice okuyunuz. Ne diyor Yaratan, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şey hakkında, yine Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylememizi HARAM kıldığını yasakladığını çok açık bir şekilde belirtiyor. Bu ayeti yazının devamı sürecince lütfen unutmayalım. Önce hemen ifade edelim ki, kabir suali ve kabir azabı ile ilgili Kur’an-ı Kerim’de hiçbir beyan yoktur. Burası çok önemlidir.

Cevap:
Kur’an’ın açık ifadeleri yanında işaret, delalet yoluyla yaptığı ifadeleri de vardır. Firavun ailesinin ahiret azabından önce sabah-akşam ateşe atılacağını ifade eden Mümin suresinin “Onlar, sabah akşam ateşe arz olunurlar. Kıyamet kopacağı gün de: 'Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine tıkın!' (denilecektir)” mealindeki 46.ayeti bu delalet yoluyla kabir azabına işaret etmektedir. Çünkü burada cehennem azabından önce bir diğer azaptan bahsedilmektedir.

Ayrıca Nûh kavminin suda boğulmasının ardından ateşe atıldığını (Nûh, 71/25) bildiren âyetler de Ehl-i sünnet âlimlerine göre kabir azabına ilişkin delillerdendir.

Bunların dışında, iyilerle kötülere dünyada ve âhirette yapılacak muamelenin aynı olmayacağını (Câsiye, 45/21-22), münafıkların iki defa azap gördükten sonra büyük bir azaba mâruz bırakılacağını (Tevbe, 9/101), kâfir ve münafık olanlara cehennemdeki büyük azaptan önce yakın bir azabın tattırılacağını (Secde, 32/21; Tûr, 52/47) belirten âyetler de kabir azabına işaret eden deliller arasında zikredilir.

İddia:
- İki melek gelip kabirdeki ölüye sual soracakmış. Peki ölü bir şey işitir mi? Kur’anı Kerim’deki ayet, ölülerin bir şey işitmeyeceklerini söylüyor. Biz de biliyoruz ki Kur’an-ı Kerim’de beyan ediyor ki, ölüler bir şey duymazlar. Öyle ise o sözde karayüzlü melek ne diye gelip de ölüye sorular soracakmış? “Kuşkusuz sen ölülere bir şey işittiremezsin…” (Neml Suresi: 80, Rum Suresi: 52)

Cevap:
“Sen ölülere işittiremezsin”
demek, “Sen kâfirleri imana kavuşturamazsın” demektir. Bu bir mecaz ifadedir. Kâfirler idrak noktasında akıllarını kullanmadıkları için ölülere benzetilmiştir.

 Örneğin bir ayette “Onlar/kâfirler sağırdır, kördür, dilişizdir.”(Bakara, 2/171) denilmiştir. Bu ifadeden bütün kâfirlerin sağır, kör, dilsiz olduğunu söyleyebilir miyiz? Demek bu bir mecaz ifadedir.

İddia:
- Dirilme kıyametten sonradır.
- Ölülerin dirilmesine ait Kur’an-ı Kerim’de çok sayıda ayet-i kerime vardır. Bu ayetlerin hemen tamamı ölülerin kıyametten sonra diriltileceğini açıklamaktadır. Hiçbir ayet de ölülerin kabirde dirileceğini beyan etmemektedir. Evet, altını çizerek tekrar edelim, ölülerin diriltilmesi kıyametten sonradır.
- Azap hesaptan sonradır.
- Müşriklerin, kafirlerin ve diğer zalimlerin azaba uğrayacağını Kur’an-ı Kerim yüzlerce ayetinde beyan etmektedir. Ancak bütün bunlar kıyametten ve insanlar hesaba çekildikten sonradır. Ayetler böyle açıklıyor. Hiçbir ayette, kıyametten ve hesaba çekilmeden önce insanların cehenneme atılacağına dair hiçbir beyan yok. Dolayısıyla kabir azabı da yoktur. Kabirin bir cehennem çukuru olduğu da yanlış ve yalandır.

Cevap:
Kur’an’da dünya ve ahiret âleminin muvazenesi yapılmaktadır. Ahiretin tarlası olan dünyada ekin ekilecek, orada mahsulat biçilecektir. Dolayısıyla bu dünyanın hesap günü öbür dünyadır. Ancak öbür dünyaya varıncaya kadar uzun bir yol vardır. Bu yolun ilk basamağı kabir hayatıdır. Kur’an’da şehitlerin ölü olmadıkları (kabirlerinde diri olduklarını) beyan etmektedir.

Demek ki ahiretten önce de bir kabir, berzah hayatı vardır.

İddia:
- Uyduruk hadisler de var.
- Kabir azabı Peygamberimizin göçünden yüzlerce yıl sonra ortaya çıkan uyduruk hadislerde vardır. O hadisler tamamen tek kişi haberidir ve hiçbir suretle hüküm ifade etmezler. Dini açıdan, ilmi açıdan o hadislerin hiçbir değeri yoktur.

Cevap:
- Hadislerin yüzlerce yıl sonra ortaya çıktığı iddiası tamamen yalandır. Hz. Peygamber (asm) daha hayatta iken hadislerin yazıldığına dair sahih haberler vardır. Hadislerin ilk resmi devlet tarafından yazıya dökülmesi bile Hz. Peygamber (asm)'in vefatından yaklaşık doksan yıl sonradır. Çünkü bu hizmet, Ömer b. Abdulaziz tarafından yaptırılmıştır. Bu zat, h. 99 yılında halife olmuş ve h. 101’de vefat etmiştir. Bu da Hz. Peygamber (asm)'in vefatından sonra yaklaşık doksan yıla tekabül eder.

Demek ki “Hadislerin yazılması Hz. Peygamber (asm)'in vefatından yüzlerce yıl sonra ortaya çıkmış.” iddiası tevil ve telafisi kabil olmayan açık bir yalan ve iftiradır.

- İslam Literatüründe olduğu gibi, bütün akılların kabul ettiği gerçek şudur ki, kesin bilgi yollarından biri de sağlam haberdir. Sağlam haber mütevatir haberdir.

"Mütevatir haber" lafzi ve manevi mütevatir olmak üzere iki çeşittir. Hadislerin bir kısmı lafzi mütevatirdir. Bu konuda hususi eserler yazılmıştır. Bir kısmı da manevi mütevatirdir.

Bunlar lafzen “âhad/tekil” haberler olsa da şartlerı itibariyle tevatür derecesinde kuvvetlidir. Bu husus hadis uzmanları tarafından kabul edilmiştir.

Binlerce hadisi yazan otoritelerin bu davranışı bile, onların bu âhad/tekil hadislerin de sağlam olduğunu belirtiyor. Örneğin, Buhari ve Müslim kendi kitaplarına “sahih” kaydını koymuşlardır.

Verilen bilgilere göre, hadisleri ilk defa toptan inkâr eden Gulam Ahmet adındaki şahıs, o günkü âlimler tarafından tekfir edilmiştir. Onun için bu konuda dikkatli olmak aklıselimin zorunlu işidir.

İddia:
- Kabir azabının olduğuyla ilgili hadisler uydurmadır:
- Peygamberimiz mezarlıktan geçerken: “Kardeşiniz için Allah’tan mağfiret dileyiniz. Çünkü o şu anda sorguya çekilmektedir.” demiştir.
– İdrardan sakınınız, zira kabir azabının çoğu ondandır.
– Şüphesiz kabir ahiret konaklarının ilkidir. Eğer ölü bu konaktan kurtulursa ondan sonrası daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa sonrası daha zordur.
– Hz. Peygamber Hz. Ayşe’ye sordu:
“Kabirde halin nedir?” Kendisi cevap verdi: "Ya Hümeyra şüphesiz kabrin mü’mini sıkıştırması, ananın çocuğunun ayağını sıkması gibidir. Münker-Nekir meleklerinin soru sorması da göz kamaştığı zaman ona sürme çekmek gibidir."
– Hz. Peygamber, Hz. Ömer’e: “Kabirde halin nicedir?” demiş. Hz. Ömer de “Aklım başımda mı olacak?" demiş. Resulullah "Evet" demiş. Hz. Ömer de "O takdirde hiç aldırmam." cevabını vermiş.

Cevap:
Bu hadislerin önemli bir kısmı sitemizde kaynaklarıyla verilmiştir. Bunların sahih olup olmaması bu noktada bir şey ifade etmez. Çünkü kabir hayatını inkâr eden adam sahih hadisleri de kabul etmiyor.

Hadislerde belirtildiğine göre, Resûlullah (asm) Efendimiz:

- Kabirde azap gören bazı kimselerin sesini işitmiş (Müsned, III, 103, 104; Müslim, Cennet, 67-69),

- Kabir azabından Allah’a sığınmış ve ashaba da Allah’a sığınmalarını söylemiş (Müsned, III, 296; Müslim, Cennet, 67),

- Cenaze namazını kıldırdığı ölüyü kabir azabından koruması için Allah’a dua etmiş (Müslim, Cenâiz, 86),

- Ayrıca azap görenlerin sesini hayvanların işittiğini haber vermiştir (Nesâî, Cenâiz, 115).

- Gıybet ve koğuculuk yapmak (Müsned, I, 225; Buhârî, Cenâiz, 88, Vudu, 57),

- Ölüye ağıtlar yakarak ağlamak (Buhârî, Cenâiz, 33; Müslim, Cenâiz, 16-28),

- Borçlu olarak ölmek (İbn Mâce, Sadakat, 12),

- Yalan söylemek, zina etmek, faiz yemek, içki içmek (Buhârî, Cenâiz, 92; Tabîrü’r-rüyâ, 48) gibi fiillerin kabir azabına sebep teşkil ettiği yine hadislerde bildirilmektedir.

Hadislerde kabrin sıkması (Tirmizî, Cenâiz, 70) kişiye sabah akşam cehennemdeki yerinin gösterilmesi (Buhârî, Cenâiz, 88; Müslim, Cennet, 65-66) gibi azap şekillerinin bulunduğu da haber verilmiştir.

Kabir azabının kâfirler ve günahı çok olan müminler için kıyamete kadar devam edeceği, günahı az olan müminler içinse geçici olacağı kabul edilir. (Kabir azabının isbatı için bkz. Nevevi, Müslim Şerhi, (Müslim, Cennet, 17) 11:7088-7091, 1996 Beyrut, Da-ru'l-Fikr Yay.)

İddia:
- Enam 38: Biz bu Kitap’ta, herhangi bir şeyi ne eksik bıraktık ne fazla yaptık. Onlar, sonunda Rableri önünde hasredilirler.
- İsra 89: Yemin olsun, biz bu Kur'an’da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler.
- Enam 114: Allah size Kitap’ı ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah’ın dışında bir hakem mi arayayım?
- Zühruf 44: Gerçek şu: Bu Kuran sana ve toplumuna elbette ki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız.
- Demek ki Rabbimiz bu kitapta hiçbir eksik bırakmadığını ve her benzetmeden, konudan nice örnekler verdiğini ayrıca kur’anı ayrıntılı kıldığını ve işin ilginci sizleri bu kitaptan sorumlu tutacağını bizlere açıkça söylüyor. Peki, tüm söylenenler sorumlu olduğumuz kitapta neden yok dersiniz? Önce kabir azabının, Kur’an ayetlerine baktığınızda asla olamayacağını gösteren ayetleri sizlere hatırlatmak istiyorum.

Cevap:
Bu ayetlerin ifadesinden anlaşılıyor ki, Kur’an’da her şey vardır. Fakat her şey çok açık değildir. Eğer öyle olsaydı, namazın kaç rekat olduğu, tavafın kaç şavt olduğu, zekatın kaçta kaçı olduğunu da Kur’an’da bulmamız gerekecekti.

Bunlar ve bunlar gibi yüzlerce İslam meselesi var ki, Kur’an’da açık olarak ifade edilmemiştir.

Demek ki, bu ayetlerde “kabir hayatından, nekir-münker suallerinden bahsedilmemiş” diye bunları inkâr etmek Kur’an’ı bilmemek manasına gelir. Bu mantıkla hareket edenler, dinin üçte birini (ki bunlar ancak hadislerden öğrenilmiş) inkâr etmeleri gerekir.

Üstelik bu mantığa göre hareket edilirse, Hz. Peygamber (asm)'in hadislerini kabul eden başta sahabe ve tabiin olmak üzere hak mezhep imamlarını ve milyonlarca İslam âlimlerini geri zekâlı ve cahil olarak kabul etmek gerekir. Bunu şeytan bile kimseye kabul ettirmeye yeltenmez.

İddia:
Nahl 2: Onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.
- Demek ki bu ayete göre öldükten sonra yalnız mahşer günü diriliş var. Kabirde tekrar dirilip hesaba çekilmiş olsak mahşerde dirileceğimizi bilmemiz gerekir.

Cevap:
Bu ayette, hayatta olan kâfirlerin gerçek manada hayatta olmadıkları, ölü gibi oldukları, mecaz olarak ifade edilmiştir. Buradaki “ölü” ifadesi, normal dünya şartlarına göredir. Çünkü muhatap olanlar dünyadadır.

Şimdi hangi akıllı ve mantıklı insan var ki, hayatta olanlarla ölü olanları aynı kefeye koysun.

Bu konuda şehitler de ölü değil mi? Onlar da kabre konulmuyor mu? Halbuki Kur’an’da “onların ölü olmadıklarına” vurgu yapılmıştır.

Demek ki, dünyadaki normal şartlara göre ölü sayılanlar kabirde/berzahta diri olmaları buna aykırı değildir. Her mümin ruhların ölmezliğine iman etmek zorundadır. Fakat ölenin ruhu da -dünya hayatı standartlarına göre- ölüp gidiyor.

Demek ki, Kur’an’da misal olarak verilen “ölüler” ifadesi dünya bakış açısına göredir. Yoksa gerçekte ölenlerin kıyamete kadar “bir daha hayat yüzünü görmeyecekleri” manasına gelmez.

İddia:
Duhan 56: Orada, ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar.
- Bu ayetten de anlaşılıyor, bizler öldükten sonra eğer kabirde dirilip hesaba çekildikten sonra yine öldürülecek, daha sonra mahşer günü diriltileceksek, iki kez ölüm tatmış oluruz. Bu da bu ayete ters düşer.

Cevap:
"Onlar: 'Rabbimiz!' derler 'Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin...'”
(Mümin, 40/11) mealindeki ayetin ifadesi, yukarıdaki iddiayı kökünden çürütmektedir. Bu ayetin gerçek anlamı ve detaylı bilgi için Sitemize bakılabilir.

Bununla beraber, daha önce de söylediğimiz gibi, Kur’an’da iman-küfür; cennet-cehennem nazara verildiği gibi, dünya ve ahiret hayatına dikkat çekilmektedir. Dünyadan ahirete gidinceye kadarki yolda neler var neler yok, onu Peygamberimiz (asm) açıklamıştır. Evet, Peygamberimiz, Kur’an’da açıkça olmayan birçok ibadet konusunu detaylarını açıkladığı gibi, bu uzun ahiret yolculuğuyla ilgili bilginin detayların da o vermiştir.

İddia:
İsra 52 : Sizi çağıracağı gün, onu hamt ederek çağrısına derhal uyacaksınız. Ve sadece az bir süre kaldığınızı düşüneceksiniz.
- Yüce Rabbimiz bu olayı da uykuya benzetir. Nasıl saatlerce uyuduğumuz halde, zaman kavramını yitirip bir göz kırpması kadar uyuduğumuzu sanırsak, benzer şekilde öldükten sonra diriltilinceye kadar bir yokluk yaşarız. Eğer mahşer gününden önce bir hesap olsaydı kabirde, önce yapılanlar hatırlanacaktır.

Cevap:
Bugün tıpta hastalara verilen şok tedavisiyle insanın hafızası bir anda silindiği bilinmektedir. Bir trafik kazasını geçiren bazı kimselerin bile geçirdiği travmalar sonucu uzun bir süre kendine gelmediği de bilinmektedir.

Acaba o uzun zaman zarfında bunca şoklara ve travmalara karşılık hafızalarını kaybetmeleri için başka sebep aramaya gerek var mı? 

Kaldı ki dünya hayatının faniliğini ve kısalığını ifade eden bu gibi ayetleri bahane ederek, sahih hadislerde açıkça belirtilen ve Ehl-i sünnetin milyonlarca âlimi tarafından kabul edilen kabir ve berzah hayatını inkâr etmek bir cehaletten kaynaklanan bir cüret değil de nedir?

İddia:
Enam 60: O, odur ki, geceleyin sizi öldürür. Gün boyunca neler yapıp neler kazandığınızı bilir. Sonra, belirlenmiş süre işletilip tamamlansın diye, gün içinde sizi diriltir. Nihayet O’nadır dönüşünüz. Sonra, yapıp ettiklerinizi size haber verecektir.
- Bu ayete de lütfen dikkat ediniz. Ömür bittikten sonra dönüşümüzde yaptıklarımızın hesabı sorulacağını söylüyor. Hiçbir suçtan iki kez hesap sorulup iki kez ceza alınamayacağına göre, demek ki hesap mahşer günü sorulacak olduğu anlaşılıyor.

Cevap:
Öncelikle şunu iyi bilmek gerekir ki, kabirdeki sorgulama imanla alakalıdır. Mahşerdeki hesap ise amelle alakalıdır. Her mahkemenin safahatı olduğu gibi, dünyada yapılan işlerin de değişik safahatının olmasında -dini, akli, hukuki- ne sakınca vardır?

Yeni bir ülkeye gidildiği zaman önce pasaport sorulur. Daha sonra -icap ederse- kişinin sabıkasına bakılır. Kabir hayatı, ahiret ülkesinin ilk “iman-pasaport” kontrol noktasıdır. Mahşerdeki mahkemede ise, insanların sicillerine, sabıkalarına bakılır.

Yukarıdaki ayette yer alan “Nihayet O’nadır dönüşünüz. Sonra, yapıp ettiklerinizi size haber verecektir.” mealindeki ifadeden kabir sorgusunun olmayacağını nasıl çıkarabiliriz?

Bu haber verme işinin kabirden başlamayacağında dair bir açıklama var mı bu ayette?

Kaldı ki, yukarıda defalarca ifade ettiğimiz gibi, Kur’an’da “dünya-ahiret” eksenli ifadelere yer verilir ve prensip olarak dünya-ahiret ikilisine dikkat çekilir. Kabrin de ahiretten sayıldığını sahih hadislerden ve ümmetin icmaından öğreniyoruz.

İddia:
Yasin 51: Nihayet Sur’a üfürülecek (Kalk borusu çaldığında). Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine giderler.
Yasin 52 : Ve demişlerdir ki: Yazıklar olsun bize, kim kaldırdı bizi uyuduğumuz yerden; bu, Rahmanın bize vaadettiği şey ve peygamberler gerçek söylemişler.

Cevap:
İslam alimlerinin bildirdiğine göre, “Kim bizi kaldırdı uyuduğumuz yerden?” mealindeki ifadenin manası şudur:

Bunu İkinci sura üflendikten sonra kalkan kâfirler söylerler. Kabir/berzah azabı onlar için aralıksız devam eder. Ancak iki sur arasında bütün insanlar uyurlar (bazılarına göre kendilerini uyumuş gibi hissederler). Bunun için “Kim bizi, kaldırdı uykumuzdan?" derler(bk. Taberi, Beğavî,  Zemahşeri, Maverdi, İbnu’l-Cevzi, İbn Atiye,  Nesefi, Kurtubî, ed-Durru’l-Mensur, İlgili ayetin tefsiri).

Diğer bazı alimlere göre, gerçekten orada onlar için bir uyku söz konusu olmamıştır. Ancak kıyametin şoku karşısında akılları karıştığı için uyduklarını zannederler.(bk. Beydavî, ilgili ayetin tefsiri)

Detaylı bilgi için tıklayınız:

Kabir hayatı ayetler, hadisler ve icma ile haktır.

49 Ölenler günahlarını çekmeye başladı mı?

Mümin suresi 45 ve 46. ayet-i kerimelerde şöyle buyrulmuştur:

“Allah o mümini, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun’un adamlarını ise, o kötü azap kuşattı. Onlar, sabah-akşam ateşe arz olunurlar. Kıyamet kopacağı gün de: 'Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine tıkın!' (denilecektir)."

Ayet-i kerimede, Firavun ve adamlarını kötü bir azabın kuşattığından bahsedilmektedir. Bu azap, onların denizde boğulmasıdır.

Ayetin devamında ise, Firavun ve adamlarının sabah-akşam ateşe arz olunduğundan haber verilmektedir. Bu azap, cehennemdeki azap değil, kabirdeki, berzh hayatındaki azaptır.

Zira ayetin devamında: “Kıyamet kopacağı günde: 'Firavun hanedanını azabın en şiddetlisine tıkın!' (denilecektir).” buyrulmuş.

Bu ifadeden anlaşılıyor ki, Firavun ve âlinin sabah-akşam sokuldukları azap, cehennem azabından başka bir azaptır. Zira cehennem azabından, mealde de görüldüğü gibi ayetin sonunda zaten hususi olarak bahsedilmiş.

Yani bu ayette iki farklı azaptan bahsediliyor. Birincisi: Sabah akşam sokuldukları azap… İkincisi ise: Kıyamet koptuktan sonra sokulacakları azap…

Ayettin beyanından açık bir şekilde anlaşılmaktadır ki: Onların sabah-akşam sokuldukları azap, daha kıyamet kopmadan önce onlara yapılmaktadır.

Özetle, ayette ilk olarak bahsedilen “onları kuşatan azap” denizde boğulmalarıdır. Kıyamet gününde onların sokulacağı azap da cehennem azabıdır. Onların boğulmasıyla, cehennem azabı arasında kalan, sabah-akşam sokulacakları azap da kabir azabıdır.

Bu ayet-i kerimenin kabir azabına dair açıkça beyanından dolayı, İmam Mücahid, Hz. İkrime ve Muhammed bin Ka’b Hazretleri: “Bu ayet-i kerime, kabir azabına delil teşkil etmektedir.” derler. Ve bu kanaat, cumhurun yani İslam âlimlerinin bütününün kanaatidir. (bk. Râzî, Şevkânî, ilgili ayetlerin tefsiri)

İlave bilgi için tıklayınız:

Berzah aleminde hayat nasıl olacaktır; rüyadaki gibi bir hayat mı yaşayacaklardır?
3.000 yıl önce ölen birinin kabir azabı ile kıyamete yakın ölen kabir azabı bir olur mu?
Kabir azabını her ölen çekecek mi? Nasıl yaşayacağız, nelerle karşılaşacağız?
Kabir azabı ve nimetinin olduğuyla ilgili ayet ve hadis var mıdır?

50 İslam aleminin her yerinde niçin şaşaalı türbeler yapılmıştır?

- Türbelere gitmekte bir sakınca yoktur. Türbedeki salih olarak bilinen bazı zatları vesile kılarak Allah’a yalvarmak da caizdir.

Ancak, eğer bir kimse -Allah’tan başka kimsenin yapamayacağı bir işi- doğrudan ölüden isterse bu bir nevi şirk olur.

Bununla beraber halk arasında “meded, imdad, himmet et” gibi ifadeleri de mutlak bir şirk ifadesi olarak görmek doğru değildir. Çünkü bu gibi ifadeler de bir vesilelik manasında kullanılırsa, bunda bir sakınca yoktur.

- Denilebilir ki, şu anda ve eskiden beri gelen gelenekteki  mezarların, türbelerin yapılışı sünnete aykırıdır. Fakat bunu çok büyük bir günah olarak da algılamamak gerekir. Bu konuda bazıları ifrat ediyor, bazı Vehhabiler de tefrit ediyor.

- Şunu tekrar edelim ki, bazı alimler -mezarlarla ilgili olarak- türbe ve benzeri şekillendirmelerin caiz olduğunu söylemişlerdir.

Fakat biz diyoruz ki, Müslüman mezarı, sade, tabii ve mütevazı; mezar yapımında kullanılan malzeme de basit ve ucuz olmalıdır.

Müslüman mezarlığı, ihtişam, debdebe ve tantanadan uzak, sadeliği, tabiiliği ve intizamı ile örnek olmalı. Camide bütün imtiyazlarından sıyrılarak Allah'ın huzurunda aynı safta duran müminlerin, mezarları da görünüş itibariyle birbirine eşit olmalıdır. Mezar yapımında bu eşitliği bozan şeylere yer verilmemelidir.

- Ancak Hz. Peygamber (asm)'in türbesini -şahsen- gündeme getirilmesinin son derece yanlış olduğunu düşünüyoruz.

51 Taha suresi 124. ayetteki “maîşeten dankâ” kabir azabı mıdır?

İlgili ayette yer alan “maîşeten dankâ”nın anlamı, “geçim sıkıntısı”ndan ziyade, daha geniş bir kavram olarak “hayat/yaşam sıkıntısı” olarak değerlendirmek daha uygundur. Çünkü, buradaki “sıkıntı” ekonomik sıkıntıdan ziyade kalbi, ruhi sıkıntıdır.

Nice zenginler var ki “depresyon”dan kurtulamazlar. Çünkü Allah’a karşı yapılan imani ve ameli isyanlar kişiyi “ruhi bunalım” manasında bir “darlığa” sokar.

Özellikle ayette ifade edildiği üzere “Allah’ın zikrinden/onu hatırlamaktan/ona imanla intisap etmekten yüz çeviren” imansız kimsenin dünyası, beden sağlığı ve ekonomik yönden ne kadar geniş olursa olsun, ruhi bunalım içinde sıkışmış bir “hayat” girdabına mahkumdur. (krş. İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri)

- Nice dinsiz-imansız kimselerin ekonomik ve zahiri hayat standartlarının çok güzel olduğu bir gerçektir.

Demek ki, ayetin “maddi darlık/geçim sıkıntısı” şeklinde algılamak pek isabetli değildir. Aksine bunu, manevi sıkıntı, ruh darlığı, gönül sıkışması şeklinde anlamak daha isabetlidir.

“Dikkat edin; kalbler Allah’ı zikretmekle mutmain olur.” mealindeki ayetin ifadesi de bu işin manevi cepheyle/kalbin ve ruhun tatmin ile ilgili olduğunu göstermektedir.

- Bununla beraber, “hayat darlığı” ifadesini, hem dünyada hem kabirde hem ahirette olacak şekilde geniş bir muhtevaya sahip olduğunu söyleyen alimler de vardır. Bu alimlere göre, kâfirlerin hırs yüzünden sıkıntıya girmeleri söz konusudur. (bk. Razi, ilgili ayetin tefsiri)

O halde, bu hırs da manevi bunalım anlamına gelen ruhi sıkıntı demektir. Çok zengin olabilirler, fakat mutlu olmayabilirler. Bir de bazı hükümler, ekseriyete göre verilir. Kâfirlerin ekseriyetinin manen huzursuz olmaları, imansızlıklarının bir gereğidir.

- Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bildirilen “kabirdeki sıkıntı” ile ilgili hadisin senedi “Hasen” olarak belirtilmiştir. (bk. Mecmau’z-Zevaid, h. no: 4286; Merkezu’l-fetva, rakam: 36233)

- Hâkim de ayette yer alan “maişet-i dankâ”in kabir azabı olduğuna dair bir hadisi rivayet etmiş ve bunun Müslim’in şartına uygun-sahih olduğunu belirtmiştir. Zehebi de Telhis’te bu değerlendirmeyi tasdik etmiştir[bk. Müstedrek/Telhis(birlikte), 2/413/ h. no:3439]

52 İdrar, kabir azabına mı neden olur?

İdrardan sakınmamanın kabir azabına yol açtığına dair hadis (bk. Buhârî, Vudu, 55; İbn Mâce, Tahâret, 26), idrarın namaz ibadetine engel olacağından dolayıdır.

Bu durum iki şekilde olabilir:

1. Bedende ve elbisede, affedilenden fazla olan necaset, namaza engel olur. Bu nedenle, kılınan namaz geçersiz sayılmaktadır.

2. İdrar yapıldıktan sonra, akıntı kesilmeden abdest alınırsa, abdest alındıktan sonra gelen idrar abdesti bozacak ve böylece abdestsiz namaz kılınmış olacaktır. Abdestsiz kılınan namaz da geçersiz olacaktır. (bk. Karâfî, Zahire, Beyrut 1994, I, 211)

Buna göre, namaz kılan kişi hem beden ve elbise üzerindeki necaseti temizleyecek hem de idrardan sonra, idrar tamamen kesildikten sonra abdest alacaktır. Yoksa namazı geçersiz olacağı için, günah işlemiş olacağından, bu durum azap görmesine neden olacaktır.

Ancak temel amaçlarından biri iç huzurun sağlanması olan ibadetin, bir tereddüt ve sıkıntı kaynağı haline gelmemesi için, bu konuda aşırı biçimde şüpheci davranmaktan ve vesveseden kesinlikle kaçınılması istenmiştir.

Genel anlamda temizlenmeyi teşvik ve emreden (Bakara, 2/222, 232; Tevbe, 9/108; Hac, 22/26; Müddessir, 74/4), temizliği “imanın yarısı” (Müsned, V, 342, 344) olarak niteleyen İslâmiyet, ferdî ve içtimaî hayatın her alanında temizliğe büyük önem vermiş, namaz gibi bazı ibadetlerin ifasında maddî temizlik (necâsetten tahâret) yanında mânevî temizliği de (hadesten tahâret) şart koşmuştur.

Abdestsiz olarak kılınan namaz geçerli olmadığı gibi, kişinin vücut ve elbisesinde veya namaz kılınacak yerde bulunan ve dinen pis sayılan şeyler de (necâset) namaza engel teşkil eder. Bu husus, ibadet açısından olduğu kadar, kişinin sağlığı bakımından da büyük önem taşır.

İlave bilgi için tıklayınız:

- İstibra nasıl yapılır?
- Namaza mani olan necaset hakkında detaylı bilgi verir misiniz?

53 Günahkar Müslümanlar kabir sorularına cevap verebilecekler mi?

- Aslında insanlar, din imtihanındaki durumları itibariyle dört kısımdır:

“Halis kâfir, münafık (kalbindeki küfür ile dilindeki imanı karıştıran), halis mümin, fasık (kalbindeki iman ile davranışındaki günahları karıştıran kimse).”

- Ayet ve hadislerde -prensip olarak- kâfir ile müminin durumu söz konusu edilmiştir. Bu, iman-küfür muvazenesi bakımından büyük önem arzettiği için bunun üzerinde durulmuştur. Münafık da gerçekte tam kâfir olduğu için, bu ikisine de çokça yer verilmiştir.  

Bununla beraber, ayet ve hadislerde günahkâr müminlerden de söz edilmiştir.

“Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Onlar iyi işlerle kötü işleri birbirine karıştırdılar. Onlar tövbe ederlerse umulur ki Allah da onların tövbelerini kabul buyurur. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir/ affedicidir, merhamet sahibidir.” (Tevbe, 9/102)

mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.

- Kur'an veya hadislerde “kabirdeki günahkârların meleklere verecekleri cevabın nasıl olacağına” dair bir açıklamaya rastlayamadık. Kabirdeki sual-cevaplar yine iman ile küfür çerçevesinde açıklanmıştır.

- Bundan: “günahkâr müminlerin de diğer hâlis müminler gibi olumlu cevap vereceklerini” anlamak mümkündür. Çünkü kabirdeki sualler-cevaplar amelle ilgili değil, akide ile ilgilidir.

- Burada birkaç soru akla gelir:

1) Fasık denilen günahkâr müminler de mi ceza görmezler, onlar da mı doğrudan cennete girecekler?

Bunun cevabı şudur: Hayır -Allah’ın affetmediği- günahkâr müminler de suçlarının durumuna göre ceza çektikten sonra ancak cennete girecekler.

- Kabirde müminlerden bazı kimselerin de kabirde azap çektiğine dair hadisler vardır. Örneğin: Buhari, Müslim ve Nesai’nin rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz (asm), iki kabrin yanında geçerken şöyle buyurmuştur:

“Bu iki kabrin sahipleri de azap çekiyorlar. Bu azapları büyük günahtan değil; biri nemmamcılık / gıybet ve dedikoduculuktan, biri de idrarından temizlenmediği / istibra etmediği için azap çekiyor.” (bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 3/242)

Bu sahih hadisten anlaşılıyor ki, kabirde mümin olanlardan da bazıları azap çekerler.

2) Sahih hadislerde kâfire cehennemdeki yeri, mümine de cennetteki yeri gösterilir” denilmiştir.

Bu ifadeye göre, günahkâr fasık mümine de cennetteki yeri gösterilir. Ancak ona sonunda gideceği bu yerinin gösterilmesi, onun hakettiği kabir veya cehennem azabından kurtulacağı anlamına gelmez. Ona şöyle denilebilir:

“İşte cennetteki yerin şurasıdır. Meleklerin sorularına doğru cevap verdiğin için cennetin vizesi olan imanını kurtardın. Fakat senin affa uğramamış suçların var, bunların cezasını çektikten sonra cennete gireceksin.” (krş. Mirkatu’l-Mefatih,1/222)

İbn Hacer el-Heytemi de bu konuda şunları söylemiştir:

Hadislerin zahir ifadelerinden anlaşılıyor ki, kabirdeki insanlar iki kısımdır: Biri: Mümin; İkincisi kâfir ve münafıklar.

Buna göre, mümin fasık da olsa, âdil / salih olan müminler gibi cevap verir. Fakat (yerin gösterilmesiyle ilgili) müjde ise kişinin durumuna bağlıdır. (Fetava’l-Hadisiye, s.7)

- İbn Hacer’in şu mütalaası da dikkate değer. O şöyle der:

"Ceza çekmesi mukadder olan günahkâr mümine şu muamele yapılabilir: Önce kendisine cennetteki yeri gösterilir, ardından kendisine: 'Eğer günahların olmasaydı doğrudan buraya gidecektin. Ancak şimdi günahlarından ötürü ilk gireceğin yer (cehennem gösterilerek) şurasıdır.' denilebilir." (Fethu’l-Bari, 11/366)

Ayrıca bu konu için bk. el-Kıyametu’s-Suğra 1/56.